Projenin ilk adımı Mart 2007'de yönetmen Cihan Taşkın tarafından atıldı. Haziran 2007'de senaryo hazırlıkları başladı. Senaryonun yazılması 8 ay sürdü.
Filmin görsel dilinin oluşturulabilmesi için, senaryonun amaca hizmet eden 9 sayfası seçildi ve tamamen farklı oyuncularla, muadil mekanlarda çekimler yapılıp, montajlandı. Daha sonra kullanılmayacak olan bu demo için, hazırlıklar dahil 3 hafta çalışıldı ve üzerinde 1 hafta boyunca yapılan toplantılardan sonra, 13 dakikalık malzeme arşive kaldırıldı.
1 aydan uzun bir süre, çekimlerin yapılacağı uygun bir cam atölyesi arandı. Aramalar sonuç vermeyince, sanat yönetmeni Özgür Kemertaş liderliğindeki 17 kişilik ekip, 13 günde Kuzguncuk'ta boş bir arsaya sıfırdan bir atölye inşa etti. Mekanın dekorasyonu için toplanan malzemeler 13 farklı yerden getirildi. Ekip burada sadece 2 gün çekim yaptı.
Filmde terör örgütünün kampı olarak kullanılan Bazda Mağaraları, 20'den fazla insanın 10 günlük çalışmasıyla çekime hazır hale getirildi. 10 günlük hazırlık ve 13 günlük çekim sürecinde ekip, gündüz 40 derecenin üstüne çıkan, gece ise 5 derecenin altına düşen hava sıcaklıklarında çalışarak, çöl iklimiyle tanıştı.
Afganistan, Türkiye ve ABD sahnelerinin çekimleri için 900 civarında figüran kullanıldı.
Kostümlerin bir kısmı özel olarak Afganistan'dan getirildi ve çekimlerde kullanılmadan önce özel olarak eskitilme aşamasından geçti.
Güneydoğu bölgesinin yerel lezzetleri için yapılan özel kaçamaklar dışında, toplam 9200 kişilik yemek servisi yapıldı.
Çekimler için Afganistan, istanbul ve Güneydoğu'nun çeşitli yerlerinde setler kuruldu, bazı mekanlar sıfırdan inşa edildi. ABD sahneleri için istanbul'un 3 farklı yerinde özel green box setler hazırlandı.
Yardımcı oyuncular ve figürasyonun büyük bölümüyle çekimlerden önce hazırlık ve eğitim çalışmaları yapıldı. KELEBEK filminde aynı zamanda oyuncu koçu olarak görev yapan Serhat Yiğit idaresindeki çalışmalar 33 gün sürdü.
KELEBEK müziklerinin hazırlığı ve kaydı için, Emmy ve Grammy başta olmak üzere pek çok saygın ödül almış eserlerin üreticisi Brian Keane'e ait, ABD Connecticut'taki Brian Keane Music Stüdyosu ile anlaşıldı.
Çekimler sırasında, Volga Sorgu 45. Altın Portakal festivalinde Başka Şehrin Çocukları adlı filmdeki performansıyla en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü alırken, Bora Gökşingöl ise KELEBEK'in post-prodüksiyon aşamasında, Üç Maymun filmiyle 41. SiYAD en iyi kurgu ödülünün sahibi oldu.
Gerek çekimlerden önce, gerek çekimler sırasında ABD, Meksika, Afganistan, Suriye, Azerbaycan, istanbul, Şanlıurfa, izmir, Adana, Gaziantep arasında havadan ve karadan kat edilen mesafe 600.000 kilometreyi geçti.
Büyük bir kısmı kamera arkasında olmak üzere, 35 farklı motorlu araç kullanıldı.
Üç ay içerisinde ekip toplam 42 iş günü çalıştı.
Tüm bu rakamların sonucunda 36 saatlik ham görüntü elde edildi.
neden türkiye'de bu kadar saçma bir şekilde kutlandığını bir türlü anlayamadığım,
öteyi beriyi kırıp dökerek hayatlarında bir şeylerin değişeceğine inanıyor olmalarına bir türlü anlam veremediğim,
geleneksel kepazelik gününün bu senekisi.
