sayısız ders notu, defter, içindeki her şeyle kardeşime bir oda ve yine kardeşime toshiba satellite dizüstü bilgisayar. ölsem ve odamdakileri satsalar ellerine 7-8 bin lira para geçer... eh iyi para.
bundan yaklaşık 10 yıl önce, babamın arkadaşı, babasını hemoroid rahatsızlığından dolayı muayeneye götürür. babası, bir takım psikiyatrik rahatsızlıkları da olan yaşlıca bir amcadır.
amcamız pozisyonu alır, doktor o meşhur parmakla muayene işlemini uygularken amca doktora döner;
tarihe, cumhuriyeti temsil eden bir adayın olmadığı seçim olarak geçecektir.
adaylardan biri; tayyip. dahasını demeye gerek var mı tayyip dedikten sonra, sanmıyorum.
adaylardan diğeri; ilk başta akp tarafından cumhurbaşkanı adayı olması düşünülmüş biri. ismi aday olarak açıklanana kadar milletin tanımadığı bir kişi. mhp'yi bilemem ancak chp seçmen kitlesinin asla tasvip etmeyeceği bir kişi. açılım destekçisi, biraz ondan biraz bundan katalım, akp tabanından da oy alalım kaygısıyla aday gösterilmiş/göstertilmiş bir aday. cemaat destekli.
adaylardan diğeri; bölücünün dibi. biraz eşcinsellere hoş görüneyim, biraz şunlara öpücük atayım diye giymediği kıyafet kalmadı. aday bile denemez, 2. turda akp'yi destekleyeceklerini açıkladılar zaten.
kusura bakmayın arkadaşlar,
bu 3 aday içinde gerçekten ülkemizin bütünlüğünü, cumhuriyeti savunan tek bir aday yoktur. chp kendi kitlesine ihanet etmiştir. sırf tayyip cumhurbaşkanı olmasın, ekmeleddin bey çok kibar bir adam diye ben oyumu bir cemaat adayına veremem. görünüşte abdullah gül de gayet kibar bir adamdır. fakat akp'nin tavuğuna bir gün olsun kışt dememiştir. amerika ile 2 sayfa 9 maddelik gizli hizmet sözleşmesi imzaladığını itiraf etmiştir. halen bilmeyenler araştırıp madde içeriklerini bulabilirler. bir abdullah gül gidecek, yerine yeni bir abdullah gül gelecek ki gelemeyecek, o zaten meydanda.
sen milletin hiç bilmediği birini çıkar 1 ay önceden buna oy vereceksiniz diye. ondan sonra kitlenden destek bekle. mhp-chp bu seçimde tayyip erdoğan cumhurbaşkanı olamasın diye çalışmadılar. onlar bizzat tayyip'in ekmeğine bal sürmek için çalıştılar.
zaten bu denli devlet imkanını ölümüne sömüren tayyip'in elinden böylesi bir seçimi almak zorken, siz bunu bile bile imkansızlaştırdınız. ve ne yazık ki yarın hepimiz göreceğiz, ekmeleddin ihsanoğlu yarın %40'ı bile göremeyecektir. üstelik kitlesinin lanet ederek, istemeye istemeye oy vermesine rağmen göremeyecektir.
ben ne yapacağım?
ben bazı insanlar ve çevremde çokça tanıdığımın yaptığı gibi sandığa gitmemezlik etmeyeceğim. türk kadını, oy kullanma hakkını atatürk sayesinde birçok dünya ülkesinden önce elde etmiştir. bu kazanılmış hakkımı elbette kullanacağım ama benim bu hakkı elde etmemi sağlayan atatürk'üme de ihanet etmeyeceğim. onun makamına ne bir bölücünün, ne bir cemaatçinin, ne de kısaca tayyip'in geçmesi için oy vermem. bu ihanette bulunmayacağım. mecburiyetten, cemaat destekli ve seçilemeyeceği dünden belli bir adaya oy vermeyeceğim.
sandığa gideceğim, katılımın artması için destek vermiş olacağım ancak geçersiz oy kullanacağım.
içim kan ağlıyor ve ne yazık ki önümüzde çok daha acı verecek günler sıralanmıştır...
devre ayak uydurma çabası ve yobazlığın hızla artıyor olmasından kaynaklıdır. Kuran'da geçiyor diye çocuklarına saçma sapan anlamı dahi olmayan ve hatta kötü anlam taşıyan adlar koyan insanlar var.
günlerdir kafamı toparlayamıyorum. gülemiyorum ağız dolusu. konuşasım gelmiyor. küfretmekten,lanet etmekten bile sıkıldım. soma olayıyla ülkemden bir kez daha soğudum. içime katran akıtılmış gibiyim.
ruh hastalarının yönettiği bir ülkede yaşıyoruz, hastalıklı ruhların yönettiği bir ülkenin vatandaşlarıyız. vatandaşını döven, tekmeleyen, vatandaşına söven... ve ne yazık ki en fazla 2 haftaya olaylar örtbas edilecek. bizim milletimiz de, oğullarımız şehit oldu diye avunacak. başlarındakiler kendilerine her türlü saygısızlığı yaparken, boyun eğip ha bire hatim indirecek. sinirim bozuluyor düşündükçe.
