ilkokul dördüncü sınıftayım. hani, hala futbolcuların gol sevinçlerini mahalle maçlarında taklit ettiğimiz dönemler. misal bir gol sonrasında caniggia'yla maradona'nın dudaktan dudağa öpüştüğü sene mahallede ne yiyiş dönmüştü be. yeter ki gol olmayagörsün; golü atanı atmayanı, rakip takımdan olanı aynı takımdan olanı, kalecisi forveti, istisnasız herkes gol sonrası bir anda yiyişmeye başlıyordu. kim daha çok gol yerse, maçı o kazanıyordu. öyleydi bizim kurallar. ayrıca atılan gol sonrası kasap, manava "senin kavunlar da tazeye benziyor. bi koklamak lazım ;)" gibi imalarda, göndermelerde bulunuyor; pattiz suğan satan amca bir köşecikte triportörünü sikiyor; köşedeki mandıranın sahibi suat abi, kendinden geçmiş bir halde bir yandan başından aşağı çökelek dökerken bir yandan striptiz yapıyordu. sapkın bir mahalleydik. (ulan taşak bi tarafa, mahalleye yeni taşındığımız vakitler peder elimden tutup evin karşısındaki bakkala götürmüştü. yanımda adama "şermin bey, şermin bey" deyip duruyor. ufağız, evin yerini şaşırdık günün birinde; bakkala sorayım niyetiyle girip "şermin amca bizim ev nerdeydi?" dedimdi. dükkandan tekmelenmek suretiyle siktir edilişimin sebebini bilahare anlayacaktım: herifin karısının adı şermin'miş. ulan bizim peder de nerden duyduysa... iyi katil olmamış şermin pezevengi. hadisenin 20 sene sonrasında karaladığım şu satırları, ta o günden selam duran mahallenin baş sapkını peder beye ithaf edelim heheh)
ilkokul dördüncü sınıftayım ve dersaneye gidiyorum. tabii bizim zamanımızda anadolu liselerine giriş sınavı ilkokuldan sonra yapılıyordu, ondan gidiyoruz dersaneye. yoksa anamın "bu çocuk galiba gerizekalı. 10 yaşına geldi, hala okuma yazma bilmiyor, hala gazetelerin resimlerine bakıyor" demesinin buna pek etkisi olduğunu sanmıyorum. ula peder almış getirmişse tan gazetesi'ni ben nabim? (fena sıçtık bu arada pederin ağzına ha)
yılın son iki ayında, dersanenin tüm sınıflarındaki başarılı öğrencilerden müteşekkil bir hafta sonu grubu oluşturulmuştu. bu özel gruba ilk teşrif ettiğim gün, servisi kaçırmam sebebiyle derse biraz geç kaldım. kapıyı çalıp içeri girişimle çağla'yı görmem bir oldu, hala hatırlarım: uzun boyluydu, saçları kumral ve küt kesilmişti; üzerinde mavi bir kot ve kırmızı bir hırka vardı; bacak bacak üstüne atmış, güzel kızdı. bense enteresan gömlek aşkımın o günlerden kalma olduğunu ispatlıyormuşum meğerse: altın sarısı ve kahverengi desenli gömlek de neyin nesi amına koyim? 10 yaşındasın be... aslında gömleğin kendi başına belki bir tarzın parçası olarak kabul edilebilirliği olsa bile; onun altına giydiğim, tamamen annemin işgüzarlığı olan gül kurusu rengindeki pantolonum, sanıyorum ki bir erkek çocuğuna yapılabilecek en büyük haksızlıktır. 15 yaşına kadar bu kadın yaptı benim alışverişimi birader, düşün artık yaşadığım travmayı. sonraları öğrenecektim, ben kapıdan girer girmez "tam benim tipim bu çocuk" diye bir laf etmiş yanındakilere. nasıl da yaşımızdan ziyadesiyle büyük davranıyormuşuz... (bizim peder ibneymiş, totoşmuş. iki paragraftır herifi yiyip bitiriyoruz, bu paragrafta da eksik kalmayalım dedim.)
ilkokuldaki aşk meşk mevzuları bellidir; ya teneffüste dansa davet oynarken ayarı verirsin kıza, ya araya birilerini sokarsın, konuştururlar, seni seviyorum-ben de seni (siktirin be), oldu bitti. çağla'yla da bu şekil olmuştu. gel gör ki ben yavrum saf, çeyrek aklımla fena halde kaptırmıştım kıza. üstüne bir de dersanedeki son günümüzde bir daha nasıl görüşeceğimizi doğru düzgün müzakere etmeden servislere dağılıp evlere siktir olmuştuk.
resmen divaneye bağladık iyi mi? evin içinde ölü palamut gibi gezmeler, paso depresif bir hal, ulan şarkı yazdığımı biliyorum be. "bak lan şarkı yazdım çağla'ya, dinle bak: rımmmmm... dırınırımm... dırınır... dinle bak, dinliyon mu? dırınırrım, dırınırım..." şeklinde gözyaşımla süslediğim musiki icrama 7 yaşındaki amcaoğlumdan ağır dereceden kahkahayla karşılık alınca bir hayalkırıklığına uğramadım değil tabii. ayrıca kendisi beni, arabesk-fantezi dalında yılın en hızlı çıkış yapan eşşoğlueşşeği ödülüne de layık gördü.
o vakitler abimle ranzada yatıyoruz. o abim ki ergenliğe yeni girizlemiş, her gece 31, her gece horozu boğmaca. ve sayesinde her gece mevzumuz belli:
- abi! abü! sallama şu yatağı yaa
- hınfhınf... ınnh... hınfınh... hınnhh...
- abü!
- hı? ha? ne var? siktir yat uyu enis sen daha uyumadın mı?
- ya sallama yatağı ya. anneeeee, abim yataa sallıyo!
- ulan it...
- haluk! niye söküyorsun yavrum kardeşinin pankreasını?
bu çağla mevzusundan sonra işler tersoya döndü tabii. her gece zırıl zırıl ağlıyorum ve ağzımdan çıkanlar "çağlaaaaaaıaaa. ühüüühüü... çağılaaaaıaa...", bunlardan ibaret. babam "ulan 10 yaşında hamile kalan ilk erkek çocuğu benim oğlum. hay senin allah belanızı versin bee" diyerek önüme çuval çuval çağla döküyor.
abi yüreği demek ki, dayanamadı, "gel götürücem ben seni çağla'ya" dedi bir gün. dersanede velilerin irtibat halinde olmasını sağlamak için verdikleri, öğrencilerin telefon numaraları ve adreslerinin yazılı olduğu kağıdı valideden çaldı; beni çağla'ya götürecek. bir güzel giyindim (ne güzeli ne güzeli? ön tarafında bir filin yüzü, arkasında aynı filin götü olan açık mavi bir tişört, altımda türbe yeşili bir pantul. hepsine bi yere kadar eyvallah da, ayağımdaki hastabakıcı terliği neden anne?), biraderin elinden tuttum, aynen çağla'nın evinin oraya. çok uzak bi mesafe değildi ama otobüsle gitmiştik. 1975'te macaristan'dan ithal ettiğimiz ikarus marka otobüsle şehiriçinde 200 basan şoförüyle (şoförün aynasının yanında "şoför tehlikeli ve yasaktır" yazıyordu. geçtim adamla konuşmayı, herifin kendisi bizzat tehlikeli ve yasaktı), abimle tek koltuğa oturmuş olmamıza rağmen önümüzde dikilip "hehheh. aslanlarım benim şimdi bana yer verirsiniz siz. aslan bunlar aslan! heheyt! aslanlarım benim. heh heh. heh. hadi bakalım." sözlerini sevinç dolu bir yüz ifadesiyle zikrettikten sonra yüz ifadesini zerre değiştirmeden arkalara doğru süzülen asker emeklisi sıfatlı sabunluğuyla manyaklarla dolu bir otobüstü bu da.
çağla'nın evini bulduktan sonra civarda 2 saat kadar takıldık. bilahare evin kapısında çağla'yı gördükten sonra sevinçle yanına koştum, gözleri parladı. 3-4 saat parkta oturduk; ben 10 senelik ömrümün en mutlu anlarını yaşarken, abimse hemen 50 metre ötede o mahallenin belalılarına yeni öğrendiği taekwondo hareketlerini sergileme gafletine düşünce 14 senelik ömrünün en nadide dayağını yiyormuş.
o gün, evimizde herkes usluydu.(peder hariç)
***
üniversitedeki beşinci senemdeydim. hayatımın aşkı olduğunu sandığım kadınla ayrılalı henüz çok zaman geçmemiş; onun bunun üstünde tepinme meşguliyetlerindeyiz. benimle birlikte bir arkadaşım da kendine özgü sebeplerden depresyona girmiş, kendini eve kapatmış. ben vukuatın ilk şokunu atlattığım için hayata dönmüşüm ama bizim pezevenkte tık yok.
şu hadiseye de değinmeden geçmeyelim: karı kız mevzularında son derece başarısız olan bu kardeşime vaktiyle ramazan ayındayken, beğendiği hatunlardan biri derste kağıda bir şeyler yazıp buna uzatmıştı. heyecandan götü teslim edecekken kağıtta yazan "sabah dişlerimi fırçaladım. orucum bozulmuş mudur?" cümleleriyle karşılaşması kendisini oracıkta fenafillaha ulaştırmıştı. karı, arkadaşımın saçlı sakallı halini görünce dindar bir şahsiyet olarak mı algıladı bilemem ama herifin verdiği cevap, tarih boyunca islamiyet üzerine yazılmış bütün kitapları yeniden sorgulamamıza sebebiyet vermişti: "diş macunu kullanmadığımız müddetçe orucumuz bozulmaz". ulan üsluba bak, sanki bana fetva yayınlıyor, mektubat yazıyor eşşoğlueşşek.
bir gece toparlansın, biraz dağıtalım hesabı plan yaptık arkadaşlarla, aradım:
- alov? nabıyon lan kavanozdaki adam? akıakıakı.
- napim abi yatıyorum ya.
- ulan akşamın 7'sinde ne uykusu bu sığır? 7 a.m'de ne uykusu olm bu? a.m mi, p.m mi hep karıştırıyom bunları da.
- p.m abi.
- sus, bağa cevap verme. akşam çok acayip işler olucak kardeşim. çok acayip içki olayları var. seni de bekliyoruz.
- abi ben gelmeyim, çıkasım yok.
- asıl sürprizi duymadın lan. arda okuldan iki tane de karı çağrıyormuş.
- geliyorum abi.
- hehehe, yılan seni. 9 a.m'de arda'da oluyüsün.
- p.m abi.
- anayın amı anayın.
akşam toplandık, yavaştan demlenmeye geçerken kapı çaldı. biz iki kız beklerken, istanbul'dan gelen misafirlerini de kapıp getirmişler. yalnız kızı görmen lazım biraderovski. hani, kızların istanbul'dan gelen misafiri değil de, kuğulu park'tan çalıp getirdikleri kuğu dersin, o kadar söylüyorum. çerkesmiş üstelik, çerkeslere zaafım da malum...
bütün gece karı anlattı, ben dinledim; bi ara sazı elime alayım dedim, sıçtım. fakat allah seni inandırsın, kıza dair zerre kötü niyet yok içimde. lan öyle temiz bi sıfatı var ki, adamın nefsi uyanmıyor be. ha "verse sikerim" o ayrı heheh. gece boyunca zaten el temasından başka da yakınlaşmamız olmadı.(pandiklemedik lan karıyı, öyle koltukta el ele tutuşmaca bebe gibi).
diğer karılardan da iş çıkmayınca yatakta arkadaşımla beraber yatmak zorunda kaldım. yalnız, gece bir rüya gördüm, inanaman. rüya anlatmaktan da dinlemekten de iğrensem de, bunu belirtmem lazım abi. güya eski karım (rüya müya. rüya da olsa öyle karıyı boşayan akl-u hikmetimi sikeyim) ve onunla beraber 6 tane afet-i devran karıyla aynı evde takılıyoruz. ama hissediyorum yani, çok acayip işler olacak. bakalım neler olacak diye beklerken bi anda evi bok basıyor. yerler, duvarlar, her yer lağım suyu, bok, püsür... leş gibi de kokuyor. lan bir uyandım, yanımdaki arkadaş ver etmiş babam osuruğun gözüne, cayır cayır... herif nasıl bir osurduysa resmen rüyanın seyrini değiştirdi amına koyim.
neyse abi, uyandık, kahvaltı mahvaltı muhabbetleri tabii. telefonlar alındı karşılıklı, iki gün sonra aşti'den ufak bir öpücükle uğurladık.
ulan bir anda yıllar evveline döndüm. her şey, tam olarak 15 sene önceki gibi. yani abim hala ranzada otuzbir çekiyor. heheh saçmalamayın. tüm hissettiklerim aynı; 15 sene evvel çağla'yı arayan çocuk gibiyim. "ulan" diyorum kendime, "kalk git. tıpkı 15 sene önceki gibi kazanacaksın."
bir gece aniden janti façayla; yanıma sadece telefonumu, çakmağımı ve cüzdanımı alarak yola çıktım istanbul'a. varır varmaz öğle vakti aradım, akşama doğru buluşmak üzere sözleştik.
yine güzeldi, kuğu gibi. o anlattı, ben dinledim; ta ki hasbelkader, inceden utanarak, erkek arkadaşından bahsedip kulaklarımı ateşle tıkayana dek. başka arkadaşlarla da görüşeceğimi söyleyip apar topar siktir ettim karıyı, sonra ne o aradı, ne ben.
hayalkırıklığı büyüktü tamam; her ne kadar hissettiklerime aşk demek mümkün olmasa da, hem kabuğum bir cılız tokatla çatlamayacak kadar sertleşmişse de, bir soru aklımı kurcalayıp duruyordu: aşk denen o güzel kız çocuğu bu kadar çirkef, bu kadar kirli ve bu kadar çirkin mi büyüyecekti?
***
önceleri bir düştü aşk, gülümserdik uyurken;
sonra bir düştü aşk, dudağından kaldırdık kahpelerin.
önceleri bir düştün güzel kız, ağlayarak uyandım;
sonra bir düştün gözümden, şimdi kupkuru gözlerim.
önceleri bir düştüm, hayat bana imrendi;
sonra bir düştüm, anladım: böyle büyürdü her düş...
şarkıcı alihanlı oynamaktan daha akıllıca. cezalı oynarken kaybedersen en fazla diss atıyolar sana, işte ne biliyim "götünü sikiyim" falan diyolar, pek zor bi durum yok. alihanlı oynarsan, kaybedince bi köprü kenarında benzin döküp kendini yakmak zorundasın. yakamıyorsan da kameralara dönüp "abi benzin yuttum abi" diyeceksin.
yalvaç ural'dan klavyemi devraldığıma göre mevzuyu inceden irdeleyebilirim. bir kere şunu söylemek gerekir ki, cezanın ağırlığıyla doğru orantılı olarak heyecan artar fakat bu dışarıdan göründüğü kadar eğlenceli olmayabilir.
papaz kaçtı denen kağıt oyununu hepinizin bildiğini tahmin ediyorum, zira iskambilden zerre çakozlamayan adamlar bile bilir bunu. hatta hayatında iskambil kağıdı görmemiş, afrika'nın balta girmemiş ormanında yaşayan bi yamyamın eline kağıtları tutuşturup "hadi papaz kaçtı çeviriyoruz hacıarap" desen, herif hemen üç papazı desteden ayırıverir, o derece herkesin bildiği bir oyundur bu.
biz de lise sonun başında yemiştik bu boku. peki bu bir, aniden gaza gelen şımarık ergen grubu davranışı mıydı? biraz baştan alarak anlatalım, oy birliğiyle karar verelim o halde sayın milletzekerleri:
hala yapılıyor mu, bilmiyorum. öss öncesinde, türkiye genelinde bir sınav yapılırdı belirli bir ücret karşılığında (özdebir'in sınavı değil kasttetiğim, okulda yapılırdı bu sınav). hem öss'de derece yapması beklenen bir okul olduğumuzdan hocaların mecbur tutması, hem de haftasonu serbest kıyafetle okula gelmenin nedense tadının başka olması sebebiyle biz de girdik.
eğleniriz diye düşünüyorduk fakat işler hiç de istediğimiz gibi gitmedi. müdür yardımcısı olup aynı zamanda coğrafya derslerine de giren; ekonomiyi ekönomi, oksijeni okşizen, ekvatoru ekvetorr şeklinde telaffuz edip dişlerini sıkarak konuşan asabiyet abidesi bi herif, bizim sınıfın ne bok olduğunu bildiğinden gözetmenlerle beraber sınav boyunca tepemizde dikilip ota boka kalay çekmişti. ulan şimdi, gülmemen gereken yerde de inat gibi en olmadık şeye takılıp gülme krizlerine gark olursun ya, bize de o hesap uğradı. okulun hemen aşağısında bir cami var abi, sınav esnasında müezzin başladı ezanı okumaya. yalnız herif bir yanık okuyor, hani ezan öncesinde bekliyorsun ki bi trt spikeri çıksın desin:
- şimdi, müezzin muammer yeşilhalı'dan urfa yöresine ait bir ikindi ezanı dinleyeceğiz sevgili dinleyicilerimiz. "allahuekber allahuekber, la ilahe illallah" diyor güzide müezzinimiz.
ayrıca caminin hem müezzinliğini, hem de imamlığını icra eden sevgili dostumuz, yanık sesli olduğu kadar oldukça temkinli de biriydi. sünneti kıldıktan sonra; önce sola, sonra sağa, sonra tekrar sola "es selamu aleyküm ve rahmetullah" demeden asla farza geçmezdi. hehehehehe.(bu vesileyle belirtmek isterim ki, iki tür adamın keykavusunu sikmek istiyorum: birincisi "kendi esprisine gülen adam". bu göt, kendi boktan esprisine gülmekle kalmaz, dürtmek yoluyla muhatabını da çene ağrıtan sahte gülmelere zorlar. bir diğeri de "yaptığınız espriyi çalan adam". bu keykubatını siktiğimin şeytani müessesesi de, bir ortamda sessizce yaptığınız espriyi saniyesinde kalabalığın duyacağı şekilde dillendirir ve kahkahaların, takdirlerin sahibi oluverir. tamam kardeşim, bir saatlik saltanatının ikbalinin tadını çıkar. ben ilerleyen dakikalarda beşinci onuncu espriyi patlatırken sen hangi siki yalayacaksın, onun da haberini bi ara uçurursın artık bana. ayrıca sonu görünmeyen bu parantezin içinden hemen çıkıveririm diye düşünmüştüm lan, hala anlatıyoruz amına koyim.)
neyse, herifin yanık yanık okuması nedendir bilinmez bir dürttü bizi, engel olamıyoruz lan, sıktıkça kakır kakır gülüyoruz. ulan durulacak olsam, yanımdaki arkadaş başlıyor, daha bir gaz alarak gülüyorum. arkadaş susuyor, o esnada müezzin bir "hayyalesselah" çekiyor; ben tutamıyorum kendimi, arkadaş bana uyuyor. müdür yardımcısı bizim sinsi sinsi kakırdadığımızı görünce delirdi, saçmalayarak bağrıyor: "bu yaptiğinizi bir kahvehanede yapmış olsaydiniz, sizi dışarı atarlardi: tekme... tökat... kavga..." ulan bu saçma lafı duyunca derman mı kalır, bastık baba sınavın ortasında kahkahayı. herif gözü dönmüş halde vardı yanımıza illa, yen mi yemen mi, yen mi yemen mi, sağlı sollu çalıyor şepeşilleyi arkadaşla bana. arkadaşıma bakıyorum, kafasına yediği her tokatta sırıtan suratı kademe kademe asılmaya başlıyor: bense bu kareye duyarsız kalamamış, arsızlığa vurmuşum; gözümden yaş gelene kadar gülüyorum.
sınav bitti, kağıtlar toplandı, artık bir an önce çıkıp bilardoya kahveye gitmeyi planlıyoruz. baktım bizim müdür yardımcısı yine titremeye başlamış, sınıfa kimsenin anlamasına imkanın olmadığı bir soruyu haykırarak yöneltiyor: "kimm bu zirto zirtopozoğlu, çıksınn, kimm bu zirto zirtopozğlu!". mevzu sonradan anlaşıldı; aras diye bir arkadaş, sınav kağıdına ismini yazmak yerine zırto zırtopozoğlu yazmış, herifin de kağıtları incelerken dikkatini çekmiş. lan komik desen komik değil, taşak desen taşak değil, seçtiği isim bile koftiden. hoca "kim bu zirto zirtöpozoğlu" noktasından "hepinizi disipline verecem" noktasına kayınca, aras efendi miyavlayarak "binimm" demek zorunda kaldı. onca gerginlik içinde yine gülmekten altımıza sıçırtan "eresss... senin bu yaptığını sokkak köpekleri bile yapmaz. anlıyör müsün? sokkak köppeklerii" sözleriyle birlikte aras'ın şaftına şaftına dekmeyi dohadı ver ediyordu.
lan tamam, gülüyoruz ediyoruz da, genç adamız neticede. elin pezevenginden sopa yemek ağırımıza gidiyor, üstelik onca karının kızın içinde. herkeste ağır bir sessizlik. sonra, okuldan bilardo salonuna yürürken akşam bizde içelim dedi aras. eyvallah dedik, herkesin canı sıkkın olduğundan bilardo salonunda bir iki saat takılıp evlere dağıldık.
gece için evden izni kopardık, hazırlandım, dolmuşla aras'ın evine gidiyorum. sabahki gerginliklerin huzursuzluğu hala üzerimde olduğu için hala tadım yok ama bir herif beni fena güldürdü dolmuşta. inecekken diyo ki "bi yerde inebilir miyim?". bi yerde... hani, neresi olduğu hiç önemli değil, yeter ki indir beni bu lanet olası dolmuştan diyo herif adeta. şoför de mevzuyu inada bindirdi, işi piçliğe vurdu, üç sefer ankara'yı turladı, yine de indirmedi herifi. ben de oturduğum yerden kalkmadan izledim bunları. mesela bi tanesi de inerken sadece "açar mısınız?" dedi. şoför de kapıyı açmak yerine tepedeki havalandırmayı açtı, herif oraya tırmanarak çıktı dolmuştan. manyaklarla dolu, nefis bi dolmuştu. "müsait bi yerde yol ağzına lambaları sokmazsam adam değilim. indir lan beni. teammınagodduum" diyerek indim mesela ben. tip olarak da morpheus'a benzeyen dolmuş şoförü bana iki seçenek sundu: ya kırmızı levyeyi seçeceksin ve hiçbir şey hatırlamadan uyanacaksın; ya da mavi levyeyi seçeceksin ve yeni hayatına başlayacaksın, dişsiz olarak. sonra, inmişim...
aras'ın evinde dört genco, içkinin etkisiyle bi taşağın goygoyun dibine vuruyor, bi "ulan var ya ben çok çektim lan, benim başıma gelen kimsenin başına gelmedi" diye safi beyinsiz muhabbeti yapıyorduk. ve gecenin ilerleyen saatlerinde aras, o tarihi fikrini sıçıyordu: hadi cezalı papaz kaçtı oynayalım lan! cezası da hemen belirlendi: kaybeden, asla ilan-ı aşk etmemesi gereken bir kıza telefonla mesaj çekip yoluna köpek olduğunu söyleyecek. sevgili aras, bu akla ziyan projesinin temelini de "bugün çok ezildik olm, bitirdi bizi hoca. en deli ne şekilde eğlenebilirsek, o şekil olsun" diyerek sağlamlaştırıyor, hepimizin aklını çeliyordu. peki neden iskambil kağıdıydı ve asla ilan-ı aşk edilmemesi gereken kızlardı cezamız?
çocukluktan olgunluğa; meşhurlardan, idollerden, filmlerden fazlasıyla etkilenir, onlar gibi olmak isteriz. hatırlıyorum, çocukken mahallede top oynadığımızda da futbolcuları öylesi taklit ettiğimizi bilirim. ne bileyim, bi gol attık mı hemen bebeto-romario-mazinho üçlüsünün 1994 dünya kupası'ndaki meşhur bebek sallamalı gol sevincini icra ederdik mahalle ortasında manyak gibi. ya da betonun taşın toprağın üzerinde timsah yürüyüşü yapardık bursaspor'un estirdiği yıllarda. misal davor suker diye bi herif vardı, hatırlayanlar olacaktır, onun bi gol sevinci vardı. şöyle özetleyim: dizlerinin üstüne çök > ellerini birbirine yapıştırarak çenene götür ve öne arkaya salla > suratında ağlamaklı bir ifade olsun. ben mesela gol attıktan sonra; top oynadığımız bahçenin hemen yanındaki polis lojmanının bekçisinin önünde bu hareketi icra etmiş, "la yörügit hassiktirol git" cümlesinin akabinde ağzımın ortasına tekmeyi yemiştim. her neyse, demem o ki bu enteresan deneyimi yaşamamıza sebep de o dönem dahi film hastası olan aras'ı iskambil kağıdı konusunda sallıyorum rounders, karı kız konusunda da american pie gibi filmlerin fişteklemiş olabileceğini yeni yeni fark edebiliyorum.
mesaj atacağımız karıları belirlemek çok zor olmadı:
- ömer, ceren'e mesaj atacak. ömer, kız arkadaşını daha önce ceren'le aldatmıştı ve halihazırda kız arkadaşına da deli gibi aşıktı.
- sina, gonca'ya mesaj atacaktı. gonca okul tarihinin görebileceği en kral orospulardan biriydi. bir kere gonca'nın diline düşse, sina'nın bir daha okuldan karı yapma gibi bir ihtimali kalmayacaktı.
- aras, cansu'ya mesaj atacaktı. yani, allah biliyor ya, insanları güzel-çirkin diye sınıflandırmaktan oldum olası hiç hoşlanmadım. şimdi ne deyim, yahu, cansu karısı da harbi harbi bıyıklıydı be kardeşim. sağlam ceza.
- ve ben, ece'ye mesaj atacaktım. evvelki sene, aşığım ulan diyerek kışın ortasında evinin önünde yattığım; öğle teneffüslerinde okulun yakınındaki marketten birayı çekip sarhoş sarhoş suratına üfürdüğüm ece. çok önemsiyor olmasam da benim de bir kız arkadaşım var; onu siktir et, bin çeşit utançtan yüzüne bakamadığım ece'ye tekrar ilan-ı aşk etmek, vallahi ölümdü.
üç papaz çıkarıldı, kağıtlar dağıtıldı, çiftler ortaya atıldı. ömer pezevengi talihliydi, elindekileri kakalayıp kenara çekilip izlemeye koyuldu. son üçe kalmıştım ve elimde iki kağıt vardı: 4'lü ve 7'li.
"sina'dan kağıt çekiyorum. gerginlik had safhada, nefes alamıyorum, terliyorum. sina'nın elinde dört kağıt var. birini hafif yukarı çekmiş. yukarı çıkan kağıdın dikkatimi çekeceğini düşünüyor: papaz bu. hayır hayır, hesabını çakacağımı anladı, hedef şaşırtıyor. 4'lü ver... ya da 7'li... lütfen, ece bir daha olmaz. hedef şaşırtıyor piç. hayır, sina salaktır aslında, düşünemez bunu. resmen papazı öne itmiş. 4'lü... 7'li... ece... ver ulan öndekini!
4'lü! hahaha!"
hemen büyük bir keyifle masadan doğruluyorum; acımasızca sina'nın mı, aras'ın mı göt altına gideceğini vahşi bir sevinçle takip ediyorum: dostluklar bile şartlara tabi.
oyun bitiyor. maça papazı, sina'yı kutsuyor; aras, çirkin cansu'ya ilan-ı aşk edecek. birasının dibini görüp, asılıyor tuşlara: "merhaba cansu. bunu söyleyip söylememekte uzun zamandır kararsızdım ama artık sabrım kalmadı. 2 senedir sana aşığım. bir beklentim yok, sadece bilmeni istedim. iyi geceler."
hiç düşünememiştik, acaba cansu gerçeği öğrendikten sonra kırılır mı? ertesi gün, bunu düşünmemize bile gerek olmadığını anlıyoruz. cansu, aras'a yaklaşıyor ve "ya aras, benim için çok değerli olduğunu biliyorsun değil mi? ama ben sana arkadaş olarak değer veriyorum, başka türlü düşünemem" diyor.
o gece, merhametsiz aras'ın berat gecesi; aldatılıyor, terk ediliyor, yüz bulamıyor...
papaz her oyunda kaçıyor; her el papazı aras buluyor...
***
- sayın vaudeville for vendetta, sözlükte sizi taklit edenler var biliyor musunuz?
- bir daha antipati beslediğin yazarlara benim üzerimden saldırıp prim toplamaya kalkarsan senin dalını kavuğunu sikerim.
- ııı... ben gideyim o zaman?
- hem de hassiktir git.
heee, nicedir birilerine giydirmiyordum, sen de sanıyon ki ben böyle taşakları yaydım, öküz gibi bakıyom; ne işler dönüyo, ne dolaplar çeviriyon farkında değilim he mi? hiç merak etme, sana üstünde yaşayabileceğin bi uç buldum pezevenk. gel.
hayatı uçlarda yaşama karizması şudur sevgili kardeşlerim: bilindiği üzere burada hepimiz ilkokul beşinci sınıfa gitmekteyiz. kimimiz daha bu yaşımızda temkinliliğin ve garanticiliğin kitabını yazarak, kırılmayan ve özenli bir yazı yazmamızı sağlayarak öyüretmenin gözüne girmemize yol açan 0.7 uç kullanırken; kimimiz riksi seven, ardenalin bağımlısı kişilik özelliğiyle ve mühendis olan babasına özenerek 0.5 uç kullanır. kimisi de sanatsal yönünü gözler önüne sermek istercesine, yazdıklarınızı silmeye çalıştıkça defteri karaya, gapgaraya boyayan faber castell'in bırak kalemdıraşla, testereyle açmayı gerektiren kalın kurşunkalemlerinden kullanır. ve sevgili sınıf arkadaşlarım, şu gördüğünüz adam, emrah, o ise 0.6 kullanıyor. işte, hayatı uçlarda yaşama karizmasının hakkını da o veriyor. alkış! şakşakşakşakşak(daha önceki bir entry'mde değindiğim, derste yanımda otuzbir çeken tarık'ın da bu efekte katkısı yadsınamaz dostlar...)
olm manyak mısınız lan? hiç dinlemiyo musunuz beni, bu herif saçmalıyo muuu, kafayı mı yediii, bi derdi mi vaar, götünde kıl mı döndüü? bak diyolar ki, "aha bu vodvil efendi uzun uzun yazıyo, aslında hiç kimse okumuyo. beton gibi entry'nin arasında bi yerinde bizim kabilemize sövse kimse farkında bile olmayacak". doğru mu lan? hiç sesin de çıkmıyo iki saattir saçmalıyom? valla öyleyse gönül koyarım ha, bak vallahi hatrım kalır. "oku!". bak araya cebrail'i de soktum. ayıp. bu arada emrah denen herifte harbiden 0.6 kalem ve uç vardı. ya yeminle söylüyorum oğlum, hani bugün bi ilkokul beşinci sınıfta derse girip "0.6 ucu olan var mı?" desen, "kim ulan bu eşşoğlueşşek? koca herif, önlüğü giymiş gelmiş" demeden evvel 0.6 uç soruyon diye yatırırlar tımarhaneye, o açıdan haklısın inanmamakta. ben de bilmiyorum nereden buldu, nereden ettiyse deyyus. teneffüste elinde kalemiyle top oynadığını bilirim be. nabacaksam çalıp, ondan bundan uç bile isteyemiyon.
gelelim asıl mevzuya sizi gidi anadolu davşanları. mevzu kendi içinde birkaç alt dala ayrılıyör. nedir efendim, bi ergenlikte bu uçlarda yaşama karizmasını tatmak isteyen prekaziler vardır; bir de koca herif olmasına rağmen ergenliğini aşamamış; aşka, politikaya, aslında genel olarak cümle konuya ve hayata dair kesin sınırlar koyup tartışmaya dahi açmayan, yine bundan farklı olarak giyim kuşam ve hayat tarzıyla da uçlarda yaşayan dürzülerden müteşekkildir. mevzu fena dallanıp budaklandı, iki saat konuşurum ben artık.
açık tondan girelim, ince ince koyulaştırırız. hayatı uçlarda yaşamanın karizmatik bir duruş olduğunu düşünen ergenlerimizde genel olarak dinlediği müziğe göre bir giyim tarzı belirlenir. göt kadar kız çocuğu bülent ersoy makyajıyla takılır, ne bileyim, kimisi punk olmuştur saçı falan garip gureba renklere boyar ya da kazıtır (o da yazın ha. okul vakti eli ağır okul müdürünün tokadından götü yemiyo), emolar bu aralar zaten çok popüler, anlatmaya gerek yok. yaşının gerektirdiği şeylerdir diyerek sakince yaklaşmayı çok isterim. ama bu sakince yaklaşacağım anlamına gelmiyor tabii. sizin ben tipinizi sikiyim.
ayrıca bu bir kısım ergen kardeşlerimizin; doğru ve yanlışın, siyah ve beyaz kesinliğinde yargılandığı bir dünyaları da vardır. kafalarında belirledikleri idolleri ne bok yerse doğrudur, birebir kendi hayatlarında da icra edilmelidir; düşman belledikleri her kim varsa (genelde bu kişi otorite olur, anaydı babaydı hocaydı) onların da yaptıkları tek bir doğru iş yoktur. bu da her sike isyana sürükler bu toros gaplanlarını. mevzuya teğet geçen ufak bir anımı paylaşıcam şimdi seninle, sen de açsın çitlenbik, al:
***
henüz ufak bir veletken, sevimli bi kopil olmamızdan mütevellit beni, ankara'nın yerel bir televizyonunda yayınlanacak olan 23 nisan sabah programına çıkarmaya karar verdi pederle valide hanım. askılı bahçevan kotum, fırfırlı beyaz gömleğim, siyah zemin üzerine beyaz puantiye papyonum ve annemin neden bu modelde ısrarcı olduğunu o yaşta dahi anlayamadığım sağ tarafa adeta bir hınçla yapıştırılıp taranmış saçlarımla 23 nisan özel programı'nın belki de tek eşşoğlueşşeğiydim. bu sırada henüz ergenliğe adım atmış olan sevgili abim kıskandı mı ne bok yediyse, triplerden triplere koşuyor. yok ben gelmeyecem diye bağırış çağrışlar, kapıyı vurup çıkmalar, yolda belde beni yumruklamalar, herif kafayı yedi amına koyim, terör estiriyor.
neyse, verdiler elimize bi tarafında ay-yıldız, öteki tarafında atatürk'ün resmi olan karton bayrağı, 23 nisan şarkısı eşliğinde kameralara sırtara sırtara, haşır huşur sallıyoruz. yaklaşık 15 veledo bu şekilde beklerken beklerken, beni hayatımın şokuna uğratacak o pezevenk çıkageldi: bir palyaço. o saniye altıma sıçtım abi, "anam! palihanço!" bilgisayarını yeni açanlar için söyleyelim, bende oldum olası palyaço korkusu var baba. hani, cidden fobi düzeyinde, gördüm mü saldırmama ramak kalıyo heriflere. anam sen beni bi tedirginlik al. köşede köşede korkudan sikimi tutuyorum. bebeleri sırayla şarkı söylemeye çıkarırken bu palyaço pezevengi, sıranın geldiğini anlayınca anam sen beni zırlama al. lan kıpkırmızı olmuşum, görüntüler falan var, yemin ediyorum gözlerim bile kırmızı. bişey değil, annem "enis televizyona çıkacak, mutlaka izleyin" diye yedi düvele haber vermiş, ailecek rezil olduk. gelen yorumları aktarıyorum:
* ay çocuk işte hayatım, şımarıyorlar, şımarıyorlar, hahayt! (yüksel teyze, anamın gün arkadaşı. senin ben pürneşe hallerini sikeyim)
* onun ben daşşaanı yerim daşşaanı. hani bakıyım çükün de ıstırıyo mu lan? hıhıhıhı.(olmaz olsun böyle amca be)
* ııı, çok hoş, çok hoş. vallahi çok güzeldi, bayıldık. çok güzel bir program oldu gerçekten.(izlememiş pezevenk)
* ben çıksam ağlamazdım.(yan komşumuzun oğlu doğan. hasbelkader bi yerde karşılaşırsak sıçtım gagana doğan)
ulan anı anlatıcaz diye asıl mevzudan sapıyoruz. şimdi program yayınlanırken elbette kamera arada bir seyircileri de alkışlarken, yapmacık yapmacık sırıtırken gösteriyor. kamera 15 kez seyirciye döndüyse her seferinde abim bambaşka triplerde. birinde herkes sırıtırken bu tip tip izliyo (gözünden izlediği yere bir doğru çizersek vardığı yer ben oluyorum amına koyim), birinde sıkıntıdan patlamış dişlerini sıkıyo, birinde yine bişeye isyan etmiş ağladı ağlayacak halde anneme sızlanıyo(ulan aileye bak, güya eğlence programına geldik, her ferdi zırıl zırıl zırlıyo). hani demem o ki, kardeşin farklı bi atraksiyona dahil olmuş, tadını çıkarsana? hiçbir ihtiyacını karşılamaktan geri durmayan, allah var hiç de sorunlu olmayan bir ailenin mensubusun, mutlu olmaya baksana? yok. herkes düşmanı dürzübaşın. yavrum şimdilerde de naif bi herif, vallahi tanıyaman.