Özel Asfa Fen Lisesi
Özel Asfa Ahmet Mithat anadolu Lisesi
Özel arda asalet Lisesi
Özel Asfa halil necati ilköğretim
Özel Asfa mustafa enver ilköğretim
okullarını kapsayan,
son sistem eğitim teknolojilerine sahip,
duyarlı, ahlaklı ve bilgili bir nesil yetiştirmek için çabalayan,
merkez kampüsü üsküdar bağlarbaşında olan kolej.
hz.muhammed'in sosyal bir oluşum olduğunun, çölde susuzluğun herşey demek olduğunun, çöl insanının vahşi olduğunun, müslümanların psikolojik deli olduğunun savunucusu olan fakat, psikolojinin nasıl oluştuğunu, bir ilkel hücrenin evrimleşe evrimleşe mi bu mükemmel insanı, insanın mükemmel bilinç katmanlarını nasıl olup da oluşturduğunu şimdiye kadar açıklayamayan yazar.
müslümanlar içki içmeyerek bugün bilimin savunduğu şeyi, 1400 senedir yapıyorlar, vücutlarını alkolün zararlarından koruyorlar. hem de rabblerinin hoşnutluğunu kazanıyorlar.
cinsel seçim olarak tek eşli yaşayanlar, öyle görünürde falan değil gerçekten tek eşli yaşayanlar, hem kendilerini hem eşlerini mutlu ediyorlar, ki zaten allah kat be kat ödülünü veriyor, aralarındaki sevgiyi her an artırarak.
namaz ile abdest ile, günde beş kez rabbine dönen insan, kur'an'da bahsedildiği üzere, evinin önünden akan bir ırmakta günde beş kez tertemiz yıkanıyor, namazın verdiği huzurun ve rabbin hoşnutluğunun yanında bir de o abdest ile temizlenmenin, o namazı eda etme ile sağlığına da katkıda bulunuyor.
diğer taraftaki insan ise ise alkolün, uyuşturucunun vereceği mutluluğa muhtaç.
ne tam anlamıyla birine kendini verebiliyor, ne birini tam anlamıyla alabiliyor.
kendine hayrı yok ki eşine olsun. *
her sarhoş olduğunda belki biriyle birlikte, zira alkol cinsel isteği artırıyor, mantığı bastırıyor,
ama kimsesi yok onu düşünen, seven, koruyan, kıskanan, sahiplenen, ona insan muamelesi yapan.
sadece sex için var birinin hayatında, hayvani duygular için var. o da bazı bazı yetmiyor.
id den ego dan süperego dan azıcık anlayan biri olsa bu yazar, insanın psikolojik katmanlarında vahşi duygular ile *, toplumsal sorumluluklar arasında * egonun denge kurduğunu, alkolün, uyuşturucunun vs. ise nörotransmitter maddelerden biri olan dopaminin görevini üstlenip, dopamin salgısının durdurulduğunu bu sebeple de dopamin sentezlemeyi gittikçe unutan bünyenin, alkol ve uyuşturucudan uzak kaldığında bir türlü mutlu olamaz hale geldiğini de bilirdi.
psikolojinin, biyolojisini bilse yazdıklarından utanırdı zannımca.
çünkü herşey ama herşey bir yartıcının olduğunu ispatlıyor, açıklıyor bilim dallarında.
ancak kur'an'da yasin suresi 7-8-9-10 ve 11. ayetlerde neden böyle olduklarını yine allah-u teala açıklıyor bize.
--spoiler--
Andolsun ki, hüküm çoğunun aleyhine gerçekleşmiştir, bunun için artık inanmazlar.
Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik. Çenelere kadar dayanan o halkalar yüzünden kafaları kalkıktır.
Önlerine ve arkalarına set çektik. Gözlerini perdelediğimizden artık göremezler.
Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.
Sen ancak zikre (Kur'an'a) uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. işte öylesini bir marifet ve güzel bir mükâfatla müjdele.
