Tanım:Yurtdışında belli bir süre çalışarak elde edilebilecek bir haktır.
Gelelim meseleye, babam yaklaşık 12 yıl yurtdışında çalışmış zamanında, 97 yılında memleketine dönmüş. Şu an 62 yaşında ve o ülkede biriken sigorta primlerini ödeyerek emekli edebilme şansımız var mı? Varsa ne yapmamız lazım, bilgisi olan arkadaşlar varsa mesaj kutumu yesillendirirse sevinirim.
bir köşeye sinmiş yüzlerce insanın koşuşturmasını izliyorum. Kimisi çocuğunu, kimisi anasını babasını, kimisi kendisini getirmiş tatlı canının peşinden koşturmakta. Hepsinde bir telaş ve sonu gelmeyecekmiş gibi bir bekleyiş. Bastonuyla zorla yürüyen bir amca oturacak yer arıyor, bir çocuk hastalığına inat tüm sevimliliğiyle şen kahkahasıyla bölüyor ölüm uğultusunu. Insanlar ne kadar mutsuz olsada seviyor yine yaşamayı, sevdikleriyle beraber olmayı. Böyle düşünceleri insana gark eden berbat hastane kokusumu, yoksa ölümün hemen ensende olduğunu hissetmek mi?
Hastanedeki can pazarı, tüm ailenin beraber olduğu bir pazardan sonraki pazartesi sabahı. Ekg için göğüseme sürülen sıvının vıcıklığı biraz rahatsız ediciydi ve daha sonraki o soğukluk. Ölümün düşünceleri donduran soğuğuda böylemiydi acaba bu sıcak yaz gününde serinletirmiydi beni. Sanmıyorum iki hemşirenin birden lütfen göğünüzü açar mısınız dediğinden daha fazla utanacaktım öldükten sonra. Çünkü bir bir vurulacaktı yüzüme yaptıklarım. Ve her zamanki gibi utandığım için kızarıp, terleyecektim yine.
Her neyse işte bu hastane nasıl bir psikolojiye büründürüyor adamı doktor gelsede gitsem artık. Yegahtan hastaneden bildirdi.
oyunculuklarıyla aktörlere taş çıkaran çocukların başrol oynadığı filmlerdir.
The Book Thief : 1940ların almanyasını ölümün gözünden anlatan bir film. Liesel ve rudy ana karakterlerdir.
La vita è bella: Güzel bir baba oğul filmidir. Guido, oğlu jusia'yı nazi kampında hayatta tutmaya çalışmaktadır.
empire of the sun : jamie adında bir ingiliz çocuğun 2.dünya savaşı sırasında yaşadıklarını konu almıştır.
belle et sebastien: sebastien'ın çocuk kalbiyle havyan sevgini anlatan çok hoş bir senaryoya sahip film.
Rosso come il cielo: bir kaza sonucunda gözünü kaybeden mirco'nun, italya eğitim sistemine karşı kendi becerilerini sergileme azmini işleyen güzel bir film.
Children of Heaven: küçük ali'nin kız kardeşi için mücadelesini işleyen iran yapımı bir film.
Michael: çocuk istismarını konu alan alanında iyi bir film.
This Boy's Life: Leonardo DiCaprio'nun minik halini bu filmde görebilirsiniz.
canım kardeşim: ah ulan küçük kahraman'ın yüreğimizi dağladığı film.
Yumurcak serisi: ilker inanoğlu'nun hafızalarımıza kazınan yumurcak karakterinde oynadığı filmler.
işim gereği çocuk psikolojisini daha iyi anlamam adına izlediğim filmlerin bir kısmı diğerlerini hatırlayamadım, hatırladıkça editlerim. önerdiğiniz filmler varsa izlemeye devam edebilirim.
benim tarafsız bir birey olarak olayları değerlendirmem sonucunda gördüğüm hede'dir. iki kelimeyi bir araya getiremeyen adamın sırf kendi görüşünde olmadığı için ülkenin %50sini adam yerine koymayıp aşağılaması ne kadar narsist bir kişilikte olduğunu bize göstermektedir aslında. bir sen biliyorsun zaten aslanım, bir tek sen aydınsın.
yeri geldiğinde domokrosii diye bir yerini yırtan bu adam milletin iradesini sorgulayamaz arkadaş ! 52 milyon seçmenden 26 milyonu biz bu adamı istiyoruz diyorsa sana bok yemek düşer. ulan işte bu kafada olduğunuz için bu adamın karşısına sağlam bir şekilde çıkamıyorsunuz anlasanıza şunu. ben tüm siyasi partilere nötr'üm çünkü siyaset bir aldatmacadan başka bir şey değildir. ama insanları sınıflandırıp böbürlenen insanlara tahammül edemiyorum.
haa şunu da belirteyim oy kullanmadım, nötr'üm demiştim daha önce. Şimdi paşalar gibi milletimiz için hayırlısını dileyip yolumuza bakacağız. Allah devletimize zeval vermesin !
filmde 2.dünya savaşı sırasında bir dağ köyünde yaşayan öksüz sebastien ve köpeği güzelin hikayesi anlatılıyor. çocuk kalbiyle hayvan sevgisi güzel işlenmiştir ve izledikten sonra insanın içinde hoş bir duygu bırakıyor. sanırım bu duygu filmin müziğinden de kaynaklanıyor olabilir ama olsun izlenilebilecek bir filmdir.
Ağlayan bebek görüldüğünde yapılması gereken bir harekettir. Oynak ankara havaları sevmeyen insanların bile içini kıpır kıpır eden bu şarkıya 10aylık bebiş bile kayıtsız kalmıyor.