***
aslında uludağ sözlük'te ergen bir grubun var olduğundan haberdar değilim dersem yalan olur. bu anlamda, en azından onlara doğru şekilde yaklaşıp yanlışa yönlendirmememizin daha iyi olacağı kanaatini de gütmüyor değilim. hayata dair oluşturdukları yargıların kısa vadeli ve fazlaca değişime uğrayacağının garantisi veriyorum ben. siyasi fikirler babında, bir gün ülkücü, ertesi gün komünist, sonraki gün dünyada bütün olup bitenlerin sorumlusunun yahudi ve masonlar olduğuna inanıp komplo teorileriyle çılgın atarak ergenliğini tüketmiş biri olarak vereceğim tavsiye çok net: asla siyasi bir oluşum, örgüt, dernek -ya da her ne sikimse- içinde fiilen bulunmayın, henüz çok erken, ayrıca ileride pişman olursunuz. sizin yapmanız gereken "tek kitaplı insanlar"dan olmadan, komünizmi de liberalizmi de milliyetçiliği de faşizmi de anarşizmi de okuyarak, teorisyenlerden öğrenmeniz olacaktır. fikirlerinizi kavramlarla boğuşarak oluşturun, birbirinizle değil.
ulan nefret ederim böyle didaktik didaktik konuşan heriflerden de be. yaş aldıkça sikim sokum heriflere dönüyorum galiba. işin bok tarafı, harbiden haklı olmam.
neyse, ergenleri bitirdiğimize göre geçelim ergenliğini aşamamış, uçlarda yaşayan dostlarımızaaa.
bu arkadaşların başlıca özelliği, ne şekilde oluşturduklarına dair zerre fikrimin olmadığı hayat görüşlerine dair hiçbir siki sorgulamıyor oluşlarıdır. sözlükte de sıkça karşılaşıyorum; özellikle siyasi tartışmaların döndüğü başlıklarda büyük bir çoğunluğun düştüğü yanlış, sebeplerin değil de sonuçların tartışılıyor olmasıdır. ve tekrar altını çizerek söylüyorum, sebepleri değil de sonuçları bu denli hararetle tartışan insanlara benim ciddi anlamda tahammülüm kalmadı, okumaktan kaçar oldum.
şunu bilmek gerekir, bütün ideolojik düşünceler de, iktisadi doktrinler de, politik ayrımlar da aslında insan faydası odaklıdır, hepsinin ortak paydası insandır. fakat insancıllığa tekabül ediyor mu, etmiyor mu tartışma o eksende dönmelidir. ama maşallah hepimiz bilim gibi, felsefe gibi, din gibi deryalardan sapmışız, oltalardaki ufacık yemler için birbirimizle boğuşuyoruz. tartışma teması bu şekilde oluştuğu için de taraflar iyice uçlara kayıyor ve kendi tarafının kör bir savunucusu olmak bir maharetmiş gibi sunuluyor. yani nick altında "süper yazar", "ayarlardan ayarlara koşan yazar", "adamın kimyasını siken yazar" yazan her yazarın gerçekten iyi yazdığına siz inanıyor musunuz? ben açıkça söyleyim: sloganist solcuları da, şoven milliyetçileri de, militan dincileri de ve uçlarda olmanın sağlayacağı karizma beklentisiyle, edindiği siyasi görüşün -onun bunun gazıyla- yegane temsilcisi gibi davranmasını tiksinerek izliyorum. bi dur, bi dinle lan. karşındaki ne diyo, ne anlatıyo, anlamaya çalış. sikik bi sözlük köşesinde fanatizm gütmenin hayatına bi katkısı yok, uyandırayım.
siyaset miyaset geç, benim asıl tav olduğum heriflere gel: "hayat götümüzü sikti adamları". vaaay be. vaay koçeroma bak be.
- nooldu?
- hayat götümü sikti abi.
- noldu ki? sebep ne?
- aşk acısı abi.
- başka?
- eee, o. o kadar abi?
- senin ben konçertonu sikeyim.
yahu kardeşim eyvallah, aşk acısını hiç de hafife alıyor değilim. hatta kesinlikle hafife almıyorum; adamın hayatını sikertiverir valla, o konuda rahat olalım. fakat ben, sadece aşk acısı çekmiş olmanın hayatı bu derece ağlak şekilde tekmeleme hakkını vermeyeceğini düşünüyorum. zira telafisi olan bir şeyi, nice acılarla, nice hayatın gerçek ihanetleriyle kıyasladığımda o kadar sakil duruyor ki o yenilmiş adamı oynamanız. erkeklerden yola çıkacağım. medeniyet bazında aşamadığım bir şey var bu anlamda ve bundan da inanın hiç gocunmuyorum. erkek adam, ağlak olmayacak kardeşim. hayatla bir derdin varsa "isyan" edersin; ötesi ağlak, vıcık vıcık bir, bir, kelime bulamıyorum, iğrençsiniz lan. ah muhsin ünlü, zarifoğlu, sabahattin ali, küçük iskender isyan eder, ben onlara başıma taç ederim; tuna kiremitçi, cezmi ersöz, kürşat başar ağlak ağlak zırlar; ben onlardan tiksinirim. işte sana bakışım bu kadar açık, bu kadar net.
hiç sokakta yattın mı mesela? şeyden bahsetmiyorum, hani elinde biran, yazın sikinde, denize nazır bir dışarıda yatmak değil bahsettiğim. kışın ortasında, meşhur ankara ayazında. ben en az 10 kez yattım. mevzuyu dramatize etmiyorum lan, bişey anlatıyoruz. neden yattın, manyak mısın diyeceksin. yahu ne bileyim kardeşim; çocuktuk yattık, aşıktık yattık, sarhoştuk yattık... benim diyeceğim başka. yine kışın sikinde arkadaşımla sokakta yattığım bir geceyi bitirdik, çocuğu otobüs durağına bıraktım, bindirdim, kendi otobüs durağıma yürüdüm. bütün gece bi apartmana sığın, kapıcı uyansın başka apartmana girmeye çalış, kapıyı açama, kapının önündeki paspasta arkadaşınla sarılarak uyumaya çalış, oradan kaç banklara sığın, 16 yaşında bir salak olarak bedenimin ve ruhumun kaldıramayacağını sandığım bir tecrübe. ve sevgili arkadaşım, benim sana o soğuğu, kelimelerle ifade edebilmemin imkanı yok. her neyse, mevzu bu değil. arkadaşımı otobüsüne bindirip kendi durağıma yürürken kafamda sürekli "bi an önce eve gidip sıcak bi duş almam lazım. sağlam da bi kahvaltı yaparım, oooh 2 gün uyucam şerefsizim" düşüncelerini tekrarlıyordum. tam bu esnada, otobüs durağımın hemen yanındaki tüp geçidin ayağında bir kıpırtı sezdim. tüp gecidin ayağındaki boşlukta benim yaşımda bir çocuk, dizlerini karnına çekmiş, üzerine gazete sermiş şekilde uyuyordu: dudakları mosmor... işte ben o gün, empati denen zıkkımı öğrendim. o yüzden, aşk acısı çekiyorum, hayat çok acımasız diye hayatın en acımasız mecralarında gezen adamı, üstelik de bu derece iğrenç bir ağlaklıkla oynamaya devam eden dürzü, "kimse farkımda değil lan, iyi ekmeğini yedik marjinalliğin" diye sinsi sinsi sırıtıyorsan bil ki; seni uzaktan uzaktan izlememi sağlayan dürbünümü götüne sokmak üzere birazdan yola çıkıyorum.
***
velhasılı kelam, hayatı uçlarda yaşamayı karizmaya artı unsur zanneden biraderim, yaklaş, yakından daha karizmatiksin. şrrrak!(kandır, tokadı bas ibneye)
kör, sağır bir dünyadan, hilkat garibesi bir hikaye.
güzel bir kızdı tuğçe. buğday tenli, uzun boylu; o zeytin irisi güzel siyah gözlerine halel gelmesin diye muhafızlar gibi çevrelemiş upuzun kirpikleri ve beline bir ok gibi iniveren dümdüz saçlarıyla, afet-i devran bir karaşın. yüzü her daim güler ve o tebessüm edince dudakları ile çenesi arasında belli belirsiz bir gamze çukurlaşıverir; dünyadaki tüm iyilikler son bulduğunda kopacak olan kıyameti geciktiren de oydu belki. bebek gibi kokması da o sebepten...
iyi bir kızdı tuğçe. iyilik, görev bilinciyle değil de kalpten, bilerek, isteyerek, içinden geldiği için dünyayı katkılamak, insanların yanında olmaksa, evet tuğçe bir iyilik meleğiydi. gıkını çıkarmadan annesinin yardımına koşan, emek yorgunu babasını mütemadiyen iltifatlara boğan babasının bir tanesi, kardeş gibi gördüğü dostunun göz yaşına ortak ve kimi zaman da üç kuruş parasıyla çoluk çocuğu sevindiren neşeli, cıvıl cıvıl, bir peri...
sınıfından fazla dışarı çıkmazdı. arada bir kantine iner, arada bir de tuvalete giderdi. okuldaki ikinci senesinde, yine kantinden bir şeyler almış sınıfına dönüyordu; atilla'nın onu ilk görüşü de o güne rastlar.
atilla yakışıklı bir çocuk. oldukça zengin ve gerek babası gerek arkadaşları gerekse de kızlar tarafından çokça şımartılmış bir genç.
- şşş, şu kız kim lan? oha, ilk kez görüyorum... iyiymiş aga. harbiden çok iyiymiş.
- valla ben de ilk kez görüyorum.
- şşş atilla, sen yaparsın bu kızı haa. jjj, aynen cebellezi moruk. heheheh
araya ortak arkadaşlar sokuldu, tanıştılar, sevgili de oldular. tuğçe, atilla'yı ilk gördüğü anda ruhu titremişti adeta, sonradan olacakların habercisi belki de.
uzunca süre birlikte vakit geçirdiler. her okul çıkışında beraberlerdi ve hafta sonları mutlaka buluşuyorlar, buluşmadıkları günler saatlerce telefonda konuşuyorlardı. aylarca böyle sürdü...
tuğçe fazla konuşmazken, atilla hep hareketli ve girişkendi. tuğçe, bir melek kadar iyiyken, atilla çoğu kez haddini aşıyor, hatta zaman zaman zalimleşiyordu bile. zengin bir kız sayılmazdı. hatta fakir bile denebilirdi. oysa atilla, tuğçe'nin aklının alamayacağı kadar zengindi. peki bu bir çelişkiler erotizmi, zıtlıklar romantizmi miydi? hayır, tuğçe'nin atilla'dan hiçbir beklentisi yoktu ki? bu, düpedüz aşktı...
bir gün "her şeyi sana anlatayım diye yaşıyorum sanki" dedi atilla'ya. atilla anlamamıştı, anlamadığını belli eder şekilde yüzünü ekşitti, başını kaldırmadan bir kulağını onda doğru uzattı. o bu hareketleri yaparken tuğçe sözlerine devam ediyordu: "çevremde olup biten her şey, etrafımda dönen her şey seninle konuşmak, paylaşmak için oluyor sanki. her şeyimin senin olması ne güzel!"
atilla uzun zamandır huzursuz; tuğçe'yse bunu göremeyecek kadar aşık. gülümseyerek anlatıyor: "biliyor musun, benim için bütün duygular sensin. mesela sevinçli bir şey öğrensem, bunu atilla'yla yaşamalıyım diyorum hemen. ya da birinin başına kötü bir şey gelmiş olsa, önce seni düşünüyorum, böylelikle tam derinde paylaşabiliyorum o üzüntüyü. bir şey senin başına gelmiş gibi düşünmesem, hissedemiyorum onu. jean-marc'ın chantal'a aşkı gibi..."
***
atilla dört yaşındayken annesini kaybetmişti. ünlü bir işadamı olan babası, annesinin eksikliğini hissettirmemek için, belki de babalığın bu şekilde icra edileceğini düşünerek her istediğini ona vermiş, sık sık yurt dışı seyahatlerine göndermiş, ara sıra yaptıkları konuşmalarda da onun hayata karşı dişli ve acımasız olması gerektiğini üst perdeden ve ezerek dikte ediyordu. atilla ise gündüzleri herkesi ezen, herkese kötü davranan, parasının açtığım tüm kapılar ardına kadar açılana kadar tekmeleyen bir zalim, geceleri cenin pozisyonunda uyuyan ana rahmine dönme arzusundaki bir zavallıydı.
atilla'nın, çevresinde konuşulanlardan ve çevresindeki insanlardan kolayca etkilenen bir yapısı vardı. uzun zamandır arkadaşları ve sınıfındaki kızların dillendirip durduğu "tuğçe çok güzel kız, senden iyisini bulursa affetmez aldatır" ya da "kız hem güzel, hem çulsuz. paranı yiyor senin, seni kafesleyip paranla neler yapacak kim bilir" gibi sözler aklından hiç çıkmaz olmuştu. tuğçe'ni her hareketi yapmacık, her sözü sinsi planının bir parçası gibi gelmeye başlamıştı. bir yandan "kimse bana oyun oynayamaz!" diye ego patlamaları yaşarken, bir taraftan da tuğçe'nin başka biriyle olma fikri onu delirtiyordu. her dakika bu huzursuzlukla baş edemez hale gelmiş, saplantıları uykularını da esir almıştı.
birkaç gün sonra tuğçe'yi arayıp, babasının cuma günü bir yurt dışı seyahatine çıkacağını ve geceyi beraber geçirip geçiremeyeceklerini sordu. özel bir gece olacaktı.
tuğçe çok heyecanlanmıştı. birileri görür diye dışarıda rahat rahat öpemediği adamı, kimseye hesap vermeksizin öpebilecek, uzun uzun sarılıp kokusunu içine çekecek, göğsüne yatıp izlemeyeceği bir filme göz ucuyla bakacak, belki bir kadeh şarap içip başı da dönecektir, kim bilir? hemen annesinin yanına koştu, kedi yavrusu gibi tüm şirinliğiyle yaklaştı:
- anne, cuma günü ayşen'in doğum günü varmış, gidebilir miyim?
- babana ne deriz kızım?
- ya söyle işte ayşen'de kalacakmış de. hadi bak atilla da geliyo, bişey olmaz.
- iyi hadi hadi ben hallederim babanı tamam.
***
büyük bir ev. tuğçe şimdiye kadar hiç bu kadar büyük ve şık bir ev görmemişti. hayran hayran her köşesine bakıyordu, fakat onu bu kadar mutlu kılan güzel bir evin içinde dolaşmak değil, sevdiği adamın her gün buraları adımlıyor olmasıydı onu bu denli istekle bakmaya teşne kılan.
atilla yine huzursuzdu. bir şey bekler gibiydi. oturduğu yerde düzenli olarak dizini titretiyor ve tuğçe'yi dişlerini sıkarak izliyordu. bir süre böylece sessiz oturdular. sonra, tuğçe'nin bir sözü akşamı ve sessizliği karnından boynuna dek yırttı: "ne kadar güzel! işte benim kocamın evi de böyle olmalı!"
tuğçe, bu güzelliği atilla'ya ve atilla'yı bu güzelliğe layık görürken; o ise pek tabii yanlış anlıyor, "tuğçe'nin gözü paranda, senden iyisini bulur bulmaz basar tekmeyi" sözlerini hiç bu kadar yakından duymadığını düşünüyor.
atilla, "demek öyle, demek senin kocanın böyle bir evi olmalı" diye söylenerek sakince mutfağa yöneliyor. tuğçe, tam olarak dediklerini duymamış olsa da sevimlice gülümsüyor ona. tuğçe: çok yanlış zamanda, çok yanlış bir yerde...
atilla elinde büyük bir bıçakla salona giriyor ve "orospu!" diye bağırarak tuğçe'nin gırtlağına savuruyor bıçağı. daha önce kimseye yumruk atma cesaretini bile gösterememiş olması sebebiyle gırtlağa isabet ettiremiyor, tuğçe'nin sağ kulağına geliyor o soğuk bıçağın darbesi.
sessizlik...
ağrılı... derin bir sessizlik...
tuğçe: çok yanlış zamanda, çok yanlış bir yerde; anlıyor... fakat atilla'nın ikinci vuruşu boynunu baştan başa yırtıyor. tuğçe'nin kalem gibi parmakları çaresizce titriyor, gırtlağından gelen hırıltıdan başka ses yok, gıkı çıkmıyor. kan fışkırdıkça daha bir zevkle vuruyor bıçağı atilla, "kimse benimle oynayamaz" diyor, "kimse benimle oynayamaz"
güzel başı, gövdesinden ayrılmış, öylece yatıyor tuğçe. bir annenin kefene sarılmış cansız bedeninin mezar dedikleri bir kuyuya savruluşu gibi, ya da bir babanın çaresiz ağlayışı gibi, iyinin yenildiğini haykıran bir sahne.
atilla biraz sakinleştikten sonra babasını arıyor:
- baba. baba, tuğçe'yi öldürdüm!
- ne? ne diyorsun oğlum?
- tuğçe'yi öldürdüm baba.
- nerdesin şu an?
- evdeyim. evde öldürdüm tuğçe'yi. bana oyun oynadı.
- sakinleş. sen iyi misin? hemen birini gönderiyorum ilgilensin. ben de hemen dönüyorum türkiye'ye. iyi misin sen?
- iyiyim. iyiyim.
- merak etme oğlum, hallederiz. hallederiz.
halletti de.
***
tuğçe, güzeller güzeli bir bahçede uyandı. hemen ötede annesi ve babasını görüp yanlarına koştu. annesinin melek kokusunu içine çekerken, babasının ellerini tutuyordu. tuğçe, bu güzel bahçede, hiçbir şeye özlem duymuyordu...
(herkesin başına gelebilecek bir hadise için "ailesi kızına sahip çıksaymış" diyebilen zalim devlet büyüklerine, hatırana zerre saygı göstermeyip seni çıkarları için kullanan medyanın iki yüzüne, katilini koruyan kollayan cümle lanet olası yüreksiz ve onursuza, orada burada "parası için cem'le birlikteydi zaten" diye söz kusan orospulara ve sana kıyanlara inat, huzurla uyu güzel münevver...)
- uludağ sözlük'ün eğlence ya da fikir tabanlı tartışmalarda türk internet kullanıcısı için bir başvuru kaynağı olmak, kısacası büyümek gibi bir iddiası var. ben bunun yolunun, yazarlarını yüceltmekten geçtiğine inanıyorum.
fazla evirip çevirmicem birader, misalen ekşi sözlük'e bakıyorum, itü sözlük'e bakıyorum, uzun süredir "x yılının en beğenilen entry'leri" istatistiği tutuluyor. açık açık söyleyim kıskandım abi. yani herhangi bir yazarın verilmiş emeğinin hakkının daha şık bir teslim edilme biçimi ya da sözlükte yeteneğiyle parlayan yazarın daha keyifli bir onore edilme şekli olabilir mi? bu, hem sözlük açısından yazarı bağlayıcı ve motive edici bir etken olurken, aynı zamanda sözlüğü dışarıdan takip eden kitle için de bir merak kaynağı olabiliyor.
sözlükle bağımlı ve sözlükten bağımsız yazması teklif edilen bir kişi olarak, bunun meslekî yönüne de dikkat çekmek isterim. sözlükler, yazı tabanlı oldukları için kısaca basın-yayın ve reklamcılık çevresinin de bu sivrilen yazarları takibe aldığı oluşumlardır. sen yazarını yücelteceksin ki, karşılıklı çıkarlar doğrultusunda hem senin sözlüğünün reklamı yapılsın, hem yazarını pazarlama şansı yakala. sabahları 300 kişinin izlediği, bunun yarısına da sinirden ekranı dişleten mesut yar'dan, belki bir gün uludağ sözlük'ten bahseder diye medet umarak mı reklam yapmayı düşünüyorsunuz? yavrum benim.
allah aşkına bi bak, piyasadaki mizah yazarlarından neyimiz eksik, adımız kültür bakanlığı'nın onayladığı bir mecmuada anılmıyor diye mi bu yerelleştirme tavrı? elimde fırsat olsa, şu sözlükte benim kriterlerime göre kaliteli mizah yapan adamları toplayıp bir mecmua bastırsam ve türk mizah tarihine geçecek bir alternatif oluşturmazsam adam değilim. gel gör ki sermaye yok amınüm. hala abisine araba aldırmak için götünde gezen ve her atağı "sigarayı bırakırsan" şartıyla savuşturulan emekli öğrenciyim neylersin. nasıl koyuyo bilemezsin. daha 15-20 sene evvel evde kan ter, hırs yaldır güreştiğim herif, vay efendim "sigarayı bırakırsan alırım", yok babayın şarap çanağına sıçıyım "bu aralar çok mu para harcadık enis?" noluyoruz olm? lan bişey değil, şu yaşa geldik hala karıyı kızı evine taksiyle bırakmacalar bilmemneler, taksicilere verdiğim parayla altıma en kralından bi tane çekerdim evliya çarpsın. bi de kapının önünde arabaya yaslanarak, cigaramdan bi fırt çekip abimin sıfatına sıfatına üflerdim. sonra para istemek için yine kul köpek olurdum herifin götünde o ayrı.
***
- hoovv. vauuv. abime bak bee. nerdeyse benim kadar yakışıklısın lan?
- nooldu, sigara üflüyodun?
- olur mu abim şaka onlar. hiii. adama bak bee. adamıma bak bee. ulan nur akıyo adamın yüzünden. mübarek evliya mısın veliyullah mısın anlamadım gitti. git bi maske mi takıyon peçe mi takıyon nurdan yüzüne bakılmıyor abim. hadi git gel ben bekliyorum burda seni abim benim.
- ne istiyon enis?
- abiciğim bi karı meselesi var da hani bi 100-150, çıksan bişeyler?
- sigarayı bırakırsan veririm.
- aha gözünün önünde yırtıyorum paketi. bak, aha, bitti, bıraktım, lanet olsun sigaranın allah belasını versin.
- siktir lan, maltepe mi içiyosun sen? adam maltepe paketi kırıyo yaa, yedik biz de..
- abi bak şu an kırgınım. yani bana yalancı.. yani bak, şu an kırıldım sana. aha şu gözümden yaş geliyosa sebebi sensin.
***
demem o ki benim, piyasaya, bu güzide oluşumun güzide yazarlarından müteşekkil bir ürün vermem mümkün değil. bunu da yazarını pazarlayarak, hadi böylesi bir sorumluluk görevleri dışında kalsa da, en azından yazarın emeğinin hakkını teslim ederek(köstek olmayarak) sözlük yönetimi sağlayacak. yani cidden merak ediyorum abi, adam gibi işlerle uğraşılacağına, neden oturup boş bakınız boyuyor bu adamlar?
şimdi bu işin goygoy kısmıydı, biraz da başka yönüyle ele alalım, bu vizyon meselesini.
bu sefer hareket noktam "gelişmeler" aparatının kullanımı. sözlükler, ister mizahi, ister politik, ister pornografik, konu sınırlaması olmaksızın bilgi edinilen platformlardır ve içerik olmasa da tartışılan şeyler ya da en basitinden tartışmak olgusu evrensel olmalıdır. ve mesele evrensellikse, çoğunluğa hitap etmek ya da çoğunluğun dümen suyunda hareket etmek diye bir şey sözkonusu olamaz.
bunu tamamen siyasi görüşlerimden bağımsız olarak söylüyorum, gelişmeler'de sözlük yönetimi adına açıklama yapılırken eğri, doğru, hakim ya da azınlık; herhangi bir ideolojiyi, ideolojik yapıyı çağrıştıracak ifadelerden kaçınılması gerekir. bu anlamda "ne mutlu türk'üm diyene!" sözünü hepimiz felsefemizle örtüştürseydik burası yazarların taraflı, yönetimin tarafsız olması gerektiği uludağ sözlük değil, kemalistler.net falan olması gerekirdi. e madem politik duruşunu gözümüze gözümüze sokmak istiyorsun, hakim ideolojiye aykırı bütün entry'leri de sil? silsene olm. silemiyorsun, çünkü tarafsız olmak zorundasın. burada türk ceza kanunu'na aykırı içerik bulundurmadığı müddetçe kürt milliyetçisi de yazacak, komünist de yazacak, türk ırkçısı da yazacak. yazar kimliğinle istediğin ideolojiyi, istediğin üslupla savun, ama gelişmeler'e yazarken tarafsızlık gömleğini giymek mecburiyetindesin. ya da ne bileyim, işte dini bayramlar meselesi. yahu bu memlekette müslümandan, hristiyandan, museviden çok deli var, allah'ın günü yakın lan o zaman o gelişmeler ışığını. işin taşağı bi tarafa, bayram kutlama sevimliliği ya da suretihaktan görünmek ikiyüzlülüğü yerine gerçekten sözlüğü alakadar eden meseleler olduğu zaman gelişmeler ışığını yakmaları gerektiğini belirtmek isterim.
ha bu arada şunu da yazarlarımıza belirtelim. moderasyonda herhangi bir fert, dur lan bugün cumhuriyet bayramı, hemen gelişmeler'e bi yazı döşeniyim dur, demez, ortak karar alınır, gelişmeler'e yazacak kişi belirlenir, o yazar. yani kurban bayramı'nı, hanuka'yı ve noel'i kutladı diye kucaktan kucağa gezdirip mıncırdığınız july4th ile "ne mutlu türk'üm diyene" yazdı diye itin götüne sokup çıkardığınız rs ne la arasında bu anlamda hiçbi fark yok. ben komple moderasyonu itin götüne sokalım diyorum.
benim sözlükten maddi anlamda herhangi bir beklentim olamaz. para beklentim yok, reklamlardan değil yazarlar, modlar bile kuruş kazanmıyor; arkadaş beklentim yok, yeterince kalabalığım zaten; e karı kız kovalayacak halimiz yok, onlar zaten kovalıyor (hehe), ben yalnızca sözlüğün daha kaliteli, daha geniş kitlelere hitap eden ama yine moderasyonun ipini koparanı yazar yapmamak gibi önemli bir sorumluluğu üstlenerek kısmen elit bir kitle yaratması gerektiğine inanarak, uludağ sözlük'ü seven biri olarak fikirlerimi, yanlış gördüklerimi belirttim, hatalıysa aradım, baban değil alınteri.
bir de sildikleri yazarı, bir başka nickle aynı nesilde yazar yapmak gibi (ulan niye sildin o zaman) ya da yazar alımını 1 ay durdurup bir gece aniden, üstelik de hiç reklam yapılmamışken "yeni yazarlar alıyoz baba, adını da altıncı nesil koyuyoruz" (bi bekle durul ya, üç senede altı posta yazar aldın, üstelik de yazar alımını toplasana 2 ay kapalı tutarak. bi faydasını gördün mü?) demeleri gibi türlü akıl fukaralıkları da elbette tartışılmaya muhtaçtır.
ve ayrıca moderasyondan herhangi birini tanıdığım konusunda bi fikrin varsa o konuda da yanılıyorsun dostum. bir tanesini görmüşlüğüm, moderasyonla alakalı işler dışında muhabbet etmişliğim, seslerini duymuşluğum, sesimi duyurmuşluğum yok. ha bi kere sözlüğe giriş yaparken şifreyi kabul etmediydi, zall'a mesaj attımdı, "ismail, sözlüğe giriş yapamıyorum birader hata veriyo bi el atıver. birisi ele geçirdiyse şifreyi yanarız alimallah, seni hapse atarlar, july'yi ekmeğin arasına korlar, beni sikerler" mealli bi mesaj atmıştım, herif saniyesinde aradıydı abi göt korkusundan. demem o ki,
- alo, ismail naber?
- aaa, ne tok sesin varmış?
- he? ha olm, ses tok da, şifreyi kabul etmiyo bu ya. giremiyom sözlüğe.
- caps lock açık kalmış olabilir mi?
- (anaa bildi lan, dur gerizekalı olduğum belli olmasın) yok, hayır, bak giremiyom. aha bak, ı ıh olmadı. ismail giremiyom yardım et.
gibi ancak iki manyağın girebileceği bi diyalog dışında hiçbi konuşmuşluğum da yok, yani arkadaşım falan değiller. bunları; bu adam moderasyonla yakındır, o yüzden moderasyon anlayışında değişiklik olması gerektiğini rahatça dile getirebiliyor fikrinin tam tersine, bunun bir yazar özgürlüğü olduğunu hatırlatmak yolunda önayak olmak istemem sebebiyle belirtiyorum.
"e beğenmiyorsan sözlüğü siktir git" diyen de olabilir. gitmiyorum lan. gitmiyorum bülbül siki. hatta sırf sen git dedin diye gitmiyorum. sözlüğe erişim engellense bile, senin inadına günde 3 saat oturup cinsel kimlik bunalımındaki pedofiller gibi bi yandan makyaj yaparak "bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir" yazısına bakıcam. ta ki öz anam tarafından polise ihbar edilene kadar.
ondan sonra da vay efendim vaudeville for vendetta çok sinirli adam, çok asap sahibi adam. naah sinirliyim! yarrak asabiyim! delirt delirt ondan sonra, vaudeville sinirli. olum ayıptır söylemesi, bi entry giriyoruz, sağolsunlar yazarlarımız teveccüh gösterip oyluyorlar. lan oyluyolar da bir tane mesaj gelmiyo arkadaş. atan da haftanın son günü "ya abi, şimdi sana yüzlerce mesaj gelmiştir ama tutamadım kendimi, entry'nizi beğendim" diyor korka korka. hayır olum, ilk mesajı sen attın ekmek mushaf çarpsın. gitme olm, arkadaş olalım. beni de aranıza alınsanız ya ibneler, niye dışlıyonuz?
neyse çok uzattık. sözün özü; ben, sözlük yönetiminin hedeflerini büyütmesi ve bu yolda bilgi kavramına ve onun yönetimine daha evrensel bakış açısı oluşturması gerektiğine, kendilerine çevre tarafından yüklenmiş kimliklerden (türk, müslüman, dinci, komünist, aşkım ve sair) arınması gerektiğine; bunun, sözlüğün yolunu açacağını, böylelikle daha çok kişiye hitap edeceğine inanıyorum. yanlışsam yanlışsın de zall biraderim.
- hı? ha? abi uyuyakalmışım ya, ne dedindi en son, ne dedindi bişey dedindi?
- ohooo. adam altın gaflet uyku ödüllerini toplamış bile. sanki başçavuşun eşşeği ossuruy.. alloo, hiç olmazsa kalk da samba yapalım diyorum amına koyim.
ütopyadan distopyaya doğru işler; iyilerin dünyasında tersinedir.
hani filmlerde dizilerde izleriz ya, herkesin birbirinin evine rahatlıkla girip çıktığı; çocukların envai çeşit oyunla oyalandığı, yaralandığı, sevdiği, ağladığı, kavga ettiği; gencoların en kabadayı masumiyetlerini nefeslendiği; babaların akşama doğru gelip topyekun mahallenin nümayişini evlere süpürdüğü; sünnetinde düğününde davete cümleten icabet edildiği mahalleler vardır hani. benim mahallem... tipik memur mahallesiydi; ankara'nın geçmişte kendine dönük, şimdilerdeyse hakkıyla etini pazarlamaya teşne bir semtinde film karesiydi mahallem. şimdilerde varoş olmakla övünen insanlar görüyorum; oysa ki varoşluk çarpık kentleşmeyi, eğitimsizliği, arabesk zevkleri ve hatta çoğu zaman suçu çağrıştırır. tek bir gecekondunun ve neden göçtüğünü bilmeyen zerre adamın var olmadığı, babaların evlatlarına dair tek hayalinin kendileri gibi orta sınıfa dahil bir beyaz yakalı olarak görmek olan, allah'ın günü börek açıp pasta yapan annelerin olduğu bu yer, elbette ki varoş da değildi.