--spoiler--
hal böyle iken daha fazla söze hacet yok zannımca.
edit: ayrıca bir entry sinde de "ben allah olsaydım, gönderdiğim peygamberi takmıyorlar diye, 1400 kere yerle bir ederdim" demiştir. sen haşa allah olamazsın, allah da bunun için allah zaten.
peygamber de o vahşi çöl çağında, hem kızını, hem de kızının karnındaki torununu öldüren şahsı da affedecek kadar merhametlidir ayrıca. zaten çölde su da yok değil mi ya?
zannımca, önceki çağlara nazaran, daha kolay olması gereken durumdur.
zira; öyle bir çağ düşünün ki, hücre denilen olay bilinmiyor.
gözle görülemeyecek boyuttaki o yapının içinde, bir ülkenin yapamayacağı kadar çok işin,
düzenli bir şekilde yapıldığı bilinmiyor.
mitokondrinin enerjiyi kimyasal bağlar arasına hapsettiği,
enerjiye ihtiyaç olduğunda ise o bağların çözülmesi ile ortaya çıkan enerjinin kullanılacağı bilinmiyor.
golginin salgı yaptığı, çok salgı yapması gereken hücrelerde * diğer hücrelere nazaran daha fazla sayıda olduğu bilinmiyor.
hücrenin bir protein sentezlemesi için, *,
önce dna'dan nükleotitlerin diziliş sırasının mrna tarafından alındığı,
daha sonra trnalar ile teker teker dna sırasına uygun olan aminoasitlerin taşındığı
ve bu taşınan aminaoasitlerin, ribozomun küçük ve büyük alt birimlerinin *
birleşmesi ile
tesbih taneleri bir ipe dizilir gibi birbirlerine bağlandıkları bilinmiyordu.
ve bu olay sonucunda sentezlenen proteinlerin her canlıda farklılık gösterdiği * bilinmiyordu.
Bir başka tarafta, insanda kalbin kan pompaladığı, sonra o kanın gerekli her yere,
akciğer tarafından dış ortamdan alınan oksijeni
ve dışarıdan alınıp da en küçük parçasına kadar parçalanmış besin maddelerini taşıdığı bilinmiyordu.
Ki o besin maddelerinin, ağızda, midede ve ince bağırsakta hem mekanik bir sürü etki,
hem de molekül yapılarına uygun bir dolu enzimin saldırması ile parçalandıkları,
bağırsakları çepeçevre saran kılcallar tarafından da emilip kana karıştırıldığı da bilinmiyordu.
Kan yer çekimi ile ayaklarda, bacaklarda birikir de kalbe tam olarak geri dönemez diye,
bacaklardaki toplar damarlarda mevcut olan, tek yönlü geçişe olanak tanıyan,
yukarıya doğru kanı iterek hareket eden kapakçıklar bilinmiyordu.
Beynin merkezinin altında, nohut büyüklüğünde, hipotalamus dediğimiz o yapının,
bir orkestra şefi gibi, vücudun bir çok yerinde bulunan diğer endokrin bezlere,
ürettiği hormonu o beze kan yoluyla bir mektup gibi gönderdiği ve bu şekilde "salgını salgıla!" emrini verdiği
daha sonra kanda o hormon yeterli seviyeye ulaştığında yine göndereceği başka bir emirle
o endokrin bezin salgılamasını durdurduğu bilinmiyordu. *
Bunların hepsinin bir canlının yaşamının sürmesi için,
beyin, sinir sistemi ve hormonlar tarafından denetlenerek kendiliğinden oluyor olduğu,
insanın kendi iç organlarına bile emredemediği ama buna rağmen en düzgün homeostazi ile yaşadığı bilinmiyordu.
fizik, kimya matematik ne büyük birer derya, bunlar bilinmiyordu.
uzay bilinmiyordu.
gezegenler, güneş mevsimler nasıl ouşuyor bilinmiyordu.
sadece yaşanıyordu hayat ve inanılan yine allah idi aklını kullananlarca.
uludağ sözlüğün tek olumsuz niteliği, bana kalırsa userların oylama olayını bir türlü becerememesi, kişisel ihtiraslarına yenilerek, çocukça bir davranışla, karşıt görüşteki kişinin, her entrysine eksi oy vermesidir.***
oylama kaldırılırsa, bence daha verimli çalışılan bir sözlük oluruz.
insanlar eksi oylamanın değil de yeni bir şeyler katmanın derdine düşerler.
böylece fikir teatisinin bol olduğu bir sözlük olabiliriz.