hoş... devenin meselesi gibi; neremiz doğru? hep bir belirsizlik, hep bir güvencesizlik.
bir hocamız, katılmamızı istediği sempozyumla ilgili bize yüksekten yüksekten vaatlerde bulundu. kanatlandık, uçtuk bilmem ne... sonra yavaştan işin rengi ortaya çıkmaya başladı. sanırım dediği imkanların hemen hiçbirini sağlamayacak. orada da başımıza ne geleceği belirsiz. yine sempozyum programı açıklanacaktı birkaç güne. denilen tarihte açıklanmadı ve bir belirsizlik daha. tüm planlarımı buna göre yapacağım, yapamıyorum.
ülkece bir güce taparlık, bir saygısızlık, bir nefret, sorumsuzluk... almış başını gidiyor. kendim çok mu iyiyim? hayır, değilim ama en azından kendimle ilgili memnun olmadığım ne varsa değiştirmek istiyorum. kimi zaman adım atıyorum, kimi zaman geri adım atıyorum ama bir istek, bir gayret var. düşünce var...
özetle canım sıkılıyor, grip olmuş, ateşlenip yataklara düşmüş gibiyim. hani hastalıktan ateşlendiğinde insan yılan gibi deri değiştirmek ister, acı çeker ya... tam onu yaşıyorum. ve sanırım bunları düşündükçe daha da sıkıcı bir insan olup çıkıyorum. huzurlu olmadıkça çevreme huzur veremiyorum.
zaman zaman içimde tuhaf bir huzursuzluk baş gösteriyor. tuhaf bir korku, ufacık bir çıt sesinden paniğe kapılma durumu...
ve hemen hemen tüm korkularımı aşmama rağmen, neden böyle bir huzursuzluk hissettiğimi bilmiyorum... yorganı kafama çekip öyle uyuyacak durumdayım. pıt-pıt... pıt-pıııt....
eskişehirli olmama ve yediğim içtiğim her şeyin eskişehir'in markası olmasına dikkat etmeme rağmen o ağızda dağılan bisküvileriyle beni benden alan bisküvi-çikolata markası.
hele bir frambuazlı çokofest'i var ki... aman sabahlar olmasın....
az önce migros'ta indirimli olarak satıldığını gördüm ve hadi alayım bakalım dedim bir acı biber turşusu aşığı olarak. eve geldim, yemeğin yanında açtım kavanozu ve tadına baktığımda biberlerin sert olduğu, sanki plastik çiğniyormuş hissi verdiğini tatmış oldum. diğer ürünlerini bilmiyorum ama benim için acı biber turşusuyla sınıfta kalmıştır. aptallık bende, ne diye gidip bir alman firmasının ''türk tipi'' acı biber turşusunu alıyorsun, git kemal kükrer'inkini al. verdiğin paraya değer en azından.
not: acı biber turşusunda kemal kükrer'in üstüne tanımıyorum.
Polis, sokak aralarında esnaf ile birleşip 19 yaşında bir genci sopalarla dövüp beyin kanaması geçirtecek derecede dövecek, akp'ki doktor tedavi olmak için gittiği hastanede çocuğa bir şeyin yok senin deyip gönderecek ve bu çocuk öldükten sonra da insanların hiçbir şey olmamış gibi sessiz sessiz evlerinde oturmaları, bu vahşete sessiz kalmaları beklenecek!
Ve utanmadan bu tepki gösteren insanlara olayı körüklemeyin haa! Ne varmış yani, her gün bir sürü insan ölüyormuş. Böyle diyeceğine kalk tepki ver. Bu denli vicdansız, umursamaz olunmaz.
Ben eskişehirliyim. Olay günü yürüyüşe geçmeden önce ali ismail'i gördüğümü anımsıyorum, onun yüzü zihnimde. Ve ben bir eskişehirli olarak onun acısını, inancını ve umutlarını yüreğimde taşıyacağıma söz verdim!
Sen böyle bir olayı sıradan görebilecek kadar vicdansızsan, ne var yani diyorsan... Dilerim en kısa sürede polisler senin de kapına dayansınlar, seni de esnafla birleşip ellerinde sopalarla beyin kanaması geçirene kadar dövsünler! Ne de olsa sıradan bir şey bu, nooolcak yeaaa....
Bundan 50 yıl öncesi 1964 yılına denk geldiği için, yazılanlar öz be öz anadilimiz olduğu için, anlayamamak gerizekalılıktır. Burada kullanılan dili anlayamadığınızı yana yakıla anlatmanız da gerizekalılığınızı onaylatmaktan başkası değildir.
Ha siz diliniz olarak arapça ve farsça'yı görüyorsanız, osmanlıca denen kırma dilin, diliniz olduğunu düşünüyorsanız arap ülkelerine gidin derim. Türkçe, arapça, farsça kırması osmanlı dilinizle mutlu mutlu anlatın derdinizi orada.