çocukluğumda kapısını tekmeleyerek su istediğim sevim teyze'nin bir avuç çağla uzattığı sıcacık elleri, ergenliğimizde, tepemizde en harbi fırtınaların estiği o bin nevi sevdaya meylettiğimiz o vakitler eline oklavayı geçirip "çok gürültü yapıyorsun, müziği kıs" diyerek tavanı dürtükleyen almancı'nın ellerinde ılıyor; son kertede selamsız şehir insanlarının artık tokalaşmaktan dahi imtina etmesiyle iyiden iyiye buz kesiyordu. bu tersine evrim bizi de maymunlaştırıyor, donuklaştırıyor hatta o beğenmediğimiz pragmatik, işkolik ve duygusuz robotlardan biri haline getiriyordu. bugünlerde yaşadığım bir hadiseyle kafama dank etmiş, çokça da acıtmış mevzudur esasen.
birkaç gündür devam eden üniversite bahar şenlikleri dolayısıyla konser konser sürtmece, içip sıçmaca abi, vukuatımız bu. yine bu şenliklere gittiğimiz bi gün, oturup paşa paşa içerken yaldır yaldır yağmur yağmaya başladı, bizim için de gecenin nispeten erken sonuçlanması demekti bu illaki. neyse baba, döndük eve, kafa inceden kıyak, tekmeliyorum kapıyı. küt, karının teki açtı. oğlum anam falan değil, bildiğin bambaşka bi karı:
***
- minig guuuuuuuuş!!!
- anaaam, çarpıldık. taşlanan ve kovulan şeytanın şerrinden sana sığınırım. rahman ve rahim olan allah'ın adıyla! sen kimsin kadın?
- minig guuuuuş! emeeel, özleeeem, gelin gelin minik kuş geldi minik kuş!
- ayol bunun minik kuşluğu mu kalmış anne?
- kız anne, aaaaynı riç.
- (piç mi? senin tevellütünü sikerim) ne?
- oğlum ismet teyze'ne hoşgeldin desene.
- kim?
- beni hatırlamadın mı minik kuş? hani kan ter içinde kapıya gelirdin su isterdiiin, ben poğaça yapardım sıcak sıcak abinle sana getirirdiiiim, ondan sonracığıma sen hani seyhan'ın kızıyla bizim evde öpüşürdüüün, böööyle güzel güzel yiyişirdin. oh ne de güzel yiyişirdiiin. oh oh. bir bilsen ne de çok özlüyorum o seks dolu günleri.(heheh, sonları direkt karıya iftira da, hakikaten ilk seni öpmüştüm be betül; 5 yaşında...)
- aaa bildim bildim, ismet teyzeee. kusura bakma ben biraz şeyim de.
- ay anne minik kuş deyip durmasana koca adam
- yok yok desin abla ya. minik kuş he? hehehe.
fil evladı gibi de hatırlıyorum; seslenişi bile aklımda ve o asla yemediğim maydanozlu poğaçalarının, şimdi bile sikseler ağzıma koymayacağım sütlü irmik tatlısının tadı da.
***
ulan ne rahatlıkmış be, şimdi olduğunu düşünemiyorum bile. 11 yaşındaydım, annem o gece teyzemde kalmış, sabah beni "hadi okula git" demek için aradı, "tamam hazırlanıyorum" demenin akabinde yatağa aynen koşuzladım abi, hesapta okulu kırıyoruz. birkaç saat uyuduktan sonra büyük bi keyifle kalktım, elimi yüzümü yıkadım, kahvaltı yapmak üzere mutfağa doğru gidiyorum. o vakitler bir sebepten buzdolabımız koridordaydı, bir şeyler almak için dolabı açtığım sırada arkamda bi hareketlilik sezdim, dönmemle abimin uykulu sıfatıyla karşılaşmam bir oldu. ulan abimin okula gittiğine ve evde yapayalnız olduğuma kendimi öyle bi inandırmışım ki. hadi onu siktir et, dönem itibariyle paso cin peri masalları anlatıp sabah akşam birbirimizi korkutuyoruz. biraderin sıfatı görür görmez aklımı yitirmeme ramak kaldı abi, ulan dedim bizim herifin kılığında cin bastı haneyi, vallahi o deve yaşımda inandığım şey bu. benim ellerin ikisi de avuçları öne bakma suretiyle havaya kalkık ve korkudan sağa sola sallıyorum, suratta ağlamak-delirmek-yumurtlamak arasında bir ifadeler karışımı, ağızda "abiiiieeee, allaaaah, abiie, hıaaaah, git laaaaan" haykırışları hakim. abimin bi gözü kapalı ve hadiseyi anlamaya çalışıyo, söylediği tek şey de tipime baka baka sakin sakin: "nooluyo lan?"
sen o korkuyla dal taşak (bi tek şort var) merdivenleri sekizer onar zıplayarak sokağa doğru koş, koşarken yavaş yavaş "ulan bu herif okula gitmemiş olmasın benim gibi anamın yokluğundan istifade" düşüncesi kafaya yerleş, ayağındaki daşı doprağı temizle. değinmek istediğim ve bugüne nazaran enteresan olan da, mahallede kimsenin "bu pezevenk napıyo" diye bakmamasıydı, evet normal şartlarda da sokak ortasında dal taşak ve ekseriyetle deli divane koşanlar bizlerdik.
madem başladık hikayeyi de bitirelim. götün götün ve kapıda dikilen kişinin abim mi, yoksa abim suretinde eve musallat olmuş bir cin mi ikileminden tam manasıyla sıyrılamamış vaziyette merdivenleri çıkarken ilgili kişinin hala bir gözü kısık, saçları hala dağınık ve ağzından çıkan tek söz hala "noluyo lan?"dı. mevzunun bi de abim gözünden olan tarafı var tabii. adam diyo ki "lan annem gelmeyecek diye akşama kadar uyurum dedim, bi tıkırtılar bişeyler duydum, kalktım noluyo diye. baktım bu da gitmemiş okula domalmış domates hıyar topluyo sebzelikten. herif arkasını bi döndü, eller titriyo, sıfat saniye saniye değişti. aha dedim ben uyurken adam delirmiş. lan bi de yüzünü yıkamışsın ya, ben onları ter sandım. delirerek terliyon sandım." hahah lafa bak, delirerek terliyon sandım. abimin hayal dünyasının gerçekten hayranıyım.
sonraları birilerinin tayini çıktı, kimilerinin çok uzak semtlerde kooperatif taksitleri bitti derken, biz de yavaştan büyüyor ve her şeyden ölesiye nefret ederken, en olmadık şeye de ölesiye tutuluyorduk ya. düğümü gevşese de mahallenin ağzı daha açılmamıştı, daha da güzeli henüz masumiyetimiz saklıydı içinde. birkaç ay olmuştu binbaşının kızı müge, üst kata taşınalı. çok garip bi iletişimimiz vardı müge'yle. birbirimizle oturup hiç konuşmadık ama paso kaçamak bakışlar, kapıda karşılaşıldığında çatlayan ve titreyen sesimizle "günaydın/iyi akşamlar" deyişimiz, biz janti façayla arz-ı endam ederken onun pijamalarıyla, o allanıp pullanmışken bizim donumuz götten el aman vaziyetteyken karşılaşmamız. hani tatlı da bir telaş, yalan yok. belki bahtsızlığımızdandır, müge'yle aynı okulda okuyan bir arkadaşım vardı, bize geldi bir akşam ve balkona çıkıp yanımda telefona sarıldı, gevrek gevrek konuşuyor. tahminen diyalog şu şekilde gerçekleşti:
- alo, naber müge?
- iyidir senden?
- iyi. tahmin et neredeyim?
- bilmem?
- sizin bi kat aşağısı. enislerdeyim.
- ha şu yakışıklı çocuk mu?
- (bozuldu. sebebini sonra anlayacaktım) evet, o yakışıklı çocuk. neyse, öyle bi sürpriz yapıyım diye aradım.
- peki sağol aradığın için, görüşürüz.
- hadi görüşürüz iyi geceler.
ulan gazı aldık biz tabii, yavaştan çocuğu işliyorum ilerleyen günlerde. mevzunun içinde ben varsam, hadisenin normal seyretmesi mümkün mü? her hareketimiz faul, her topumuz falso ve elbette yine ofsayt:
- lan şu müge çok güzel kız di mi?
- eeeeh yeter be. bambambambam, güzel kız güzel kız. yeter. bambambambam, başka bişey demiyon.
- ne bambam lan? ne diyon olum? bambam ney? güzel dedik bişey mi dedik?
- seviyorum olum ben o kızı bi senedir. mektup yazdım.
- (hasiktir. eyvallah. boğaza yumru otur) heheh, mektup mu kaldı lan bu devirde hehe. olm şeyapın, okulda konuşsana.
konuştu arkadaşım, olmadı. bize de şu gün, hemen burada, hangi karıyı yesek diye birbiriyle savaşan arkadaşlara inat, belki safça ama ne şartta olursa olsun arkadaşının kadın gözüyle baktığına kadın gözüyle bakmamanın masumiyetini, o mahallenin çocuğu olmanın mirası belki çağdışı kararlılığımızı temizliğimizi yad etmek düştü. fazla durmadı binbaşı. yıllar sonra müge'yle aşti'de karşılaştık. yakışıklı bir çocukla el ele yürüyorlardı, göz göze geldik. bense "sikerim aşti insanına yaptığın karizmayı, bayılmak üzereyim lan sıcaktan" diyerek serin bir duvar dibine vermiştim götü en sefil halimde. biliyorum ki bir gün güzel bir kızla el ele yürürken yine karşılaşacağız müge'yle ve ben onu en pespaye haliyle izleyeceğim. bu arada sırtımı verdiğim duvar da mescit duvarıymış sonradan gördüm, karı dilenci sanmadıysa iyi. heheh.
ha şehirleşen, şehirleştikçe yozlaşan, "para"lanan mahallelere istisna oluşturacak yerler hala var, yok değil. bir vakit, nicedir memleketinde misafir etmek isteyen arkadaşımı bir şekilde geçiştiriyorduk fakat son tahlilde davete icabet etmek gerekliliği doğmuştu artık, kırmayalım hesabı. ulan adana. yazın siki. bizim güneye gitmemiz senede bir, onda da en kabadayı bir ay kalıyoruz, üstelik de otel gibi gayet steril bir ortam. e doğma büyüme ankara çocuğuyuz, belgesellerden afrika'yı izleye izleye sıcak memleketlere dair bi önyargımız oluşmuş. otelde değilsin, götün açıkta yataman, maymun mu kurcalar, samur mu yoklar bilemen. en küçük böceğinden en taşaklı hayvanına mahlukatın kervanı cemiyete bir numaralı düşman amına koyim. lan bitki bile ambiyansa ayak uydurmuş adam yiyo sen ne hikayesinden bahsediyon? sağolsun, tek tek yataklarımıza cibinlik asan kadınlar ve tam da söz verdikleri gibi kuzu çevirtip boğma rakı açan adamlar üzerinden fikrime istisna bir ceyhan mahallesine selam durmadan geçmek olmaz.
mevzuyu toparlayaylım agalar. çürümeler yozlaşmalar selamsızlıklar samimiyetsizlikler hileler ve hurdalar, tepeden, en yüksekten değil; senden benden mahallelerden başlıyor, semtlere, şehirlere ve ülkelere sıçrıyor. "iyi akşamlar" diye girdiğin bakkalda "aleyküm selam"la, "selamun aleyküm" diyerek selam verdiğin kasapta "buyur arkadaşım"la karşılaştığın bu tahammülsüzlüğe bir bak. mahallene bak. çocukluğunda yatağında yattığın hacı amca'ya, yemeğini yediğin yahudi mahir'e, suyunu içtiğin alevi zarife teyze'ye bak. şimdi de kaldır başını en basitinden sözlükte tartıştıklarına bak. siyaseti teorisyenlerden değil, sahtekar politikacılardan öğrenmiş; dini, alimlerden değil yobazlardan öğrenmiş; sorgulamayı bilim adamlarından, filozoflardan değil, militan sosyal virüslerden, komploculardan öğrenmiş haline bak. hayatını bu topraklara ve halkına adamış bir güzel adamın bir kolpa milliyetçi tarafından haince sırtından vuruluşuna, ama doğru ama yanlış hayatını devlete karşı olanlarla mücadele etmeye adamış bir adamın aynı devlet tarafından öldürülüşüne uyan sonra. neyin kavgasını verdiğini gör ve düzeltmeye kendinden, mahallenden, sözlüğünden başla. çünkü bu anlamsız kavganın ve tüketen evrimin çıktığı tek nahiye var; hiç acısını ölesiye tattınız mı:
sonra, bir sokağa dönüyorum. sonsuz. köşe başında birkaç serseri, şarap kokan nefeslerini ellerine bırakıp bana bakıyorlar; gözlerinde hayranlık, öfke, belki de şaşkınlık; ilk kez kendilerinden yenik bir adam görmenin verdiği. sol yanımda bir kapı açılıyor, yangınlı ağlama sesleri, pişman sessizlikler, kuran okuyor yıllanmış bir ses. ev, ölüm kusuyor. hemen ötede udi ali nahit bey, ruh üflüyor sazına, yine dertli.
bir şehre giriyorum, soğuk.
bir sokağa dönüyorum, sonsuz.
serseriler, ölüler, bir de çok dertli adam...
yas saplıyor göğsüme.
birden kar başlıyor.
bilir misiniz? ilk kar, hep benim omzuma düşer.
şimdi, inceden oynak bir hüzün giriyor koluma,
ve ben, her şeye rağmen seni seviyorum.
sonra, bir başkasını öptüğün geliyor aklıma,
affetmiyorum;
kar, af dilemesidir ankara'nın...
***
ah ulan. birkaç bakış ve bir nazar. gel kucağıma anlatayım sana:
bu popstar tarkan'ın kızkardeşiyle, kuzenimin dayısı evlendi birkaç sene evvel. ayrıca bu "kuzenimin dayısı" kısaltmasını bulana kadar iflahım sikildi haberin olsun; derdim elbette "tarkan'la hısım olduk aga"yı satmak değil, yemişim tarkan'ı, "şimdi benim yengemin, dayımın eşi olan yengemin, kardeşlerinden en ufak olanı, ki kendisi erkektir, tarkan'ın kızkardeşiyle evlendi abi. ki adı mahmut'tur. hayır kızın değil, damadın adı mahmut'tur. mahmut-tur.(batar o şirket)" diyemezdim herhalde. neyse abi, önce evlenme dairesinde nikah falan kıyıldı, inanılmaz bir kalabalık ayakta takılıyor. herkes tarkan'ı çevrelemiş, kimi fotoğraf çektiriyor, kimi muhabbet etmeye çalışıyor, kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela. o kalabalık arasında eski sevgilisi bilge öztürk'le gözgöze geldik, sevimli sevimli gülümseyerek bakıyor, ben de ona gülümsüyorum, birkaç saniye uzaktan kesiştikten sonra, biraz yaklaşmaya karar verdim. tam bu sırada üsküdar belediye başkanı mı, ümraniye eski belediye başkanı mı ne hatırlamıyorum şu an, sıradan herkesi selamlarken beni de yakaladı ve ensemden tutarak zorla kafa tokuşturdu. herif beni resmen düğünün eşşoğlueşşeği etti karının gözünde. hemen ardından teyzem arkamdan "hadi oğlum resim çektirsene tarkan'la aaa" diye diye iteleyerek karizmayı eşittirin diğer tarafına atmakta tüm azmini ortaya koyuyordu. teyzemin ısrarlarına dayanamayıp çektirdiğim fotoğrafın ise, bir dönem tarkan'ın eşcinsel ilişkiler yaşadığı dönemki fotoğraflarından zerre farkı yok baba. resmen herifi soldan soldan fordluyorum, bir de dönüp tip tip kulağını izliyorum fotoğrafta. köpek taşağı gibi. nefis.
nikahtan birkaç saat sonra yalnızca özel misafirlerin davet edildiği bir yemek verildi. taşak muhabbetiydi, goygoydu vakit geçirirken ilerleyen saatlerde aniden bir palyaço çıktı ortaya. ve bana "şu sefil alemde en çok tırstığın şey nedir azizim? he mi?" diye sorsalar vereceğim cevap palyaçodur abi. neyse, palyaço aniden hoplaya zıplaya masamıza geldi ve abimi öpmeye başladı. palyaçoyla abim çılgınca öpüşüyorlar, tüm davetlilerin önünde geniş geniş yiyişiyorlardı. öf iğrençmiş. aman haco, dünyada en çok neden tırsarsın diye sorsalar, "bir palyaçoyla abimin yiyişmesi" diye cevap veriyorum bundan sonra. neyse, palyaço ciddi ciddi abimi öpüyordu ama, kucağına falan çıkmaya çalışıyor, serseri midir, sapık mıdır, ne midir? kafası mı güzeldi ne boksa, ite kaka siktir ettik iti.
sonra babam çarptı gözüme. ulan vakti evvel abim odasına rüştü reçber'in posterini astığında, "lan galdırın şunun resmini şukrü müdür nedir, görünce cinlerim depeme çıkıyo" diyen (abim de çizmiş kafayı, insan niye rüştü'nün posterini asar ki lan? babamın haklı rüştü tepkisine karşılık otuzuna merdiven dayamış herif "anneeeeeee, ya şu babamı alsana odadaaan" dediydi), sibel can'ın kocası sulhi aksüt'ü televizyonda görünce, "ulan şu herife de uyuz oluyorum, sulhu mudur, sulfu mudur?" diyen, "ertuğrul bey, ergenekon olayları hakkında ne düşünüyorsun?" sorusunu "eee, tencere dibin kara, seninki benden kara demiş atatürk" gibi her boku harmanlayan, evde utanmasa çorbayı bile eliyle yiyecek olan bu adam, elinde çatal bıçak nasıl kibar yiyor, nasıl kibar konuşuyor. bir erkeği ancak bir kadın bu kadar değiştirebilirdi.
ulan aileye bak, herkes ruh hastası.
kafamı arkaya çevirmemle, yine bilge öztürk'ün anlamsız anlamsız ayakta dikildiğini gördüm, hadiseyi aynen çakozladım. baktığımda yine göz göze geldik, utandığını nah bu gözlerle gördüm. bir de herkese eyvallah derken, gülümsedi, hepsi bu. bu, ahlaksızlık değil. (ulan işin bok tarafı karıyı da beğenmem ha. neyse, karizması var.)
sana yalnız bir bakış hikayesi anlattım. bir nazar. diğerlerini bu kadar uzatacak değilim, merak etme.
barlarda, yaşlı, janti façalı kodamanların karşısında oturan gencecik güzelliklerin de baktıklarını çok gördüm.
---- film arası ----
- gelişim haşedim nerde!
- baba nolur otur iç şu ilaçlarını, çocuğu korkutuyorsun.
- bırakkkkkk! dans edemediği devrim, devrim değildir!
- baba nolur otur. hem bu dans değil baba. bu anadolu'nun çeşitli yörelerinden bir folklor potborisi, çeşitli halk oyunlarından bir kesit sunuyorsun bize baba. böyle olmaz. bana halayla gelme, bana tangoyla gel, salsayla gel, valsle gel baba! baba bana kuğulu park balesiyle gel baba!
- anam bizim herif de delirdi. ay bayılıy.. ay bana bişeyler oluyorrr...
torun: vay ben böyle evin tuluatını sikeyim...
bu hikayedeki yaşlı gibi ölmek istemiyorum, sevdiğim kadınla bir pencere önünde, bir sokağa bakarken, bir tarafta menekşe, zeki müren çalarken...
---- film arası ----
bana aşık kadınların bakışlarını bilirim.
sevişmek isteyen kadınların ya da.
annemin "üzdün beni" diyen.
gurur duyan sevgilimin.
ya da nefret eden arkadaşın.
hiçbiri ilk bakışın kadar yangın, hiçbiri son bakışın kadar çamur, kir, pas değildi. "güzel kadınsın vesselam. güzelsin. kadınsın. ve selam!"
- uludağ sözlük yönetiminin havuz problemi (bir no.lu zall, tek başına açıkken uludağ sözlük havuzu'nu 3 saatte niteliksiz yazarla doldurabiliyorken; iki no.lu zall, uludağ sözlük havuzu'ndan 5 saatte nitelikli yazarları sözlükten boşaltma kapasitesine sahiptir. iki zall'ı aynı anda açtığımıza göre, aşağıdakilerden hangisiyle sevişmeliyiz?
a) zall
b) zall
c) zall
d) zall
e) vaudeville for vendetta.
hint: şıkları eleyerek giderseniz doğru cevaba ulaşmanız daha kolay olur.)
üçlemenin son filmi.(10000 kez tuşa bastığım bir entry'mi "bir şey" yerine "bişey" yazdığım için ispiyonlama azim ve çalışkanlığını gösteren; bana, gammaz istatistikleri'ne girmenin günlük hayatında gerçekten ne gibi değişikliklere sebebiyet verdiğini iflah olmaz bir çılgın gibi merak ettiren sevgili gammaz dostum için özel tanım. gavur evladı buna "for dummies" diyor. eloğlu sağa bağa benzemiyor kardaş, alaman domuzu sen ben değil gardaş, vur ha vur, vur ha vur...)
şimdi bu durum nicedir dikkatimi çekiyordu da, sözlüğe girip, zall'ın 3 mayıs 2009 saat 19:25 itibariyle gelişmeler'de yaptığı duyuru ile iyice tavan yaptığına müşahade edip hadiseyi dillendirmeye karar verdim. ulan valla şaşkın şaşkın gülüyorum arkadaş; kıyametin küçük alametleri tamamlanmış, yer yerinden oynuyor, diğer sözlüklerde yetmiş yedi adamın yetmiş yedi kabilesine yetecek kadar taşak malzemesi vermişiz, adam "baba tarafından arnavut, ana tarafında çerkez'im; mevzu inatsa keçinin sakalını sikertirim. ama hadi yine vicdanlı tarafıma geldi, sakin olun lan elbette dördüncüye başımıza gelen bu rezalete kalıcı bir çözüm bulacağız, yüreğinizi serin tutun" gibi bir açıklamaya yapacağına, en azından konumu gereği bu mecburiyete tabi olduğuna uyanacağına, çıkmış diyo ki "gammazların donanımın arttırdık, yeni yazarları big brother izliyor." hadi ya? vay be. yani arkadaş, ben ciddi anlamda nasıl bu derece gamsız ve siklemez olunabilir bu konuda kendisinden ders almak istiyorum. ya kardeşim cümle kuramıyorum, adam harbiden şaka yapıyor olmalı. inan bana, gelişmeler ışığı yandığında; rs ne la'nın türkçülük günü'nü kutlayan, salca'nın beşiktaş-fenerbahçe maçına dair ya da july4th'un renk renk sevgi kelebekleri olduğumuzu hatırlattığı bir içerikle karşılacak olmak beni daha az şaşırtırdı. sözlüğün tabiatını sikmişler yavrum zall hala gammazda cambazda.
ha diyorsan ki "adamlar formata uygun paşalar gibi 10 entry giriyor, biz de haliyle yazar yapıyoruz fakat akabinde eleman cozutuyor", o noktada gerçek bir çözüm üretmiş olmamakla kalmıyor, mevzudan ne kadar haberdar olduğunun da fikrini veriyorsun. zira son iki haftadır ortalığı karıştıranların bilgilerine baktığımızda iki adet birinci nesil, bir adet de dördüncü nesille karşılaşıyoruz, yani açık ve net hesap hackleme söz konusu.
mevzuya kıyıdan girelim babalar. öncelikle yıllar sonra bu entry'yi okuyup, neden bahsediyor lan bu bülbül siki diyecek kardeşlerimiz için, uludağ sözlük yönetiminin sikleme problemi'ni açıklamak, açıklarken de hadiseler sıcak olduğu için son dönemde yaşananları hareket noktası olarak almak istiyorum. şimdi abi, bir arkadaşımız muhtemelen online listesindeki yazar nicklerini sırayla deneyip şifre hanesine "123456" yazmak suretiyle sözlük hesabı hackliyor, hackledikten sonra da evvelden tartıştığı diğer yazarlara, siyasi görüşleri ve taraftarı olduğu futbol takımıyla çelişen gerçek/tüzel kişiliklere galiz küfürler edip, sağlıklı bir insanın tercih etmeyeceği bir tatmin yolu seçiyor. üstelik bunu da bir kez değil, tam dört kez gerçekleştiriyor. asıl sorun, hadiseler gerçekleşirken ortalıkta bir adet moderatörün olmaması ve saatlerce de uğramayacak olması amına koyim. artık aramızda bi samimiyet doğsun diye küfrettim şeyapmıyon di mi lan? emziğini emeyim ben senin.
şimdi, moderatörlerin bu siki taşağına denk tavırlarını görünce insanlar da haklı olarak isyan ediyor ve tepki gösteriyorlar. geleceğim yer çok net: 4 mayıs 2009 uludağ sözlük protestosu.
bir açıklama yaparak gireyim, reşat çalışlar ve sikik türevlerinin "karması yüksek olan ortalamaya hitap ediyordur" önermesine aksi kanıt oluşturacak biçimde şahsen bu sözlükte bir var oluş kazandım. asla politik olmadım, asla çoğunluğun gönlünü hoş tutayım gibi bir tavrım olmadı, teveccüh buyuranlar sağolsun, entrylerimde eleştirdiklerim dahi soğukkanlılıkla bana hak verdiler. bu önaçıklamayı yapma sebebim de elbette protestonuzu eleştirecek olmamdır, söyleceklerimin de kavga eder değil, teati üslubu çerçevesinde tartışmaya açık olduğunu belirtmek isterim.
bir kere doğu/yakındoğu toplumlarında "protesto kültürü" oturmamıştır babazan. 1 mayıs kutlamalarında atm parçalayan gösterici, ne bileyim, danimarka'da bir karikatüristin hz.muhammed'in karikatürünü çizmesi üzerine pakistan'da yapılan protesto gösterilerinde onlarca insanın ölmesi (ulan herif protesto ederken ölüyo be) çabucak aklıma geliveren örnekler. sözlük özelinde yorumlayacak olursak protestocu arkadaşların duygusal davranmaları onları son derece faydasız ve başarısız bir protesto "girişimi"ne ittiğine şahit oluyoruz. abi ben size açık açık söyleyim, tek parça kozla ihaleye girmiş gibisiniz. adam muhatabına yaptırım uygulayacaksa elinde bir silahı, bir argümanı olmalıdır değil mi? neymiş, bir gün boyunca online olmayacakmış da, bir gün boyunca entry girmeyecekmiş. e girme? girme amına koyim, zall'ın da çok sikinde. 5 mayıs'ta sike sike gireceksin o entry'yi, o online listesinde avaz avaz görüneceksin. noldu, ne sike derman oldun sen şimdi? neyi değiştirebildin arkadaşım, bi tıfılın peşinde, protestosunun altını ne ideolojik ne sistematik olarak dolduramamış bir gaz genconun ardında rezil ediyorsun kendini böyle. protestoyu usturupluca eleştiren bazı yazarların da entrylerinin çatır çatır eksilendiğine şahit oldum ben bu gece. hani online olmuyodunuz? ha eksileyenler protestocu arkadaşlar değilse, o eksileyenler neden protestoya dahil olamadı? 1 gün entry girmemeyi götlerine yediremediklerinden mi, yoksa eylemde belirlenmiş pratikleri siktir edilecek derecede yetersiz bulup dahil olmadıklarından mı? her şekilde sakat, her şekilde çürük ve gerçek manasıyla: ayıp...
madem öyle yol gösterici olalım. arkadaş bir kampanya başlatın, deyin ki 2 hafta içerisinde bu sözlükle gece gündüz ilgilenecek bir moderatör atamazsanız, kampanyaya müdahiller olarak hesaplarımız tüm entrylerimizle birlikte sildireceğiz. ha koçerom, sen bunu de, zall'ı şöyle bi sırttan sırttan ürpertecek kozu sür masaya, hiç özel mesajla falan sormana gerek yok, ilgili kampanyaya katılacaklar listesinin en başına beni yazabilirsin, son derece net taahhüt ediyorum bunu ben.
yeni moderatör atanana kadar moderasyon, kısa vadeli bir çözüm olarak öncelikle daha fazla mesai yapacak, gelişmeler'den yok "çocuk bayramı'nızı kutlarız her türlü şirinliğe gelince bizden maharetlisi yoktur", vay efendimi fordlayayım "itü sözlük'le maç yaptık biz, kavga çıktı, aman sakin olalım küfürleşmeyelim, bizler dostuz (banane sizin maçınızdan amına koyim)" gibi alakalı alakasız laubalilikler yerine yazarlara 123456'dan daha insan evrimine layık şifreler seçelim (geçen aya kadar benim msn'in şifresi de 12345678'di lan) gibi duyurular yapılacak, ayrıca online listesi yazarlar tarafından bir süreliğine görüntülenemeyecek. benim aklıma bir çırpıda gelen kısa vadeli çözüm önerileri bunlar.
yine bir önaçıklamayla "yeni moderatör" meselesine değinelim. moderasyonla alakalı yapacağım yorumlar, moderasyondan ayrılırken kendilerine müsterih olmaları gerektiğini hatırlatarak "moderasyona dair bildiklerim yalnızca bende kalır" sözümle çelişmeyecek, herhangi bir yazarın bileceği şeyler üzerinden akıl yürütme odaklı olacaktır. tek tek inceleyelim:
***
- july4th: moderasyonda bulunduğum süre zarfında yaşadığımız birebir tartışmaya kadar, oturup çalıştığına bir allah'ın günü şahit olmadım, ayın en azimli moderatörleri istatistiğine de zaten yansımaktaydı. ha doğrusuyla yanlışıyla uzun yıllardır sözlüğe verdiği emek için elbette kendisine müteşekkiriz, hakkını teslim etmeyi kendi açımızdan görev biliriz o ayrı. fakat -tamamen kişisel fikrimdir- kendisi, sözlüğü niteliksel bağlamda dibe vurduracak pratik ve teorileriyle fuzuli eylemler peşinde olduğundan entry silmek, bir derdim var şikayetleri cevaplamak, yazar onaylamak, çaylaklık/siliklik cezası vermek gibi işlere hiç bulaşmıyordu. ben de illa ki birilerinin göt yaydığı mecrada kendimi paralayacak değildim fakat tüm yük josef k'nın üzerine binmekte ve herkes hey culayım, can culayım, seni biz kucağımızda mıncırırız culayım derken, cümle taife garibim cozef'i sikizlemekteydi. ne ironiktir ki, istatistiklere yansımasından müşahade ettiğimiz üzere şimdi de bütün yük july4th'un üzerinde.
- rs ne la: ben bu arkadaşın genel olarak sözlük formatına hakim olduğundan şüphe duymuyorum. fakat gerek gelişmeler fonksiyonunu kullanış şekli, gerekse de gammazların görevleri başlığındaki entrysi ile uludağ sözlük moderasyonu'nun içinde aykırı bir ses olamadığını ve moderasyondaki hakim görüşe biat ettiğine inanıyorum. kendisini birebir tanımadığım için yazarlığı üzerinden bir değerlendirme yapmam gerekirse, sözlüğe atılımlar yaptıracak yaratıcılıkta bir insan olduğunu da düşünmüyorum açıkçası. ayrıca ayın istatistikleri inceleyecek olursak kendisinin de uzun süredir çalışmadığını anlamamız mümkün. bi kere her şeyin ötesinde adam baba oldu olm. lan ben baba olsam, sikmişim sözlüğünü de iki yüzlü lanet insanlarını da deyip kaçızlarım, ne işim var? hal böyleyken kendisinin çalışmıyor oluşunu kişisel eleştiri olarak algılamasını hiç istemem.
- salca: 3 nisan 2008'de moderatör oldum, kendimi bildim bileli bu arkadaşın zerre işe karıştığına şahit olmadım, sadece bilgilerine tıkladığımızda görünen şey "birinci nesil moderator" olduğudur moderatörlüğüne dair bildiğimiz. arkadaş, yapmıyorsan, yapamıyorsan, ilgilenemiyorsan bırakacaksın. yine birebirde tanımadığım, konuşmuşluğum olmayan biri. muhtemelen kendisi trt'ye kapak atarak 40 sene çalışıp gençlerin önünü tıkayanlara sövüyordur özel hayatında. fakat pratikte uyguladığı, o trt sabunluklarından ve taşralı bir makam sevdası anlayışından başka bir şey değil.
- cikarinbeniburdan: kendisini hiç tanımıyorum, benim zamanımda yoktu fakat ayın en azimli moderatörleri istatistiğine bakıldığında kendisinin iyi niyetli fakat yetersiz bir çaba içinde olduğunu kavramak mümkün.
***
bu söylediklerimizden uludağ sözlük yönetiminin taşakları halıya sermiş olduğuna ve aynı zamanda zall'ın da yeni bir ya da daha fazla moderatöre ihtiyaç duyulmasına rağmen uzunca süredir kulaklarını kapayıp mevzuyu siklemediğine şahit oluyoruz. yahu al arkadaş ismini cinsini popülarite derecesini önemsemeden, gammaz istatistiklerinde her hafta tavan yapan (nicedir şikayetçi olduğum işgüzarlardan bahsetmiyorum), uzun saatler -gece ve gündüz- sözlükte online kalabilecek, formata hakim olduğundan emin olduğun birilerini. allah aşkına ekşi sözlük'te neutralife'ı, galadnikov'u, eski'yi kaç kişi tanıyordu? ya da kaçımız bu adamların halihazırda ekşi sözlük moderatörü olduğundan haberdar? fakat çatır çatır entry gammazlıyordu herifler, popüler bir yazarı moderatör yapmaktansa iş yapacak kişileri o mevkiye getirmek daha mantıklıdır. misal haftada 65-70 entry gammazlayan vaudeville for vendetta'ya moderatörlük teklif etmek son derece stratejik bir hataydı zira moderatörlük evrak işidir, istekli olana ve çalışkan insanlara teslim edilmelidir, popülaritesi ya da formata hakim olduğundan şüphe duymamak yeterli sayılmamalıdır. benim kafamda bazı isimler var, talep dahilinde zikretmemiz mümkün.
son olarak birkaç hususa daha kısaca değinerek mevzuyu noktalayalım.
başlıklarda standardizasyon gibi konularda, iyi niyeti ve bilgisinden şüphe duyulmayan birkaç kişinin görevlendirilmesi gerektiğini söyleyen arkadaşlar oldu [yanlış hatırlamıyorsam eski moderatör arkadaşım oyuncakbulut'tu bunu yazan, edit: (bkz: türkçe başlık timi), sikleyen yok; ortam fonksiyonu, özellikle de uludağ modern'de görevlendirilecek kişiler olması gerektiğini söylüyoruz (oranın müptelaları var arkadaş, ver görevi adam seve seve yapacak. biz de son kötü oylanan entrylerinin screenshot'ını alan amcıkağızlılardan kurtulmuş oluruz), onu da sikleyen yok; ne bileyim bir ad-soyad mevzuu oldu, ikna ve tatmin edici bir tek açıklama yapılmadı(ulan burası hacklenmiş bir sözlük, elbette insanlar sana güvenip de adını soyadını yazmayacak oraya. bana bile herif mesaj atıyor "kız arkadaşımla dalga geçmişsin bir entry'nde ya sil ya da gaziosmanpaşa yıldıztabya'dayım oraya gel" diye, he amına koyim ankara'dan onun için kalkıp geleyim deyyus emredersin).