4.izleyişimin ardından da beni heyecanlandırmayı, duygulandırmayı ve ağlatmayı başarmış olan, * zengin ihtişamlı sahneleri, mükemmel bir aşk hikayesi ve enfes sahne geçişleri ile * mükemmel olan bir film.
bence oscar alan filmleri tekrar bir değerlendirmeye tabi tutsunlar, 1. titanik olur. tabi bu benim fikrim, belki bu değerlendirme yapılmıştır da başka film 1. olmuştur. bilen varsa yazsın.
dinlediğimde, martıların, kumruların, türlü kuşların, sadece sabahları * , sabah ezanı vaktinde çıkardıkları o sesleri, **, aklıma getiren, namaza kalkamadığım sabahlar için içimi burkutan, utandıran, hatırlatan, mürşid bir ilahidir.
denzel washington'ın oynadığı süper bir film. çok heyecan verici. beğenmediğim bazı şeyler olmadı değil tabi ki. örneğin, zamanın öncesine gitmek için, içine girdiği makina tam bir faciaydı, zannedersin xl bir çamaşır makinası. zamanın öncesine hadi gitti, sonra o giden denzel, bir de güzel öldü kitleyi kurtarma macerasında, peki sonra nasıl bir saçmalıktır ki, sanki zamanın öncesine hiç gitmemiş de orda yaşamaya devam etmiş gibi, patlama yerine sapasağlam gelmiş oluyor bu herif. hatta ve hatta geliyor da sanki oraya soruşturma yapmaya gelmemiş de gezmeye gelmiş gibi, ilk kez gördüğü * güzel bir kadını, dikkatini çektiği için arabasına alıyor da gidiyor...
bu olumsuzlukları saymaz isek, son derece hareketli ve şaşırtıcı bir film.
ayrıca deja vu yaşadığı anı önceden yaşamamış gibi hissetmek manasına geliyor ya, onun aslı islami bilgilere ve tasavvufa göre şöyle:
allah-u teala, ilk önce kalemi yarattı, daha sonra levh-ü mahfuz u yarattı. ve o kaleme emretti. "bütün olup bitecekleri bu deftere yaz" diye. o kalem de bütün yaşanacakları o deftere yazdı. yani kaderlerimizin yazılı olduğu kitaba. daha sonra ruhları yarattı. ve bütün ruhlar allah'ı gördüklerinde o'na aşık oldular.
ruhlara sordu mevla: elestü birabbiküm? yani "ben sizin rabbiniz değil miyim?"
ruhlar allah'a olan yakınlıkları, sevgilerinin yüceliği sırasıyla, yani ki hz. muhammed ve ardından diğer peygamberler, allah dostları veli kullar, vs.... "bela" yani "evet" diyerek cevap verdiler.
daha sonra ise allah, kullarının ruhlarına bu imtihanlar aleminde yaşayacakları herşeyi izletti. yani ki ruhumuz yaşayacağı herşeyi gördü de geldi bu dünyaya. bazen bir çağrışım sebebiyle, o anı hatırlamamız da bu sebeple yani.
edit: ben de eşimi ilk kez gördüğümde, o kadar tanıdık gelmişti ki bana, boynuna sarılmak istemiştim. sanki yıllarca ayrı kalmış, iki sevgiliymişiz de sonunda kavuşuyormuşuz gibi. tabi bu duygumu belli edemedim, sarılamadım kendisine ama şu an 14 aylık evliyiz. ruhlar, o alemde tanıştılar, birbirlerini sevenler sevdi, bu dünyada da o sevdiklerini buluyorlar eğer o alemde sevdilerse.
"bir amerikalı dünyaya bedeldir, ajan; kamyonun arasında kalsa da, orasından burasından vurulsa da, iğnenin deliğinden geçer, başkanı kurtarır, amerikada bu böyledir, amerikanlar harika, mükemmel ötesi, olağanüstü vs yetenekli insanlardır, terör müslümanlardır, araplardır vs" adamların bu imajı kanalize etmek için ne kadar çaba sarfedip, ne büyük actionlarla film çevirdiklerini bir kez daha görmek istiyorsanız, bu filme gidin.
keşke biz de "türk" olmaktan "müslüman" olmaktan, bu kadar gurur duysaydık, "türk" olmaktan "müslüman" olmaktan bu kadar gurur duyan zengin iş adamlarımız, para babalarımız paralarını türk sinemasına yatırsalardı ve dünya türkleri tanısaydı diye düşünüyorum.
