mutlu sonsuz daha doğrusu sonsuz (sonsuz derken sonu olmayan) hikayelerin yazarı. hikayelerin sonunda fakir çocuk voleyi vurmuyor, mecnun leylasına kavuşmuyor (zaten normalde de kavuşmamışlardı sanırım), dünya yok olmaktan kurtulmuyor, çoğu zaman hiç birşey olmuyor, herşey olduğu gibi kalıyor, tabi böyle olunca hikayedeki kişi kahraman da olmuş olmuyor, kahraman olamayan hikaye başrolü uğraştığıyla kalıyor, hayat gibi.
behzat ç.'nin dün akşamki bölümünde çalgı çengi ekibinde konuk oyuncu olarak yer almış ve güldürmüştür. üsküdar'a giderken erken final yapmıştı, özlemişiz oğuz'u. ne güzel karakterdi ya la.
ölümüyle bilgi sahibi olmak, araştırmak, gelişmek, dönüşmek gibi gaileleri olmayan, duygu düşüncenin küfür ve hakaret ile ifade edildiği, içi boş, kendisi gibi olmayana tahammülü olmayan kalabalığa 1 kişi daha yaklaştığımız menekşe adlı çiçek.
her daim muzip yüz ifadesiyle kanka olunmak istenen ünlüler listemde olan, şu aralar avrupa avrupa dizisinde mankenden/ güzellik yarışmasında ünlenenden oyuncu olur mu? sorularına mankenine/güzeline göre değişir cevabını usta tiyatrocular yanında döktürerek veren oyuncu. tarık ünlüoğlu'nun yanında sırıtmıyor, aşağı kalmıyor oyunculuğu, o derece.
boşanıp boşanmamasıyla ilgilenmediğim, haberde gora ile ünlendiğinin yazılmasıyla dumurlardan dumurlara gark olduğum oyuncu. televizyon tarihinin gelmiş geçmiş en iyi yerli dizisi hatta diziden ziyade 40 bölümlük sinema filmiyle tanıdık biz kendisini.
diziye ve dizideki oyunculuğuna o kadar hayran oldum ki pis yedili'yi bile seyretmeyi denedim fakat değil bir bölüm, bir sahnesine dahi tahammül edemedim.
çemberimde gül oya'dan önce bizimkiler dizisinde rol almış fakat yan rol, çocuk oyuncu vs. ünlenmesine değil de geleceğini şekillendirmesine yardımcı olmuş daha ziyade.
edit:kötüleyen nesini kötülüyor anlamıyorum. siz izlememiş olabilirsiniz, gora'dan evvel çemberimde gül oya'da oynadı ve böyle tanındı. üzerine yorum yapılabilecek benim belirlediğim bir durum değil, olan bu.
ahu'nun okuduğu mektupta ecevitin babasının ahu'ya "hapishanede öyle acılar çekilir ki oraya düşen kişi ile çıkan kişi bir olmaz" demesi onun geçmişinde de benzer bir durum olabileceğini düşündürttü. ecevit'in babası ecevit çok zor durumda iken ona yardım edecek ve bu nedenle ölecek diye düşünüyorum. gerçi gençliğinde hem karısının hem oğlunun hayatının içine sıçmış ölsün zaten de bana göre dizide olma nedeni bu.
adli sicil kayıtları suçun cinsine göre belli süreler sonunda silinebiliyor, çocukların sicillerinin adli sicilde temiz görünmesi normal. ancak polislerin kullandığı sistemde silinen kayıtlar da görünüyor, yani işe gireceksiniz savcılıktan iyi hal evrakı istediler, "adli sicil kaydı yoktur" olarak yazıyor aldığınız evrakta ama herhangi bir nedenle polis sizi araştırıyorsa geçmişe dönük silinmiş maddeleri de görebiliyor. gurur'un bu kişilerin ortak yanının aynı çocuk hapishanesi olduğunu en azından bunların ıslah evinde kaldığını tespit etmiş olması gerekirdi şimdiye kadar. hatta ilk gün.
tanıklarını hastanede damat'la bırakmaları çok inandırıcı olmadı, sarı erketeye yatmalıydı. ben orada ecevit'in babası olaya el koyacak diye düşündüm ama mahkeme sahnesinin çok çabuk ilerlemesi, mahkemenin suçlular lehine sonuçlanacağına işaret ediyordu. öyle ya adamlar suçlu bulunsa dizi biter.