Kendini paralarcasına ağlayan bebiş , şarkı çaldığında şaşkın şaşkın etrafına bakıp sonra kafa sallamaya başlar mı(?) evet yapabiliyormuş.
Hadi ne duruyoruz gençler. Hobaaa angarının bağlarıda büklüm büklüm yolları...
insanların yalnızlığın o yaşanılmaz duygusu ile samimi, isyan dolu, biraz kırgın, biraz da hüzünlü serzenişidir aslında.
Günlerce telefonun çalmaması bir yana gelen her mesajda beni düşünen biri var ümidiyle telefona sarılmak ve kampanya duyurusuyla kuytu, sessiz, karanlık yalnızlık dehlizine geri dönmek , çok acı değil mi?
Daha acısıda var aslında , kimsenin okumayacağını bile bile whatsapp durumunu 'çok yalnızım lan' diye yenilemek.
Yalnızlık insanı olgunlaştırır safsatasını kim uydurduysa buradan ona selam ederim. Tam tersi daha da çocuklaşıyor insan her an ilgi isteyen bir bebek gibi.
Yalnızlık zor be üstad, o değilde ; çok yalnızım lan!
istanbul sınırları içerisinde yaşanılası, ev kirasının uygun olduğu semttir.
Merak edilendir ve o semt hakkında bilgisi olanların yazması rica olunur. Ayrıca bilinen ortaokullar varsa onlarda dipnot olarak yazılabilir. tercih için gerekli olacaktır. teşekkür ederim.
12 yıldır ABD'de yaşayan Cemil Özyurt'un Gezi olaylarından sonra Akp'ye oy verenleri makarna ve kömür almak ile itham edenleri, anne ve babasına anlattığı mektuptur.
bir çok densize çok güzel cevap olabilecek nitelikte yazılmış bir mektuptur. Onlara göre Akp'ye oy verenler zır cahil, makarna ve kömüre karşı oy verecek kadar karaktersiz insanlar, halbuki kendileri tanımadıkları insanlara karşı ağır ithamlarda bulunan şeref yoksunlarıdır. kendilerini eleştirmeyen, ne dediklerinin farkında olmayan çok bilmiş tipler bu mektuptan da bir şey anlamayacaktır kendilerini yormasınlar eksiyi verip başlığı kapatsınlar !
--spoiler--
Sevgili anneciğim ve babacığım, bugün (19 Haziran) sizlerden, güzel memleketimden ayrılıp Amerika'ya gelmemin 12. yıl dönümü. Sizlerin de ömrünüzden nerdeyse bir 65 yıl geride kaldı. Bugüne dek ömrünüzün büyük kısmı geçim sıkıntısı ile geçti. Bir tahta bavulla evler, mahalleler, şehirler değiştirdiniz.
1960'larda Ankara'da bir göz odada başlayan hayat sınavında, çok şükür kimseye de muhtaç olmadan bugünlere geldiniz. Türkiye'nin son 40 yılına damga vurmuş tüm partilerine de sırayla oy verdiniz. Eskiden yaptığınız oy tercihleriniz çok yargılanmış mıydı bilmiyorum. Ama bizim sosyal medya dediğimiz -sizin çok da haşır-neşir olmadığınız- ortamda, oylarınızı mevcut hükümete makarna ve kömür karşılığı verdiğinizi söyleyip aşalığayanların videoları, resimleri, yorumları ile dolu. Allah'tan babam görmüyor. Çok sinirlenir.
Gün olmasınki, sizin gibi ömrü boyunca onurlu, vakur duruşundan taviz vermemiş çokları benzer suçlamalarla ezilmeye çalışılmasın. Zaten bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı olarak görülmemeye alışkınsınız. Küçük yaşta Doğu'dan iç Anadolu'ya geldiğinde hor görülmekten sokağa çıkamayan annem, yıllar geçti o linç mekanizması çok değişmedi. O zamanlar 'Gavur Kürt'tün' şimdi 'makarnacı, bidon kafalı'. Küçük bir ilçeden Başkent'e okumaya giden babam, sen de okuduğun okulda az alay edilip dalga geçilmedin, dışlanıp hor görülmedin. Ama siz 'olsun kader' deyip çekmeye alışkınsınız. Ama ben alışamadım işte. Ağrıma gidiyor. Acaba yaşadığım memlekette insanların bir birine gösterdiği saygıdan mı etkileniyorum, nedir?
Babaannemin yufka ekmeğinin arasına sürdüğü bir kaşık tereyağı ile gününü geçirmiş, bir kuru ekmek azıkla 8 kilometre yol yürüyüp okula gitmiş, ilk rugan ayakkabısı alınınca sevinçten kilometrelerce koşmuş, her dara düştüğünde 'yaa sabır, bu da geçer' deyip dua etmiş, darlıkta sıkıntıda çalmamış, çırpamış, bir gün olsun muhtarın, belediyenin, kaymakamın kapısını yardım için çalmamış babam, oyunu bir ton kömüre değiştirmişsin.
Facebook'ta, Twitter'da sözde arkadaşım dediğim kişiler öyle diyor ve ısrarlılar. Her fırsatta, her fotoğraf karesinde, her videoda öyle yazıyorlar.
'Acaba bunu yazdığımda birinin kalbini kırar mıyım?' diye de düşünmüyorlar. Çünkü onların yedi sülalesinde oyunu kömür ve makarna için veren kimse yok. Onların hepsi Fransız mürebbiyelerle büyütülmüş, aydınlanmış ve evrimini tamamlamış mükemmel insanlar.