tıp dilinde manik depresif olarak adlandırılan hastalık.
islamî ilimlerde ise kabz ve bast hali olarak geçer.
insan yaradılışı gereği bir daralır bir ferahlar.
kabz veya depresif olarak adlandırılan durum, insanın daraldığı durumu,
manik veya bast olarak adlandırılan durum ise insanın ferahladığı durumu ifade eder.
sonsuz mutluluk yoktur hayatta, cennet değil ki burası olsun.
sonsuz keder de yoktur, gel-gitlerle geçer ömür.
vaktiyle öss barajını aşmış, yani ki yüksek eğitim almaya hak kazanmış bir çok kız öğrenciyi, sadece ve sadece başlarındaki örtülerden dolayı rejim ve devlet düşmanı birer ajan ilan eden, şu an ise ergenekon iddianamesi ile yargılanmayı bekleyen, istanbul üniversitesi'ni her yönden aşağılara çeken, öğrencilerin önlerine kesen i.ü eski rektörü.
Takvim, zamanı günlere, aylara, yıllara bölme metodudur.
insanlar zamanı ölçerken, ölçü aracı olarak güneşi ve ayı kullanmışlardır.
Güneşi kullananlar, dünyanın güneş etrafındaki bir tam dönüşünü esas almışlardır. 365 gün 6 saat.
Bu şekilde oluşturulan takvimlere "güneş takvimi" diyoruz.
Ay'ı kullananlar ise ayın dünya etrafında 12 kez dönmesini, 12 x 29.5 = 354 günü esas almışlardır.
Bu şekilde oluşturulan takvimlere "ay takvimi" diyoruz.
ilk güneş takvimini Mısırlılar, ay takvimini ise Sümerler oluşturmuşlardır.
Her toplum kendi takvimini oluştururken, kendileri için önemli saydıkları bir günü başlangıç olarak almışlardır.
Romalılar, Roma'nın kuruluşunu, Hıristiyanlar, Hz. isa (a.s.)'ın doğumunu tarih başlangıcı olarak kabul etmişlerdir.
Hz. isâ'nın doğumunu tarih başlangıcı olarak kabul eden Milâdî Takvim, temeli Mısırlılar'dan gelen, güneş hareketlerini esâs alan takvimdir, iyon ve Yunanlılar kanalıyla Batıya aktarılmıştır. Romalılar, Sezar zamanında, "Jülyen Takvimi" olarak düzenlemiş ve kullanmıştır.
Yeni çağda Papa XII. Gregor tarafından düzenlenerek "Gregoryen Takvimi" olarak anılmıştır.
Gregoryen Takvimi, 1926 yılından itibaren Türkiye'de kullanılmaya başlayan ve Batı dünyasında en yaygın kullanılan takvimdir.
Artık-yılhesaplamasındaki ufak bir fark dışında Jülyen Takvimi ile aynıdır. Jülyen takvimi 'artık-yıl' hesaplamasında, her 128 yılda bir günlük kayma oluşturduğundan Gregoryen Takvimi kullanımına 16. yüzyıldan itibaren geçilmiştir.
Yani bugün kullandığımız, Miladi Takvim diye bildiğimiz takvim, "Gregoryen Takvimi" diye anılıyor. Eski Mısırlılardan gelme bir takvim. Batı dünyası 16. yüzyıldan itibaren Jülyen Takvimini biraz değiştirerek kullanmaya başlamış. Jülyen Takvimi ile bunun arasındaki fark, artık-yıl hesaplamasında her 128 yılda bir günlük kayma oluşuyor, Jülyen Takviminde.
Papa XII. Gregor tarafından bu değiştirilmiş, 16. yüzyıldan itibaren Gregoryen Takvimi olarak Miladi Takvim kullanımı Batı dünyasında devam etmiştir. Biz de 1926 yılındaki kanun değişikliğiyle bu takvimi kabul edip bu takvimi uyguluyoruz, Türkiye olarak.
Hicrî takvim ise Ayın hareketlerine göre zamanı hesaplayan ve 622 milâdi yılında, Server-i Ser Efendimiz (s.a.s.)'in Medîneye hicretini târihin başlangıcı olarak kabul eden takvimdir.