izzet yıldızhan'ın tirilyoner olması,
demet akalın'ın şarkıcı olması,
serdar ortaç'ın besteci olması,
ercan saatçi'nin her şey olması,
ibrahim tatlıses'in yönetmen olması vb durumlardan daha vahim değildir belki de daha vahimdir ya da aynı vahimlik seviyesindedir bilemiyorum.
ahu ecevit'e her bölüm saçma ve gereksiz bir trip atıyor. bu bölümde beni bıraktın, 20 yıl gelmedin önemli değil ama sen ecevit'sin, o adamlar gibi (çocuklara işkence ve tecavüz edenler) olamazsın vb konuşmalar eşliğinde ağlıyor, koşarak uzaklaşıyor. ecevit te "ulen hakikaten kötü adam oldum ben, iyilik yolundan saptım" diye düşünüp kahrediyor. ecevit ne yapmış? kendine tecavüz eden, işkence eden adam 2-3 yılla kurtulmasın diye adamın avukatı olacak, hepsi bu. yani adamın kendisine ya da yakınlarına gördüğü muamelenin benzerini yapmaya kalksa o zaman iğren ecevit'ten, sen de onlar gibisin de, tiksin vs.
çok kıymetli senaristler, ahu kişisini ecevit ve sarı arasında bırakmak, bu hikayeden bir aşk hikayesi devşirip "selvi boylum al yazmalım"a bağlamak da sizin elinizde ama etmeyin eylemeyin. bakın "selvi boylum al yazmalım" da kitaptan sinema filmi, sinema filminden dizi yapıldı ama diziyi izlemiyoruz.
zaten zulüme, haksızlığa uğramış insanların inkitamını aldığı hikayelerle boşalan bir halk mevcut elinizde. bu hikayeyi çok fazla köpürtüp, ecevit'in babası ile ilişkisi, ecevit'in çocukluk aşkıyla ilişkisi gibi yan yollara sapıp bu yolları hikayenin merkezine oturtursanız, fatmagül'ün suçundan farkınız kalmaz. shawshenk redemption'ı 83. yayınlanışında tekrar izleyen bir kitle diyorum, ana hikayeden ayrılmayın, hikayeyi uzatacağız diye inanmadığınız eklemeler yapmayın, ne olsa izlenir diye düşünüp "al yazmalım" "fatmagül" ve benzerlerine dönmeyin lüften.
ha ne olur dönersek kardeşim kimi uyarıyorsun derseniz vallahi bir şey olmaz, ne kalabalık çevrem ne de evimde rayting cihazı var. ben seyretmem sadece, diziye olumsuz etkisi olmaz yani.
zengin olsam dava açarım. her projesinde zenginleri ve özellikle de çocuklarını; fakirleri sürekli rencide eden, salak, yalancı, düzenbaz, riyakar, babasının parası/sosyal statüsü nedeniyle korunup kollanan, bu sebeple sınıf geçen, ancak babası iflas edip fakirleşirse insan gibi davranabilen kişiler olarak gösteren, zenginlerden de nadiren çıkar ama fakirlerin çok büyük kısmı ulvi insandır, mevlana mertebesindedir projelerinin sahibi kişi.
selim'in ailesi arabayla kamyonun altına girdiği için öldü demişlerdi daha önce, şimdi yorgo'nun çarptığını öğrendik. bu bir senaryo hatası mı özellikle yapılan bir şey mi göreceğiz sanırım ilerleyen bölümlerde. bana özellikle yapılmış gibi geliyor sonra da gidiyor, kamyon kazası uydurma gereği neden oluşsun? çarpanı saklamaksa maksat araba çarptı kaçtı da denebilir, neden farklı senaryo üretilsin bilemiyoruz henüz.
halil sadece aylin'e aşkından mı abisi ali'yi ve karısını hastanede bırakıp koşarak partiye gitti başka bir hadise mi var? sadece aylin yüzündense ayıp insan abisini o halde yalnız bırakılır mı hastanede?
the shawshank redemption filminde kuşcu amca ve red'in hapishaneden çıktıktan sonra kaldıkları pansiyon odasında masanın üzerine çıkıp camın pervazına çakıyla kazıyarak yazdıkları cümle.('yi hatırlatan cümle de olabilir.) ikilemde kaldım şimdi onlar "red was here", "kuşçu amca was here" mi yazmışlardı? i was here mi emin değilim.
dedemin insanları filmini seyrettikten sonra internetten mübadele ile ilgili bilgilere bakarken gördüğüm, aynı gün alıp okuduğum kitap. anlatım şeklini ve hikaye örgüsünü çok beğenmesem de konusu ve anlattığı mübadele öyküleri yani özü, içeriği nedeniyle mutlaka okunması gereken bir kitap.