***
- siktiriboktan internet kanallarındaki röportajlarında "sözlük benim değil, yazarlarındır" diye haybeden sallamakla, atmacanın dübürünü vurmakla bu insanlara hak ettiği değeri vermiş olmuyorsun zall kardeşim.
- hmm anladım.
- anlamadın.
aşık olduğum, en azından bana bir şeyler hissettirebilmiş bir kadınla öpüşmek, herhangi bir kadınla sevişmekten çok daha tercih edilebilirdir benim için. küstürmeden, incitmeden, tırnaklarına kadar üşüten öpüşmeler; dönüm noktalarıyla, şehvet ve arzuyla yitirir masumiyetini. her öpüştüğün kadında bir daha, bir daha kirlenir ve yıllanmış kitap aralarında o eski masum öpüşmeleri ararsın.
***
bir vakit önce, uzunca süredir görüşmediğimiz normal arkadaş statüsündeki bir kızla buluşup bi yerlerde içmeye karar verdik. hafta boyunca orada burada sürtmekten cepte kuruş kalmamış; hem serde erkeklik, hem de kendi içimizde aşamadığımız prensiplerimiz var, "kıza hesap ödetmem olum" diyerek, bir yerden para bulmanın hesabını yapıyor ve yine her zamanki gibi abime yavşıyordum:
- alo, naber yakışıklı?
- ne istiyon enis?
- sikerim maradonanı. bir gün de güler yüz göster lan kardeşine?
- olm belli ki bişey istiyon, noldu?
- ya hocam biraz para şeyapabilcen mi bana, yarın bi arkadaşla buluşcam da.
- daha yeni verdik ya olum, naptın o kadar parayı?
- ya sen nabıcan orasını, veriyo musun para? valla acil.
- yok aga veremem, maaşımın yarısını sana yediriyorum.
- lan bari bi iş ver onu yapıyım, ona karşılık ver para.
- haa o zaman olur, yarın sabaha yetişmesi lazım ama.
- yarın sabah olmaz.
- niye lan?
- çok geç. yarın sabah çok geç. sen o işi iki saate bitmiş bil papazov.
- hehehe siktir. hadi oyalama işim var.
laf aramızda fena sikiyorum herifi. şimdi aga, bizim birader bir üniversitede hocadır, benim yapacağım iş de bundaki raporların, ödevlerin üzerindeki verilmiş notları toplayıp bilgisayara girmek. son derece basit, bırak dört işlemi, toplama bilsen yeter. yalnız işi yaparken bir şey fark ettim: misal, 18+17 işlemi yapılacak, direkt 35 diyemiyorum, hafif fısıldayarak yaptığım konuşma metnini aynen veriyorum abi: "sekiz yedi daha on beş. elde var bir. bir bir daha iki, bi de elde var üç. otuz beş.", yeminle hala "elde var" muhabbeti yapıyormuşum ilkokul bebesi gibi. lan bana bak, bunu kimseye söylemek yok bak yeminle hullebinize huniyle sıçarım. misafiri görünce şımarıyonuz be.
yaptığı her işten, girdiği her delikten sosyal tespit çıkarmayı seven insanız vesselam. nicedir abimin ödevleriyle falan uğraşırken fark ettim misal bunu da, bir kız öğrencinin ödev kağıdı özenliyse kesinlikle çalışkandır ve notu yüksektir; fakat bir erkek öğrenci içerikten ziyade ambalaja vakit ayırdıysa o kağıttan bi bok çıkmaz. çoğu zaman tam tersi de geçerli olabiliyor. misalen erdal diye bi çocuk var, herif kağıtları ters zımbalıyor arkadaş, adamın ödevlerini okudum okuyalı bir sefer sektirmedi, hepsinde tersten zımbaladı it horozu. ulan olmuş sabah saatin siki, götümüzde ayı bağırıyor, iki saat sonra adama teslim etmek zorundayız, bi de erdal'ın zımbasıyla şeyiyle cedelleş. bişey değil herif çatır çatır yapıyor da ha, yeminle 20 üzerinden değerlendirilen ödevden 30 aldığına şahit oldum nah bu gözlerinen. mandrake erdal. ben kül yutmam! beni tersten zımbalayamazsın!
neyse abi, düşe kalka tökezleye bir şekilde bitirdim işi, sipalileri cebimize prekazi eyledik, zarıl zarıl osurarak nefis bi uyku çekiyorum. oldum olası saçma sapan mevzular üstü üste gelir bulur beni. tam uykunun en kıymalı pide kokulu mecrasında abimden gelen mesajla bi kamyon zopa yemiş gibi uyandım, mesaj şu: "köprü trafiği, nöbetçi eczaneler, maç sonuçları, şans oyunları, vizyondaki filmler, burç yorumları... sorularını 5767'ye gönder hazırcevap yanıtlasın! bilgi:500". lan resmen çıldırdım, hemen aradım iti:
- puşt! puşt!
- alo? noluyo lan?
- senin nöbetini nöbetçini sikeyim it, şaka mı yapıyon lan sabah sabah?
- ne diyosun olum kendine gel?
- koca herif utanmıyo da. ne köprü trafiği lan sapık?
- işim gücüm var enis, bişey demiyosan kapatıyorum.
- bi de yüzüme mi kapatı... lan? alov?
sinirden sızmışım amına koyim. lakin hadise bilahare netlik kazanıyordu. abimin avea numarasını "aveabi" diye kaydettimdi, mesaj da "aveabidunya" denen avea hizmetinden geliyormuş; herif hala yüzüme bakmıyo lan.
paşalar gibi bir uyku çektikten sonra kızla konuştuk, güvenpark'ın önünde buluşup yukarı çıkıcaz, içip sıçıcaz. bir şeyler atıştırdım, giyinip süslenip çıktım evden, durağa varır varmaz otobüs geldi, atladım. yalnız otobüste yanımda oturan herifte sürekli bir hareketlilik seziyorum, görüş açımdan fark edebiliyorum, mütemadiyen oynaşıyor herif. ulan merak edip kafayı bir çevirdim, pehlivan atmış elini sike, pantolon üstünden gayıııl gayıl sıvazlıyor. herifin günahını almayalım ama dört parmak haldur huldur sike dadanınca insan evladının aklına otuzbirden gayrısı da gelmiyor. arkadaş, insanlarda nasıl bir güven uyandırıyorsak, 11 yaşından beri hep "yanında 31 çekilen adam" oluyorum.
ilkokul beş'te, hemen yanımda oturan benden üç yaş büyük tarık isimli herif şakır şakır sıvaz patlattıydı gözümün önünde. hayır şimdi herif ergenlikte zirveye vurmuş, bizim daha kafadan gayrı hiçbi bölgede kıla tüye dair emare yok, mevzu üzerine az çok bilgimiz olsa da kimse yanımızda havuç törpülememiş o vakte kadar, ister istemez ufak çaplı bi kültür şoku yaşıyorsun. yalnız herif safi cemiyete zarar bi psikopat:
- hhh.. hhhh... şu an kimi düşünüyorum biliyor musun?
- (ulan öyle bir gözüme gözüme bakıyor ki, "abi hiç düşünme, hesapsız kitapsız ver sen elime o zekeriya'yı" diyesim var) tarık bilmiyorum tarık, bak öğretmen görücek tarık yapma.
- hhh.. hhhh... kimi biliyor musun? yazın siktiğim 16 yaşındaki sevgilimi. hhhh...
- yemin et?
- her şeye yemin edilmez lan!
aynı tarık gözümde, matematik dersinde konuşuyor diye atıldığında öğretmene "kovarsan kov, canıma millet!" cevabını verip bir anarşist eylem adamı, devrimci bir figür, bir guy fawkes olmayı başarabilmiş yegane tarihsel kişiklerdendir.
bir de serkan vardı, ortaokulda serviste yanımda suratını kasa kasa, kafayı öne geriye hareket ettire ettire iki parmak ucuyla sıvazladıydı. yaşımız itibariyle birbirimizle aşık atmaya layıkıyla teşne olduğumuz içün, "göster lan dölünü" dediydim de, sikinin ucundan çıkan "mezi" tabir edilen şeffaf zevk suyunu görmemle serkan'ın iri cüssesinden beklenmeyecek derecede ergenliğe girmediğine müşahade etmem bir olduydu. aynı serkan, derste kimsenin onu izlemediği zannıyla burun ve kulağın karıştırılmasıyla elde edilen maddeleri ağzına götürmekte bir beis görmüyor, teneffüste yediği yumurtalı patatesli ekmeğiyle yetinmeyip hamburgerlerimizden iri ısırıklar almayı kendine bir misyon ediniyordu. kendisini en son iki ay evvel bir arkadaşımın babasının cenazesinde gördüm. merhum, medyatik bir kişilik olduğundan, kameraların onu da çekeceği önkabulüyle süslenip püslenip cenazeye gelmesi, serkan'ı nefis tekmelerin sergilendiği açık hava dayaklarına davet etmem için yeterli bir sebep oluşturuyordu. şaka maka ne pis arkadaşlarım varmış lan?
neyse, otobüsten indim, kızı bekliyorum güvenpark'ın önünde. bekle allah bekle, karı yok, sarıldım telifuna:
- alov? kızım nerdesin lan ağaç olduk burda?
- eniscim şimdi çıkabildim evden ya, saçım falan. kusura bakma taam mıı?
- ben bir keriz ağacıyım güvenparkında.
- hehehe yaaa?
- sıçarım zembiline. çabuk!
on beş dakika sonra kız geldi, oturduk bi mekana, içiyoruz. gecenin ilerleyen saatlerinde alkolün etkisiyle muhabbet çok saçma bir mecraya kaydı. hani oturulur, cinsellik üzerine ayıkken de konuşulur eyvallah da, mevzu fantezi boyutu ve ismi cismi belli bir arkadaşlığın girmemesi gereken tarlalara varması mevzuyu boka sardırdı:
- ben mesela aşık değilsem iki kız bi erkek olayına ters bakmam yani.
- kızım saçmalama be.
- senle de bi sevişemedik.
- haha ne?
- geç bile kaldık.
- hadi kalkalım mı?
kızı durağına bıraktım, tam dolmuşuna binmek üzereyken dudaklarıma kitlendi. yalnız hiçbir hareket yok, hela pompası gibi emiyor. kendimi geri çekmeye çalıştıysam da bırakmadı, benim aklımdansa bu basitliğin ardı, geçmişteki masumiyetimiz, aşkın selamı öpüşmeler geçiyor; ve her basit kadına dokunuşumda aklımda uyanan o pürneşe, bir o kadar temiz mazi...
geçmişte bir şeyleri eksik bıraktıysan eski sevgilinle, zerre şehvet duymadan yeniden sevmek, sevişmek istersin, böyle vurgunlara denk gelir. ne diyeceksin? sonra ne olacak?
- tozlu ellerini tutmayı, ılık ayaklarına dokunmayı ve göğsünde ruhumu dikmeyi özlüyorum. bir akşam gel, rakı içelim. sevişelim. sen yine git; bin sabah aniden, bin daha öldür beni...
euzu açıklama: bahsolunan çarpık ilişkiler herhangi bir sınırlamaya tabi değildir; kadın-erkek olabilir, arkadaş ilişkisi olabilir, şey olabilir, eee, başka da bişey yok amına koyim.(bi saatlik yazının 50 dakikası üçüncü alternatifi düşünmekle geçti terbiyesiz evladı olayım)
başlığı "internet ilişkileri" şeklinde açıp yapacağımız genellemelerle yaşanan/yaşanmış güzel ilişkileri harcamayalım diyerek, çarpıklığı dile getireceğimiz içün böylesini uygun gördük. zira çok tercih ettiğim bir iletişim/sosyalleşme yolu olmasa da, benim de internet üzerinden hayatıma soktuğum insanlar oldu. neyse, "artık tartışılmaz bir vakıa olarak internet denen sosyal arazide, yanlış temeller üzerine yükseltilmiş çökmeye ya da çürümeye mahkum ilişkilerdir." deyip, entryler'deki hukuki aykırılıklarla, ne bileyim entry-başlık uyumsuzluklarıyla ya da başlıklardaki imla hataları/anlatım bozukluklarıyla vesaire uğraşacağına, entry içinde üslubum gereği özellikle deforme ettiğim bazı sözcükleri (bilin mi, görüncı, sikizleyek vs.) gammazlayarak gammazlık müessesesinde; ve bu bilinçli deformasyonların gerçekten düzeltilmesi gerektiğine inanıp rötuş isteği göndererek moderatörlük müessesesinde çığır açan pek hevesli ve işgüzar dostlarımızın gadasını alarak tanımı kurtarıyorum.
başlığa gerizekalıya anlatır gibi tanım yaptıysak, inceden mevzuya girelim papazan. şimdi ben hadisenin hareket noktasını "gerçeklik" olarak belirlemek istiyorum. klişe bir söylemdir ama bu onun doğruluk payını azaltmaz, insanlar monitör ardında olmanın verdiği rahatlıkla diledikleri kıyafete bürünebiliyor; fiziksel kompleksleri olan biri reelde taşımadığı özelliklere gerçekmişçesine insanları inandırabiliyor, normalde kızarıp bozaran, zorla konuşturabildiğin bi herif msn'de "niye konuşmuyon olm" diyerek titreşim gönderebiliyor, evde sıvazdan sıvaza koşan herif orgy'den döndüğünü bile anlatabilir, bunları hepimiz biliyoruz. biraz spesifik örneklere geçelim de artık şu giriş sıkıcılığından kurtulalım lan. kimse de bişey demiyo, kahvedeki soba manzaralı dede gibi anlattıkça anlatıyoz amına koyim.
şahsen, korkunun da telaşın da sevincin de çok gerçek olmasından yanayım, misal monitör karşısında kızla konuşurken sıçtığımızda hem sıfatın aldığı hali karı görmediği için hem de elini kolunu nereye koyacağını bilememeni rahatlıkla gizleyebileceğin için bana o göre o hadise gerçeklikten çıkıyor, yapay bir hal alıyor. bu bir avantaj ya da kendi sınırları içerisinde güzel bir şey olsa da, mesela abimin başına gelen hadise kadar asla hayatımda yer edecek bir anı ya da olay olamaz o kişinin yaşadığı:
***
vakti evvel abimin bi kız arkadaşı var, özel bitakım sebeplerden ayrılıyor bunlar (abimin siki küçük. şş şaka lan), fakat bizim üst katımızda kızın iki tane yakın arkadaşı yaşıyor ve sık sık gelip gidiyor. bizim birader de o dönem hala seviyor kızı ve ilişkileri de kısa sürdüğü için kendini tam anlamıyla ifade edememiş, içinde kalmış şeyler var. neyse aga, bi gün bu dangoza annem vermiş tencereyi, süt aldıracak. adama tatilde giydiremezsin, kırk yılın başı tutmuş terlikle çıkmış. lan terlik de bildiğin bantlı hela terliği. elinde ağzına kadar süt dolu tencere, ayakta açık mavi köpükten insanlık ayıbı bi terlik, üstte hırka falan; o sıfatın acilen akşama muhallebi yetiştirmesi lazım diyim sen hesap et mavranın çapını. o halde apartmana yönelirken anladığın üzere kapıda bizim eski yenge beliriyor:
- haluk? naber?
- ha? ühü? ıı iyilik senden?
- (gülmemeye çalışarak) ımm, napıyosun?
- ben süt alıyorum. benim olayım bu. süt alırım ben.(ulan garibim ya)
- hmm, peki, benim biraz acelem var da. görüşürüz?(karı hala tutuyo kendini)
- görüşürüz. iyi günler. görüşürüz. iyi günler.(aynen, iki kere)
hani herif, düştüğüm durumun sikikliğine mi üzüleyim, mal mal konuştuğuma mı yanayım, yoksa şu ineğini siktiğimin südünü mü dökmeyeyim diye kafada bin tilki sikerken, karşılaşma anına rahmet okutacak o herif belirir, sitenin altındaki dükkanı işleten, ota boka karışan o patavatsız kasap:
- (naradan hallice bir ses tonuyla) lan haluk! haluk! süte bakma oğlum süte bakma dökersin lan!
- abi allah rızası için gir içeri. nolur sus abi, bak allah'ın adını verd...
- lan, terliğin de ne güzelmiş, alamanya'dan mı geldi ahıahakahkaha
- (ağlamaklı) abi allah senin belanı versin. biraz insan olaydın. serdal abi, duydun mu? allah-u teala senin de belanı versin.
***
iyi kötü hepimiz bir şeyler yaşadık, hepimizin anıları var ve son tahlilde geldiğimiz noktada bizi biz yapan şeyler de bunlar. basitçe anlatmak gerekirse, yukarıda abimin başına gelen olay, onu monitör karşısında sıyrılınabilecek binlerce hadiseye nazaran onu daha da olgunlaştıracak, onu daha hayatın içinde kılacaktır.
internet, hepimizin hayatının merkezinde, zaten işlevselliğini kimsenin inkar ettiği yok. fakat insan, mekanizmaların açıklarından nemalanmaya teşne bir yaratık olduğu için yeri geliyor cinsel sapkınlıklarını da burada fişekliyor, sonracığıma söyleyim zaman oluyor silik karakterini insanları provoke ederek perdeliyor, vay efendimi fordlayım kimi zaman da elindekinden memnun olmayıp daha büyüğünü arıyor (enlarge your penis bannerlarını kastetmiyorum lan). mesela yakın tarihte ilkokul arkadaşım bir kızla karşılaştık otobüste. diyalog bir ara soyadı muhabbetine kaydı, ben o sırada kızın direkt yüzüme söyleyerek değil de facebook üzerinden arkadaşlık talebi gönderecek olmanın yolunu yaptığını anladım. oysa ki "madem karşılaştık bundan sonra görüşelim hacı" demenin, telefon istemek ya da açık açık facebook hesabı istemek gibi farklı ve sinsi olmayan alternatifleri de var. benim takıldığım internet üzerinden iletişime geçmek istiyor oluşu değil, hepimiz msn'di, sözlüktü, facebook'tu bir şekilde iletişim halindeyiz, bunlar internetin işlevselliği dahilindeki şeyler zaten, ama o kızın, isteğini birebir bana söyleyemezken internet üzerinden taşaklarını yaya yaya benimle konuşacak olmasını ya da facebook'taki arkadaş sayısını arttırma çabasına alet olmayı ben kaldıramıyorum arkadaş. adamın osuruğunu düğümlerim ben yoh öyle. daha fazlasını istemek dedik, hah, inkar edecek değilim, ben de eve gelir gelmez kendi hesabım olmadığı için arkadaşımınkinden girip kızın adını soyadını arattım. karıyı bulamadığım gibi bahtıma karşıma çıkan gruplara bak: süper bi fikrim var diyenler (fikrinizi sikiyim ben), aliye rona (lan bebek gibi kız arıyoruz, sinemanın iblisi çıkıyor karşımıza), baskül ailesi (vay babayın atayın), coca-cola'dan başka kola içmedim, içmem diyenler(sizin allah belanızı versin). şimdi aga, facebook'un olayı, arkadaşımızı bulalım, arkadaşlar da bizi ararken zorlanmasınlar gerçek halimizi en fazla andıran fotoğrafımızı koyalım değil midir? e kanlı canlı gördün karıyı, daha ne fotoğrafa motoğrafa bakma peşindesin sinsi sinsi? 500 tane fotoğrafı olan karı biliyorum lan, bakıcam tabii. heheh.
internet alemi, kendini olduğundan farklı gösteren ya da bunu istemdışı gerçekleştiren o kadar çok insana yataklık yapıyor ki, her gün bir kez daha şaşırıyorum yeminle. çok yeni ve sıcak bi hadise olduğu için onu da anlatmadan geçemedim, ki aslında bu entry'yi yazmama sebep de bu hadisedir:
***
çok yakın bir arkadaşım last fm'den bi karıyla tanıştı, last fm üzerinden, msn üzerinden muhabbet derken bayağı yakınlaştı bunlar. herif de ballandıra ballandıra anlatıyor, yok çok efendi kız da, muhabbeti çok iyi de, bin çeşit mavra işte. bir gün kız bizim bebeyi house party olayına davet etti, arkadaşlarını da al gel diyerek. allah var, tozmayı sürtmeyi, ortamları içizlemeyi seven adamım, kaçıracak değilim muhabbeti. fakat kızın bende bıraktığı imaj öyle bişey ki, sanki sarayda bir baloya davet ediliyoruz; elit insanlar, sakin müzik, güzel yemekler falan. ulan ortama bi girdik, yerleri bok götürüyo, tipler desen kırmızı kafalı punk ibnelerden evin içinde sarı plastik çizmeyle gezen kafası trilyar karılara envai çeşit manyak. hani benim arkadaşlar da rocker, pek sırıtmıyolar. e ben? ceketim ve kotumla adeta ortamın eşşoğlueşşeğiyim. kız geldi, mıymıymıy bi boklar anlatıyo, iğrenç bi kız, yaşı küçük, üç lafından beşi "abi". ulan deliricem resmen, nereye geldim ben? karıdan tiksindiğim için aldım kendi biramı, bi köşede ayakta takılıp milleti tip tip izlerken, baba zula çalmaya başladı ve mekandaki mübalağasız herkes dans etmeye başladı. bi tek ben ortamın al pacino'suyum amına koyim. bilahare sarhoş karının teki geldi, iki eliyle omuzlarımdan sallayarak beni dans ettirmeye çalışıyor. ulan zaten asabiyet tavan yapmış, kızınca da kendini kontrol edebilen bi insan değilim, kafamda "enis olum sakin ol, misafirsin sakin ol" düşüncelerini tekrarlayıp duruyorum:
- olay buuuuuu... olay buuuu... kopuşşşşşşşşşşşş... hadiiii dans eeeeet. hadiiiiii...
- la bırak!
- olay buuuuuuu... hadi dans et hadii amaaa
- heheh, yok ben pek sevmiyorum. sevmiyoruuum ben diyoruuum, duyuyon muuu? dans etmem beeeen.
- hadi daaaans.
- omzumu bırakır mıs...
- (zerre dinlemiyo) olay buuuu.
- lan! gözüme bak. buraya bak, gözüme bak benim. ben sarhoş karı avutur muyum lan? siktir git. la bak hala... la oğlum bıraksana lan omzumu?
bak şimdi tesadüfü dinle. ben karıya bağırıp hafif de kakarken erkek arkadaşı geldi. ulan? aytek? aytek... vakti zamanında msn bu kadar yaygın olmadığı için mirc'de okulun kanalında chat yapardık. bu aytek de okulun kanalında op'tu. orta sondayım, kanalda muhabbet ediyoruz, aşık olduğum kız da orada. ben kızın gözüne gireyim diye aytek'le acımasızca taşak geçince, bebe dayanamayıp voice'umu aldı. bilmeyenler için söyleyelim; op, voice'unuzu alıncı, ne yazarsan yaz kanaldaki kimse göremiyo, sesini kısıyolar bi nevi. lan ben de mevzunun cahili olduğum için, hala bi espri çabaları, hala kıza yazılmalar falan ama kız benim dediklerimi zerre siklemiyo, aytek'le kavga ediyo "ya versene enis'in voice'unu geri" diye. meğerse yazdıklarımı göremiyomuş amına koyim, mübalağasız iki saat voice olmadan esprilere muhabbete yamanmalara devam ettim. ulan adamın aklına da mı gelmez niye kimse gülmüyo bu amına koduğumun esprilerine diye. hasılı, bu aytek iti kanal op'luğundan aldı yürüdü, bilgisayar mühendisi oldu (nalakaysa). fakat ta o dönemden bildiğimiz, adam internetle fazlasıyla haşır neşirdi.
neyse hadiseye dönecek olursak, herife "aytek?" dememle, derin muhabbete girdiğimiz bir oldu. o da last fm'den tanışmış, msn'de muhabbet çevirmişler, partiye davetli güruhun profiline dair bilgisi varmış, ondan o deri ceketle gelmiş; olmadığı biri gibi... "ulan utanmıyo musun?" deyip, voice'unu aldım itin.
***
yemek tarifleri yayınlayıp, birbirlerine mıç mıç "canımmmmmmmm! çok güzel yapmışsın kabak tatlısınıııııı ;)))))) sevgiler!" (bildiğin kabak ulan?) diye salakça övgüler sıralamasına, arada bi kocaları izin verirse (gerçekten böyle, takip ediyoruz olm sapık gibi) buluşup piknik falan yapan 35 yaş üstü blog kadınlarının bu tasarruflarını aklım almasa da interneti faydalı biçimde kullanma alternatifi olarak görüp saygı duyarken, aynı güruhtan bir karının yemek tarifi blogunun orta yerine fotoğrafıyla beraber "merhaba! bazı beyefendiler beni sürekli taciz ediyor, görüşmek istediklerini söylüyorlar. ben böyle biri değilimmmmmm!!!!111" yazısını yazma dangalaklığını anlamlandıramıyorum. genel olarak çarpık internet ilişkilerinin ve internetten faydalanma biçimlerinin benim için bir tür özeti budur evet.
***
- sayın vaudeville for vendetta, biz yanlış yapmaktan utanmıyoruz ama yanlış yaptığımız söylenince böyle iblisleşiveriyoruz.
- hayatım biraz işim var, sonra.
- ayrıca bize yanlışımızı söyleyince arkandan sinsi sinsi iş çevirmekten de geri durmuyoruz.
- ötede dur canım.
- neden?
- ki sikmeyeyim abide-i zürriyetini.
başlığa baksana bi. tam şey gibi di mi, hani açıklama yaparak girersin ya, "ulan 75 farklı kombinasyon denedim, hepsinde 50 karakter sınırını aştı. sözlükte miyiz bir kelime bir işlem'e mi katıldık amınayim? hem yıllardır trt'de devam eden bir kelime bir işlem'in ikramiyeleri hangi fondan ödeniyor lan? benim cebimden çıkmıyor mu olm bunun parası? ben mecbur muyum sayıştay üçüncü daire'den emekli bi herife allah'ın günü 752 türk lirası kazandırmaya? hem bu nasıl bir herif ki verilen 2-5-8-11-ünlü-ünsüz malzemesiyle 926 sonucuna ulaşabiliyor? dört işlem yapacaksın it, faktöriyelle mi çözdün, "i kare eşittir eksi bir" düsturuyla mı sayıları karmaşıklaştırdın anlamadım ki ben seni arkadaş? bırak oğlum kotancantı, la bırak." dedikten sonra, "her neyse dostlar, başlığın aslı şu olacaktı" diye de eklersin ya. eklemez misin? hangisine hayır dedin anlamadım ki.
neyse, harbiden başlığın aslı, "öyle çok muhabbetinin olmadığı, belki arkadaşının arkadaşı olan bi herifin evine bi sebepten ve de mecburiyetten misafir olmak" olacaktı, sonuç bir yaklaşık çıktı. ayrıca o tırnak içindeki yazıya "-tır" diye bi şey ekleyince tanım oluyor aynı zamanda, sakın heveslenmeyin etimesgut zırhlı gammaz birlikleri, sakın! akbabalık yapmayın olm. ben seni gambazlıyor muyum? he? canbaz seni. ergün penbe.(ulan gammaz'ı bilerek yanlış yazdığımı göstermek için ne sündürdüm be. iyice sevgilim gibi oldunuz lan, her bokun hesabını veriyoruz)
mevzuya geçelim abi. ya vize öncesi not almak için gitmişsindir evine elemanın, içeri buyur etmiştir nezaketen, sen de nezaketen girmişsindir ya da ne biliyim mevlüt vardır beleş kıymalı pide ayran cebellezi etmek için dayanmışsındır elin herifinin kapısına falan; yani bi sebepten o yabancı herifin evindesindir. konuşacak bişey bulaman, ailesiyle ne sıfatla tanışacağın belli değildir, resmen çıban gibi sivriliverirsin o evde. ha bi de benim gibi bahtsızlık bayrağını her sabah 6'da göndere çekmekle yükümlüysen, sıçmışındır. anı var lan anı heheh, dinliyon mu? bak biliyosan anlatmıyım.
lisenin başındayız hacıbaz, 6-7 kişi okuldan kaçızladık, ne yapsak ne bok yesek diye düşünürken, o 6-7 kişi arasından; aynı ortamda takıldığımız ama fazla samimiyetimin olmadığı eray diye bi herifin evine gitmeye karar verdik. gayet taşaklı, kayseri'nin zenginlerinden bi arkadaş, vardık gittik evine. üstelik de evlerinin alt katında bizim evin halleri mi, ferhunde hanımlar ve onun sahte yüzleri mi, bi dizi çekiliyor, saçma da bi ortam yani.
girdik eve, tabii hareketli adamız o zamanlar, çabuk adapte oluyoruz ortama, kahkaha muhabbet gırla. arkadaşımın odası üst katta, evde bir tek arkadaşımın ablası var (kendisi ta o zaman tıp okuyordu, şimdi muhtemelen ruh ve sinir hastalıkları hastanesi'ndedir, yalnız hasta olarak mı doktor olarak mı onu şeyapamıyorum şu an). evde bir tek arkadaşımın ablası var-mış demem daha doğru aslında. nedense, bir şımarıklıktır gidiyor, alt kata inen o ahşap, cila dolayısıyla son derece parlak/kaygan görüken merdivenlerde kayma isteği doğdu biz tek katlı evde yaşayan insan evlatlarında. takımımın ve kendimin ikinci kayışında kafamı sol tarafa çevirmemle, bir çift hayret eden gözle karşılaşmam bir oldu.. şimdi anladın mı o "-mış" ekinin görevini? bakın dersanedeki hocalara o kadar paralar bayılıyorsunuz, hangisi benim yöntemlerimle anlatabiliyor dilbilgisini? he mi? neyse baba, ben merdivenleri götümün üstünde tek tek inerken, her basamakta ablamızın boyuna 15 santim daha yaklaşıyordum. sağolsun, anlayışlı insan çıktı, görmezden geldi, "eraycığım ne yersiniz ne yapayım?" sorusuyla suni bir gündem de yarattı üstelik.
ablanın eray'dan "tost yap" cevabı alması üzerine oturduk mutfak masasına 7 kişi, bekliyoruz. kaşarlı tostlarımız tabaklarımıza konulurken, tahtını siktiğimin eray'ı da önümüzdeki bardaklara coca cola light doldurmakta idi. fakat kendisi, normal şartlar altında sağ elini kullanıyor olmasına rağmen, nedenini çözemediğim bir şekilde sol eliyle şişeyi tutuyor, üstelik benim koordinatlarım ise eray itinin sol tarafında yer alıyordu. yani o kolanın masaya, üzerime, tabağıma, daha açıklayıcı olmamız gerekirse önümdeki bardak dışında herhangi bir yere dökülmemesi için hiçbir sebep yoktu. kendisini, "eray dökücen bak abi onu sol elinle tutuyon, ben bi de ters tarafındayım ona göre. eray ben asabi adamım eray" şeklinde uyardıysam da, ev sahibi olmanın verdiği özgüvenle gerçeğe kulaklarını tıkıyordu. aradaki sahneleri atlayıp hemen neticeyi belirtecek olursam, yaklaşık 10 saniye sonra önümde duran nar gibi kızarmış kaşarlı tostum, bir tabağa komple coca cola light doldurmuş, keyifle yüzer halde beni dikizliyordu. ben daha olayın şokunu atlatmamışken, arkadaşlarım paylaşmamak için o efsane tostları iki saniyede gövdeye indirmişlerdi.
gerginlik tabii ki bununla da bitmiyordu. anlayışlı ablamız, tostumun ıslandığını görünce bana yeni bir tost yapmaya karar verdi ve bu esnada masada bulunan bütün dostlarım tostlarını bitirmiş ve üst kata, yani eray'ın odasına doğru çoktan yola koyulmuşlardı bile. bense, ayıp olmasın diye yanımda dikilen, zerre samimiyetimin olmadığı eray, ve onun ablasıyla başbaşa kalmış, bi an önce tostu yiyip siktir olup gitmek istiyordum. hatta tost most da istemiyor, sadece, evet sadece siktirmek istiyordum.
herifle nasıl bi kopuk iletişimimiz varsa, tostu on dakikada mideye prekazi edenece bana, yani cengiz kurtoğlu dinleyen herife deep purple'ı övdü durdu pezevenk.
hadisenin üzerinden 10 sene geçti, liseden mezun olduktan sonra bir allah'ın günü görmediğim itle lisedekilerle buluştuğumuz bi içki masasında takılmak mecburiyetinde kaldım. ve inan her dakika, lan bana ne kadar uzak hayatlar var be dedim.
- eray olum iyice kararmışın lan?
- evet abi yaa, ağrı'daydım, dağa tırmandık abi, rehberlik yaptım, karda yandık abi yaa.
- (seni rehber edinen medeniyet çöker be dürzü) hee iyi bakalım. saçlara rasta olayı he?
- evet abi ya. rasta ya. abi ot var mı ya ot? ha? takılalım abi ot olayı. kafam açılmasın abi ya.
- sabır... yok sevmiyorum ben pek. biradan şeyapıyoruz, hani muhabbet edelim içelim hesabı, bak toplanmışız kaç sene olmuş.
- abi ne birası ya, tıssıh, bira içiyo adamlar ya, hamallık abi ya sizinki ya.
- eeeeh yaa çekip durma lan. duyabileceğim yerlerde sopa istiyorum deme eray. götünü pergellediğim. kim çağırdı bunu lan?
***
- sayın vaudeville for vendetta, çok uzun yazıyorsunuz. sanıyor musunuz ki okunuyor?
- vay ben senin bakış açını genişleteyim.
- buradaki ergenlere ve üniversite gençliğine hikayelerinizi anlatıyorsunuz. peki, nasıl bir tatmin peşindesiniz?
- hayat pencerenden gireyim senin, it.
- ayrıca entrylerinizde tanım yapmıyorsunuz!