Kur'ân-ı Kerim, mesajının tamamını ay takvimi esâsına göre indirmiştir. Hicri Takvim ay takvimidir. Kur'an-ı Kerim'in içindeki açıklamalar Hicri Takvim düzenine göre, aylara göre düzenlenmiştir. Biz, içinden aldığımız bilgileri, uygulamaları ay takvimine göre yapıyoruz. Mesela, içinde bin aydan hayırlı bir gece olan, Kur'ân-ı Kerîm'in de indirilişinin tamamlandığı gece, yine ay hareketlerine göre hesaplanmıştır, Miladi Takvime göre hesaplanmamıştır. Ramazan ayının son 10 gününde aranması Peygamber Efendimiz tarafından bize tavsiye edilmiştir.
Haccın ne zaman başlayacağı, temel ibadetlerimizden orucun ne zaman başlayacağı, hangi gece veya gündüzlerin diğer gecelerden üstün olduğu veya feyiz ve bereket açısından daha önemli olduğu hep Hicrî Takvim esâsına göre belirlenmiştir.
Her ayın eyyamı bîyd denilen 13,14,15'i Hicri Takvime göre hesaplanır, Miladi Takvime göre değil. O günlerde oruç tutmak çok sevaplıdır.
Ramazan ayının başlangıcı, Hicri Takvime göre hesaplanır, Miladi Takvimde yoktur. Her sene değişir.
Haccın başlangıcı Zilhicce ayı yine Miladi Takvimde yoktur. Hicri Takvime göre hesaplanır. Bütün Kur'an-ı Kerim mesajları Hicri Takvime göre düzenlenmiştir
genelleme yaparak, eşinin ömrüne ömür katıp hayatının anlamı olan, çocuklarının düzgün yetişmesi için sürekli çabalayan, hasta olduklarında sabah işe gideceğini bile bile başlarından bir saniye bile ayrılmadan sabahlayan, duasını tüm insanlık üzerinden eksik etmeyen bir çok kadına haksızlık yapılmış oluyor ki bu kadınlar olmasa dünya gerçekten cehennnem olur.
muronun içindeki insan sevgisi, çetonun saflığı, temizliği ve aralarındaki esprili dil, gerçekleştirdikleri o yaran diyaloglar sayesinde, muro ve çeto halkın ilgisini ve sevgisini toplayamaya devam ediyor.
en kısa zamanda her ikisi de örgüte düşman hale getirilmeli, yoksa kurtlar vadisi verdiği tüm hayırlı mesajlar yanında bir de yanlış mesaj barındırıyor olacak. eğitimsiz çevrelerde pkk sempatizanlığı artacak.
türbanı, mini etekle, bira ile, komunistlikle bir tutma zihniyetine * sahip ve yaradanın insanı kendine muhatap alıp konuştuğu kitapta bulunan insanı ebedi mutluluğa götürecek ilahi emirler ve insanı ebedi hüsranın içinden kurtaracak yasakların, hayatın anlamının, kulluğun şerefinin, islamiyetin insana kattığı artıların neler olduğunu bilmeyen kişiler tarafından söylenmiş gereksiz bir cümle.
biz alıp bakmadığımız için, onlara aile olmadığımız için "sokak çocukları" onlar.
yoksa hiç biri böyle yanlışlar içinde boğulmazlardı.
onlar dünyaya geldiklerinde tertemizdiler.
bali, bıçak, uyuşturucu,
biz dokunsaydık, onlara dokunamazdı.
gecenin o en bereketli son üçte birlik bölümünde, uykunun o tarifsiz cazibesine ve inanılmaz kışkırtıcılığına rağmen ve önceki günün olağanüstü yorgunluğu sizi yataktan kaldırmazken, ALLAH rızası için tutulacak bir oruca fiili niyet olarak, kapalı gözlerle SAHURA KALKıLıR, ne için, sahuru PEYGAMBER SAV TAVSiYE ETTiĞi iÇiN, NE iÇiN, ALLAH RIZASI iÇiN.
NAZAN BEKiROĞLU'NUN DEDiĞi GiBi,
SOĞUK GÜNDE SICAK YATAĞINDAN KALKIP ABDEST ALIP NAMAZ KILAN KiŞiYE, YARIN RUZ-i MAHŞERDE
O YATAK ŞAHiTLiK EDER, SU ŞAHiTLiK EDER, SECCADE ŞAHiTLiK EDER...