Hani okuduklarım beni üzüyor, kalp kırıklığı oluyor ya! Karşı tarafı kıracak bir şey de yapamıyorum. Beni 'iki günlük dünyada kalp kırmaya değer mi oğlum?' diyerek büyüten annem. Altı baş horanta bir sofranın başına oturup da, yokluk, imkansızlık içinde 'bugün ne yapsam' diye gün boyu sancılanan annem.
Kışın yiyelim diye mantılar kesip, turşular kuran, elaleme muhtaç olmamak için eski eteklerinden bana ilkokul önlüğü diken annem. Komşusundan bile ödünç bir bardak pirinç isteyemeyen annem, oyunu bir koli makarnaya değişmissin yaa
Eğitim seviyeniz yüksek olmadığı için şimdilik oylarınızı makarna ve kömüre değiştiriyorsunuz ama sizi aşağılayanlar emin olun çok iyi aydınlatıyorlar çevrelerini. Işıklarından gözümüz kamaşıyor. Küçümseyip hor gördükçe, daha da iyi hissediyorlar kendilerini. Ötekileştirdikçe akıllarınca değersizleştiriyorlar, değersizleştirdikçe de daha bir mutlu oluyorlar.
Bazıları söylediklerine üzülüp utanıyordur belki. Bazısında utanma duygusu da yok, yüz de yok. Onun için onlarla hesabı öbür dünyaya bırakıyorum. Şimdi sana sorsam annem, 'Aman oğlum iki günlük dünyada değer mi, kötü söz sahibinindir boşver,' diyeceksin. Ama onlar boş vermiyor anne. 10 yıldır hakarete devam ediyorlar. Hem de uslanmadan, dinlenmeden.
Benim cahil, eğitimsiz, aydınlanamamış, makarnaya oyunu değişen annem, bir ton kömüre safını değiştiren babam, yine seçimler yaklaşıyor. Sizi ve verdiğiniz oyu beğenmeyenler, size başka sıfatlar da takmaya hazırdır. Onun için siz makarna ve kömüre oyunuzu değiştirmeye devam edin. insanlıktan, adamlıktan nasibi almayanlar elbet hak ettikleri nasiplerini bir gün bir yerde bulurlar. Ya da Mevlam bir şekilde buldurur. Şimdi içim rahat. Bu yazıyı önce sizin, sonra da ülkemiz güzel geleceğine sadece dua ederek katkı sağlayan tüm makarnacı ve kömürcü anne-babalara ithaf ediyorum. Ellerinizden öpüyorum.
Oğlunuz Cemil, New York 19 Haziran 2013
--spoiler--
sözlükte bulunan şuursuzların dengesizce muhalefet etmesine karşı çıkan yazarların akp'li olarak yaftalanmasıdır.
evet efenim o benim. Geziparkı olayları ile beraber, neyi savunduğunu ne istediğini bilmeyen yazarların kendi düşüncesinde olmayanları linç etme çabası içinde bulunmalarını; hakaret ederek , çirkefleşerek sağa sola saldırmalarını, keşmekeşe susamış insanların ne kadar küçüldüğünü üzülerek gözlemlemiş bulunmaktayım.
Gerçeklere gözünü kapatmış bu insanlar halkına koyun demekte, demokrasiyi savunurken aslında demokrasinin yıkımını kendi eliyle gerçekleştirmektedir. Devrim istiyoruz, Ordu göreve, Darbe istiyoruz gibi söylemlerde bulunan bu şahsiyetler aslında isteklerinin vehametinin farkında olmayan, başbakanın deyimiyle çapulcu ruhunda olan insanlardır.
Ülkemizde kaos ortamı yaratılmak isteniyor ve başarılı olunuyor da. Suçlu arayacak olursak bunlar hem yukarıda yazdığım özelliklere sahip vatandaşlar (!) hemde bu olaylara daha ılımlı yaklaşması gereken hükümettir. ama bu saatten sonra suçlu aramanın da bir anlamı yoktur. ihtiyatlı davranarak çözümler üretmek, ülkemizin refahını düşünerek bu çıkmazdan en az zararla kurtulmak gerekir .
--spoiler--
Bir yanlış yanlışla düzelmez dedim,
Bir hata hatayla ödenmez dedim,
Kusursuz kul mu var insandır dedim.
--spoiler--
Şimdiye kadar ne Akp'ye oy verdim ne de bundan sonra veririm. Akp'li olmamam bu yaptığınız insafsızlığı görmezden gelmeme sebep olmaz sanırım. Nasıl Akp'lilerin düşüncesine saygı göstermiyorsanız bana da göstermeyeceksiniz biliyorum ama saygınıza ihtiyacım yok arkadaşlar; siz hala o kurumuş, değersiz, bilinçsiz düşüncelerinize devam edin. Allah'ın izniyle bu ülke bunları da atlatır. Saygılarımla.
Akp sempatizanı olmayan, erdoğanı pek sevmeyen bir yazar beyanatıdır. (bkz: yegahtan)
Kundaktaki bebenin, yatağında yatan hasta ninenin, ders çalışan sübyanın ne suçu var allasen. Vakit olmuş gece yarısı kornalar, tencere sesleri inletiyor dört bir yanı. Biber gazları sarıyor dört bir yanı. 'Halk insiyatifi' denilerek yapılan eylemlerin halkı rahatsız etmeye ne hakkı var ! Madem halk bu kadar rahatsız seçim yaklaşıyor , gider sandığa seçmez rahatsız olduğu adamı. Yeter artık bitirin şunu pencerelerimizi açamaz olduk. Pencereyi açarsın ihtiyar nine başlar aksırmaya, bebenin gözleri yanar zaten sesten uyuyamaz başlar ağlamaya, ders çalışan sübyanım zaten çoktan girmiştir yatağa gözüne uyku girer mi hak getire.