- oğlum seni çok değişik döverim lan.
voilà! bu, benim hikayem; dinlemek isteyen dostlarımız birer sandalye çeksinler. ve elbette kadınları buna zorlamıyorum, zira merak etmeyiniz; sizin futboldan nefret ettiğiniz kadar ben de futbolla ilgilenen kadınlardan nefret ediyorum. ama yine de bir kadına hikayelerimi anlatmanın eşsiz mutluluğunu inkar edemiyorum. o halde, buyurmaz mısınız?
hep zeki bir çocuk olduğumdan bahsedilirdi. ne yalan söyleyim, belli bir samimiyet eşiğine takılıp düşmeden geçtiğim insanlara "2,5 yaşındayken, araba kartlarının üzerindeki; azami hız, motor gücü ve sair özellikleri arabanın adını söyler söylemez ezberden sayıyomuşum lan" ya da "4 yaşında okuma yazmayı söktüydüm" ve sair mevzuları anlatmaktan mutluluk duyuyorum, zira o eşiği aştıktan sonra insanların aklında "ne artizlik satıyon lan kolpacı" fikri uyanmıyor. o zamanlar, yani ankara'da genç ve yakışıklı bir teğmen olan küçük dayımın bize geldiği günlerle, o gelene kadar asla karşılaşmadığım futbol maçlarını televizyona bakıp kuralıyla takımıyla topçusuyla tam anlamıyla manalandırdığım günlere tekabül eden vakitler, italya'da dünya kupası maçları oynanmaktaydı. babam, "hangi takımlısınız?" sorusuna "ekmek dakımı" cevabını veren, gri ceketli bir adamdı. futbol ve babamı özdeşleştirebildiğim tek hatıram, mahallede maç yaparken, o esnada işten dönmekte olan babama doğru yuvarlanan topu, sol ayağıyla tepmesinden başka bir şey değildi. of. gözümde "ayaz geceler" isimli filminde kötü adamlar tarafından iki kolundan tutulmuş, karnını yumruklamak üzere gelen üçüncü kötü adama o kısacık boyuyla çift ayak tekme atan burhan çaçan'dan farksızdı. babamıysa, beceriksizliği kısa gösteriyordu. abim. ben futbolu çakozlamaya başlayana kadar futbolun f'sinden bihaber büyümüş, mahallede sarı kuşak karate kıyafetiyle cirit atıp beni ölesiye utandıran, kavgacı manyağın tekiydi. ve işte ben. biraz daha büyümüş, dayısıyla italya'daki kupanın efsanesi kamerun'u hayranlıkla izleyen, zeki bir çocuktum, yeni dünyayı severek kavrayıvermiştim.
sonra yavaş yavaş, televizyonda oynananla, sokakta oynanan oyun arasında paralellikler kurmaya başlamış, ve bu bir yetenek, gerçekten iyi oynadığımı fark etmeye başlamıştım. bahçede saatlerce süren anlamsız koşturmacaların önüne top katıyor, bir yandan kahramanımızı seçiyorduk: "omam bıyık, vurdu ve goool!"
bilahare abim, verebileceği en tehlikeli kararı verip, futbolla ilgilenmeye başlıyor, karatedeki yeteneğini futbol sahasında da sergiliyor ve sahada -rakip ya da aynı takımda olup olmamanızın hiçbir önemi yok- cümlemizin yedi kabilesini sikertiyordu. ağzımıza yediğimiz dirsekleri mi anlatıyım olm sana, herifin belimize eklediği uçan tekmeleri mi? hayır herifi insan gibi uyarıyorsun, "bak abicim, mavi kuşağa atlayamadığın için yaşadığın kızgınlığı çocuk kalbin kaldırmıyor anlıyorum, eyvallah da, bu amına koduğumun oyunu böyle oynanmaz ki lan? şerefsiz. biz de akça pakça çocuklarız, bizim de hayallerimiz var, bırak biz de maç bitince çokomel yiyip gazoz içelim, kendine müslüman dürzü" diye, yok, alınıp güceniyor. üstüne "rıdvaaannn" diyerek basıyor tekmeyi döşüme böğrüme. abi, rıdvan'la o müthiş apçakinin ne alakası var, allah'ın adını verdim bi açıkla bana.
çok bomba hadise var bak bi de. yine ufakken maç yapıyoruz, yine bizim birader kuralı yasayı zerre siklemeden maçın tabiatını sikiyor. sonra abimin kalesine doğru topla ilerlerken, abim eğildi, kaleci olmamasına rağmen eliyle topu aldı, önüne atıp karşı kaleye doğru yaldır ha yaldır koşturmaya başladı. biz haliyle "el vaar, el vaar" diye bağırıyoruz fakat herifin umrunda değil. geldi yanımıza ve o tarihi açıklamayı yaptı: "olm, orta sahada topa istediğin kadar elle dokunma hakkın var. gördüm ben, rıdvan yaptıydı". ulan? herif mübarek, bütün illegal icraatlarında rıdvan'ı öne sürüyor. hani benim için "rıdvan yaptıydı" değil de, itiraz edersem "rıdvaaannn" melodisi eşliğinde yiyeceğim tekme daha ikna ediciydi. maç boyu, orta sahada abim dışında kimsenin eliyle topa dokunamadığını da önemsiz bir not olarak iliştirmek isterim. abimle maç yapmak bütün kapıları dayağa açıyor ve fakat bazen dayılar kapağı açamıyor görüldüğü üzere.
oynama aşkı, izleme aşkı, öğrenme aşkı. futbol, ilk aşktı...
sonra bir takım tutmak gerektiğini anlıyorduk ve bana futbolu öğreten dayım fenerbahçeli'ydi. oysa ben galatasaray'ı seçtim; dayımın tüm baskılarına rağmen. neden galatasaray, bilmiyorum. sen hiç nedensiz aşık olmadın mı bir kıza ya da bir adama? ya da aşık olduğun, belki de hemen içeride uyuyan, sıcacık dudaklarını öptüğünde dudaklarında çıkan kıvılcıma sebep, kokusu ciğerini isleyen o kişiye aşık olma nedenini sorup sorgulayıp zehir eder misin kendine davayı? neden galatasaray'dı? aşık değilsen anlamazsın. beni anlamayan bir tek sen değilsin elbet, aha ufak bi anı:
championship manager'ı bilenler bilir, bilmeyenler için çok kısa özet, bir futbol takımının hem finansmanıyla, hem taktik stratejisiyle, hem transferiyle, bokuyla püsürüyle her şeyiyle ilgileniyorsunuz bu oyunda. şahsım adına söylemem gerekir ki ben bu oyunu, ta disketli zamanlarından beri oynuyorum, daha doğrusu birkaç sene öncesine kadar oynuyordum. her neyse, bir vakit ingiltere'nin en alt liglerinde yer alan newport county diye bir takım seçmiştim. bildiğin müptelası oldum heriflerin, kendimi adadım. ve hadiseyi championship manager'ın dışına taşıyıp, gerçek bir newport county taraftarı olmaya karar verdim. newport county kulübünün sitesindeki foruma üye olup, "ee aga bu haftaki maidenhead united maçı nolur diyonuz?" ya da ne bileyim "barnet tehlikeli aga. barnet'a dikkat. akşam üstü sikiverirler mazallah" gibi yarak kürek yorumlar yapıyordum. bir gün açıkladım türkiye'den olduğumu, birkaç tane "i've been in marmaris twice" tadındaki mesajlar dışında, forumda merak hakimdi: neden newport county? hayır championship manager'dan buldum desen anlamaz, anlasa da tatmin olmaz gavur evladı. mecburen, atmosferine ortamına vuruldum agalar, hor görmen, diş bilemen dedik ama, onu da paso geçti bizans kargaları. inan bana, hayatımda hiç kimse benimle o kadar taşak geçmedi abi. günlerce ingiliz mizahının özgün ve başarılı örnekleriyle silüetimi siktiler. gecelerce...
neyse abi, sonra bu aşkla büyüdük, hamurumuz yoğruldu. lisede yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen adamlarla mevzu futbol olunca gırtlak gırtlağa gelir olduk, selamını almadığımız adamlarla okul koridorunda kol kola, omuz omuza tezahürat yaptığımız oldu. bu arada stadın dışında tezahürat etmenin mantığını hala kavrayabilmiş değilim, haybeden yırtmışız okul koridorlarında gırtlağımızı. lan lisenin sonunda gaza gelip, (hop ninnayı ninnayı melodisiyle okuyalım) "aaabdürrraaahiiim albayrak, abdürrahim albayrak!" diye tezahürat başlatma girişiminde bulunan adam gördü bu gözler yemin ediyorum. o delirmiş gözlerle abdürraaahiiim diye başlayıp, saçmalamasını fark etmesiyle sıfatın değişimini bugün hala çok net hatırlıyorum. ayrıca bu arkadaş bana kopya verdiği sınavda kendisi 60 alırken bana 80 aldırmasıyla efsane hanemde önemli bir çentik olarak yerini almaktadır. şu an uçak mühendisi bu herif. otobüsle trenle gidin nereye gidiyosanız, daha güvenli inan bana.
sonra, gerçek aşk acıları, okul derdi, üniversite stresi, aile/arkadaş/ilişki problemleri derken futbol yavaş yavaş geri plana atılmaya başlıyordu hayatımızda. meselelerin çekirdeğinden, yani en sıcak bölgesinden yavaş yavaş yüzeye çıkmaya başladığınızda, içinde bulunduğunuz cehennemi daha sağlıklı yorumlama şansınız oluyor. futbol için neden bi insanı kovaladığımı anlamamaya başlıyordum. ya da yaptığımız maçı kaybettik diye odamın kapısının ortasında koca bir tekme göçüğü bırakmamı. neden zevk almam gereken bir şey bana zarar versindi ki?
yine sevmeliydim futbolu, yine aşık olmalıydım, ama körükörüne değil. sonra futbol dünyasını sorgulamaya başladım, dönen paraları, mafyayı, yenen hakları. günlüğü 1 dolardan çalışan afrikalı, ondan daha yeteneksiz bir türk'ün sekizde biri kadar paraya razı ediliyordu. bunu yapan büyük başkanlar, afrikalı futbolcu ithal edip 10 katı paraya satmakla onore ediliyordu. birileri birilerinin sırtından geçiniyordu aşikaren. bu adamların para için her şeyi yapabileceklerine inandım.
***
(hayal et abi)
- başkanım, her anadolu kulübünde olması gerektiğine inandığım zenci futbolcu eksiğimizi bu arkadaşla tamamlıyoruz. kendisi afrika asıllı timsahi futbolcu ibrahim buhari.
- heheh, gel nuri gel. getirdin mi yamyamı?
- sensin yamyam it. ilelebet sikerim seni.
- nerden biliyo lan bu türkçeyi?
- başkanım, kendisini hatay'da bulunan, sadece zencilerin yaşadığı köyden kaptım getirdim.
- lan o yıllar evvel reha muhtar'ın show haber'de gösterdiği zırva değil mi? ben taşak olsun diye, reha muhtar'ın her zamanki şeyi sandımdı be? doğru muymuş lan o?
- doğru doğru. cibuti'den göçmüşler başkanım, etiyopya'dan göçmüşler.
- olum o zaman yine reha muhtar'ın yıllar önce gösterdiği aydın dolaylarında bulunan, sadece erkeklerin yaşadığı köy haberi de doğrudur? nasıl ürüyo bu pezevenkler? hemen fotoğraf makinemi kapıp gidiyorum nuriciğim, avrupa basınına sattık mı nefis para indiririz gövdeye.
- başkanım sikerler orda sizi. karı yok karı. yatakta yeni bir tat, sikişte yeni bir soluk olursunuz başkanım, sofralarına meze olursunuz.
- işin ucunda para var diyorum nuri. para var diyorum nurettin. varsın siksinler. hem kaç kere gelicez bu dünyaya, ayrıca beni bi daha nerde görecekler, her ne kadar bu iki felsefe dünya nüfusunun %76'sının hayatını sikmiş olsa da önemli değil. para diyorum sana. hem şu marsığı da siktir et gönder, madem türkmüş, gözü açık olur bunların, afrika'dan üçe beşe buluruz bi yamyam.
- vay babam. keşke benim gözümün önünde sikilmeyeydiniz başkanım. hemi de zenci...
ve özellikle şunu belirtmeliyim: arkadaşının hatrına, fenerbahçeli olması rağmen ankaragücü-beşiktaş maçı'nı izlemeye gidip, maç sonundaki karışıklıkta hiçbir şeyden habersiz evine giderken gırtlağına sallanan bıçaktan kaçıp göğsüne gelen darbeyi bir ömür boyu taşıyacak olan o gariban dönerciyle konuştuğumdan beri,
iki haftada bir ankara'dan kalkıp, inönü'ye maç izlemeye giden, bir de tribünün sefaletini çeken arkadaşımın ankara'da dillere destan bir dayak yemesi sonrasında tribünü bırakmaya karar veren; bırakmasına sebebin yediği dayak olması zannederken "atkımı çaldılar. atkı tribüncünün namusudur olum, sikseler bi daha maça gitmem" diyerek aklımın almadığı bir sebebe bağlayan 20 senelik dostumu tanıyamadığımdan beri,
nkfvas (ne kadar fenerli varsa anasını sikeyim) pankartını açıp, fenerbahçeli olan abimden dolayı benim de anama söven taraftarlarla nasıl olur da aynı renklere gönül verdiğimizi; uefa kupası'ndan elendiğimiz gece, fenerbahçe'nin resmi sitesinde "final biletiniz bizden" diyerek reklam yapmasını, yani bizi bizden bu kadar ayırabilen şeyin ne olduğunu anlayamadığımdan beri,
futbolun ve futbola dair hiçbir şeyin benim için eskisi gibi aşkla anlatılamayacağını öğreniyordum...
biz, ayı büyüdük kardeşim. karşı cinsin de aslında arkadaş olunabilecek bir insan türü olduğunu idrak edebildiğimizde de eşşek kadar adam olmuştuk. şimdilerde sokakta neyi kızlı erkekli kalabalık ergen gruplarını görüp hevesleniyorum şerefsizim, e bizim de zamanında oldu tabii normal kız arkadaşlarımız fakat bunlar bizimkinin çok ötesinde şeyler yaşıyorlar. nereden biliyorsun dersen, kaynağım sağlam abi: facebook. ayı büyüdük falan diyorum ya bakma, hala ayıyım, devri iki nesil geriden takip eder gibiyim; hala bir facebook hesabım yok yeminle. misal bi herifin dedikodusunu yapıyoruz ya da bi karının bahsi geçiyo, hiç olmadı lisedekilerden "almış yürümüş" avına çıkmak içün, arkadaşımın hesabından giriyorum çatır çatır. nasıl bi bağımlılıksa bu, oradan oraya seke seke saatlerce elalemin fotoğraflarını incelerken buluyorum kendimi. hah, işte bu unisex dostlukların bilgisine de bu şekilde ulaştım; efendim allah'ın günü buluşmacalar, kucak kucağa pozlar, evi boş olanda toplanıp içmeceler, şşş noluyo olum? bir de bu kokmuş ergenlerde rakı içme tribi vardır gece toplanmalarında, hani karıya kıza erkeklik cakası satma mevzuları. e hadi ana baba ol da gönder şimdi bu götüne alkol basan bu puştun evine? lan ben rakı içen bi ergenle aynı evde uyumak mecburiyetinde kalksam sabah kalktığımda kestanemin sağlamlığından emin olamam, kaldı ki kızıma izin vericem. yeni nesil canavar gibi anacım, o kız nabar needer benden izni koparır, biz de moderin papa ayaklarında ses etmez görünürüz ama, allah çarpsın bütün gece dikizlerim o evi röntgenci gibi, sabahına da evin bi odasını ayna kaplatır sopalarım o ergen picini, döverken kendimi seyretmek adına(dur daha fantezi olayına girmedik), sen kimsin benim kızımı çağırıyon lan gavat afedersin? neyse abi, facebook'ta bunların fotoğraf yorumlarından da bi sik anlamıyorum ayrıca, sesli harf yok be. onu geçtim, kalp gördüm ya, allah belamı versin klavyenin neresinden çıkıyo, nasıl başarmış karı bilmiyorum ama bildiğin kalp. benim klavyemde niye yok lan? snii sefiormm bebeqq @ (benim kalbe bak, mübarek işkembe).
bu kadar kelamı neden ettik, elbet vardır sebebi. hadise cinsel içerikli olduğu içün +18 uyarısı vererek girecektim fakat, kalmamış yavrum o, atı alan üsküdar'ı geçmiş sen hala on altıda on yedidesin diyorum. yok +18 falan bekleme, dan diye sikişten bahsedicem lan bu entry'de aloo.
şimdiii, kadın ve erkek gözünden türk usulü sevişmeye bakış farklıdır babacım, son derece hassas dengeler üzerine kurulmuştur. sevişmelerini inceleyeceğimiz çift, öyle tek gecelik ya da fuck buddy olayı değil, ciddi ve geleceğe yönelik düşünen insanlardan müteşekkildir, ona göre.
ciddi ilişkiye başlayan türk çifti, genelde ilk gece sikişmez, el ele tutuşuluur, nihayet öpüşülüür, adam gibi film falan izlenir iki yiyişilir ve koklaşa koklaşa uyunur. kızın kafasında maalesef "orospu bilmesin" fikirleri cirit atarken, herifin aklına sikiş gelmez bile o duygusallıkla. zamanla düzenek kurulup, ikisinin de aklına artık sevişmek geldiğinde kızımız misyonerden ve herifin üstüne çıkmaktan gayrısına izin vermez, oğlan bikaç gece şikayetlenmez ama inceden de tak eder canına. bu noktada erkek okurlarımıza bir hatırlatmada bulunalım: kadın, pozisyon değişikliğine müsaade etmiyor ve bununla birlikte yorganın altında iş görmeyi tercih ediyorsa ya kendine güvenmiyordur ya da iğrenç bi herif intibaı bırakmışsındır karıda, güven vermiyorsundur. dokun abi karıya, öp, rahatlamasını sağla, onu beğendiğine inandır. ertesi gün domaltmazsan adam değilim (romantik romantik girince insan gibi bi son bekliyodun di mi? nah!)
kadınlar sevişirken ilgi gösterilmesine ihtiyaç duyarlar. o yüzden bi herif tutun, siz sevişirken adam da karıyla ilgilensin. hayır lan, saçmalama. sevişirken çenen düşsün biraz, iltifat et, öpüş, dokun; ne kadar angarya geldiğinin farkındayım, ama gerçek sevişme karşı cinse hazzı yaşatırken arada senin de zevk adına pay çıkarman esasına dayanır.
türk usulü sevişmede rakibe ne yönde yoğunlaştığın da önem arz eder. anlamadığın için ayrıntı veriyorum: valide hanımla peder beyin parasal yardımda bulunduğu bi aile vardı, küçükken beni de götürürlerdi çay may içmeye. nedendir bilinmez, bi sefer de halı yıkamaya gitmiştik oraya. elimizde bi tahta, halının üzerinde kaydığımızı hatırlıyorum. önemli bir ayrıntıdır, halıyı yıkadığımız bahçenin nasıl bi dizaynı varsa, bahçenin bitimi ufak çaplı bi uçurumdu. ev sahibesi de halının üzerinde tahtayla kayarken, bi anda bahçenin sonunda gözden kaybolduydu. resmen uçmuş karı. aşağı indik hemen, aşağı bahçeden kocası tepesine dikilmiş, alenen acıyarak bakıyor karıya. karı bi yandan söyleniyo: "anam beliiiim dut golumdan da galdır heriiiif, kanı çekilesiceeee, beli bukülesiceee, galdır diyom beni heriiiif." aha bu karı herifin gözünde bitiktir mesela, o sekansı aklına yazmış herifin nasıl siki kalkacak o karıya a dostlar bi söyleyin hele? işte bu ve benzeri motivasyon sözkonusu olunca, misal garsona el edip de görülmediğinde o savunmasızlığın bitiriyor o karizmayı, o "yatakta iyiyimdir" pozlarını.
şimdi demem o ki, gerekli şartlar oluştuğunda, kıza güven verdiğinde ve kızın gözünde "pozisyon değiştirmeye değer" görüldüğünde kızın erkeğe arkasını döndüğü pozisyonlara geçmiş (aynı birleşme esnasında hem klitoral hem vajinal orgazm yaşatabileceğiniz böyle bir pozisyon mevcut ama bokunu çıkarıp ayrıntı vermeyelim) ve sürecin ilk adımını atmış oluyoruz benim sevgili, doymak nedir bilmeyen seks makinelerim.
pozisyonu değiştirdik, bir başka deyişle; senin haftalarca hevesle beklediğin doggy style olayına girdik mi, çoküzel.. o halde fantezi sürecine girebiliriz.
fakat şunu belirtmem gerekir ki, pozisyon değişikliği ile fantezi süreci arasında bir ara geçiş evresi mevcuttur: küçük yalanlar evresi.
hayır sikiş esnasında "ohhh, ben aslında ibneyimmm uvauhhh" ya da kadın gözüyle bakacak olursak "hmmh, sana söylememiştim ama ablanım ben senin. bacını da mı sikiyon godoşummm oiyhh" gibi anlık yalanlar değil. misal, kızlarımız sevgililerine "asla tanga/g-string giymem" gibi bir yalan söylesinler ve aynı tenin eski heyecanı vermediğini anladıkları noktada bir gece ansızın tangayla çıkıversinler herifin karşısına. abaoov.
erkekler için de, kendi özel hayatımda uyguladığım bir yöntemi tavsiye edeyim. seviştiğim tüm kadınlara, oral seks yaptıktan sonra asla öpüşmeyeceğim yalanını söylerim ben, uzunca bir süre bu yalanı devam ettirdikten sonra, saksonun akabinde öpüşmek için eğildiğimde istisnasız tüm karıların suratımı parçalarcasına saldırdığının canlı şahidiyim. buradan çıkarılacak sonuç şudur: insan evladı yatakta yasakları aşmaya pek teşnedir.
bu noktadan sonra sevişmeler hayvanlaşacağı ve haliyle daha da güzelleşeceği için kendini keşfetme/fantezi sürecine girmek vakti gelmiştir. ben, hepimizin mutlaka bi yerlerde gizli bi sapkın eğilimi, fetiş nesnesi olduğuna inanırım. kiminde ayak olur, kiminde el olur, hiç tahmin edilmez ama kadınların erkek götüne duyduğu ilgi en az bizim karı götüne olan tutkunluğumuz kadar vardır ya da ne bileyim kelepçe falan olaylarına da girilebilir, üniforma olur[denizciydi, subaydı, liseliydi, avukat cübbesiydi(allah belanı versin) bunları keşfedeceksiniz arkadaşım. gerekirse peruk takacaksın hanım kızım, takma tırnak olayına gireceksin, orospu taklidi yapacaksın orospu olmasan bile.
şimdi çok müstehcen oldu diye bana kızacaklar da çıkacaktır elbet, olsun, bu tavsiyeler aynı zamanda da sizler için. yalnız unutmayın ki, bu kapalılığınız doğurduğu hilkat garibesidir 14 yaşında sikişen sübyan kızlar, hamam oğlanları ve elbet siz de sevişmişsinizdir/sevişeceksinizdir. haybeye tavsiye değil bunlar, bi ilişkide cinselliğin ne derece önemi haiz olduğunu fark ettiğin gün götüne tekme yemektense, uludağ sözlük'te vaudeville for vendetta diye bir ahlaksız var, yau çok müstehcen yazmıştı ama iyi de oldu be okuduğum demen sanıyorum daha tercih edilebilir. yalnız, cinselliğin bir tabu olması ve bunun sebebiyet verdiği sosyal hastalıklarla savaşır gibi görünen porno yazarları ile de bu kardeşini bir tutmamanı önemle tavsiye ederim, zira yarım doktor candan yarım imam dinden eder. görüyorum, okuyorum, karşı cinse dokunmadığı 100 metreden sırıtan insan evladı bir oral seks tarifi yapıyor, yok tükürükler sızar aletten aşağı, vay efendim memelerini erkeğin bacaklarına yaslayıp icraate geçeceksin falan, ne lan bu? ayıptır söylemesi onca karıyla bu hadiseye dahil oldum, bir günden bir güne pazar poşetlerini taşıyamayıp kaldırıma yığan teyzeler gibi memesini bacak arama yığan karıya rastgelemedim arkadaş.
dravdan bir tanımla bitirmemiz gerekirse: her ilişkinin içine girmek zorunda kalacağı nihai süreçtir, aksi takdirde kardeş kardeş uyuma, içeride karı yatarken pornolara mahkum kalma ve hatta aldatıp yuvanı yıkma gibi sonuçlar doğacaktır vaadettiği günler hakkın, milletimin istiklal.
haybeci hayat sahiplerinin oluşturduğu bir alt kültür vardır babacım, senin benim hepimizin yaşadığı; tıkırında, normal, sorgusuz ve kabullenmiş hayatlarla adeta taşak geçer bu abiler ablalar. ortak noktaları da renksiz hayatlarını farklı olma çabaları ile boyamak uğraşı içinde bulunmalarıdır; kah isteyerek, kah istemeyerek, kah talı mıçı.
sizler için ava çıktım dostlarım ve hepisini okla okladım, karlıı kahayıın hormahanındaa yürüyohoruum livaaneli.
-- "cami babamın malı" adamları: madem ki bugün gurban bayramı, biz de mevzuya dinden diyanetten girelim baba. şimdi, bu herifleri tek bi şablona oturtmanın imkanı yok, yani camiyi sahiplenen herifler üzerinden envai çeşit modellemeye gitmek mümkün. namazda gülüyorlar diye çoluk çocuğu dekmikleyen moruk da oluur, top oynamış velet taifesine şadırvandan su içirmeyen işgüzar vatandaş da olur, fakat bize daha haybeci, daha hesapçı ya da daha nevi şahsına münhasır adamlar lazım.
misal, inönü camii'ni bilenler için söylüyorum, sağa doğru (deniz tarafındaki meleğe) selam verirken hemen solundaki herif ya ağzını kapatmadan sıcak sıcak esner ya da seslice huuuıpp diye nefesini içine çekip ffff diye bırakarak sessizce geğirir omzuna doğru, sola dönüp selam verecekken komple içine çekersin o kokuyu, herifin iftarda ne yeyip içtiğini anlayıverirsin bi çırpıda.
- hmm. ezo gelin çorba, karnabahar, pilav, köfte.
- buyur?
- karnabahar karnabahar..
- ney karnabahar?
- cebinde mi getirdin ulan eşşekoğlueşşek?
- nasıl konuşuyon lan allahın evinde?
- sen nasıl kokuyon lan allahın evinde?
- sası sası.
- kırmızı çizgili yeşil halıların aranılan ismisin abim, idolümsün, ikonamsın, son akşam yemeğim, kutsal kasemsin..
cami babanın malı ya, iftar sofrasından kalktığın gibi gel aman, leş gibi kok şerefsiz.. bu ibne takımı yüzünden on yaşında jübilemi yaptım lan, üçüncü rekatta cemaatin alkışları eşliğinde omuzlarda mescit dışına taşındım.
bir de imamdan çok imamcı, cemaati yönlendirmeye çalışan işgüzar herifler vardır. ona buna emrederler, ota boka isyan bayrağı çekerler. "ayağa kalkın da safları sıklaştırın beyler, bakın orda hep boşluk olmaz ki canım.. allah allaaaah.. beyefendi bağdaş kurma.. bağdaş kurma beyefendi üç kişi sığar oraya" gibi bir taktik savaşında başrol oynadıkları gibi, "cemaat-i müslimin, bakın dışarıda bi sürü insan var, bi kalkın toplanın ya. bak yağmurda kalacak bu kadar insan" diye de bağırıp çağırırlar sinirden köpürerek. ulan dışarıda yaldır yaldır, ayna gibi güneş var, nerden hissetti, nerden anladı bilemezsin, harbiden iki dakika sonra da yağar o yağmur. vallahi de yağar, billahi de yağar abi o yağmur. belirtildiği üzere bu sinir ehlinin bir de ota boka isyan edenleri vardır ki, cuma namazına gelmiş "her boktan anlayan esnaf" bunların en büyük düşmanlarıdır; o kitleleri sürükleyişini, karizmasını yerle yeksan eder, kıyasıya demoralize eder bu ihtiyarları kahraman esnaf.
- yahu ses gelmiyo bu tarafa, söyleyin açsınlar şu hoparlörü!
- ... (cemaatte derin sessizlik)
- ses gelmiyo seees! açtırın şu hoparlörü!
- kablosu uzanmıyor hoparlörün, gelmez oraya ses.
- yahu kardeşim, açtırın hoparlörü açtırın ses gelm..
- kablo uzanmaz!
- hopar.. hutbe çıkışı minbere gel şerefsiz..
***
-- "dördüncü boyut" adamları: bunlar hadiselerin, mevzuların akla gelmedik noktalarına dikkat çekme iddiasındaki ibnelerdir. ha, herkesin göremediğini görmek, ifade edemediğini dillendirmek zekaya işarettir fakat bu yavşolar sefil bir karizma peşinde var olması imkan dahilinde görünmeyen bi fikir atarlar ve ciddi ciddi de savunurlar bunu haa.
- lan nasıl olur amına koyim ya, nasıl 20 olur olum eşşek gibi doldurmuştum kağıdı?
- he abi ben de gördüm sınavda senin kağıdı, o kadar kötü değildi.
- en az 40 olum o kağıt. valla en az 40
- (dördüncü boyut adamı muhabbete dalar) belki de hoca kağıdınla oynamıştır? silmiştir senin cevapları?
- la saçma saçma konuşma
- tabii olum, benim amcam da bi gün sınava girmiş..
- samet.. allah'ın adını verdim birader..
ulen papyoon.. yalnız belirtmek isterim ki bu hayali diyalog falan değildi, üniversitedeki ilk senemde resmen yaşanmış hadisedir. herif ciddi ciddi hocanın kağıdımla oynadığını iddia ettiydi, sırf amcasının yalandan hikayesini anlatıp kalabalıkta prim yapmak adına, halden anlamaz puştaki..
bu haybeci hayat örneğinin biraz daha anlaşılır olmasını sağlamak içün bi de mizansen yaratalım misal;
- (dingdong cikcikcik)
- kim ooo?
- aç yavrıım, hele bi aç yavrııım.
- buyur teyze.
- yavrım bi ekmek parası yavrıım, allah rızası için bi ekmek parası, gönlünden ne koparsa..
- la bırak, parmağında altın yüzük var, daha ney ekmek parası?
- (dördüncü boyut adamı arkadan sinsice yaklaşır) belki de hızır aleyhisselam'dır ha?
manyak ibne.
***
-- "televizyona çıktım o halde neden götüm kalkmıyor" adamları: sıradan ve siklenmedikleri, saygı görmedikleri hayatları; hasbelkader bir dizide görünmeleri ya da salaş barlarda çıkarken insan olanın izlemeyeceği şovlarda göt atıp kendini nimetten saymaları ile değişen insan evlatlarıdır bunlar.
bi herif vardı mahallede, hani çok da muhabbetimiz yoktu, arada selamlaşırdık, halimizi hatrımızı sorardı vakti evvel yavşakça.
biz okumayı seçtik, o bi mankenlik ajansına başvurdu. insanları güzel çirkin diye sınıflandırmak hayat görüşümün sınırları dışında kalır ama, abi bu da allah affetsin eşek arısı gibi bi herifti ya, epey şaşırmıştık seçilince. eleman yüksele yüksele star tv'de bir dizide kötü adamı oynadı, bir vakit sigara almak üzere bakkala dal taşak yürürken karşılaşmıştık da, sadece bir saniye kadar gözgöze gelmiştik ibneyle. bilmezsin, çok şey konuştuk o bir saniyede:
- 70 milyon izliyo beni olum, daha aşurtmanla sigara al sen it..
- bizim de giderimiz var be olum?
- ayrıca bölüm başı 3 bin lira moruk..
- hehheh bizi de görürsün artık.
ilk maaşa yamanan adam oldum dostlar, belki ekürisi de gelir diye arkadaşının sevgilisiyle buluşmasına kendini davet ettiren üçüncü adam oldum..
***
-- "emin değilim" sevgilileri: hadiii? hadi yaa? ciddi misin sen?
ulan yıllar yılı bi altı doldurulamamıştır bu "emin değilim" kelamının. neye emin değilsin, kimden emin değilsin, soracak olsan "hiçbir şeyden emin değilim" cevabı alman kuvvetle muhtemel. resmen bela.
zikredilmemiş bir ayrılığın; kırmayarak söyleme biçimi, bir iyi niyet gösterisi, bir merhamet bağışı ya da şiblî'nin gülü müdür mansur'a attığı?
acaba hangi hak sureti, bir terk edişten az yaralar?
