sinemada çok ciddi bir çeviri hatasına rastladığım filmdir.
---spoiler---
Adult Pi Patel: So which story do you prefer?
Writer: The one with the tiger. That's the better story.
Adult Pi Patel: Thank you. And so it goes with God.
Writer: [smiles] It's an amazing story.
bu kilit diyalogda eleman "so it goes with god"ı yanlış hatırlamıyorsam "tanrı da o hikayeyi tercih ediyor" diye çevirmiş. gel gör ki bu çeviri hatası izleyiciyi filmin mesajından bi hayli uzaklaştırıyor.
Pi'ın hikayesinin filmin başından beri tanrıya inandıracak bir hikaye olduğunu düşünüyoruz. Film bunu iddia ediyor.
Ve malum diyalogda geçen mevzu şuydu, ilk hikaye tamamen fantastik, içine tanrının dahil olduğu, inanılması zor bir hikaye. ikinci hikaye ise içinde sadece insanların olduğu acımasız bir hikaye. haliyle gerçek olan ikinci hikaye olsa da herkesin tercih edeceği ilk hikaye oluyor. çünkü, başlangıcı ve bitişini bildiğin, gerisini bilmediğin bi hikaye varsa önünde, istediğine inanabilirsin ve insanlar da haliyle acımasızlığın çıkarıldığı, çekilen acının bir sebep için çekild,ğine inanılan ilk hikayeyi seçiyor.
şimdi gelelim diyaloğa
pi "so it goes with god" derken, "tanrı da böyle işte" diyor.
yani, tanrıya inanmak bir seçim. doğuyoruz ve ölüyoruz. savaşlar görüyoruz, öldürüyoruz, aşık oluyoruz, sevdiklerimizi kaybediyoruz... tanrının varlığı ise bir muamma. ne olduğu kanıtlanabilir, ne olmadığı. bu durumda iki hikaye var önümüzde:
birincisi; tüm bu doğumlar ölümler bi sebep için, aşık olmamız bi nedenden ötürü, sevdiklerimizi kaybediyoruz ve sabrediyoruz, tanrı istediği için, doğada olanların hepsi tanrının gözetiminde ve isteğiyle oluyor.
ikincisi; insanlar doğuyor, ölüyor ve hepsi bu kadar. dünya acımasız, sevdiğin birinin ölümünü izleyebilirsin. bunun tam anlamıyla bir sebebi yok. adaleti sağlayacak üstün bi güç yok. acımasız bir dünya ve sonrasında hiçlik. dostoyevski ve camus'nun romanları gibi.
ve film soruyor, sen hangi hikayeyi seçiyorsun?
tanrı'ya inanmayı mı,
yoksa acımasız ve sahipsiz bir dünya'yı mı?
---spoiler---
hastası olduğum ve izlediğim en iyi dizilerden biridir de aklıma takılan bir şey var, uykularım kaçıyor...
1. sezon spoiler
bu peggy nasıl 9 ay hamile olduğunu anlamayabilir lan. bi kere regl olmaması lazım 9 ay boyunca, karnı şişecek, tekmeleyecek falan. kadın doğumla alakalı bilmediğim bi hadise mi var lan. o zamanlar öyle mi doğuyormuş ya da. aydınlatın bi beni nolur!
kara kitap'ı okuduktan sonra, zamanında "türklere laf attı da nobel aldı pis, kaka" benzeri cümleler kurduğumuz için üzüldüğüm. türk insanının hüznünü, mutluluğunu, heyecanını, heyecansızlığını, yalnızlığını, kaybolmuşluğunu herşeyini çok iyi bildiğini yeni yeni farkediyorum. ama galiba normal bizi en iyi tanıyanlara bok atmamız.
hiç unutmam, mahallenin abileri beni ateri kasedi(goal 3) almaya çağırmıştı.annem izin vermedi dört yol ağzı orası gidemezsin kendi başına diye ama pederden bi şekilde kaptık izni. gece sağa dön, sola dön, uyuyamadım. düşündüm acaba dört yol ağzı nasıl bişeydir diye. dört yol ağzını gördüğümde tamam dedim oğlum burayı da gördün, bu sefer büyüdün galiba.
ulan ne yersiz bir sevinçmiş o. büyüdük de noldu ağzını kırayım, şimdi hangi dört yol ağzı, hangi şehir uyutmuyor bizi. o zaman büyüyorduk, şimdi yaşlanıyoruz. rezil bir şey anlayacağın büyümek sözlük.