Eylem anayasal bir haktır ama anayasanın çizdiği sınırlar içerisinde yapılsın. Gecenin köründe insanları ne o sese ne de o gaza mahkum etmeye ne hakkınız var be kardeşim. Şu an gözlerim yaşarmış, tenim yanarken, kulaklarım o sesle çınlarken yazıyorum bunları. Biraz empati yapın ve düşünceli davranın saygılarımla...
karakter sınırlaması, başlık; Atatürk yüzünden, planlarımızı yarım yüzyıl ertelemek zorunda kaldık.
ABDli bankacı iş adamı David Rockefeller'in Kitap ve röportajlarından kendi sözleriyle oluşturulan oldukça çarpıcı bir yazının en can alıcı cümlesi.
Ülkemizin nasıl kirli oyunlara alet edildiği ve ülkemiz üzerine oynanan oyunları gösteren bir yazıdır. Ne kadar doğru bilinmez ama doğru olduğunu düşünmek bile tüyler ürpertici.
edit: başka bir yerde okudum ve sizinle paylaşmak istedim. başka başlıktan araklamak, copy paste gibi yorumlara gerek yok. spoiler verdim, ben yazdım diye iddaa etmedim. Okumak istiyorsanız buyurun, okumayacaksanız da bırakın bu ayar verme çabalarını !
TÜRKiYE'YE ADNAN MENDERES ZAMANINDA "MARSHALL YARDIMI" iLE EL ATTIK
Mesela Türkiyeyi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950lerde ülke yönetimine bize desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı imparatorluğuna dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece CELAL BAYAR kurtuldu, çünkü bir MASONDU ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23. John, Vatikanın baskısıyla onu idamdan kurtardı.
1980 DARBESi BiZiM iSTEKLERiMiZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI
Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupada gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.
BiNLERCE TÜRK GENCi UYDURMA iDEOJiLER UĞRUNA CAN VERDi
En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşından sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü. Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. insanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir kurtarıcı sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir.
ÖZAL, iSTEKLERiMiZ DOĞRULTUSUNDA KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI
Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özaldı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. ilk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı. Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen hemen hepsinde uygulanan ve 80li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.
TÜRKiYE'DE PARA iTiBAR GÖRDÜ, ARKADAŞ, DOST, AiLE GiBi KAVRAMLAR UNUTULDU
Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. insanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme hikayesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.
"KÜRT DEVLETi PROJESiNi" HAYATA GEÇiRMEK iÇiN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK
Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özalın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya maloldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için *** denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı imparatorluğu'ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değil. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakarlık etmek zorunda kalacak.
TÜRKiYE BiZiM iÇiN ÇOK ÖNEMLi... SU KAYNAKLARININ ÖNEMLi BiR KISMI BURADA
Rockefeller de sözü devralarak başlıyor;
Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince:
Bir kere Büyük israil Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiyeye aittir.
ikincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. islamiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiyeden başlamalıyız.
Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır. Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasyaya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asyadaki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.
EN ÖNEMLiSi, TÜRKLER MEDENiYETiN BEŞiĞiDiR VE KÖKENLERi SÜMERLERE KADAR DAYANIR
Dördüncüsü, ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.
Beşincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce 4.000lerde Orta Asyada yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamyaya ve Rusya üzerinden Avrupaya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irktandırlar ve Avrupadaki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca Anadoluda büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurluların da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.
Milattan Önce 3.500 yıllarında Mezopotamyada yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplaya, ilk okul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre kız manasına gelen kır kelimesi, öküz manasına gelen ökür kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve Ayağını yere sıkı bas, Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi erimek gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçede kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay Tanrısının simgesi olan Yarımay, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.
Fakat biz bunu örtbas etmek için, Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl sonra başlamış olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve iknalar; Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.
MEDENiYETiN BEŞiĞi OLARAK TÜRKLERi KABUL EDEMEZDiK, BU MiRASA EL KOYMALIYDIK
Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan Türkiyede bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve gelir dağılımı aşırı düzeylerdir.
Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir.
Ben de o ana kadar en medeni ulus olarak ingilizleri görüyordum. Duydukları hiç hoşuma gitmeyince konuyu değiştirmek istedim.
OSMANLI'YI YIKMAK ZOR OLMADI
Dünya ülkelerini nasıl ele geçirmeyi düşünüyorsunuz? diye sordum. Rothschild kendimden emin bir tavırla konuşmayı sürdürdü.
Rothschild: Sana tarihten örnekler vererek gücümüzü göstermek istiyorum; Birinci Dünya Savaşı, Avrupada bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı imparatorluğunu parçalayarak Ortadoğudaki petrol yataklarını ele geçirmek ve israil devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı. israil devletinin kurucusu sayılan Theodor Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamite giderek, bizim ailemizin desteğiyle Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah bize karşı çıktı. Bizim için Osmanlı imparatorluğunu yıkmak çok zor olmadı. Çünkü padişahlar genellikle Türk kadınları yerine, fethettikleri ülkelerden köle olarak getirdikleri başka din ve ırklara mensup kadınlarla evleniyorlardı. Tabii Hürem Sultan gibi bu kadınlar zamanla ülke yönetiminde söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı kökenli adamlarıyla bizim istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde yönetmeye başladılar. Padişahlar ise devlet yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve sefaya dalmışlardı. Bu da Osmanlının çöküş devrini başlattı. Mason örgütleri tarafından kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu. Tabii ki sonuçta bizim finans ve silah sanayi şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar. I. Dünya Savaşı sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizmi yani sentezi oluşturdu.