aslında çok güzel bir çıkış noktası var, mübadele sırasında komşusunun kızlarının çeyizlerini saklayan bir kişi oğluna çeyizleri sahiplerine ulaştırmasını vasiyet ediyor, oğlu da kendi oğluna. yani torun, dedesinin vasiyesini yerine getirmek üzere bir yolculuğa çıkıyor. bu yolculuk sırasında hem türkiye'den yunanistan'a hem yunanistan'dan türkiye'ye zorunlu göç ettirilmiş insanların öyküsünü anlatıyor. kitabı okurken insan hayatının ucuzluğu ve bulunduğun yerden her şeyini bırakıp koparılmanın nasıl bir durum olduğunu hissediyor insan. sadece ege'den değil, karadeniz, iç anadolu, güney doğu anadolu'dan yapılan mübadeleleri de konu alan kitap.
sözlükte, bir kimsenin görüşünü aynı görüşte olmayan diğer kişi ya da kişilere normal bir tavırla ifade etmek yerine, küfür etmek, aşağılamaya çalışmak, zekasını küçümsemek ve benzer yolları seçmesiyle sıkça görülen durum.
beğenmeyenlerin cnbc-e hayranlığı ile suçlandığı ve küfüre maruz kaldığı dizi.
bağıra bağıra gelen espirileri, çok bilindik konusu, bolca gülme efekti, yanlış anlama üzerine kurulu durum komedileri ile avrupa yakası'nın devamı dizi. 1.bölümü seyrettim komik olduğunu düşünmüyorum. olgun şimşek, hasibe eren, füsun demirel, altan erkekli gibi iyi oyunculara sahip, komik olmayan, olmasa da olur dizi.
edit:beğenmeyenlere takılan sıfatlar hakkında fazla iyimser davrandığım dizi. beğenmeyenlerin arka sokaklar, cennet mahallesi, akasya durağı gibi dizileri izlemeleri, "murat koyayım da tur at" tarzı espirilere gülmeleri salık veriliyor. zekamız ancak bu tarz dizilere ve espirilere kadar olduğundan, bu güzide dizideki espirileri anlayamıyormuşuz, anlamadığımız için de beğenmiyormuşuz. yukarıdaki yazıda da belirttiğim üzere, bilakis espiri ben geliyorum dediği için gülemiyorum. terasta bir koltuk üzerinde bir battaniye gördüğümüzde oraya bir erkeğin yatacağını, kafasına battaniyeyi çekeceğini, diğer terastan birinin battaniye altındakini hatun kişi sanarak asılacağını biliyoruz, sokaklara bırakılan bedelsiz ev eşyalarının, ev sahibinin koltuklarının başına geleceğini, kapı önüne konulup sahipsiz sanılarak kiracı tarafından eve götürüleceğini biliyoruz. beyazın öztürk'ün ne zaman bön bön bakacağını, ne zaman şaşırmış gibi yapacağını, ne tür yanlış anlaşılmalar olacağını, karakterlerin ne yapacağını az çok biliyoruz, gülemiyoruz.
2013 yılbaşı bölümünde karakterlerin birbirlerine aldıkları hediyeler karışacak, en yaşlı erkeğin açtığı paketten yüksek ihtimal bayan iç çamaşırı çıkacak. düşündükçe şimdiden gülüyorum. yılbaşına 11 ay var o zamana kadar gülmekten ölürüm.
sadece taner birsel'in 'vallahi usandım' repliği ile masaya vurduğu sahne için bile izlenebilir çok başarılı bir yapım. olmamış tek yeri filmin sonundaki tören sahnesi, stüdyoda çekildiği çok belli, tören için de gerekli kalabalık oluşturulmamış.
gerçek olay bir çok kaynakta araçlardan ikisinin de bej renkli üretildiği, eskişehir'den trene yüklendikten sonra makam aracı rengi olsun diye birinin siyaha boyandığı, araçların mühendisler tarafından değil, vagondan indirildikten sonra eskort ve sürücülere teslim edilerek tören alanına gönderildiği, siyah aracın en önde lokomotife en yakın araç olması nedeniyle güvenlik kuralları gereği benzininin tamamen boşaltıldığı, eskortlara araçta benzin olmadığının söylendiği ancak eskortların bunu atladığı ve benzin alınmadığı şeklinde geçiyor.