insanlığın varoluşundan beri birçok ideoloji ortaya çıkmış her biri teker teker geçerliliğini ve uygulanabilirliğini yitirmiştir. kemalizm de elbet bu ideolojiler gibi bir gün tarihe karışacaktır. önemli olan bir devleti sadece tek bir ideoloji üzerine inşa etmemektir ki bu ideoloji gittiğinde devletin ayakta kalabilsin.
türk ırkının diğer birçok ırktan üstün olduğunu, tüm halkına bunu benimsetmek amaçla kurmuş olduğu kurumların haddi hesabı olmadığını, bunun için güneş dil teorisi gibi teorilere sahip olduğunu, kimlerin türk olup kimlerin olmadığını anlayabilmek için türkiye çapında kafatası şekillerini incelettiğini, çook ama çook eskilerden birçok topluluğun türk olduğunu iddia ettiğini, türküm diyebilenlerin çok mutlu olduğunu iddia ettiğini bilen insanlar şunu da bilir ki atatürk milliyetçidir. buna ilaveten dönemine has garip bir milliyetçilik anlayışı vardır. ama bu utanılacak birşey değildir. valla. kimisi milliyetçiliği kendi ideolojisi olarak benimser, kimisi ise milliyetçiliği mantıklı bulmaz.
o dönemde milliyetçiliğin pek bir tutulur olduğu doğrudur. lakin o dönem tıpkı milliyetçilik gibi faşizm de revaçtadır. hitler, mussolini gibi faşist ve milliyetçi liderler o dönemde çok sevilmiş ve benimsenmişti ama günümüzde kendi ülkelerinde dahi birçok insan onları kinle ve nefretle anar. diyeceğim o ki eğer dönemin gereklerine göre milliyetçilik ideolojisi haklı çıkacaksa, bunun en katı uygulayıcısı hitler de artık mezarında rahat uyuyabilir. atatürk bu ideolojiyi hitler kadar katı uygulamamışsa da, 1930 ile 1938 yılları arasında çalışmalarının hatırı sayılır bir kısmı milliyetçilikle alakalıdır. eğer ki milliyetçilik anlayışını benimsiyorsan atatürk'e hakkını verirsin, yok benimsemiyorsan onu haksız bulma gibi bir özgürlüğün vardır. çok kitap okusan da vardır, okumasan da vardır.
görünce özlediğimi farkettiğim. artık yemediğimden mi? tabi ki hayır. ama bir başkaydı eskiden. o zamanlar sabahleyin kalkmak çok daha kolaydı. uyanır uyanmaz izlenen fred çakmaktaş'lar, jetgiller, tsubasa'lar, şirinler... bir kulağım çizgi filmde iken diğeri sokaktan her an gelmesi muhtemel "pooğçaaaaaaa" sesinde. varsın herkes sağlıksız desin annem çay demleniyor demişse yanına poğaça şart. sıcacık, mis gibi kokusu, ağzında dağıla dağıla, bir yandan tsubasa izleyerek yediğin poğaçanın yerini hangi açık büfe kahvaltı tutar şimdi. kim demişse büyümek güzel diye, gitsin bi çay koysun gelsin, benim poğaçam hazır.
o ve ben adlı otobiyografisini okuduktan sonra kafamdaki Necip Fazıl'ı (benimsediği ideoloji ve felsefesini çok severim) yerle bir etmiş, egoist, inandıklarının ve yazdıklarının yarısını yaşayamamış, hayatını bunalımlarla (zaman zaman deliliğe teğet geçmiş bunalımlardan bahsediyorum) geçirmiş, bazı şahıslara insanüstü nitelikler yükleyerek hayatının geri kalanını onun düşüncelerine göre tanzim eden(mucizeler gösterdiğine bile inanır), zeki ve yetenekli yazar. zaten kitap boyunca bahsettiği ne kadar zeki ve yetenekli olduğu idi sonuna "ama alçakgönüllüyüm ha sakın yanlış anlamayın" minvali notlar düşerekten. şimdi bunları okuyor olsa, muhtemelen beni de aşağılayacak ve bunu çok güzel birkaç afili mısra ile yapacak ki ben bile "ne malmışım" diyeceğim. öyle bir yazar, öyle bir şair.
Fenerbahçe'nin şampiyonlar ligi kupasını, Galatasaray'ın uefa kupasını kaldırdığı sene ne yazık ki beşiktaşımız uefada çeyrek finale çıkamamıştır. bu yüzden rezil etmiştir. oysa türkiyemizin güzide takımları avrupada acayip reklamımızı yapmaktadır.