HiTLER, BiZiM TARAFIMIZDAN GETiRiLDi, ÇÜNKÜ BURADAKi YAHUDiLER iSRAiL DEVLETiNi KURMAYA YARDIMCI OLMADILAR
ikinci Dünya Savaşının asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli neden ise Diasporanın yani kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni israil devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi. Hitlerin bulunduğu mevkiye gelmesi ve Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur. Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik kralı Thyssenın mali yardımları ve Thule Örgütünün desteğiyle Hitler, dünya savaşı başlatacak güce erişiyordu. Bu iş için Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden nefret ediyordu. Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin yanında hizmetçi olarak çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile bırakılmış, durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından evden kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile, yani Hitlerin babasıyla, başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler zamanla bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya başlamıştı. israil topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi. Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu saçma soykırım masalı Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir darbe olacaktır.
ATOM BOMBASI, YAHUDiLERiN YAŞADIĞI ALMANYA'YA ATILAMAZDI, BU NEDENLE JAPONYA KIŞKIRTILDI
Almanlardan nefret eden o zaman ki Siyonist başkanımız Einsteinın Amerikan Başkanı Roosevelte bir öneri mektubu göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan Projesi altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu bomba çok güçlüydü ve deneme yapılabilmesi için Amerikanın halkın desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu. Ayrıca Alman şehirlerinde çok sayıda Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Japonlar kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.
iSRAiL DEVLETi, ROTSCHILD AiLESi'NiN CÖMERT MALi DESTEĞi iLE KURULDU
Ve böylece Büyük israil imparatorluğunun temelini oluşturan israil Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesinin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye giriyordu.
SOVYETLER BiRLiĞi'NE YETERi KADAR ÜLKE TAHSiS EDiLMiŞ, MALi DESTEK VERiLMiŞTi
Sovyetler Birliği, Hegel Diyalektiği gereği bir karşıt güç yaratılması gerektiği için, Amerikan International Barnsdall Corporation şirketinin verdiği ekipman ve yine Amerikan W.A Harriman Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle petrol kuyuları ve maden yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu arada dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar; Sovyetler Birliğine kapitalizmi savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması ve bu oyunun sürdürülebilmesi için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti.
ÇiN, HENÜZ KONTROL EDEMEDiĞiMiZ BiR ÜLKE AMA ABD EKONOMiSiNE KATKISI BÜYÜK
Çin ise Amerikan Bechtel Corporationın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.
ViETNAM, KORE, KAMBOÇYA, TAYLAND, ENDONEZYA, AFGANiSTAN, iRAN-IRAK, YUGOSLAVYA SAVAŞ ENDÜSTRiSi'NiN DENEME VE GELiŞMESiNE YARADI
Size dünyadan kısa örnekler vererek konuşmamıza devam edeceğim; Vietnam savaşında, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri kullanarak elden çıkarmıştı. Agent Orange adlı kimyasal silah ile bu zehirin bitkiler üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.
Kore savaşı ile bu ülke iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke ekonomisi tahrip edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin gibi çeşitli zehirler ile biyolojik savaş denemeleri yapıldı.
Kamboçyada Amerika ile ticaret yapmayı reddeden lider Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile devrildi ve yerlerine ülkeyi kaosa sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler geçirildi.
Taylandda yine ülke yönetimi devrilerek yerine diktatörlük rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi yıllarca bize çalıştı.
Endonezya devlet başkanı Suharto 1957-58 yıllarında Amerika Birleşik Devletlerinin verdiği silahlarla Doğu Timoru işgal etti ve yıllarca sürecek bir kaos yarattı, binlerce insan öldü.
Afganistan savaşı Ruslara silah sanayisini geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de yeni üretilen silahların etkilerini deneyebilmek için büyük bir fırsat yakalamıştık. Ayrıca ülke çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda tamamen bizim kontrolümüz altındadır.
iran-Irak savaşı Saddama büyük vaatler yapılarak başlatıldı. ilk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu iki bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de yine bizlerden daha fazla borç almakla mümkün oluyordu.
Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha çökertildi; Kuveyti tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti. Bu savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.
1990 Yugoslav savaşında salkım bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde hala patlamamış olanlar her zaman aktif birer bomba olarak kurbanlarını bekliyorlar.
Rotthschild konuşmasına Bu ülkelerin şimdi tamamen bizim kontrolümüz altında olduğunu sanırım söylememe gerek yok diyerek ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller devam etti.
ZAiRE, ÇAD, YEMEN, GUATEMALA, ŞiLi, BREZiLYA, DOMiNiK, SOMALi, PANAMA, EL SALVADOR, BOLiVYA, EKVATOR, PERU, URUGUAY, ANGOLA'DAKi SAVAŞLAR VE DARBELER BiZiM PLANLARIMIZDI
Zaire devletinin başına CIA destekli bir darbe ile 1965 yılında geçen Mobutu, George Bushun deyimiyle Afrikadaki en iyi adamımız oldu.
Çad Hükümeti 1982 yılında bir darbe ile devrildi ve yerine diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu geçiş sırasında on binlerce insan öldü.
Yemen 1990 yılına kadar iki ayrı devlet halinde uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bizim şirketlerimiz zenginleşmeye devam ettiler.
Guatemalada hükümet, komünist rejim tehlikesi bahane edilerek CIA yardımıyla 1953 yılında devrildi ve bugüne kadar bizim tayin ettiğimiz askeri hükümetlerle ülke sonsuz bir kargaşa içinde yönetilmektedir.
