bugün

ruh eşi

insanın karşısına, yaşadığı ömür boyunca, zamanlı ya da zamansız ama sadece bir kez çıkan, aynı dili konuştuğu, bazen konuşmadan anlaştığı, diğer yarısı;

Tüm dünyevi varlıkların dışında kalan bir şey vardı zihnimde ; hiçbir canlıya benzemeyen, hiç bir tanıma uymayan, doğduğumdan beri bıkmadan usanmadan gölgem gibi beni takip eden bir şey. Adını koyamadım. Kader karşıma çıkaracak elbet dedim, sustum. Tek yapabildiğim onu düşünmek, ve içimde günden güne büyüyen varlığına alışmak oldu.

Zamanlar geçti, büyüdük belki. Masumiyetimizi kaybettik, acılar, göz yaşları, haksızlıklar geçti üstümüzden, becerdi ikimizi. Kalbin cayır cayır yanmasına, durup durup ağlamaya, çaresizlikten kıvranmaya alıştık. Bedenimizden ruhumuza işleyip ele geçirdi bütün sevinçlerimizi. Ama ne olursa olsun elimden tuttu, tüm gidenlere inat yalnız bırakmadı, bir tek "O" terk etmedi beni. Acıdan kanayan kalbime ilaç oldu, yüzümden düşen bin parçalardan şikayet etmedi hiç. Her sessizlik anında karşıma geçip kulağıma fısıldadı mutluluğun reçetesini. Ama ben derin denizlere hapsolmuş bir balıktım o zamanlar, bitmek bilmeyen sefer özlemlerim vardı sıcak sulara. Dinlemedim, görmezden geldim yüzünü. Yok dedim , yok öyle bir adam. varlığını, kalbime söz geçirmeye çalışan zihnimin bir oyunu, kendimi avutmak için uydurduğum son umudum sandım.

Günler geçti, unuttum onu, yalnızlığımla kaldım. kalan son umudumu da rakıya meze yaptım ve azıcık nefes katabilmek için soluksuz günlerime, yaralarıma tuz basmak için, yorgun bedenimi bir deniz kenarına attım. Varlığını biliyordum hep, hayalimde çizdiğim yüzü eninde sonunda bir gün bulacağımı da ama hayat bir türlü fırsat vermedi karşılaşmamıza. birbirimizi aramaya çalışmaktan yorulduk ve başka sevgiler, sevgililer aldık hayatlarımıza.

Bir gece, son sigaramı içmek için doğru zamanı bulmaya çabalarken, çıktı geldi. Ayak seslerini duydum gecemde. Çizdiğim yüz, karşımda gözlerimin içine bakıyordu. inanmak istemedim önce, sonra Kulağıma doğru fısıldayan o güzel sesini duydum; "sonsuza dek, seni ellerim üstünde taşımak, gözyaşlarını avuçlarıma doldurup yüreğine su serpmek için geldim, sakın bırakma beni!"

Bırakmadım. Her gece güzel yüzünü karşıma alıp saatlerce dinledim, ağladım, güldüm. Etraftaki onca kalabalığa rağmen, zehir zemberek yalnızlığı iliklerine kadar hisseder ya insan; bir tek o gelince iki kişi oldum ben. Bir tek onun varlığı yalnızlığımı soyabildi üzerimden. Gerisi yok. Başlangıcı meçhul, sonu olmayan bir ibadet biçimiydi bu. Sözleri sözlerim, bedeni bedenim, elleri ellerim oldu. Her gecenin sonunda son bir sigara bıraktım geriye, varlığının kıymetini daha iyi anlayabilmek için. eğer gerçekten o bense, sonsuza dek sürmezdi, giderdi bir gün, biliyordum. bu yüzden her gecenin sonunda yaşadığıma pişman oldum.

ömrümün en güzel zamanlarını yaşadığımı ve giderek sona yaklaştığımızı hissediyordum. sevmek zamanı doldu ve gideceğini söyledi bir gün. kızamadım; gerçekten diğer yarım olduğu için, ruhu bana ait olduğu için, gideceğini bilerek yaşadığım için kızamadım.

Şimdilerde, sesine alışan kulaklarım, cümlelerini birer birer zihnime kazıyan gözlerim ve umutsuzca göğe doğru uzanıp Allah a isyan eden ellerim var; "Neden diğer yarımı kesip alırken onu yeniden bulacağım zamanın karşısına ömrümün bu demini yazdın, şimdi; hayatlarımız karmakarışık ve başkalarıyla doluyken, çok geç değil mi, elimden kayıp gitmesi için çok erken ama benim olması için çok geç değil mi?"