***
haybeci hayatların insanları, şu gece karar verdim, karşıma çıktığınız ilk yerde yakanızdan yakalayıp yaslayacağım sizi duvara. ve umarsızca haykıracaksınız:
hiç şüphen olmasın, sevgili nazarında sermaye tüketen bi fiiliyattır bu benim bal börek kardeşim; haklıymışsın, haksızmışsın, dövmüşsün, dövülmüşsün, -hani yine kişinin meşrebine bakar da- genellikle nisa taifesinin pek sikinde olmaz, sonuç bellidir; kavgacısın, çakalsın. kavga çözüm değildir, şiddetten yana olunmamalıdır eyvallah da, an gelir muhatabın bey abi adeta iniler "ne olur çenemi yumruğunsuz bırakma" yahut şakır bülbül hesabı "bu dekmiik, tam benliik" deyu, mecburiyetten giriverirsin kavga olayına.
biz de bu naneyi bir kereye mahsus olmak suretiynen yemedik değil, ha bir iki dravdan itiş kakışı saymazsan tabii. nedir abi?
kız arkadaşımın yanında müstehcen şarkılar söylüyor diye bir veledi boyamıştım da, abileri ve mahalle arkadaşlarını toplayıp geldiğinde bir şekilde hadiseyi tatlıya bağlayıp, kızın yanında yiyeceğim tarihlere geçecek bir zopadan kurtulduğumu sanmıştım hani. neden, kimden ve nereden(harf olarak sayarsan 5n1k'yı tutturduk abi) aldığını bilmediğim bir gazla "gel laa buraya" diyerek aniden bi tekme savurduydu oturduğum yerde sıfatıma. gel gör ki tekmeyi savuran orospu çocuğu nasıl bir beceriksizse tam manasıyla suratımı bulamamış, ayakkabının yırtılmış ve keskinleşmiş köşesiyle sıyırtmıştı yanağımı(inan bana keşke tekme suratıma ineydi diye hayıflandım, bir bu "sıyırtma usülü tekme", bir de "kağıt kesiği" tüketir yaşama sevincimi, ha "halı yanığı?" diye sorarsan da "bak iyi hatırladın" derim tabii).
bir de; yine sevgiliyle dolaşırken, farklı bir siyasi görüşe sahip olduğu ve tam olarak bu sebepten çevrelenmiş olduğu apaçık sırıtan bir garibanı kurtarmak amaçlı kavgayı ayırayım diye koştuydum da, kalabalık güruh beni de itip kakmaya başladıydı. ta ki ağzımdakini fark edip, "bu napmış lan?" dercesine kavgayı dövüşü bırakıp beni izlemeye başlayanaca "sana noluyo lan" diyerek ittirdilerdi beni. kız arkadaşımın "şunu bi açar mısın aşkıaam" diyerek uzattığı lolilopu açtıktan sonra iki dil darbesi nasipleniriz diye ağzıma tıkıştırdığımı unutmuşum, o halde kavga ayırıyorum. allahtan işgüzar bi muhabir aha vukuat var diyerek fotoğrafımızı çekip gazetede basmamış; zira etrafını yirmi herif sarmış, ortada ağzında lolipopla çaresiz bakınan parlak oğlan karesi, siyasi görüş ayrılığı sebebiyle doğan bir kavgadan ziyade efendim bir gangbang, bir bukkake olayını çağrıştıracaktı. bizim de anamız babamız var ulan.
hah, ne dedik abi? bunları saymazsak bir kereye mahsus bu naneyi yedik dedik, demek ki bu haybeci atışmaların ötesinde bir şeyler yaşamış bu biraderin. dayak yiyeceğimden neden bu kadar eminsin bilmiyorum ama meraklan diye dolandırıyorum biraz lafı:
bir vakit üç arkadaş ayrı ayrı yerlerde tatillerimizi yapmışız; okul açılana kadar ankara çölünde napacağımızı düşünürken, ani bir kararla yaz sonu oteller ucuz oluyo hesabı, bir son dakika tatili yapmaya karar verdik. zar zor side'de bir otel ayarladıktan sonra bavulumuzu neyi topladık, biletimizi aldık, aynen aşti'ye.
otobüse bindikten sonra bir kareyi sinsi sinsi izledim abi. bizi yolcu etmeye gelen arkadaşımın babası ve camdan camdan pederiyle kesişen bizim oğlan ve bu ikilinin karşılıklı "yapacak bir şey bulamamaları". ulan ne azaptır be.. otobüsün vakti çoktan gelmiş fakat kalkmalar bilmiyor. kim bilir kaçıncı el sallama, kaçıncı bakışıp karşılıklı gülümseme? peder bey arada bir bi yerlere dalmış gibi yapıyor şu azap dolu iki dakikayı bi an önce tüketeyim diye. bizim herif onca zaman sormadığı mevzuyu hayat memat meselesi haline getirmiş gibi davranıyor, o da o iki dakikayı bitirmek derdinde tabii:
- (ağzını iyice aç, fısıldar tonda ama kelimeleri bastırarak) harabayıı.. nereyeee.. parrrk ettiinh?
- (kulağını gösteriyor) anlamıyoruuum.. anlamıyoruum.
- (parmağını kaldırarak, "du bak bi saniye işareti" yapıyo) harabayıı. (direksiyon sallar gibi yap) haraba haraba. nereyee.. park ettiiin?
- (ulan üçkağıtçı) evet evet. tamam. tamam evet. (el salla) güle güleee. güle güleee.
amaan düşman başına dostlar. üzerinize afiyet ortaokulda lisede neyi servisin kalkmasını beklerken de yan servisin camına kafayı dayamış, arkadaş grubunun arasında en az samimi olduğun, diğer arkadaşlarınla yakın olduğu için mecburiyetten takıldığın elemanla göz göze gelirdin hasbelkader. evet sen. bi iki nabıyon lakırdısından sonra o işkencenin acısını dindirmek içün yapılacak hareketler fikstir; parmak sallayarak tehdit edersin yavşak yavşak, "yarın görüşecez olum senle" dercesine o da sana alttan alttan nah çeker.
neyse. yola çıktık, epey muhabbet ettikten sonra arkadaşım kulaklığını taktı, sonuna kadar da açtı baba sesi, bir süre sonra arkadaşımın kulaklığından gelen şarkının sözleriyle noluyo lan deyiverdim gece vakti:
- "dertsiz gavaat, benim gibiii, iinle duuur. yüreğimiin..."
- şşşş.. hıhahı bu ne lan ne dinliyosun olum sen?
- ne var lan? ali asker olm, sen bilmezsin.
- ne diyo olum o gavat mavat?
- ahaha ne gavatı lan, kaval kaval.. allaan goyunu..
meğersem şarkının sözü "dertli kaval, derdim gibi inle dur" imiş de, bi adamın kavala şarkı yazması mı daha normal yoksa bi gavada mı diye düşünmeden edemiyorum. liseler arası münazara yarışmasına göndereceğim sorudur bu. kazanan taraf kim olursa olsun allah belasını versin. hangi argüman kavala ya da gavada şarkı yazmayı meşru kıldırabilir lan?
benzeri taşakla goygoyla, yolu bitirdikten sonra, geldik otele, kahvaltıdan sonra lobide bi iki saat takılıp odamıza yerleştik, görmemişler gibi havuza koştuk.
iki gün boyunca havuz kenarında taşak karartırken, bi gün karının teki dikkatimiz çekti, elinde bi kağıt parçası tek tek şezlongları gezip bişeyler anlatıyo. bilahare bizim yanımıza geldi:
- hallo!
- hello..
- (elindeki kağıdı gösteriyo)ich bin jahre alt und ich gespielt bingo damen und herren..
- in english please?
- ne diyo abi?
- ne biliyim lan almanca mı bili..
- aa siz türk müsünüz?
- aa biz türküz. sen türk müsünüz?(tahmin ettiğin üzere bu sığır, benim)
- hihihi eveeet. nereden geldiniz, istanbul'dan mı?
- yok hayır ankara. ee ne diyodun az önce?
- haa yaa, animatörler bana şu tombala şeyini kakaladılar beş yuroya, ben de akşam side'ye inicem, katılamıcam yani tombalaya, bileti satmaya çalışıyorum.
- heheh, beş yuro için mi geziyosun şezlong şezlong?(çince de biliyorum)
- hahihi yaa çok kötüsüün.
- eheh tamam tamam ver hadi alırım ben.(belki ekmek çıkar)
kızı gün boyu görmedim ama tombalanın ikramiyesi bi şişe şarabın heyecanı da sarmamış değildi hani, karıdan ekmek çıkmasından ziyade.
akşam yemeği içün giyindik süslendik, indik aşağı. salatadan ana yemeğe tüm açık büfeye taarruz düzenlerken meyve bölümünde kızı gördüm:
- şşş naber?
- aa iyidir. senden?
- iyidir. hani gitmiyo musun side'ye? geçirdin bize de tombalayı heheh..
- ya yok yaa, ablam vazgeçti gitmicez, ben de seni görünce vericektim paranı.
- yok canım ne gerek var. ııı, istersen akşam.. beraber mi katılsak tombalaya?
- oluur, iyi fikir.
- tamam görüşürüz sonra.(çıldır çıldır, çıldırmayan ibne)
gece tombalada bi sik çıkmadı ama kızla harbi eğlendik, inceden kafayı bulunca öpüştük falan, öyle sevgili gibi bişey olduk. bunlar işin ayrıntısı, harbi konuya gelelim.
bizim çocuklar, ben bi de kız, otelin diskosuna gittik gece. arkadaşlarım yaldır yaldır dans ederken ben kızla oturuyordum. bu esnada karşı masadaki herifin bize doğru göz kırptığını fark ettim. bu göz kırpmanın yanımdaki kıza olmadığına kendimi inandırmaya çalışırken, herifin iyice yavşak modda sırıtarak piçliğine devam ettiğini görünce, kimse kusura bakmasın bu derece medenileşemediğim için çözümün "hey dostum nesin sen ha, playboy falan mı? ahbap bilirsin, kızımdan uzak dur ha?" sözlerinde değil, zumzukta, dekmikte olduğuna inanmamdan mütevellit herife doğru yürüdüm, fakat sinirden adeta ingilizceyi unutmuş gibiydim, petek dinçöz gibi konuşuyordum:
- where are you looking? ay vil şov yu vadıt miins..
benim deli halimi gören rus'un arkadaşı bağıra bağıra yanımıza gelirken, arkadaşlarım da hadiseye uyanmışlardı fakat suçlunun kim olduğunu bilmedikleri için araya girmekle yetinmişlerdi. sonra benim "kıza göz gırpıyodu laaan" diye bağırmamın üzerine kısa boylu ve zayıf olmasına rağmen gözümün önünde şov yapan arkadaşım, rus'un arkadaşına bir kapattı baba, yemin ediyorum herifin suratından "duburuşşka" efekti çıktı.[müslüm gürses bi filminde bi hamam terliğiyle koskoca mafya teşkilatını çökerttiydi abi(ikizler ya da talihsizler filmlerinden biri olabilir). herif hamam terliğini her vuruşunda mafya elemanlarının suratından "devoçka" diye ses geliyodu lan. a clockwork orange'a atıfta bulunulduğunu ümit ediyorum]
heriflerle tekme tokat birbirimize girdikten sonra araya garsonlar girdi, diskodan çıkardılar bizi. gurur duymuyorum ama etmem gereken bi kavga olduğuna inanıyorum hala; kızın, herifin göz kırpmasına sebep olacak tribine, kevaşeliğine evvelden aysaydım, gireceğim iş olur muydu kavga, dövüş?
bir şey değil, hadiseyi büyük bir soğukkanlılıkla izleyen yanımdaki karı, ne için dövüştüğümü, kimin için dövüştüğümü düşünmeksizin; bütün olay durulduktan sonra, herkes eski keyfine kavuşmuşken bi anda onlarca insan arasında böğürdüydü:
- niye olay çıkardın! neden çocuk gibi davranıyosun!!
neden çocuk gibi davranıyosun.. ah be güzel kızım, ah be yetmiş iki erkek kolunda ömrünü tüketmiş, gönlü ihtiyar kızım;
bilmezsin ki ben, sen yokken de özlerdim çocukluğumu...
inceden kafa sikme fırsatı veren bi dalga, deli işi, icabında bahtsızlık abidesine muhabbet malzemesi.
nice vakittir yapmayı planladığım bi işti, tek başına sinemaya gitmek. e alışmışım yıllar yılı, arkadaşla, kuzenle, sevgiliyle, en kötü ihtimalle akbabamla gitmeye; yiyişenleri, zırlayanları izlerim sinsi sinsi, hem filmi de daha iyi çözümlerim diyerek bir heves, giyindim çıktım evden.
hiç farklı atraksiyona girişmeyim, filmi izleyip siktir olup gideyim derken hesapta olmayan bir şey oldu, istediğim seansta yer yoktu:
- ıssız adam'a bi kişi lütfen..
- (karıya nasıl aklım gittiyse) maalesef efendim, bir sonraki seansta yalarım.
- ney ney nabıcan? ney, anlamadım ben?
- (gerizekalı sandı) maalesef.. efendim.. bir.. sonraki.. seansta.. yer.. var..
- haa.. tamam olur, alıyım ben bi kişi.
daha 1,5 saat var lan, ne bok yicem diye diye düşünürken, arjantin caddesi'ne yürümeye karar verdim. karı gibi vitrin gezdikten sonra, kuki'ye oturup makaronla kahve söyledim. lan madem oturcan tek başına, bi gazete dergi bişey al di mi, e karı kız da kesemiyorsun, gelen ya sevgilisiyle gelmiş, ya da belki son pastasını yiyen bi moruk. sik gibi etrafı izliyorum. baktım vakit geçecek gibi değil, hesabı istedim; "dur lan bu ibneye hesabı kitlerim ben şimdi" diyerek hemen helaya kaçtım, döndüğümde "ulan tek başına geldin, kime hesap kitliyorsun sikik?" düşünceleri arasında siktiriboktan bi kurabiye müsveddesiyle ağzımın içini balçığa sıvayan bi fincan kahveden müteşekkil (mütaşaklı) hesabı götüme iteledim.
neyse abi, sinemaya yürüyene kadar zaten vakit gelmişti, geçtim salona oturuyorum, reklamlar fragmanlar falan gösterilirken ben bi sigara daha patlatırım bu arada diyerek cebimden paketimi çıkarırken yanımdaki herifin beni izlediğini fark ettim, ağlamaklı bir ses tonuyla "ya ateşiniz vardır di mi?" diye sordu, beraber çıktık dışarı.
herif benden farklı bir sebeple yalnız gelmişti filme: ben lan tek başına sinemaya gitmek nasıl olcak acaba, bir de bunu tecrübe edelim sefil ömrümüzde derken; bu arkadaşsız it(ki bilahare neden arkadaşsız kaldığını anlayacaktım) bana yamanmaya çalışıp, hadisemi, hevesimi, üç kuruşluk mutluluğumu, heidi'mi, candy'mi merhametsizce ve kıyasıya sikip atmak uğraşındaydı ayan beyan:
- hsssssp, fffff(bi fırtta yarıladı ciğarayı firavun) filme geldiniz?
- efendim?
- filme diyorum.. filme geldiniz..
- e haliyle..
- güzel diyorlar, ıssız adam.
- öyle. bakıcaz. görücez. hee.
- adını güzel koymuşlar ama gardaş, ıssız adam..(sizli bizli konuşmadan taşaklama gardaş hitabına dalış yaptı herif)
- hee
kabilinden muhabbetlerle herif beş dakikamı zehir etti, girdik filme.
şimdi abi, film romantik dram filmi; e aşkın içinde de malum erotizm var, filmde de haliyle erotik sahneler oluyor ve normal bi adamın azmaktan ziyade "ah ulan ne güzel be" diyeceği sahneler bunlar. aaa, herif beni dürtüyo lan resmen sahnede sikiş varsa. bir süre sonra geçtim sikişi, espri mespri olunca da dürter oldu, sonunda dayanamadım son dürtüşünde tuttum kolunu ve "çinçinliyiz gardaş. yığarım la bütün çinçin'i, yığarım la buraya!" ifadesiyle herife baktım, gel gör ki ağzımdan çıkan sözler "oh mon cher, bugünlerde opera ve baleye hak ettiği ehemmiyet atfedilmiyor değil mi?" ifadesi barındırıyordu: "yapma.."
yapma ne lan? çevreden gören duyan olsa, iki ibne karanlık diye sinemaya gelmiş, cilveleşiyor zannedecek. allah'tan herif dürtmeyi bıraktı da tek tesellim bu oldu. fakat sinirlerim bir kez bozulmuştu artık.
film arası verildikten sonra normalde de tripli tripli yürüdüğümden,
- bak hele gebeşe bak. başrol oyuncusundan etkilenmiş artiz artiz yürüyo, bak hele allaşkına itin bakışlara bak. piii yoluna akıttığım.. ver edecen beline zopayı itin
- kim la hangisi?
- gitti gitti..
gibi muhabbetler olmasın, karaktere kaptıran karaktersizlerden sanmasınlar diye (nolacağısa), bir "sami hazinses" dışlanmışlığı takınıp çıktım salondan sigara içmek üzere. tahmin buyuracağınız üzere pek tabii yanımdaki yalaka it de peşime takılmış, ateş dilenecekti. "lan tek başına sinema olayına girelim dedik, bizim akbabadan beteri takıldı yakaya iyi mi" deyu düşündükçe sinirlerim bozuluyordu. sigaram bittikten sonra bişeyler alayım diye kantine yöneldim, görevli çocuğa parmağımı şıklatarak "bakıcan mı bi kardeş" hareketi yaptım, çocuk "bi saniye geliyorum" dedi. aaa, bi baktım herif arkada başka bi elemanla taşak muhabbetine girmiş, film başlamak üzere, belki de başlamış. lan bir çıldırdım, bir anda suratım türk sinemasının zalim karakteri hüseyin peyda'ya dönüştü[ki kendisinin şuradan resmi görülebilir: http://img384.imageshack....y.php?image=ssss12fv0.jpg (hehheh), kapitalizmin bana verdiği yetkiye dayanarak bağırdım: "hüşşaloo, baksana kardeşim buraya!"
popcornumu, kolamı alıp girdim salona tekrar, film başlamıştı. taşağı şişer herifin, hem göz hakkı kalmasın diye yanımdakine uzattığım popcorn kutusunu son olarak aynı ellerde, dibindeki taneleri zıkkımlanmak için kafaya dikildiğini gördüm. parmağının ucuyla alacağını beklerken, nereden bileydim kutunun içine dirseğine kadar kolunu sokacağını? al birader yemiyorum ben dedim, bi kere niye diye sormadı lan, hep şöyle bi gamsız olmayı hayallemişimdir.
film bitti, ben planladığım yalnız başına sinemaya gitmek aktivitemin sığırın biri yüzünden piç olmasına asap yapmışken, bahsolunan sığır, sığırlığını ispatlarcasına esniyor, esnemekle kalmıyor, esnerken aynı anda konuşuyor, konuşmakla kalmıyor, benimle adeta taşak geçiyordu:
- huyjünlendiaan demıaaaaaaa(tercüme ediyorum: hüzünledin değil mi?)
- bi çekilsen de çıksak.
suç elbette bende. üniversitedeki üçüncü senemde, okuduğum bölümü bırakmayı düşünüp "uluslararası ilişkiler okuyacam lan" diyerek, diplomasi dünyasını öğrenme amaçlı birtakım aktivitelere katıldığımı;
- bunlardan birinin polonya-türkiye dostluk günü kutlamaları olduğunu;
- türk-polak dostluğunu geliştirmek adına "valla civciv gibi karılarla tanışıcam" diye planlar kurduğumu;
- "en kötü ihtimalle birileriyle ingilizce konuşup pratik yaparız" deyu düşünüp, bir adet genç kız olmadığını, ingilizce konuştuğum sarhoş sıfatlı polonyalı öğretmenin benden daha iyi türkçe konuştuğunu ve bu planın da bi sike yaramadığını;
- polonya'nın meşhur keki diye ikram edilen zıkkımın ekmek arası peynir olduğunu;
- diplomasi dünyasını öğrenme amaçlı gittiğim kutlamada protokole dair bi sik görmediğimi;
- üstüne üstlük önümdeki herifin kucağıma bayıldığını, benim o telaşla 112'yi arayıp "ulan herif bayıldı diyorum gelsenize amına koyim" diye zırvaladığımı ve sair şanssızlıklarımı unutup, tek başına aktivite planladığım için tabii ki ben suçluyum. kendini bilsene artık pezevenk?
eyy planlanan aktiviteyi piç eden adam! eğer bir gün yine karşılaşırsak seni camdan aşağı itip, arkandan ben de atlayacak, havada yakalayıp sikeceğim.
baklayı ağzında, aklını beyninde tutamamış bir manyağın hikayeleridir. dede vendet gene söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
mutluluk da, şanssızlık da, saçmalık da, absürtlük de birbirini aynı kanaldan kovalayan, silsile halini alan hadiselerdir, bunca tecrübemden sonra böyle inandım, böyle sığındım, senin her şeye gücün yeter. amin.
misal naklen olmasa da, yakın tarihten dumanı üstünde bi örnekle destekleyeyim savımı. arkadaşımın evine gitmek üzere bindiğim otobüse adımımı atmamla ilk halkayı bağlamam bir oldu baba, uzattım parayı muavine:
- bi kişi alır mısınız?
- aleyküm selam..
tıpıff.. bu ne lan?
muavinin enteresan bi herif olduğunu anlamam itibariyle civarda ayakta takılmaya karar verdim, harbiden de tahminimde yanılmadığım çıktı bilahare. herifte bir paso aşkı var abi, herkese soruyor, pasosu olmayan öğrenciyi de resmen atıyor otobüsten. kimisi tam bilet alıp oturuyor öğrencilerin, kimisi söylenerek iniyor, söven de var. gerizekalı diyeni mi araan, aptal yaa diyeni bi buluuun, vallahi "hoşşik" diyen ite de sen değil ben şahit oldum amınüm.. yalnız bu hadiseyi tartışma haline getiren öğrencilerin seçtiği çok yanlış bir argüman var ve uzun zamandır gözlemliyorum, internet kullanıcılarının nispeten daha entelektüel olma "iddia"sında bulunduğu sözlük ortamlarında da aynı savunmaya girişildiğini görüyorum. diyorlar ki, vay efendim "elimizde kitaplarımız var öğrenci olduğumuz belli olmuyor mu?", sonracığıma söyleyim "üstümüzden başımızdan belli olmuyor mu, ben manyak mıyım da pantolonun gri, ceketin lacivert olarak seçildiği bir takım elbise kombinasyonuyla karının kızın cirit attığı ortamlarda takılayım" vesaire vesaire. hayır benim gerizekalı çocuğum yanılıyorsun. o indirimli bilet hadisesi öğrenciler için değil, "paso sahibi öğrenciler" içindir. bu ayrımı fark edemeyip aksini iddia edenleri ve halkçı refleksine rağmen seçtiği yanlış argümanı yaldır yaldır savunanları artık erkek kız olduğuna bakmaksızın fordlayacam. vazgeçtim fordlamayacam. ama tepkimi vericem.(abi bu "ben tepkimi verdim adamları"nı bilir misin? bu nasıl bir özgüvendir ben anlamıyorum. senin tepkini kim sikler ya? hee kurtardın vatanı dürzübaş alyon..)
enteresan muavinin yorgun argın okuldan çıkmış gariban öğrencileri tek tek siktir etmesini izlerken, otobüste ara ara yalpalıyordum, çünkü şoför birkaç kez üst üste ani fren yapmıştı. otobüsteki kimseden çıt çıkmasa da aldım abi o gerginliğin kokusunu. yaklaşık bir dakika sonra şoför abi bi fren daha kökleyince, tepki denen şeyin ete kemiğe bürünüp meksika dalgası gibi cümle otobüse yayıldığını naha bu gözlerinen gördüm:
- (ara sıra misafir falan gelince bir sigara tellendiren ev hanımı) şoför beey, ama lütfen yeter artık!
- (ilk tepkiyi vermeye götü yemeyen, yıllardır müdür yardımcısı olmayı hayalleyen ve hala bu ümidi beton gibi sapasağlam duran ilkokul öğretmeni adam) ama artık dikkatli kullan arkadaşım, bak burda insanlar..
- (iller bankası'ndaki odasında kapıyı kapatıp kağıt oynayan, aslen gayet şakacı, futbol hastası (koyu beşiktaşlı), diksiyonunu sadece karıları etkilemek için kullanan bi abi) olmaz böyle, olmaz ki şoför bey kardeşim..
- (kalabalığın kendi tarafında olduğunu bilmenin verdiği güvenle, yıllardır bu anı bekliyormuşçasına, sıfatından sosyal demokrasi akan ptt emeklisi amca, arka taraflardan, adeta yıllar yılı ezilmişliğini kusarcasına haykırarak) şerefsizsin sen!
hahah. noluyo lan, bu nasıl bi otobüs? enteresan muavinin çabaları ve şoförün ılımlı yaklaşımlarıyla hadise çözülmüştü fakat, ben hala otobüsten inmemiştim:
- (tersim döndü, en az yüz kez gittiğim yeri karıştırdım, ankara cebeci inönü stadı'nı kastederek) pardon, inönü stadı'na nasıl gidebilirim?
- 19 mayıs mı, inönü mü?
- e, inönü?
- (deli görmüş gibi) inönü stadı istanbul'da?
- hadi yaa. hadi yaa.. gel dayı bak şurda kamera bak, el salla(bi gün dayak yiyecem)
- ney.. ne diyon sen, ney, onu de..
- ya dayı yok mu cebeci'de de bi inönü.. neyse, pardon inönü stadı'na nasıl gidebilirim?
- kardeş iki durak sonra in, ışıklardan sağa dön, tüp geçit bikbik..
ışıklardan sağa dön benim için çok açıklayıcı bi tarif olmasa da, en azından az evvelki dayının "ışıklar askeri lisesi bursa'da?" dememesi tek tesellimdi.
otobüsten indim, sigara yaktım: tersten...
***
envai çeşit cinsel sapkınlık çalınır kulağımıza, ölü sikeni de vaar, öz evladını sikeni de var, gündemdeki malum ihtiyar gibi sübyan temayülü var, hayvan, bitki, isim, şehir, örnekleri çoğaltmak mümkün. yakın tarihte, bokla ilgili fantezileri olan insanlar olduğunu öğrendim baba, pratiğine dair bi fikrim yok, artık birbirlerinin ağızlarına mı sıçarlar, "sıçan insan çaresizliği" cinsel arzu mu uyandırır, nedir bilemiyorum, geleceğim yer başka.
bir arkadaşımın anlattığına göre efendiliğiyle tanınan bir talk showcumuzun fantezisiymiş kardeşim bu. bu arkadaşın, arkadaşının arkadaşı(zincirleme sikiş tamlaması) takılmış adı geçen, daha doğrusu yasal sebeplerden adı geçemeyen herifle bi süre ve bu şovmen dindiremediği bu isteğini gerçekleştirmesini istemiş karıdan. yalnız bizim arkadaşın bahsolunan fanteziyi karikatürize edişi insanlığımı çaldıydı:
- olum nasıl oluyo o hadise ben anlamadım, ne dedi ki senin arkadaş?
- abi 'sıç' diyomuş karıya.
- eee?
- öyle abi, karıya sıç diyomuş.
hani bunun sekse dahil kısmı? karıyı sıçtırıp yiyo mu, karı sıçarken sıvazlıyo mu, nabıyo, daha fazla mevzuyu irdeleyip akli dengemi sarsacak değilim de, böyle mi anlatılır lan böylesi bomba hadise?
neyse, götümüze girecek dalgasından o efendi sıfadın ardındaki iblisi kamuoyuna açık edemiyorum ya ondan da bi huzursuzum, dargınım, kırgınım, içleniyorum da inceden. lan asıl korkum götümüze de girmesi değil. icabında çıkar babalar gibi mahkemenin huzurunda patır patır sıçarız, herifin ağzı sulananda hakim beyi uyandırırız vakaya "şşş hakim dayı, şu erkek halimle ne hallere soktum herifi, var gerisin sen düşün, ona göre kır kalemi, kes cezamı, burdan köye yol olur" deyu. asıl korkum, bir yazar kardeşim mesaj gönderir kim bu herif diye, adını söyleyiveririm apansızın ve umarsız, karşılığında o da bana "usta bende de aha şöyle bi hikaye var" diye başlar bi hadise anlatmaya, yüreğim kaldırmaz. herifin şokunu halen atlatmış değilim. ha merak ettiysen söylerim, esirgeyecek değilim, ama aha şu stand-upçı da bel soğukluğuna çare diye sikmek için evde kancık köpek besliyormuş gibi bir cevap yazarsan yemin olsun iftiradan mahkemeye veririm, mahkeme salonuna köpeği de sokaman, altı aydan başlar en az, nerede biter aha onu bilmem.
***
miki fare desenli külot, miki fareli şort ve miki fareli atlet üçlemesiyle, 23 nisan müsameresinde, tayfun duygulu'nun "hadi yine iyisin" şarkısını, onun saç tarama hareketi eşliğinde bütün ilkokul kadrosu önünde söyleyen bi herif tanıyorum. sevdiği kız da okul bahçesinde onu izlediydi. ühühü lan. buradan bu üçlüyü giydiren annemi ibret-i alem olsun deyu boğaz köprüsünden sallayacağımı bildirmek isterim. ulan atletle şortu anladım da, külodu niye giydirdin kadın, nedir bu takımı bozmama takıntısı anlat hele. ulan millet götüyle gülerken, protesto babında "alın lan ibnelerrr!" deyu şortu da indiremen, o topluluk üçüncü bi miki fare görmeye hazır değildi inan bana..
and içtim. izlerkene, yediği elmayı ağzından fışkırta fışkırta gülen okul müdürünü bulup, miki fareli tangayı giydirip istiklal'de gezdirecem olum. and içtim. the and.
***
dua edeyim hanım: kızların en yakın arkadaşı olasın, karşılarında kol bağlayıp baş sallayıp sözlerine onay veresin. saç sakal uzatıp topluluk önünde koşan herkesçe sevilen öğrenci olasın, koşarken hiç utanmayasın. "louis aragon şiirlerine bayılıyorum.. ve pablo neruda..." diyenlere "neruda... inanılmazdır..." diyerek "-dir son ekiyle genelleme tribine giren şair" olasın. biz yedik allah arttırsın, sofrayı guran galdırsın. dede vendet allah senin belanı versin. siktir git hanım hey!
dünya ölçeğinde incelendiğinde ve mukayese edildiğinde, sanatın siyasal erkle/statükoyla daha içli dışlı, daha al gülüm ver gülüm yavşaklığında ve ortak çıkarları kollayıcı bir aslansınkaplansıncı tavra eğilimli olduğu maalesef ki aşikar olan ilişkidir. elbette bunu bir sebebe dayandıracağız ama daha anlaşılır olması içün birkaç yere uğramamız gerekiyor.
düşünsel tarihi yaratan ve birikim kazanmasını sağlayan filozoflar sorgulamalarını ve fikirlerini, -her ne kadar siyaset felsefesi ve devlet felsefesi sözkonusu olunca ağırlıklı olarak akademik üslup tercih etmeye mecbur kalmış olsalar da- dönemlerine ve bugüne damgasını vurmuş olan ayn rand gibi, jean paul sartre gibi romanlaştırıp, platon gibi hikayeleştirip, nietzsche gibi yine hikayeleştirip ya da şiirleştirip, hepsini kapsayacak şekilde ifade etmek gerekirse metaforik, bol telmihli aforizmaları ile yollarını bir şekilde sanattan geçirerek ifade etmişlerdir. dolayısıyla ideal devlet tipi arayışı içindeyken siyasetin "temel" olgularını var eden filozofları da birer sanatçı olarak değerlendirmek mümkün.
türkiye'de ise şartlar sebebiyle durum daha farklı. türkiye'nin bir kanaat önderi oluşturma sıkıntısı, bununla birlikte ve bundan ziyade toplumun bir kanaat önderi olarak muhatabını gerçek entelektüellerden seçmemesi son tahlilde yoz bir sanat-siyaset ilişkisi doğurdu.
ve pek tabii burada tek nedenin halkın seçimleri olarak görülmesi yüzeyselliğe tekabül eder, derinine inmek gerekir. efendim şöyle ki, sanayi devrimini gerçekleştirememiş bir osmanlı'nın ardılı olarak, devrimi geç kalmış bir türkiye toplumunun; sanayi toplumu olmayı sindirmeden tüketim toplumuna evrilmiş olması, kapitalizmin yoz ve çirkin bir modeli haline gelmesine sebebiyet verdi. ve bürokrasinin her yerde ağırlığını hissettirdiği ülkemizde, siyasi odaklar yine çıkar ilişkisi içerisinde olduğu medya organları aracılığıyla sırf eğlence merkezli ve halkı uyuşturmaya yönelik bir sanatçı profili oluşturdu. [aha yeminle geçenlerde şöyle bi şarkı duydum, eve gelip sözlerini arattım, küçük ibo'nunmuş, bu mu lan sanat?
gözüme mi inanayım sana mı?
aşkıma mı yanayım bana mı?
bu yaptıgın insanlıga sıgar mı?
ben seni dün başkasıyla gördüm.(aha bu mısra beni benden aldı, hani lan kafiye?)
işin ilginç tarafı, halk tüketime motive olması sebebiyle beklentilerinin tam karşılığı olan bu sanatçılara o kadar saygı duyar oldu ki statükonun bekçiliğine soyunan partileri sırf bürokratik ve medyatik engellerle karşılaşmamak adına yıkayıp yağlamalarını da ciddiye alıp tartışır oldu. yani abi,
elmayııı alan biilir (oo yoy)
şeftaaliyi satan biilir (ooy oy)
güzel kızın kıymeetinii (oy oy)
kimsesiiiz kalaan biilir (ooy oy)
baaahçeeevan geldii..
baahçeevan.. elleerr(bunu dedikten sonra sağ kolu kaldır, götü kıvırmaya başla)
gibi bir sekansın başrol oyuncusu karı ya da adam, halkın önemli bir kısmının fikirlerinin değişmesine ya da halihazırdakinin stabilize olmasına neden olabiliyor.
ha kendi siyasi görüşüyle örtüşen halk kitlelerine ulaşan sanatçılar yok değil(sanatın her alanında). fakat türk toplumunun kronik rahatsızlığı; türk'ün türk'e, müslümanın müslümana, devrimcinin devrimciye propagandası, işin yer altından yürümesine yani bunun doğal bir sonucu olarakta(hah bilerek böyle yazdım baba, konudan bağımsız ilgimi çeken bi noktaya değinmek istedim çünkü. lan bu bağlaç de'leri ayıramayanlar çok enteresan bir şekilde "ünsüz benzeşmesi" kuralını hiç atlamıyor, bunu nasıl bu kadar iyi öğrendiler bilmiyorum, altında ister istemez sebep arıyorum. ne bileyim abi, acaba sapık bi ilkokul öğretmeni falan mı diyorum
- la kimsiiiiin..
- ebeb.. ııı.. ee.. ama.. ama siz aradınız?
- la kimsiiiiiin.. macit'i veeer..
- be.. be.. benim?
- macit merhaba çocuğum, ben öğretmenin mehmet celal tanzimsatış. verdiğim ödevi yaptın mı, iyi çalıştın mı çocuğum?
- evet öğretmenim.
- hadi bakalım o zaman.
- eee.. fıstıkçı şahap..
- hohhh... bi daha bi daha çabuk..
- eee.. fıstıkçı şahap?
- hhhh.. taşaklarıma doğru taşaklarıma doğru..
- ha? ııı.. anlamadım öğretmenim..
- bi dahaa!
- ühü.. fıfı.. fıfıstıkçı şahap..
- hhhh.. hhevett.. yarın okula velinle gel eşşoğlueşşek!