Şilide General Pinochet, 1973 yılında iktidarı ele geçirerek, yıllarca bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkeyi yönetti. Amerika Birleşik Devletlerine aktardığı milyarlarca dolarla ülke ekonomisi bataklığa sürüklendi. Ülke insanları sefalet içinde yüzerken, bizler daha zengin olduk.
Brezilya da komünizmden kurtarılan bir diğer ülkeydi. Ülke yönetimi 1964 yılında bir darbe ile devrildi, ülke Amerika Birleşik Devletlerinin Güney Amerikadaki en güvenilir müttefiklerinden biri oldu.
Dominik Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963 yılında bir darbe ile bizim istediğimiz yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti bizlere aktı.
1990lı yıllarda Kolombiyada uyuşturucu ile mücadele etmek maskesi altında ülke yönetimi ele geçirildi. CIA bu ülkeden gelen uyuşturucu parasıyla dünyanın çeşitli ülkelerindeki operasyonlarını finanse ediyor.
Fiji, Grenada, Panama, Somali, El Salvador işgal edildi. Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları halk üzerinde denendi. Yüz binlerce insan öldü ve hala ölmeye devam ediyor.
Bolivya, Gana, Ekvator, Haiti, Filipinler, Peru, Uruguay, Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü dünya ülkelerinde yapılan darbeler ve karışıklıklar hep bizim planlarımızın bir parçasıydı.
BÜTÜN ÜLKE YÖNETiMLERiNi KONTROL ALTINDA TUTUYORUZ, AKSi HALDE TERÖR OLAYLARINI DEVREYE SOKUYORUZ
Avrupa ülkelerinde kurulan italya Gladiosu benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.
istanbuldaki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madriddeki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.
New York ikiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistandaki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler.
Ben dünyada el atmadıkları başka ülke kaldı mı acaba diye düşünüyordum. Rockefeller böyle beni şaşkınlığa uğratmanın zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı;
DÜNYADA HiÇBiR YERDE MAFYA VE KAÇAKÇILIK OLAYLARI BiZiM iZNiMiZ OLMADAN YAPILAMAZ
Bu arada, bütün organizasyonların çok yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise vergiden muaf olan vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan bağlantılarımız sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya kaçakçılık faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması için, üst kademelerde işbirlikçilerin olması gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü para hırsı bürümüş insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir daha çıkış yoktur. Dünyanın her yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında çalışan mafya, özellikle uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu alanlardadır. Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu parayla birlikte masum görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle bütün bu faaliyetlerimiz finanse edilir ve buna işbirlikçilere dağıtılan para ve rüşvetler dahildir.
NEDEN KUZEY AMERiKA VE BATI AVRUPA VARLIKLI BiR YAŞAM SÜRER DÜNYADAKi 5 MiLYAR iNSAN, BiZiM 1 MiLYAR iNSANIMIZ iÇiN ÇALIŞIR
Bu örnekler inanın bana sadece buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası kontrolümüz altında. Hegel Diyalektiğinin amacımız doğrultusunda ne kadar çok işe yaradığını görüyorsunuz. Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken, dünyanın diğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler. Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insanı bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize atkılıyor. Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken, üçüncü dünya ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve zengin tabakları bizim emirlerimizi bekliyorlar.
Bizimle işbirliği yapanlar, çok yakında yeni dünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz altında yönetecekler. Üçüncü sınıf ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre işçi olarak çalışacaklar, bizim gibi gelişmiş halklar da bunların üstünde bir hiyerarşi içinde yönetici olarak görev yapacaklar. Bu sınıfa giren ülke insanları için cumartesi günleri dışında bütün bayram ve tatil günleri kaldırılacak ve ancak karınlarını doyurabilecekleri bir maaş karşılığında, bütün yıl boyunca haftanın altı günü çalışacaklar. Bizim insanlarımız günün çok az bir kısmını çalışmaya ayıracak ve günün geri kalan kısmını zevk ve eğlenceyle geçirecekler.
ilk önce bütün bu anlatılanları çok büyük hayaller olarak görmüştüm; ama diğer ülkelerin durumu aklıma gelince gerçekleşme olasılıklarının olduğunu hesapladım. Gerçekten de çok az televizyon seyretmeme rağmen savaş ve ayaklanma haberleri gözüme çarpıyor, açlıktan ve sefaletten sürünen insanları seyrettiğimi hatırlıyorum. Ama ben medya adamıydım ve bütün bunların sebeplerini araştıracak zamanım yoktu...
9 yaşında bir çocuk hiç psikolojisi düşünülmeden eylemlere götürülür, otobüsleri yakmışlar çok güzel der ve ona methiyeler düzülür.
12 yaşında sokakların tozunu yutmuş çocuk eylemciler attı deyince nerden bilsin eylemcileri dersiniz. Eylemciler çocuk atmaz, eylemciler taş atmaz, eylemciler çevreye zarar vermez. Ee kim yapıyor bunları , araniza karışan o.ç'larını savunmayı bırakında gerçekleri görün.
Akp'li değilim bir kez daha söylüyorum. Devrim sandıkta yapılır böyle tencere tavayla değil. Derdiniz gerçekten parksa eyvallah helal olsun derim. Ama açın gözünüzü artık.
--spoiler--
Cümle Haramlar Partisi" bunun için kuruldu.. Allah'ın yasakladığı ne varsa, "Cümle Haramlar Partisi" onu savunmak için can atıyor. Allah'ın farz kıldığı ne varsa, ona canla başla karşı çıkıyor...