tayyare fabrikasının kapatılmasının nedeni 1946 yılında IMF'den alınan ilk kredi. bu kredinin diyeti olarak uçak üretimi durdurulup uçakların amerika'dan alınması kabul edilmiş. O yıllarda IMF'den en yüksek krediyi kullanan ülke avusturya'ymış. ekonomi yönetiminin bir başka ülke tekeline bırakılamayacağını çabuk anlayıp üretime dayalı ekonomilerini kurdukları gibi türkiye de dahil birçok ülkeden göçmen işçi kabul etmişler.
devrim arabalarının üretiminin durdurulmasının nedeni de ekonomimizin dışa bağımlı olması, aldığımız krediler karşılığında neyi üreteceğimize başka ülkelerin karar vermesi, bu politika bugün de devam etmekte, çiftiye doğrudan gelir desteği verilerek hangi ürünü ekmeyeceği ve ekeceği ürünün ne kadar olacağına karar verilmektedir.
taner birsel dışında serhat tutumluer, onur ünsal ve necip'in yaşlı halini oynayan haluk bilginer'in oyunculukları da muhteşem. haluk bilginer'in rolü çok kısa olmasına karşın genç necip'in tavırlarını,yürüyüşü ve kol hareketlerini dahi gözlemleyip yaşlılığına uyarlaması oyunculuğunun akılda kalıcı olmasını sağlıyor.
teknolojisi bir şubesinden diğer bir şubedeki hesabı göremeyecek kadar (ya da çalışanları (en azından bana denk gelenleri) bunu beceremeyecek kadar) iyi, hesabınız kapalıyken ve haberiniz olmadan adınıza sigorta poliçesi düzenleyip ödemeyi neden yapmadığınızı soracak, 4 farklı yerde 23 kişiyle görüştükten sonra sesinizi yükseltmeden iptal işlemi yapmayacak kadar süperkulade hiperalade banka.
beden diliyle ilgili bir çok yeni şey öğrenmeyi sağlarken bir taraftan da hergün gördüğümüz kişilere ve davranışlara farklı gözle bakmayı, kendi yaptıklarımızı da gözden geçirmeyi tetikleyen, bünyede hafif parayonaklığa neden olan başrolünde tim roth'un aşmış ve ukala bir beden dili dehasını orjinal ingiliz aksanıyla süsleyerek oynadığı bence gayet başarılı ve öğretici yapım.
ilk bölümlerinde tespit edilen duygunun tanınmış kişi özellikle siyasetçilerin fotoğraflarıyla desteklenmesi de ilgi çekiciydi, şimdilerde çok yapmıyorlar.
yol, hakkari'de bir mevsim, av zamanı, her şeye rağmen, mustafa hakkında her şey, hamam, babam ve oğlum, çizgisiz zamanlar, güneşi gördüm, deli deli olma sinema filmleri ile asmalı konak ve çemberimde gül oya dizilerinde oynamış ama oynamak ne kelime hancıların sultan'la da, bilen ve susan anne rolünde de, asortik teyze rolünde de ne eksiği ne fazlası olan muhteşem.
sanki
bir ben var benden içeri
o davranıp kalkmakta sanki yükselmekte göğe
böyle mi olurmuş ölmek dedikleri
ah sultan hancıların sultan
böyle boylu boyunca uzanıp yatmakta varmış kaderde
şu karıncaya can veren rabbim bağışlar mı ki seni?
hey mübarek şunun çalımına bak hele.
yaz geliyor zaar
yaz gelmekte sen gitmektesin
ah sultan, hancıların sultan
hele dön de bir halına bak şimdi
hele dön de bir bak şimdi
"bi keresi" kelime grubunu türkçemize kazandırmış insan. o kadar çok kullanıyor ki böyle bir tabir var, bilmemem kendi cehaletim diye düşünüyorum bi keresi.
sezen aksu '88 versiyonu kalbimin fon müziği olan sanat eseri.
kısık sesli söylediği yerlerde dahi sözler ciğerinin parçalarıyla beraber sökülüp geliyor. gece mezarlıkta yürüyüp korkmuyormuş gibi, ölümle ilintili ama ferah gibi, her şey çok önce olup bitmiş ya da hiçbir şey hiç gerçekten olmamış gibi. boşluk gibi.
metin altıok'un sivas'ta katledilmesinden sonra, sezen aksu bu parçayı söylerken ağlıyor.
sabahat akkiraz muhteşem bir sese sahip olmakla birlikte bu parçadaki yorumu "kınalı kar"ı anımsatıyor. sezen aksu yorumundaki tadı daha doğrusu acıyı vermiyor.