*çat*] kısıtlı ve -varsa- ekstra meraklı kitlelere ulaşmasına neden oluyor(lan parantezin içini çok uzun tutmuşum, asıl cümle siki tuttu).
fakat mizahi sanat öğeleri, hepsinden farklı bir yerde duruyor. çünkü mizah; bozuk, çarpık olanla, dikkat çekici derecede normal olanla ve statükoyla kavgalıdır ve hitap ettiği taban tüm türlerden daha geniştir. bugün iktidarla kavga eden ve ağırlıklı olarak solun çeşitli fraksiyonlarına dahil olan mizahçılar, bu noktada diyalektik gelişimin başlıca unsurunun (yozlaşmamış yeni bir modeli öngörenin iktidardakilerce ezilmesi) baş kahramanı oluyor. yani bugün yerden yere vurulan mizahçının statükoya başkaldırısı o denli samimidir ki, stalinesk pratik gibi yozlaşmış bir sosyalist toplumda bir sonraki aşamayı, yani komünizmi savunacak, diyalektik materyalist tarih yine mizah sanatçısını ezilen hanesine yazacaktır.
yani baba bu kadar laf ettik de sözün özü şu, türkiye'de göz önündeki sanatçılarla(ya da sanatçı diye bize kakalananlarla) devletin yozlaşmış unsurlarının pis bir bağı var, biz de halk olarak mel mel izliyoruz, ne sanatta samimiyet var, ne politikada diyorum, sen ne dersin diyorum.
beş damacana suyu kazana boşaltıyoruz, içine "kıyıda köşede kalmış adamlar"ı atıp, kaynatıyoruz;
** sabri tandoğan: mesaj tv'ydi, meltem tv'ydi garip garip kanallarda geceleri çıkar, "gönül sohbetleri" diye bir program yapardı. kameranın karşısına oturur, mıyıl mıyıl anlatır babam anlatır, "efendim, geçen pazar hanımla sultanahmet'te geziyorken.." ile başlayan cümlelerinden bi sik anlaşılmaz, çünkü lafın ortasında durur, ağzını falan şapırdatır, lafın sonu gelene kadar kafanız düşer, ağzınızın sağ köşesinden salya damlar.
vızvızvızvız tepeden florasan lamba ötüyor falan, enteresan bi ortamı var sabri teyze'nin..
kanal neyi değiştirirken karşılaştım mı psikopat gibi de izliyorum saatlerce. sınav sabahı görse idim te vakti zamanında, kaçırırdım imtihan-ı ikamet-i talebe'yi bu programı izlemek içün, o derece.
yerinde olsam sabri amca'nın çıkar programa söverim lan yaldır yaldır. gelmişinden girer geçmişinden çıkarım, ana bacı komam yani. "efendim, geçen pazar hanımla sultanahmet'te geziyorken.. sikerim dedim güvercinini de kaldırımını da.. yeterin! ne var lan? bombalarım.. yaparım bunu ekmek mushaf çarpsın, sabri tandoğan'ım ben! heheeyt! sabri tandoğan! patron kim ha? benn sabri tandoğaan! say my name! sabri tandoğaan!" deyu. rtük zati varlığından bihaber bu nine modeli amcanın..
** faruk atalay: bu kimsenin ilk ortaya çıktığı dönemde galatasaray'ın real madrid ile yaptığı bir hazırlık maçında frikik golü vardı. top jardel'in kaba etini yaladıydı, teşbihte hata olmaz.. medya ayağa kalktıydı: yok, "cimbom'un genç yeteneği faruk!"; yok, "geleceğin hagi'si."; yok, "real madrid asbaşkanı açıklama yaptı: atalay'ı madrid'e ilk uçakla getirmezsem anamı siksinler." falan filan, biz de basının gazına gelip nimet bellediydik bunu. lakin bir saffet akyüz, bir mehmet deliorman, bir kaleci menderes olmaktan öteye gidemedi, ufak takımların kontratak topçusu oldu. belki de dinlenesi bi hayat hikayesi vardır ha ne dersin sancho panza?
* * *
geçmişi küp küp doğrayıp, kazana atarak, pişmesini bekliyoruz;
** - geometri bilmeyen giremez -
yer: atina/akademos
tarih: m.ö 381
halisyus (bitkin bir halde): echecrates dayı. aç kapıyı. açım, bi tas çorban içeyim, zeus rızası içün. echecrates (sinirli): haut! üçgenin iç açıları toplamı? halisyus (dudağını büzerek): emmm.. 160? echecrates (eşiğe takılıp düşerken): nah! 180, dunkof! iki cihan teğet geçse giremen buraya! hadi siktir! halisyus( kapıdan içeri bakıp, ellerini açıp kapatarak): aaa, platon değil mi o? ne güzel memeleri var yumuşak yumuşak. platon (cigarasından bi nefes çeker, bi göz kısık): lan it. adımızı bu yaştan sonra eflatun'a mı çıkaracaksın?
** - pazar günü seni kilisede göremedim john -
- pazar günü seni kilisede göremedim john.
- ben de seni peder.
- aziz allah. ezan okunurken yalan konuşma john.
- aha? ney? kara murat lan bu! mıafızlar! yakalayn!
* * *
bol baharatla süslüyoruz;
** emin çölaşan, "tarihe düşülen notlar" isimli kitabında yer verdiği röportajda zeki müren'e "sizin için 'muhabbeti çok iyidir, açık seçik fıkralar anlatmaya, şakalar yapmaya bayılır' deniyor" mealli bir söz ediyor. bunun üzerine san'at güneşi'nin anlattığı fıkra bi olay, anlatım tarzı bambaşka bi olay:
- bayılırım efendim, fıkra beni çok dinlendirir. mesela size en kısa olanını anlatayım. şubat, mart'a ne demiş?
- ne demiş?
- mart kardeş, üç gün ödünç ver de, bir mastürbasyon da ben yapayım demiş.
bu ne lan?
etraflıca bülent ersoy'un kadın olması üzerine konuştuktan sonra, "siz takım tutar mısınız zeki bey?" sorusuna verdiği cevap da bülent ersoy'a laf çarpma mahiyetindeyse efsaneymiş baba:
- sorduğunuz anlamda tutmam efendim. sadece "kendi takımlarımı" tutarım.
** (kızlar sizi biraz dışarı alıyorum, erkek erkeğe konuşcaz biz biraz. hadi bakim. heheh ba ba hiç itiraz da etmiyo, kıyamıyorum da be hehheh) 2 ağustos 1995 bursaspor karlsruher maçı'nı hatırlayanlar olacaktır. bursaspor'un avrupa'da ajax çakması formasıyla estirdiği dönemler. maçı çok kısa özetliyorum; maç 3-3 bitiyor, son penaltı atışında bursasporlu ümit topu direğe vuruyor, bursaspor eleniyor. fakat benim, bu maça dair aklımdan senelerdir silemediğim bambaşka bir kare var. karlsruher teknik direktörü winfried schafer, yedek kulübesinin arkasında çaktırmadan biralanmışçasına kıpkırmızı bir halde, bir arslanın yelesini andıran sarı saçlarını rüzgarda savura savura, kollarını iki yana açmış vaziyette, bilinmeyen bir hedefe doğru sırıtarak koşuyordu. bunu da üstelik, ümit'in topu direğe vurup, yere diz çökerek secdeye varsam mı varmasam mı ikileminde kalıp, saçını yolmaya karar verdiği anda yapıyordu.
ben hak veriyorum schafer amca'nın o heyecanına birader. kolay mı olum? netice itibariyle o dönem bursaspor'u kadrosunda ağları delmiş bir ercüment, kafasıyla penaltı kurtarmış bir ganchev barındırıyordu. evliyadan mı müteşekkil takım ben anlamadım ki? vallahi stv'den 1995 bursaspor'u üzerine belgesel beklemiyor değilim. koy baba fona da bi ak sakallı musisi, necip milletimizin aklı bi şaşsın.
* * *
herhangi bir günün çorbası, en az senin tüketmeye hazır olduğun kadar tüketime hazır. bon appetit!
- hayatın merkezi, iki "hoş geldin ezanı" arasındadır, inanmazsan ölç.
gittim, gördüm, çözümledim, utanmadan anlatıyorum bir de:
çevirmenlik zor bir iş. çevirmen, tercüme edeceği filmin ya da kitabın geçtiği zamanın, yerin ve toplumun yanında, çevirdiği dili kullanan toplumun gerçeklerini ve sosyolojisini de göz ardı etmemelidir. yıllarca "fuck" sözcüğünü bu herifler yüzünden "lanet olsun" diye bildik lan. bu, tepki verilmesi gereken durumlarda kullanılan "lanet olsun" cümleciğine yavaş yavaş alışmamız sebebiyle çok garip gelmeyebilir. kültürel çelişkileri gözümüze sokmak kabilinden şöyle bir mizansen yaratalım misal:
(baba ve oğul sofradadır)
- aah lanet olsun, yine mi kahrolası tulum peyniri ha?
- halit ziya terlemezoğlu jr., derhal odana çık. ev ödevin bitene kadar da orada kalacaksın küçük adam.
türkiye'den benzeri hadise düşün:
- ya baba yine mi tulum peyniri, kusacam yemin ediyom gusacam
- siktir kalk masadan şükürsüz pezevenk. siktir git lan odana, aha o ödevini bitirme de bi sıçıyım gagana eşşovolueşşek.
işte, çevirmenin görevi bu iki ucu nötrlemek, iki toplumsal gerçeklikten de uzaklaşmamaktır, dolayısıyla okuru/izleyiciyi "gerçekçilik"ten uzaklaştırmamaktır.
lafı nereye getireceğim? abi, bi asrı saadet ve dört halife dönemi jargonu vardır bilir misin? nedir bu "asrı saadet ve dört halife dönemi" jargonu?
- ya ebu küffar! neden o köşede öylece oturur durursun?
- duydum ki muhammed'in ordusu buraya doğru yola çıkmış, ben de burada altıma sıçar dururum ya ebu müşrik!
- korkma! nasıl ki bir kartal, bir dağ tavşanının gözlerini oyar(bi de böyle psikopat benzetmeler vardır) biz de onları öylece perişan edeceğiz. önderimiz ebu manyak nerededir, görür, bilir misin?
- duydum ki yeni doğan kızını diri diri gömmektedir ya ebu müşrik! neden burada öylece oturur, beklemezsin onu?
- beklerim ya ebu küffar! lakin, kana susamış bir kurt nasıl ki kervanları perişan eder, ben de öyle acıkır dururum. haydi bakalım! ulu rabbimiz erzak-ı helva'yı getir de besleneyim.
bu pezevenk savaşsa kaç yazar? ben o dönemki arap yarımadası topluluklarının böyle konuştuğuna hiç ihtimal vermiyorum arkadaş, ilk türkçe çeviriyi kim yaptıysa, hala onu takip ediyorlar gibi geliyor bana. bugün böyle konuşulduğunu düşünsene,
- ueeeaak.. üöööahh.. şalgamla rakıyı karıştırdım, tan yeri ağardığından beri öylece kusar dururum ya berkantcan!
- sana dedik olum götünle içme şunu diye..
- nasıl ki mangal kömürü içten içten, kor kor yanar, benim de midem işte öylece...
- la sus. hanginiz çağırdı lan bu ibneyi?
önemli bir ayrıntı, gerçekçilik.
***
toplumumuzda bir kısım abazan, hamile kadınlara dair çelişkili bir bakış açısı oluşturmuş. saygıda kusur etmez gibi görünür, fakat aynı zamanda "hamile bu, hmmm demek ki sikişmiş" fikri yerleşiktir kafasında. kadına bakışlarından, izlemesinden anlarsın, gözlerinden şehveti okursun ibnenin. hamile kalmadan önceki halini sikişir halde düşünüyor olması kuvvetle muhtemelken, o karnı burnunda haline bile meylediyor olması da ihtimal dahilindedir.
o kadıncağızın harbiden cinsel ilişkiye girmiş olduğu gerçeği bir yana, herifin bundan malzeme çıkarıyor olması enteresan olan.
15-16 senedir aynı berbere tıraş oluyorum, küçüklüğümden beri adamla envai çeşit muhabbetimiz oldu, fakat bu herifin de yukarıda bahsettiğim gruba dahil olabileceği ve hamile kadınlara böylesi önyargılar geliştireceği aklımın ucundan geçmezdi.
hadise şu baba, hamile bi kadın çocuğunu tıraş olsun diye getirmiş, muhabbet esnasında da karnını okşayarak "ahmet'e de kardeş geliyo heheh" demiş. e, ne var lan bunda?
- enis dinliyo musun amına koyim? "ahmet'e de kardeş geliyo" diyo, karnını da bööyle böööyle okşuyo amına koyim.
- abi okşasın ne var?
- okşuyo karnını gözüme baka baka, bi de diyo ki "ahmet'e kardeş geliyo". nasıl ne var amına koyim?
- yaa neyse..
- enis çay iç. salih, enis abine çay getir amına koyim.
- yok yok, uyutmuyo gece.
- iç amına koyim?
- abi valla içmem. şşş salih, getirme valla içmem.
- sen bilirsin.. ahmet'e kardeş geliyomuş.. bana ne amına koyim?
- hee
- amına koyim yanlış mı söylüyorum? sen ne diyosun enis amına koyim?
- aabi amına koyim diyorum ne dicem amına koyim. salih çay getir amına koyim..(ortamınızı sikiyim)
elinde kına olmayan başka berber bulsam yeminle gitmem gayrı bu pezevenge.
***
epeydir, mahalle aralarına konumlanan yardımlaşma dernekleri dikkatimi çekiyor. çorum ili osmancık ilçesi yaylabaşı köyü kültür ve yardımlaşma derneği. bu ne lan? hani, yardımlaşan ve örgütlenen toplumu her daim destekleriz o ayrı da, bu ibneler sabahtan akşama kadar ne iş yapıyolar örgütlenme adına, ben onu merak ediyorum.
yine bi tanesine denk geldim, kapısına hayvan gibi "üye olmayan giremez" yazısı asmışlar. kim napsın lan oraya girip? üye olup da giren kaç kişi var da, bi de üye olmayanları sokmuyorsun? hayır benim anlamadığım, zorla içeri girmeye çalışan birileri mi oldu da astın o eşşek gibi yazıyı?
- bırakkkk.. her şey yaylabaşı.. bırakınnn. yardımlaşmam gerekk.. ıaahh.. kültürmek.. hıbıraaakk..
heriflerin kültür dedikleri okey; yardımlaşma dedikleri, ortağı el açsın diye yandakini taşlamak. içeri baktım, ağşamaca kağıd oynamaktan her biri maça papazına benzemiş heriflerin.
***
vendettin hoca bir gün ağır hastalanmış, köylüler toplanmış başına:
- eee vendettin hoca, artık ölüm döşeğindesin, biçilen ömrün sonuna geldiiin kıhkıhkıh. var mı son bi diyeceğin?
vendettin hoca, bitkin:
- kendimize ve sevdiğimize en büyük ihanet: öğretmek oldu sevişmeyi kadınlarımıza.
izleyen adam... tarlada ırgat, yatakta karplan, mutfakta salatalık, sokakta köpek... oh izleyen adam...
soruyorum! topu topu yedi not var, kaç farklı yazı yazılabilir ki?
-- do: doğruya doğru, ramazan münasebetiyle alkol muhabbetini askıya almamız ve ankara'da kış mevsimine girmiş olmamıza rağmen hala pis bi inat peşinde olan güneş biraderim yüzünden evde tıkılı kalmamız hasebiyle televizyondaki desti izdivaç, izdivaç gibi evlilik programlarına epey sardırdım. lan nice daşşak malzemesi var ki öyle böyle değil.
karının tekini çağırmışlar abi, oynak bi karı, fuzo giymiş altına, üstte kolsuz bi body, terlik merlik, tam model yani, kahkaha gırla. bilahare şöyle bir hadise cereyan eyledi:
sunucu: semra ablacım. nerelisin?
karı: malatya.
cümle seyirci taifesi: (sözleşmişcesine ve türküde başka söz yokmuşcasına) maaalatyaa, maaaaalatyaa buluuunmaz eeşin. maaalatyaa, maaalatya buluunmaz eeşin. maaalatyaa maaalatya buluuunmaz eeşin.
sunucu: hahayt. malatya'nın bulunmaz eşiii, senin de bulunmaz eşin semra ablacım.
ulan? e karıyı övdün mü, yoksa sövüyo musun? "emsalin yok, bambaşkasın" mı, "a be nemrut gacı? seni kimler ne yapsın? seni kimler istesin? allllah belanı versin?" mi diyosun, ben çözemedim.
bu programlarda hiç anlayamadığım adamlar peydah oluveriyor ortamda. aha bu yukarıda bahsettiğim civelek karıya bi herif talip oldu, herif ölü mi diri mi karnını inip kalkmasından anlıyorsun anca. a benim ahmak dayım, kendine uygun karıları arasana? giymiş sırtını devlete dayadığı sene itibariyle aldığı lacivert takımını, geçirmiş ayağına kırışmış iskarpinini, evin var mı yok, araba var mı yok, bi de emekli kamu görevlisiyim muhabbeti yapıyor.
neyse baba, perde açıldı, karı haliyle "yok istemiyorum, elektrik alamadım" dedi. bizim moruk hala kovalamaca oynuyo, "yau elektriğe zam geldi napacaksın elektriği hehheh" herif bunu ilk dediği anda kimse duymadı, arada kaynadı, sanki mükemmel bi espri yapmış gibi tekrarlıyo, "yau elektri.. elektriğe.. yau elektriğe zam geldi nabacaksın elektriği heheh" bi de 'muzip yaşlı gülüşü' vardır bilir misin, ağzını sımsıkı kapatır, gözleri sinsi sinsi güler, bi sana bi diğerine, bi sana bi diğerine bakar, herifteki de o ifade. elektriğe zam geldi de, sen ıskartaya çıkmışın be babalık.
***
-- re: reklamın ve piyasada bir şekilde tutunabilmenin envai çeşit yoluna yöntemine eyvallah diyebilen bir şarkıcı kalabalığı var memlekette. mevzuya binaen; bi ara tahtakale işi şarkıcı furyası patladıydı. ne bileyim, emrah'ın fasonu emral, doğuş'un öteki teki çılgın sedat falan.
işte berdan mardini de, özcan deniz'in suyunun suyu olarak piyasaya çıktıydı vakti evvel, gel gör ki çıkış şarkısı "haman haman hamaan heldan düştüm year year year year" necip halkımızca pek sevilince, sinsi sinsi tarz değiştirmeye soyundu, aslında ben özgün bir sanatçıyım tadında. ben gördüğümü bilirim arkadaşım, o klibindeki libya güneşi yemiş özcan sıfatını aklımdan silecek kuvvet varısa söyle bilek.
bu cankan adı verilen yapının bir kısmını oluşturan fatih abb isminde bi arkadaş var, uzun saçlı olan değil, diğeri, niye direkt kısa saçlı olanı demedin dersen, önce bi anlık hak veririm, sonra "diğerinin saçı da leman sam'a göre kısa" cevabı aklıma gelir, ama tartışma esnasında düşünemeyeceğim için sonradan içten içe hırs yaparım, huzursuzlanırım. neyse, hatırladın fatih abb'yi. sondaki abb, "alemlerin büyük bestecisi" anlamına geliyormuş. berdan mardini biraderim de, gece yayınlanıp tutmamış olan bir talk show'da, şu cümleleri sarf etmişti seyircilere bakaraktan:
- yeni şarkımızı beğendiniz mi? söz-müzik fatih abb'ye ait. o da çok değerli bir arkadaşımız. bu arada o abb'nin ne anlama geldiğini biliyor musunuz? halllah birdirr biir!
ne yazdın be berdan'ım? alkışlatacak ya kendini, şarkı tutsun diye yakalayacak ya milleti gönülceğizinden. bi de ses mes çatlıyo öyle gaza gelmiş halllah birdirr biir! vallaha mı?
bilmiyorum berdan, şu an seni çözmekle uğraşamayacak kadar yoğunum.
***
-- mi:
- miyavlar o yatakta kedi gibi, onu ayarlayayım ben sana...
abaov. kim söylemiş olabilir lan bunu?
bir arkadaşımın abisi, erdal acar'la aynı mekanda civar masada takılıyor ve kulak misafiri oluyor muhabbete. yine bunlarla aynı mekanda bulunan, ismini veremeyeceğim, erdal acar'ın kucağına uğramışlığı bulunan bir manken kızımız hakkında arkadaşı, "erdal abii. benim şu karıyı götürmem lazım, o nedir öyle bauv.. yavrııım" deyince erdal efendi, "onu siktir et olum, o karı yatakta odun gibi yatıyor, bi bok anlamazsın." dur, merak ettin biliyorum ama, lafını bitirsin, "şu anda ismini veremeyeceğim bir şarkıcı var; onu ayarlayayım ben sana, miyavlar o yatakta kedi gibi, auuuuuu!" diyerek de ulumuş. yok lan o ismini verebilmiş, ben veremiyorum.
isimleri merak edenden esirgemiyorum, özel mesajla şeyaparız.
evvel zaman içinde konuk olarak katıldığı bir zaga'da serdar ortaç, okan bayülgen'den, programda onunla uğraşmayacak olmasına dair söz almış. ve fakat okan bayülgen bu sözü tutmamış, program boyu, mütemadiyen giydirmiştir serdar'a. uzun bir suskunluk sürecinden sonra dayanamayan serdar ortaç'ın ağzından işte o kelimeler dökülüvermiştir: "okann, bak farkında mısın yüzüm aktı okann. okan farkındaysan yüzüm aktı bak okann.." yani demek istiyo ki iki saatir astım suratımı oturuyorum. hadi suratım asıldıyı duyduk, yüzüm düştü diyene bile rastladık bu alemde ama..
yüzüm aktı ne amına koyim.
- annee, bak farkında mısın yüzüm aktı annee.
- farkındayım oğlum, farkındayım. batırmışsın yine yerleri. babasının kulağı erir, oğlunun yüzü akar. napıcam ben bu delilerlee, ölsem de kurtulsamm.. ühühhü..
***
-- sol: sol cenahın uludağ sözlük'te azınlıkta olduğu yadsınamaz bir gerçek. sözlük gibi bir ortamda illa ki çok seslilikten mutluluk duyacağız fakat, sol görüşün azınlıkta olmasını, azınlığa dikte etme fırsatı zanneden bir kısım ne idüğü belirsiz yazar tayfası can sıkıcı hale geldi. ha sağ görüşlü, bilimsellikten sapmayan yazarların varlığından mutluyum ve cıvıtmayanlara saygı da duyuyorum, o ayrı. ve elbette sosyalizm, komünizm hem kavramsal olarak, hem sermayeye-emeğe bakışı, felsefi, toplumsal ve iktisadi açılımları ile bilimsel vakıalardır, oturulur tartışılır ve üretilecek karşı argümanlar da bu çerçevede düşünsel gelişimi katkılar.
yakın siyasi tarih ve günümüz türkiye politikası incelendiğinde islami söylemlere sahip partilerin liberalizme eklemlendiğini görüyoruz. kafamda islamiyet'in öngördüğü tek bir ekonomik model oturtamamış olmamdan mütevellit, sözlükte de çokça örneği olan; bu parti ve gelenekler sebebiyle kendilerini sağ-liberal güruhta buluveren kardeşlerimize kızmıyorum. kızdığım, kendi görüşlerini bilmemelerinin ötesinde, saldırdıkları kavramlar hakkında da fikir sahibi olmamaları.
felsefenin temel ilkeleri, ekonomi politik, komünist parti manifestosu. aha bunları bi okuyun, komünizme giriş yapın, sonra komünistlerin bok koktuğundan, converselerini çıkarmadan sikiştiklerinden dem vurun, e mi benim kolpa objektivistlerim?
***
-- la: lan hala atlatamadım tramvayı, lanet olsun tramvaylı polisler peşimizde. neyse, travmayı olacağdı o, dinle baba;
lisedeyken karıya kıza "yabancı sözlü hafif müzik" dinliyorum imajı vermek içün klibini görüp adını zihnime kazıdıydım enrique iglesias denen herifin. lakin telaffuz ederken bir problem yaşandı, "enrike" iglesyas deyivermişsim. karılardan teki "enrike diil taam mı, enrikoo" deyincı, kendime hemen sağlam bir savunma metni hazırlayıp, alnıyın çatına indirdim karının "lan salak, martinez luis enrique'yi de luiz enriko diye mi okuyon?" deyu, futbol hususundaki engin bilgi birikimimi de muhatabımın gözüne sokarcasına. gel gör ki sınıfın en güzel kızı olan bu insan, "hey eteğini kıvıran güzel bacaklı aysu! götü ile memeleri birbirinden daha güzel olmak içün amansız bir cenk eyleyen pelin'e de haber sal da, bana katılın, bu pezevenk ne demek istedi hep birlikte anlayamayalım" bakışı attıydı. o gün bugündür, kapıdan giren ilk enriko'yu tiskinerek vurmayı ant edindim içtim, düstur edindim şeyaptım. lakin, türkiye'de yaşıyor olmamın bir getirisi olacak, kapıdan hiç enriko girmedi, yıllardır suratımda tiksinmiş bir ifadeyle kapıya bakar dururum.
***
-- si: "siyasetin görünmeyen yüzü" diye bi kavram vardır ya, meclis tv muhabirleri tbmm yemekhanesini falan dolaşır, kelli felli herifleri brokoli salatası yeriken görüntülerler, "aa koca milletvekili yemek yiyor, demek ki bizden biri" düşüncesi hasıl olur keriz halkımda. ulan brokoli salatası diyorum şşş. ekmeği uzat.. neyse, ben de bir siyasetin görünmeyen yüzü hadisesi anlatayım madem;
tuğrul türkeş'in, babasının ölümünden sonra olağanüstü kongrede mhp genel başkanlığına seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor, fakat oylama neticesinde tahtı devlet bahçeli'ye kaptırıyor. neden mi? (sunay akın gibi girdik dur bakalım)
şimdi usta, kongre öncesinde bu abiyi yasemin'in penceresi adlı programa çıkarıyorlar. iki hoşbeşten, hasbihalden sonra, yasemin bozkurt hanım hayati bir sual yöneltiyor:
- yemek yapar mısınız tuğrul bey?
gel gör ki tuğrul abinin cevabı ondan da hayati:
- a, aaa. tabii yaparım ayol.
valla kardeşim, tuğrul bey bu suale, ani bi hareketle bacak bacak üstüne attıktan sonra, elini bileğinden kırıp sallayarak ve gözlerini kısaraktan "a, aaa. tabii yaparım ayol. sen benim kısırımı yedin mi hiç, ay meşhurdur benim kısırımmm, parrrmaklarını yersin yasemincim, vallahi bir yerlere bırakmam bu akşam bizdesin." şeklinde yanıt verdi de, montajda yalnızca tabi yaparım ayol kısmını mı aldılar bilmem.
kongre esnasında herkesin dilinde bir "ayol başkan" kelamının dolaştığı konuşulagelir kulisler'de. lakin bu kulisler hangi ilimizin beldesidir, yıllardır duyarım yine de bilemem.
ergenekon ne ya? o ne oğlum? lan ergenekon dediğin fatih ürek'in kırbaç şaklatarak, ayşen gruda'nın diş sökerek, nükhet duru'nun kurbanını sandalyeye bağlayıp karşısına geçerek gözlerini bi büyütüp bi kısarak(çocukluğumdan beri korkuyorum lan) işkence eylediği bir örgüt hepitopu. ya bu öyle mi nazlı gelinim, he, ibne damadım? he mi götüne kodumun kayınçom?
nice vatan evladını telef etmiştir bu terör dostlarım. örgüte kaç kişinin mensup olduğunun bilinememesi ve örgüt mensuplarının belirli bir eylem pratiğinin olmaması son derece tehlikeli kılar bunları. evet kardeşim, bu insan evlatlarının envai çeşit terör uygulaması var.
uzun yıllardır ilgili gruba karşı-terör stratejileri geliştirmiş ve birçok sıcak çatışmada bulunmuş tecrübeli bir savaşçı olarak mevzuya kıyıdan dalış yapıyorum babalar.
hikayem; geç gelişmem, dolayısıyla arkadaşlarımdan ve çevremdeki kızlardan daha kısa boylu olarak sonu gelmek bilmeyen bir süreçle başlıyor dostlarım. şimdi cenab-ı rabb'ül alemin(c.c)'in inayeti, şeytan(o.ç)'ın ihaneti ile boyumuz 1.90 kapısına yaklaşmış durumda (sinirlenince 2 metre oluyorum), lakin hazırlık döneminden lise 2'ye kadar(koca 5 sene lan) "kısa boylu" olarak anıldığımdan, mevzunun getirisini götürüsünü iyi bilirim. karılar kızlar, "çok sevimli yaa" falan diye kucaklarına alıyolar, ikili sandalyenin ortasına alıp mıncırıyolar, klasörlerine sokup saklıyolar falan da, neticede ergeniz abi, şehvet akıyor damarlarımızda, icabında "amcuuuk" diye hapşırıyoruz. ne kadar sevimli, güzel falan olursan ol, dönem itibariyle kısa boyluysan hiçbi sik prim yapmıyor arkadaşım. dolayısıyla karıya kıza karşı artan ilgi, onlar tarafından erkek olarak görülmemenin itici gücü ve "belki ekmek çıkar lan" fikriyle, güzel kızlara karşı bir tolere edicilik, bi eyvallahcılık, bi aslansınkaplansıncılık tavrı doğuyor sapık ergende. ve bunun farkına varan güzel kız, daha o yıllarda terörizmin ilk kurşununu atıyor ağalar.
"tatlımmm bana kantinden bi sıcak çikolata alır mısınn?" (ki cebinden öder eşşoleşşek) ya da "ya canıım, matematik yazılısında senin yerine oturabilir miyimm, kopya çekçem dee" (ki sınıfta kalır piç) gibi sömürgeci, kolonyalist, küçük emperyalist oyunlar başlar, bacaksız da belki verir umuduyla her türlü sabotajına çanak tutar.
lisenin başındayız, sınıfta orkun diye bi çocuk var. büyük ihtimalle korkunç kelimesinden çağrışımla, çocuğa orkunç diyordum ve bu bayağı tutmuştu, herifin adı orkunç kaldı, kimse orkun demiyo herife. hatta karne zamanı eve takdir belgesini götürünce, babası "ulan burda orkun yazıyo, kimi kandırıyosun lan sen it?" diyerek dövdüydü bebeyi, ben boyum itibariyle karne rolü yapabiliyodum öyle şahit oldum hadiseye. her neyse, bir gün yine sınıfın güzel kızlarından biriyle otururken, kız orkun'a seslendi, ben orkunç lafını duyunca bi gülümsedim ve kız:
- aaa enis? sen bilmiyo musun? biz orkun'a orkunç diyoruz??
diyerek beni çığrımdan çıkardıydı o anda. ulan it gibi biliyosun onu benim uydurduğumu. onu geçtim, meşrebimiz icabı asabi insanız vesselam, şu hadiseye büyük asap yapacağımı hele itoğluit gibi biliyorsun. tamam lan tamam, güzelsin ya, onu da sen buldun. mal gibi "yaaa?" dedimdi, ekmek kavgası hesabına. ah aklımı sikeyim ki, şöyle saçından dutup dizimi ağzına ağzına indirmedim de, "sen buldun heee? orkunç diyosunuz hee? bana ne diyosunuz lan penis mi heee?" diye diye.
benim gibi dallama ergenler var oldukça, bu kızlarımız da haliyle zamanla ve büyüdükçe iyice şımaracak, binlerce paranoid şizofren doğacak ve gençlerimiz üzerinde yaldır ha yaldır terör estirecek. "bana asılıyo" cümlesi, aha bu paranoya vakalarının varsayılan belirtisidir birader. ulan şunu diyen kız biliyorum ya:
- enis benden not istedi kızıaam. bi insan niye not ister kii?
niye isteyecek eşşekoğlueşek, şu zehir zıkkım okul bi an önce bitsin de nemrut sıfatını bi daha görmeyelim diye ister. bi de insan diyo, insan mı kaldı lan, bıraktınız mı oğlum bende insanlık?
neyse. bişey değil, seni de sürükler paranoyaya. lan otobüste yer verirsin, "asıldım sandı mı?" sorusu gelir kafaya, adres sorarsın, "asılıyorum mu sandı ki lan?" sorusu kemirir kafatasını, ateş istersin, verir, "beni aslı mı sandı da verdi acaba ateşi?" sorusu yakar iç dünyayı. bi rahat verin lan.
bir de kızın, ortamda safi varlığıyla estirdiği terör uygulaması vardır. diğer kızları germek ya da ortamdaki erkekleri birbirine düşürmek ve sair gibi çeşitlendirilebilir fakat, benim bahsedeceğim biraz farklı: güzel kızın, herifi şapşallaştırması eylemi.
lisenin son dönemlerinde gittiğimiz bi mekan var, alt katı bilardo salonu, üst katı kafe gibi, leş gibi siktiriboktan bi yer. bizimle beraber olmaktan keyif aldıkları için, sınıfın karısı kızı da arada bir peşimizden bu batakhaneye geliyor. hafta içi her gün akşamları, hafta sonu her gün öğleleri ve yılbaşı özel programı olmak üzere yılın 366 günü bu izbe mekanda olduğumuz için, çalışanlarla da enseye şaplak göte parmak samimiyeti oluşturmuşuz. bahsolunan kızlar, elit bürokrasinin tam merkezinden ailelere mensup akça pakça güzel kızlar, çalışanlarsa tam eşkıya. müthiş bir toplumsal çelişki ve tezatlıklar silsilesi kabak gibi sırtarmakta. hal böyle olunca, garsonlar falan bizim masaya gelince ağır aptallaşıyorlar. mevzuya özet babında anlatayım bişeyler madem;
bizim kızlardan birini -ki adı ece- sesinin güzel olduğuna ikna etmeye çalışıyorum, ses harbi on numara fakat farkında değil, o esnada "metin abi" diyaloga dahil oluyor:
ben: ya yemin ediyorum çok güzel sesin be, öttürürsün, ortamların yılanı olursun diyorum bak.
ece: ya abartıyosun bencee
ben: inandıramadık ya. bi ben demiyorum ki, herkes diyo, vallahi güzel
metin abi: (aptal bi sırıtışla) kimin sesi güzel oglum?
ben: aha, ece'nin..
metin abi: hehheh. o zaman sizden bir kukle gürber engen şarkısı alalım, ehheh. kıhkıh. heh. evet.
ben: ahıak. metin abi tazelesene şunu
muzlu südümü ziyan eyledi pezevenk. lan hadi 'kuple'yi bilmezsin kukle dersin eyvallah, bilmemenle taşak geçecek değiliz de, yetmiş beş senelik gülben ergen'i nasıl gürber engen yaptın lan? karıya yamanıcam diye.. bu mu taktiğin, bu mu stratejin? lan hala gülüyorum, gürberengen ne oğlum, alman kasabası mıdır ne boktur.
güzel bir kızın, hiçbir çaba göstermeksizin, bir kara yağız delikanlıyı ne hale soktuğunu ibret-i alem olsun deyu inceledikten sonra, bir başka terörizm pratiğinden dem vurmak isterim balalar.