Cümle Haramlar Partisi'nin genel başkanı, Allah'ın haram kıldığı faizi savunacağım diye çırpınıyor. Özel Finans Kurumları'nın Bankalar Yasası kapsamında bankalarla eşit muamele görmesi için çıkarılan kanunu bahane ederek, iktidarı "devlet düzenini dine uydurmakla" itham ediyor.
insanın gözünü kin bürümeye görsün. Her selim aklın reddettiği faiz gibi ekonominin kanseri olan bir haramı bile savunabiliyor. Oysaki yıllardan beri Merkez Bankası faizleri düşürmek için savaş veriyor. Bir ülke ekonomisinin sağlığı, faiz oranlarının düşüklüğüyle ölçülüyor. Bütün aklı eren ekonomistlerin söylediği bu. islâm ise faize sıfır tolerans gösteriyor. Bu ekonomik virüsün kökünü kazıyacak tedbirler öneriyor. Şu halde islâm'ın ekonomik projesi en ideal proje değil mi?
Cümle Haramlar Partisi bu soruya "hayır" diyor, haram olan faizi savunuyor.
Neden faizi savunuyor peki?
Tek nedeni var, Allah yasakladığı için. Söyleyin, daha makul bir açıklaması var mı?
Cümle Haramlar Partisi bunu hep yapıyor!
Allah içkiyi yasaklamış. Damlasını "haram" kılmış. Kur'an içki için, kumar ve fal oklarıyla birlikte "şeytan işi pislik" diyor. Kur'an'ın şeytan işi pislik dediği içkiyi üreten Tekel'i hükümet özelleştirmek istiyor. Cümle Haramlar Partisi basıyor vaveylayı. Neymiş efendim, Tekel'i özelleştirmek "vatanı satmak" imiş. Adamların "vatan" anlayışlarına bakınız. Vatan deyince akıllarına tüm kötülüklerin anası "alkol" geliyor. Bu ülkede alkole bağlı nedenlerle gerçekleşen on binlerce ölümlü kazada Cümle Haramlar Partisi'nin büyük vebali vardır. Alkole dayalı boşanmalar sonucu yıkılan binlerce yuvanın sorumlularından biri de bu Cümle Haramlar Partisi'dir.
Kadın için zinayı suç sayan ceza maddesi bunu erkeğe de teşmil etmek için yeniden düzenleniyor. Allah'ın yasakladığı bu çirkin fiile getirilecek kısıtlamanın karşısına ilk önce Cümle Haramlar Partisi geriliyor. Basıyor vaveylayı: "Zinayı yasaklatmam da yasaklatmam!"
Yahu, zina sizin neyiniz olur? Neden zinaya bu kadar kol kanat gerersiniz? Neden bu kadar meraklısınız? Zina yüzünden bu ülkede kaç yuva yıkılıyor? Bu yüzden analı babalı öksüz ve yetim kalan on binlerce çocuğun yol açtığı toplumsal yaranın maddi ve manevi maliyetinin altından kim kalkar? Ahlaki yozlaşmanın bu toplumu nasıl bir uçuruma doğru götürdüğünü görmez misiniz?
Yok, bütün bunlar Cümle Haramlar Partisi'ni zerre kadar ırgalamaz. Allah neyi emretti ona karşı olmak, Allah neyi yasakladı onun savunucusu olmak; misyonları sanki!.
Allah Kur'an'ı okuyup, anlayıp, yaşamamızı emrediyor. Cümle Haramlar Partisi, Allah'ın emrini yasaklamak için can atıyor. Bunu savunmak için ortalığı birbirine katıyor. Taksim'e ibadet için cami yapılmaya kalkışılır. Buna Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıktan kimse karşı çıkmaz. Karşı çıkan yine Cümle Haramlar Partisi olur. Ne de olsa tek parti döneminde camileri tahıl silosu yapan da aynı zihniyettir. Ayasofya'yı ibadete açalım deyin de bir deneyin bakalım. Rumlardan önce Cümle Haramlar Partisi karşı çıkacaktır Ayasofya Camii'nin (devlet belgelerinde resmi adı budur: Ayasofya Camii) ibadete açılmasına.
Bu milletin Cümle Haramlar Partisi'ni neden sandığa gömmeye istekli olduğu anlaşılmıyor mu?
Ona dinin ölüsünü öptürmemek için iktidar yüzünü göstermiyor. Onu azgın azınlığın partisi olmaya mahkûm ediyor. Ama onlar akıllanmıyor.
Sivas Emniyet Müdürlüğünün internet sitesinde yayımlanan, başkomiser Fırat Yaldız tarafından yazılan "Bana taş atma dostum" şiiri, eylem yapan üniversite öğrencilere hitaben kaleme alınmıştır. Şiirin, Taksim Gezi Parkı'ndaki olayların ve polislerle göstericiler arasında yaşananların tartışıldığı bir dönemde yayınlanmış olması anlamlı.
Çiçekli bir dünyanın hayali ile yaşıyorum
Hayalime taş atma
Camlarımı kırma dostum
Bir yanım üniformalı, diğer yanım ipekli
Bir yanım iyilere, kötülere diğeri
Bir elimde silah var, diğer elim saz çalar
Cop tutarsa bir elim, diğeri çiçek sunar
Hayal fırçasını elime alıp, mutluluk kağıdına kardeşliği çizerim
Çizdikçe renklerini düşlerim
Saflığı, sadeliği, barışı özlerim
Her yerde huzur arar gözlerim
Hayallerimi yıkma
Dostum, bana taş atma
Güzel bir dünyanın teminatıdır
Giydiğim mavi üniforma
Omzumdaki yıldızdan bir tane de kalbimde var
işte o yıldız senin için parlar
Göğsümdeki defne dalından bir tane de elimde var
Barıştır defne dalı, bu dal sevgi kokar
Kalksın artık aramızdaki duvar
Bak elimde dostluk var
Haydi at elindeki taşları
Bir elinde defne dalı tut
Diğeri ile sana uzanan dost ellerimi
Elimi boş bırakma.
