bugün

kitap alıntıları

rejisör bir filmde rol almak isteyen genç kıza, "iki kelimeyi istediğim gibi söyleyebilirsen sana rol verebilirim" demiş, genç kızda "tabi söyleyebilirim. nedir bu iki kelime?" diye sormuştu. rejisör "sadece üç kere bana 'gen buraya' diyeceksin" demiş, genç kız bundan daha kolay ne var diye düşünürken, rejisör konuşmaya devam etmiş.

"birincisinde sevgilinle bir münakaşadan sonra ona artık ayrılmak istediğini söylüyorsun o başı eğik kapıya giderken, ceketinin cebinde tabanca olduğunu fark ediyorsun. hayatına son vereceğini seziyor, birdenbire onun senin için her şey olduğunu anlıyor ve büyük bir pişmanlıkla; 'gel buraya' diyorsun".

"ikinci olarak kendini küçük bir çocuğun annesi yerine koyacaksın. Çocuk dört yaşında. sen ona bayramlık elbiselerini giydirmiş, balkonda oturmasını, hiçbir yere gitmemesini sıkı sıkıya tembih etmişsin. sana itaat etmiyor ve sokağa fırlıyor. tam o sırada köşede bir kamyon beliriyor ve çocuk bir anda yere düşüp çamurlara bulanıyor. allah'tan ezilmiyor. sen dehşet içindesin. bir yandan allah'a şükrederken diğer yandan sana itaat etmediği için çocuğa son derece kızgınsın. işte bu duygularla ona; 'gel buraya' diyorsun".

"son olarak da bir tacirin karısısın. kocan iflas etmiş. Evin dışında alacaklılar kocanı linç etmek için bekliyor. fakat kocan onuruna dokunan bu durum karşısında kalbine sıktığı bir kurşunla can veriyor. sen de sokak kapısını açıp, dışarıdaki kalabalığın elebaşısına; 'gel buraya' diyorsun".

kızın bu sözler üzerine filmde rol almak istediğinden vazgeçip geçmediğini bilemiyoruz. bildiğimiz sesin tonunun kelimelere hayat verdiği ya da öldürdüğüdür.

- posta kutusundaki mızıka | s: 30,32 -

not : copy/paste değil. üşenmedim kitaptan yazdım.