Dostum bana taş atma
Sana geliyorum adım adım
Sevgi ile geliyorum sana
Bekliyorum seni fakültenin kapısında
Kalbimden beyaz güvercinler uçar sınıflarına
Sabırsızlıkla beklerim
Dersten çıkıp şehrin sokaklarını aydınlatmanı
Bekleyen ben değilim aslında
Bir millet bekliyor seni
Bilimin ışığı ile aydınlat Türkiye'yi
Geleceğin çocukları bizi bekliyor
Güçlü omuzlarımızda yükselteceğiz bu güzel ülkeyi
Haydi at elindeki taşları
ideolojilerinden, önyargılarından sıyrıl
Ve ruhunla sarıl bana
Dostum bana taş atma
Açık kalsın lambalar
Bütün üniversitelerin ışıkları yansın bu gece
Bu ülkenin geleceği için uyku yok ne sana ne bana
Bu gece genetik araştırmalar yapın
Uzayı gözleyin, bir hastalığa çare bulun mesela
insan ruhunun bir yönünü daha aydınlatın
Edebiyatımızı inceleyin
En güzel şiirleri rüzgârlardan dinleyin
Siz bilimle geçirin bu geceyi üniversitelerde
Ben de, bilimle aydınlanacak ülkemin
Geleceğini karartanların yolunu tıkayarak
Uyuşturucu tacirlerini yakalayayım
Cinayetleri aydınlatayım, kaçakçıları bulayım bu gece
Benim mücadelem bilimle değil, terörle
El ele verirsek güçlenecek bu ülke
Kavga değil, hizmet bekliyor bu halk
Senden de, benden de, bekliyorum sarıl bana
Dostum bana taş atma
Neden çiçek yerine taş, sevgi yerine sopalar elimizde
Nasıl kıyarız birbirimize
Annemin gençliğisin sen, babamın öğrenciliği
Belki kız kardeşimsin benim, belki de ağabeyim
Ya dostunum senin, ya komşun
Kim bilir belki de polis çocuğusun
Aynı ülkenin çocuklarıyız senle ben
Öyle ise bu anlamsız kavga neden
Dostum; bundan sonra bana taş atma...
Karakter sınırlaması nedeniyle asıl başlık;
zall eyleme nasıl destek verdiyse şimdi geri adım atmalıdır
Önce masum bir park eylemiyle başlayan direniş birçok yazar ve moderatörler tarafından desteklenmiştir. hatta bir çok ilde sözlükçüler toplanıp gezi parkına destek vermiştir. Ama ne yazık ki günlerdir söylediğim şey yeni yeni anlaşılıyor, provokatörlerin ekmeğine yağ sürülüyor, ihtiyattan zerre kadar eser yok ve duyarlı yazarların, moderatörlerin bu gerçeği görmezlikten geleceğini sanmıyorum.
Lütfen biz sözlük yazarları olarak bu sürecin durulmasına, eylemlerin azalmasına sosyal medya aracılığıyla elimizden geldiğince yardımcı olalım ve buna öncülüğü zall ile moderatörler yapsın. Bu vatanın tekrar 70'leri, 80'leri yaşamasını istemeyen yazarlar eminim %80 civarındadır bu da önemli bir sayıdır.
Çünkü olayların bu seviyeye gelmesi halkın yanlış bilgilerle provoke edilmesi, meydanlara dökülmesi tamamen sosyal medyanın yanlış eller tarafından kullanılmasıdır. En azından diğer illerde ki eylemler biterse ve sadece taksimde geziparkı için toplanılsa ülkemiz bu keşmekeşten kurtulmuş olur.
Umarım çağrım duyulur ve bir vatandaş olarak sorumluluk bilinciyle hareket edilir. Saygılarımla.
türkiye'nin son on yılda ki durumundan bahsetmiştir ve bu olayları Türk baharının fitne tohumları olarak göstermiştir.
haklı bir direniş olsa da türkiye'nin bölünmesini bekleyenlerin iştahını kabartmıştır maalesef.
Allah bizi Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'de çıkan iç karışıklıklar gibi belalardan korusun.
Durum ne olursa olsun ihtiyatlı ve metanetli davranmak gerekiyor. Bizler büyük badireler atlatmış bir milletiz. Bu olaylar bardağı taşıran son damla olarak görünse de ülke menfaati her şeyden önce gelmelidir.
Olayların büyümesinin mesulü hükümettir. eğer olaylar büyümeden gezi parkı konusunda geri adım atılmazsa, olayların büyümesinden endişeleniyorum. büyük bir iştahla Türkiye'nin çöküşünü bekleyen leş kargaları ise hiç bir şey yapmadan büyük bir keyifle kalenin içten feth olmasını izleyeceklerdir.
Ben yaptım oldu(!) zihniyetiyle olaylara yaklaşan bir iktidar aslında farkında olmadan ya kendi kuyusunu kazmaktadır ya da ülkesini ve milletini büyük bir dehlize sürüklemektedir.
En faziletli cihat zalim bir idarecinin yanında ona adaleti söylemektir. Hz Muhammed (s.a.v)
Allah ülkemizi ve milletimizi her türlü şerden korusun.
Muhabbet iyi gitmektedir, arada ki sınırlar bir bir aşılmaktadır. Daha samimi ve yakın bir arkadaslığa yelken açıyorsun belki de. Sonra dumur eden o dört kelimelik mesaj gelir 'peki sana iyi geceler'. Afedersin ama amk yaptığın yapacağın muhabbetin. Tamam sakinim.