şimdi efendim, işin açıkçası şimdiye kadarki bütün kız arkadaşlarım "güzel kız" ya da "afet-i devran" klasmanında top koşturduğu için, güzel kızla beraber olmanın zorlukları nelerdir iyi bilirim, tipik vietnam sendromu vakasıyım. bir kere güzel kız, seninle beraber olana kadar güzelliği eksenli şımartılmaya o kadar alışmıştır ki, ilişkinin ilk zamanlarında sana da güzelliğiyle, cilvesiyle her boku yaptırabileceğini sanır, benzeri tatmini senden sağlayamadığında afallar, tatsızlık çıkarır, mütemadiyen başka karılarla kendini kıyaslar ve kesintisiz övgü bekler. tamam güzel olmakla her türlü şımarıklık hakkını kendinde gördün eyvallah da, ne bu bize katırdan bozma sıfatlı muamelesi yapmalar? niye bizim yakışıklılığımız konuşulmuyo? niye ben "ama aşkııaam" dediğimde kışın ortasında karpuz yaratılmıyor bana?
güzel kızla beraber olduğunda, örgütiçi çatışmaya şahit olup, arada niyazi olma durumun da sözkonusu olabilir. yani bu hikayede terör karılar arasında. şöyle ki; bir başka güzel kız, sırf seninle beraber olan kıza nispet yapmak için seni ayartmaya kalkabilir ya da "ben de bunun gibi biriyle olmalıyım" fikriyle seni tavlamaya kalkabilir. ve izlediği yöntem güzelliğini kullanmaktır, başlıca silahı "sikiş"tir. bu orospuya uyanın sonu; "lan şeydanı iblusu aklıma sokup karıdan ayırdıktan sonra ne aşkı meşki, hani sikişiyoduk? niye yıktın ocağımı?" repliği olacaktır ki, söylemeye gerek yok herhalde sekizde sekiz erkek suçludur bu durumda.
velhasılı kelam, terör olacaksa kadınlardan olsun diyerek entry'mi bir sosyal mesajla bitiriyorum. abla valla iyi bişey söyledim.
ortak kafayı çizme sebebine sahip insan birliği, benim de uzun süredir dahil olduğum çılgın topluluk.
şu hayatta emin olduğum iki şey var biraderim: biri, vişne suyunun votkadan daha sert olduğu; diğeri ankara'nın dünyanın en sıcak şehri olduğudur. bence. ya bak bence tamam mı? bence!(bu 'bence adamları'nı bilir misin abi? sanki gayet öznel bir önermede bulunmuyormuşçasına, söze 'bence' ekledi diye lafını allah kelamı kabul etmemizi beklerler. ne bileyim misal herif "sigmund freud sapıktır" önermesini "otu boku anamızı sikmek istediğimize getiriyor yau" sığlığında bir analizle temellendirmeye yeltenir, psikoloji bilimine dair açıp da tek kelime okumamış bu ibneye sunduğun karşı argümanlar ya da ekmek arası kütüphane yemiş, freud'a karşıt tez üretmeye çalışırken iki kez düşünen koca koca profesörleri hatırlatman yetersiz ve zavallı kalır bu "bence" kelimesinin karşısında. bence allah belanı versin tokmak.)
halihazırda ülkemizde yaşanmakta olan çöl sıcakları bir kez daha kafa kayışımın kopmasına sebebiyet verince, anılara, geçmiş günlere dönüverdim dostlarım, sıcaktan delirdiğim ve çevredeki herkesin bu müzikale ortak olduğu o günlere...
bir şeylerin saçma gideceği günün başlangıcından belliydi baba. vakti evvel bi cuma namazına gittim, biraz da geç kalmışım, bir kısım cemaat caminin dışında kalmış, dışarıya bir şey sermişler onun üzerinde oturuyorlar. bana da bi götlük yer açtılar yalnız, ortamda güneş resmen arkadan sarılıp sıkıyo. yetmezmiş gibi imam da bir uzattı arkadaş, lan kısa kes bitsin gidek, noluyo sen uzatınca daha mı sevap, diyanet'ten altın kuran mı veriyorlar sana? ayrıca o yere serdikleri şey de plastik mi, hasır mı ne bok olduğu belli değil, güneşi yedikçe kavruluyor, secdeden kafayı kaldırdığımızda eriyip alnımızdan sünüyor falan. lan ben bu namazı kılmasam cehennemde yanacaktım di mi? e bu cehennemden daha beter, cehennemde yok lan bu işkence. neyse, duaları unuttuğumdan mıdır nedir, benim namaz bittiğinde o hasırın üstünde kimse kalmamıştı arkadaş. kendimi duyarlı bi vatandaş gibi domala domala hasırı toplarken buldum ve napıyorum lan ben diyerek bıraktım, sinsi sinsi kaçacakken küçükken yaramazlık yaptığımda anneannemin çıkardığı -bastırarak- "euzubillahimin..." sesi tonuyla "camiye yardııım.. hııı?" deyu tehdit etti beni para toplayan başına güneş geçmiş bi moruk, "noluyö o hasır orda, söylerim bak, hocaaaam, -bi bana bi caminin içine bakarak- ııı hocaaam, -cümlenin sonuna gittikçe sessizleştirerek- enis hasırı toplamıyoo. bak söylerim bak" dercesine. ayakkabılarımın topuğuna basıp, ceylan gibi sekip bi yandan ayakkabıyı topuğumla iterek giymeye çalışıp kaçarken "sus sus dayı, şşşt ben cami yaptırcam sonra, söz bak vallaha, sen şeyapma şimdilik" dedim bir yandan da. tamamen paranoyamın eseri de olabilir bunlar. özellikle hasır(bi kere daha kullanıyım dedim şu lafı).
eve döndükten sonra bir telefon aldım, istanbul'dan bi arkadaşım:
- alo? noldu lan?
- enis, ankara'ya gelmek üzereyim ben. evdesin değil mi, bir saat kadar sonra oradayım.
- tamam lan evdeyim. hayırdır abi?
- hiç iyi değilim enis. hande'yle ayrıldık. bittiğine gerçekten inanamıyorum. oysa ki ne de güzel günlerimiz geçmişti onunla.
- tamam lan tamam, gel konuşuruz ben evdeyim.
abi taşak geçmeyim geçmeyim diyorum da, yaldır yaldır söverek konuşan herif trt spikeri zafer kiraz moduna girmiş, "oysa ki" falan diyo lan. ya kızdan ayrıldığından çizmiş kafayı, ya sıcaktan. bence sıcaktan. ya bak bence tamam mı!
adamın alkolle başı hoş olmadığından götürüp bi sofra da kuramıyoruz, sabah akşam aşık muhabbeti çek artık. neyse birader, adam yıllık iznini gompile kullandığından ankara'da tanıdık doktordan rapor alacakmış, hastaneye gidelim dedi, gittik. arkadaşım imzaydı, damgaydı, masaaltından saksoydu, işlerini hallederken ben hastanenin koltuklarına oturdum. yalnız koltuklar ne akla hizmetse deri arkadaş. lan tamam görüntü şık, eyvallah da, senin deri koltuk dediğin yazları kurak ve yağışlı, kışları soğuk ve maki. ayıptır.
arkadaşımın işleri uzadıkça uzuyordu, arada bi benim bulunduğum katta elinde bi kağıtla telaşlı telaşlı yürüyor, her beni görüşünde de ne sikime dermansa el falan sallıyordu. ben sıkıntıdan deri koltuğa yapışmışken, bi temizlikçi teyze yerleri masaları falan temizleye temizleye geliyor. yalnız karı o kadar sevimli ki, şişe dibi gözlükleri var, kısa boylu, şişman falan, sıcaktan pişmiş, terleye terleye geliyor. yaşlılardan ve çocuklardan zerrece hazzetmeyen biri olarak ben bile sevdim abi karıyı. yaklaştı yanıma:
- yavrım iki dakka şo yanlı geç de ben şu koltuğun altını bi siliverim
- (sevimli sevimli görünce, dur dedim oynayım az şununla) tabii teyze. aha kalkamıyom teyze, yapışmışım koltuğa
- şo yanlı geç de yavrım bi altını şeyapıyım, sen yine geç buraya
- teyze terbiyesiz evladıyım ki kalkamıyom yapıştım
- (söylene söylene giderek) amaaan. ne eğleniyon benle? ben de böyle işte çıyanınan yılanınan ağşamaca
- (peşinden gidip yakalayarak) hahah ya teyze takılıyom ben sana ya, hadi kalktım gel hadi.
- amaan yavrım allah belanı versin işte. allah da senin belanı versin yavrım ben bişey demiyom ki
- ahaha ya teyze ne bela okuyon ya mübarek gün?
- amaan işte.
- ne aman?
- amaan git.
abi karı tribi diye bişey var ya resmen. 17 yaşındayken de sevgilim "giit, istemiyorum işteee" diyodu, karı nuh nebi'den kalmış en az iki yüz üç yüzü var, hala "aman git işte" tribi atıyo.
arkadaşım işini bitirdikten sonra "abi şimdi ankara'ya geleceğimi babamlara söyledim, babaannem amcam falan da biliyo, bi onlara gidelim mi yemek falan yeriz" gibi hayati bi cümle kurdu. en son "lan oğlum benim ne işim var senin babaannende bilmem nerde" falan dediğimi hatırlarken, çiğiltepe diye bi yerde, bi bahçede yemek sofrasında buldum kendimi. yemek yerken, bahçeye saçları sarıya boyanmış orta yaşlı bi kadın "amaaan naime apla bek sıcak bek bek" diyerek girdi, karşıma oturdu. hani orta yaşlı varoş sarışınlarını bilir misin, çalışmayan varoş kadınının aksine ya odacıdır ssk'da neyi ya da bi sağlık ocağında emektar hemşire falan. nispeten bakımlı olmayı görev addeder, hah karı aynen bu model.
gözüm dönmüş şekilde yemeğe yumulmuşken, bi anda kafamda bi öpücükle irkildim, "ohhh maşşallah maşşallah bek de güzel zozuk naime aplaa" diyo aynı dudaklar. bazı doğu ve güney illerinde ç ve c harflerini söylemezler, z şeklinde telaffuz ederler, ahmet selçuk ilkan gibi(ben yakılazak adammısım), kafamı öpen karı da -ki kendisi az evvel karşımda otururken ne ara kalkıp kafamı yaladı bilmiyorum- aynen böyle konuşuyo, "yok yok diğeri benim torun" lafını duyunca bi de üstüme abanıp benim arkadaşı da öptü. lan şunlar benim için direkt vukuat sebebi de, hem karı bariz yemiş kafayı anlıyorum, hem de hadise üzerine gülme krizine girmişim. karılar "biz de zok kız var zanım, savzı kızımız vaaar" deyu iki saat bize karı beğendiler, arkadaşım ağlamaklıydı.
fark ettiysen aziz ve muhterem dostum hikayedeki herkes kafayı yemiş ve bu kafayı yemişlerin hepsinin ortak şikayeti sıcak havalardı. biliyorum, gözlerin kapalı, dudağını ısırıp kafanı bir sağa bir sola sallayarak yavaş yavaş alkışlıyorsun şu an beni(entel alkışı), "ben de sizdenim, ben de sıcaktan yedim kafayı, ben de" diyorsun, biliyorum.
o değil de harbi çok sıcak lan. mikail bi yağmur ayarlasan ankara'ya. he? hazreti mikail. hazreti mikail aleyhisselam. bak cumaya falan da gittim diyorum. yok mu yağmur? yıldırım geliyo mu diyosun. hehheh çok seviyorum yau, nasıl böyle birtakım şakalar. hehheh valla. yeminle maykıl koyucam yau çocuğumun adını.
mevzuya geçiş yapmadan evvel, tanımla ilgili bir açıklama yapalım, cefakar gammazlarımız da uzun bir yazıda tanım aramak gayretine girip yorulmasınlar; tanım, yazının içeriğinde halihazırda bulunmaktadır. bir entry'mi tanım içermediği gerekçesiyle ispiyonladığını özel mesaj yoluyla bildiren bir gammazımızın ispiyonladığı entry üzerinden, konuyla da örtüşmesi bakımından benzeri örnek vermem gerekirse, sonu "süreci" olan bir başlık açtığımda; entry içeriği, bir süreci ifade ediyor ve bahsolunan süreç evrelerle ele alınmışsa, onda; başlığı gerizekalıya anlatır gibi tanımlayan, -dir ve türevi eklerle çekimlenmiş yüklem aramak gereksizdir. üstelik bu kitabi bir yaklaşım bile olamamaktadır, çünkü sözlük formatı tanıma ihtiyaç duyar, eklere değil.(bu paragrafı yazı bittikten sonra yazdım lan.)
önuyarı: entry uzundur ve baştan sona analiz içerir.
öncelikle orta sınıfın ne olduğuna dair kısa bir açıklama yaparak mevzuya girişi yapalım. orta sınıfın, dünyanın kapitalist evrimleşme süreci öncesinde mi, yoksa halihazırda yine içinde bulunduğumuz süreç dahilinde/son tahlilde mi orta çıktığı, marksist ya da liberal hangi teorisyen fraksiyonda olursa olsun tartışılagelmekte. benim gayet subjektif öngörülerime göre ise kapitalizmin olgunlaşması ile ortaya çıkmış ve kapitalizmin iskeletini ya da en önemli sacayağını oluşturmuştur. öyledir çünkü gelir dağılımına nazar eylediğimiz vakit; ne fakir kadar fakir ne de zengin kadar zengin olmayan; fakirin dahil olmak için çaba gösterdiği, zenginin ayak işlerini yürütmesi için bir görevlisi gibi davrandığı (ki bu apaçık çıkar/alan razı veren razı ilişkisi esasına dayanır), bununla da yetinmeyip ürününün ya da vereceği hizmetin hedef kitlesi olarak gördüğü bir denge sınıfı olarak karşımıza çıkar. ve bu adamlar türkiye'de çoğunluğu oluşturur. işte tam olarak bu sebepten, orta sınıfa sen de dahil olduğun için, ben de dahil olduğum için mizah malzemesi boldur ve kalitesine bağlı olarak geri bildirim alma olasılığı yüksektir.
orta sınıf mizahının sırtını dayadığı yer şurasıdır; rutine bağladığımız davranışlarımız ya da her gün görerek duyarsızlaştığımız/alıştığımız ve dillendirmediğimiz (orta sınıf içerisinde sobanın yaygın olduğu dönemde "bizim evde soba var" demediğimize ya da şu gün için söylersek, sokaktan birini çevirip "abi benim cep telefonum var" dersek "nabıyım ulan eşşeğin doğurduğu" cevabıylan karşılaşıp sopa yeme ihtimalimiz yüksek olduğuna göre, demek ki sürekli dillendirmiyoruz) olay ve nesneleri bir başkası yeniden dillendirince ya da en iyi ihtimalle yeniden hatırlatınca hoşumuza gider, güleriz.
şunu belirtmekte fayda var, "orta sınıf mizahı" bir ekoldür ve bu ekole dahil olmuş özgün üslubunu yaratmış mizahçılar vardır. işte tam olarak burada ekol-üslup ayırımı kendini göstermektedir ve mizah okuyucusu bu ayrımı fark edemeyip büyük yanılgıya düşmektedir, kafasında intihal şüphesi doğurmaktadır, kimi cevval bünyeler de kendini tutamayıp, sorgular/suçlar tavır takınmaktadır. misal bir mizah dergisi cahili olarak (seneler önce kuzenimin yatağının altında sakladığımız ve yalnızca otuzbir malzemesi olarak kullandığımız "fırt"ları saymazsanız), sözlüğe yeni geldiğimde nick altıma yazılan bir entry ile karşılaşmıştım. entry, "kendisinin umut sarıkayavari bir tarzı var" gibi bir ifade barındırmaktaydı. entry'yi gördükten sonra "umut sarıkaya kimmiş lan, du bi google'a yazayım" deyu kafamdan geçirdiğimi söylesem, kendisinin bu derece meşhur ve başarılı olması sebebiyle inandırıcı olur mu bilmem, ama tam olarak bu gerçekleşmiştir.[ufak bir not düşeyim, entry'yi giren arkadaşı, o bahsettiğim cevval bünyelere dahil etmiyorum. o suçlamıyor, yanlış bir benzetme yapıyor sadece.]
orta sınıf mizahı üretmenin şartlarını açıklayıp, hemen ekol-üslup ayrımına bağlayacağım hacı. bu ekole kaliteli katkı yapmanın, herhangi birine, herhangi ikisine, herhangi üçüne ya da hepsine birden sahip olunabilecek salt dört şartı vardır:
1- zeki olmak,
2- iyi bir gözlemci olmak,
3- yaşayıp, görmüş olmak; yani anı sahibi olmak.
4- geçmişte ya da halihazırda orta sınıfa dahil olmak.(ki bildiğim kadarıyla umut sarıkaya sarıyer çocuğudur, ersin karabulut -yanlış biliyorsam düzeltin- öğretmen çocuğudur, ben de orta sınıfın iki bel kemiği; bir mühendisin oğlu, bir akademisyenin kardeşiyim)
bikaç gün önce izlediğim cem yılmaz'ın son gösterisinde cem yılmaz bu şartlara metafiziksel/mistik öğeleri de katıyor. aklımda kaldığınca gösterinin o bölümünü anlatarak açıklamaya çalışayım. kendisi diyor ki: "abimle aynı gün sünnet olduk, beni kadın sünnetçi sünnet etti, abimi erkek sünnetçi. eğer abimi kadın sünnetçi sünnet etseydi, bugün ben değil, o sahnede olurdu." yani demek istediği, mizah üretecek adamın başına doğumundan bu yana türlü ilginçlikler geleceği kaderinde yazılıdır. çok gerçekçi görünmese de, başına ne kadar saçma sapan iş var gelen bir -tırnak içinde- mizah yazarı olarak anlıyorum cem yılmaz'ı ve garipsemiyorum.
şartlarla ilgili olarak ekol-üslup ayırımına da değinelim. şimdi bir adam orta sınıf mizahı yapar ama, bellidir ki umut sarıkaya çakmasıdır, onun kullandığı çok spesifik kelimeleri, cümle tarzlarını, hikaye şablonunu kullanır -ki bu benim gözümde intihalden farksızdır- ve sırıtır. ha, sözlük dahilinde yine güleriz, eyvallah, ama "markalaşması" zordur. entry girişinden iki kelime görüp aha kesin "yarakboy" yazmıştır bunu dedirtebiliyorsa, alnıyın çatından öperim ben onu.
şimdi üslubu ayırt etmek babında bir örnek veresim gelir balalar. bir de kısa açıklama getireyim, umut sarıkaya'yı, vedat özdemiroğlu'nu, işte ne bileyim ersin karabulut'u falan tanımıyordum ama, isimleri sıkça kulağıma çalınır oldukça merakımdan okumadım değil, hatta özellikle umut sarıkaya'nın yüzlerce kez gülmekten altıma sıçırttığı vakidir, biraz da benim kolay öğrenme özelliğimden mütevellit, çat diye gördüğüm yerde hangi yazının ya da karikatürün kime ait olduğunu fark eder oldum. neyse, örnek vereceğdim di mi? hah, misalen 17 yaşındayken, ben, arkadaşım ve arkadaşımın kız arkadaşı bir cluba gitmiştik. arkadaşımın sevgilisi o ortamların kurdu olduğu için, mekanda envai çeşit tanıdığı çıktı ve bana da karılardan birini ayarlamak için masamıza çağırdı. gel gör ki karı 23 yaşındaydı. şimdi bu hadiseyi umut sarıkaya çizse, muhtemelen o zavallı çocuğun kadınla tanışmasını çok farklı bir ortamla -mesela avrupa insan hakları mahkemesi'nin bir duruşmasıyla- bağlayacak, götümüzü sikecekti. bunu ersin karabulut çizmiş olsaydı, duygusunu çizgiye yansıtacak ya da kendiyle taşak geçecek, gülümsetecekti. ben nasıl anlatırdım diye düşünüyorum, lafı o dönem nike cortez'lerimizle, 501'lerimizle marka giydiğimizi zannetmenin pompaladığı özgüvenden yakalayıp, cebimden clubber beresi çıkarıp dans ederek karıyı etkilemeye çalışmama getirecek, diyaloglarımızı kekelemelerim, duraksamalarım dahil hiçbir ayrıntıyı atlamadan aktararak, hadiseyi okuyucu sanki okurken yaşıyormuş hissini edinmesini sağlayacaktım. dolayısıyla okur hem gülecek, hem taşak geçecek, hem o çocuğun haline üzülecek, hem de -burası çok önemli- kendisinin başına öyle bir hadise gelmediği için ya da türkiye'deki orta sınıfın korumacı aile yapısı(ya da kişisel tercihler) sebebiyle girip çıkamadığı ortamları bir başkasından okuyup dinledikçe inceden de bir hayranlık duyacaktır.
şimdi, ekoller ortak olduğu için ve bahsolunan ekolün malzemesi hem bol, hem senin benim yaşadıklarımız olduğu için, hemen bir etiketleme hevesi doğuyor insanlarda. misal geçenlerde sözlükte bir başlık açıldı, kelimesi kelimesine hatırlayamayacağım ama, mealen "çok güzel hareketler bunlar'ın sözlükten çaldıkları" gibi bir şeydi. altına yazılanlara bakıyorsun, yok efendim 'yaz kış bacası tüten ev resmi'ymiş, vay efendim 'cam şişedeki pepsi-cola'ymış(aklıma örnek gelmediği için bunu salladım), bilmem ne bilmem ne. bu mudur arkadaş? yarın sen bi entry girsen, sallıyorum "klavyeyi ters çevirince içinden sigara külü dökülmesi" deyu, "ulan ben de yaşadım onu, benden mi çaldın pezevenk" diyebilir miyim? diyemem, aksine aynısını ben de yaşadığım için gülerim, orta sınıf mizahının hedefi de budur zaten. yani her ikisinde de kıyma kullanılıyor diye, mantıyla karnıyarığı aynı yemek ilan edebilir misin? ümit usta oturur üstüne bi iddia et hele de.
sona da bir eleştiri sakladım: sözlükler dahilinde ekol-üslup ayırımını fark edemeyen mizahi metin denemecileri, intihal yaptıklarında "ben senden daha önce yazardım" argümanını sunuyorlar utanmadan. şimdi daha önce sözlüğe kaydolmuş olmak var, sonradan gelen yazar özgün üslubunu kabul ettirdikten sonra etkilenip üslubunu değiştirmen(dikkat buyurun ekol aynı olabilir), ilgili yazarın entry şablonunu, espri tarzını, kelimeleri bilinçli olarak deforme etmesini ya da ne bileyim "realist" diyaloglar yazmasını son derece ucuz şekilde taklit etmen var. sözlüğe gayet geç katılmış biri olarak, hiçbir entry'sini atlamadığım birinci nesil yazar hoşaf'tan yazılarımda etkilenmiş olmam mümkün mü? ya da deep'in, deatly'nin anlık vurucu diyaloglarına/esprilerine ayı gibi gülsem de, entrylerimde -onlardan sonra sözlüğe dahil olmuş olmama rağmen- en ufak benzerlik bulabilir misin? bulaman, çünkü hepimizin oturmuş üslupları var, ama sen aziz dostum, hırsızsın ve üstelik de daha önce geldim diyerek yüzsüzlüğün daniskasını yapmaktasın.
entry'mi, nereden duydun adamları'nın olası ithamlarını bertaraf edecek olmanın verdiği rahatlıkla noktalıyorum:(üstüste de olsa bu da nokta nihayetinde)
bir ağlayan palyaço klişesi olmaktan pek uzak haller bütünü(vize) ve neticesi(final).
insan evladı pek garip muhterem. aynı eylem, farklı şartlarda o derece uçlarda etkiler ki adamı, vallahi şaşan galın yau. hani paso bi şarkıyı dinleyip dinleyip bıkarsın, kusasın gelir, tiksinirsin de, aynı şarkıyı alakasız bi mekanda, misal bi mağazada duyduğunda kulağına aşina olmasından kelli bi hoşuna gider, şarkıyı yeniden seviverirsin ya o anda. ya da bebek taklidi yaparak konuşan kıza aşıksan o hali pek bi sevimli gelir de, zerre duygu beslemediğin kız aynı boku yese, zumzuğu aklına beynine indiresin gelir a. örneği çok işte oğlum, hani, pezevenk paso bilmediğimiz yerden soruyor demeyesin diye söylüyorum, taş gibi bi karının önünde striptiz yaptığını düşün, bi de hormon düşmanı bi karının soyunup göt baş salladığını, bunalman mı, terlemen mi, kafayı çevirip karıya çamaşırlarını uzatanda "hadi giyin bacım" tadında uzun saçlı ferdi tayfur tribine kaçman mı? neyse. bi sor, soruştur biraderimin başına yine neler geldi diye. bu meraksız halin beni korkutuyor adamım.
< değişken ruh halleri >
* şaşkın:
bi akşam arkadaşlarla demleniyoruz, kafalar henüz güzel olmamış ama inceden keyiflenmişiz, muhabbet, kahkaha gırla gidiyor. doksanların futbolundan girmişiz, anarko sendikalizmden çıkmışız derken, telefonum çalıyor. yaklaşık 1-1,5 senedir görüşmediğim, hasbelkader arkadaşım olmuş bir zatın ismi görünüyor telefon ekranında.
- alo? merhaba enis, naber birader?
- eyvallah birader, napalım, içiyoruz arkadaşlarla. sen napıyon?
- napıyım ya. lan sana bi işim düştü, şimdi bizim şirkette bi sunum yapıcam da müdürlere falan, bizim grupta beni sözcü seçmişler, bikaç bişey araştırmam lazım. slayt gösterisi falan yapıcaz. senin bigisayarı kullanabilir miyim yarın öğleden sonra falan gelip?
- tamamdır birader, evdeyim yarın zaten, hadi eyvallah.
siktir ya, kim çekecek şimdi bu herifi?
* huzursuz:
ertesi gün, öğleden sonra 2 gibi kapı çalınıyor. adam sanki onca zamandır allah'ın günü görüşmüşüz gibi bir samimi, oy anam bir yapmacık, vay nazlı gelinim bir yavşak. langır lungur dalıyor evin içine, bazı rahat hareketler, işte efendim nasıl söylesem toplumca tasvip edilmeyen birtakım tavırlar. ben de akşamdan kalmayım, tek düşündüğüm donu sıyıra sıyıra uyumak.
- oğlum bak, sabah 8'de yattım, boz ayı gibi uykum var, hiç ilişme bana. aha bilgisayar, şifresi bianönceişinibitirvesiktirgit2008, hadi sana kolay gelsin.
- taam yaa hallederiz kardeeş.
* uyku sersemliği, sinir bozukluğu ve gülmekten altına sıçmak:
- anaaa, beni eklemiş mesenesine. gizemm pırpır atıyor kalbim. kimsin mi lan?
- şşş yahya kemal(sana o büyük şairin adını koyan zihniyet kül olsun be arkadaş) biraz sessiz birader, bak uykum var.
15 dakika sonra:
- (ayağımdan çekiştirerek) la eniiis. şşş, kalksana oğlum ya ne yatıyon? geldik yatıyon laaa. kıhkıhkıh, kabususunum oğlum ben senin, kabususunum.
- la sus. sus lan. bıraksana olum, bak işine lan. tövbee
takriben 30 dakika sonra:
- enis olum, müzik yok mu la senin bilgisayarda?
- püfff. bilgisayarım'a tıkla, c'ye gir, el-musikî klasörü var orada, bak işte ordan kafana göre.
- (kemandı klarnetti bişeyler bulmuş, bikaç şarkı çaldıktan sonra) bu ne laaa, kır bahçesinde gibi hissettim kendimi, yok mu olum güzel bişey?
- ahıaha kır bahçesi ne lan? neyse uyuyorum ben, çok ses yapma.
nereden bileydim, herif bilahare youtube'dan ismail yk, kutsi, gökhan tepe ve benzeri şarkıcıların kliplerini açınca anladım müzik yelpazesinin nereye kadar açıldığını.
tahminen 1 saat sonra:
- hehheheheh. enis lan çıplak fotoğrafını çektim olum, internete yayıcam hahah, bak la bak.(lan çıplak diyo da, dal taşak yatmıyoruz elin herifinin yanında, boxerlayım)
- ohooo. tamam sen uyutmayacan anlaşıldı. napıyon yaptın mı bişeyler?
- yaa kardeş, bikaç resim yazı falan buldum da, şu son görüntüye kendim bi özlü söz yazsam diyorum. bak, bi alman bilimdamı demiş ki "santıranç bir ömür boyu sürmez!"
- ahaha siktir öyle bi söz yok.
- var lan valla var.
- lan olum ne bilimadamı ne şeyi, bak..(ne desem anlamayacak zaten) neyse, yap madem iyi sen bilirsin.
- birader, o sona özlü söz koymazsam siktimseni(sittinsene demek istiyo) etkileyici olmaz.
- aman tamam nabarsan yap. sorma da bana bişey. yattım ben, bi daha uyandırırsan harbi sikerim, bokunu çıkardın bak.
* mutlu ve sevinçli
birader, abartısız 5 saat deliksiz uyumuşum ve herifin evden gitmek yeni aklına gelmiş, beni uyandırıyor.
- şşş, eniis, gidiyorum ben lan.
- hı? ha? gidiyo musun lan? bişeyler yiyeydik?(nezaketimi kutlayın)
- yok ya gidiyim, evde yerim.
- iyi sen bilin(hiç ısrar yok). du giyiniyim ben de çıkıyım seninle, bikaç işim var.
< kafayı sıyırmak >
dışarıdaki işlerim biraz uzun sürdü, hallettim. bunlar işin ayrıntısı. işin aslı da şu; aylar sonra ilk kez, yeniden gördüm bir kadını. elini tutmuş, koklamış ve hatta öpmüş kadar yandı içim. söylemek istediğim sözler, kelamlar vardı. hani duyacağın yok illa ki, ama olur ya..
ıskartaya çıkmış hayallerimiz oldu bizim de. sayende.
ve senin yüzünden, senden kalan;
dilimiz uşşak makamından söylese de, gönlümüzde her daim hicaz telleri titrer.
an gelir, bir çingenenin lanetli şarkılarında bulurum bizi.
seni sevdiğim günden beri, belki de seni sevdiğim için;
- gelin baylar bayanlar, gelin! tanrı'nın belki de insanları gülsün diye yarattığı ve sırf bu sebepten böylesi kader bahşettiği bu adamı izleyin! karşınızda vaudeville for vendetta!
şakşakşakşakşakşak(alkışlar, yer yer otuzbir çekmeler, adım adım anadolular)
reverans.. reverans..
***
birinci bölüm -otobüse binmeden önce-
muhteremler, her şey; uzun zamandır ertelediğim istanbul seyahatimi artık gerçekleştirmeye karar verdiğim bir gece başladı. apar topar topladım valizimi, atladım taksiye, kafamda "ulan şimdi yaz vakti, yer de yoktur otobüslerde" düşünceleri olduğundan, yardıra yardıra koşarak girdim aşti'ye. kapıdan girer girmez, bir oğlan karşıladı beni "istanbuull, istanbuull, istanbuuul" deyu. birader, "ne kadara götürüyosun" sorusunu bitirmeden, "aaabime bi bilet" diye sakallı bi herife işaret etti, adam işareti alır almaz bileti işlemeye başladı. atmaca gibi herifin üstüne atlayıp "yahu arkadaş, bi dur hemen ne yazıyosun, kaça götürüyosun hem?" derken adamdan 25 versen yeter abi sözünü işittiğim saniye civcive dönüştüm baba, "iyi ver bakalım hehheh, kaçta kalkıyo, şeyapmayalım, çok beklemeyelim, burda da telefon çekmiyor mu yau nedir hehe" gibi gereksiz yetmiş beş muhabbete girdim herifle, belki beni severler de kazıklamazlar deyu.
herif; biz seni alıcaz ordan birader diyerek 53 numaralı perona yönlendirdi beni. gittim, terminalin içinde boş bulduğum bi banka oturdum. arkamda elinde bidonla uyuyakalmış bi teyze var ve yanımdaki bankta herifin teki ayakkabıları çıkarmış, cozur cozur uyuyor. herifi izlerken bir şey dikkatimi çekti, adamın bir kol saati var ve saatte dev gibi "nokia" yazıyor. ulan çinliler, her bokun sahtesini fasonunu üretiyorsunuz da, bari aynı modelden gidin, telefonsa telefon di mi arkadaş? çıksa bi cevvalim, "nuh'un ankara" diye kravat üretmeye kalksa, esnafıydı mahallelisiydi şöyle bi kabasını almaz mı bu herifin, ağzını burnunu bi temize çekmez mi? çeksin.
sıkıntılı sıkıntılı adamların gelip beni almasını beklerken, dur bakim şu bilet nasıl bişeymiş diye bileti çıkardım ki, anaov. herifler resmen evde yapmış bileti, kesmiş kağıdı, yazmış tükenmezinen, basmış printer'da. bilette kocaman rezervasyon bilet yazıyor ve hemen altında yazan şu: "vergi iyadesinde(aynen bu baba, iade değil) kullanılamaz." lan nereye kullanacaksın zaten bu kenef kağıdını? kullanmaya kalksan, vergi iyadesi lafını gören maliye memurları arar bulur basar evimi; kulağımı zımbalar, parmağımı kollu kalemtıraşla açar, kaşarlı tost ve tamek meyve suyu içirdikten sonra ağzımı saman kağıdıyla silerler(en çok bu acıtıyo lan).
bilete bakıp sırtarırken, tam karşımdaki bankta oturan bi herif gördüm; saçlar geriye yapıştırılmış, top sakal, çizgili gömlek, siyah kumaş pantolon, elinde de tespih. buraya kadar her şey normal, sıradan bir çakal. fakat ben hayatımda öyle ayakkabı görmedim arkadaş. yemin ederim, nereden bulduysa alaaddin'in sihirli lambasını giymiş herif. ön taraf sivri ve yukarı kalkık, arkasında kulak gibi bişey var, ekvatorda şişkince, kutuplardan basık. kafamı kaldırdığımda adamın tespih sallayarak beni tip tip izlediğini fark ettim, ben de "ne bakıyon hıyarağa" ifadesiyle karşılık verirken, ikimiz de tiz bir "istanbul yolcusu kalmassiean!" sesiyle irkildik.
valizleri kaptığımız gibi anlamadığım şekilde, aşti'nin dışına çıkarılıyorduk. hemen sakallıyı buldum "şşş, ne iş?" hesabı, herif sakallarını gerdanıma, kaytan bıyıklarını bilmem nerelerime sürercesine yaklaştı ve fısıldayarak: "kardeş biz şimdi metro turizm'le(hukukçu dostlarımız gerekirse uyarsın, yasal yönden sıkıntı oluşabilirse firmanın ismini silerim) göndericez, dokuz kişilik boş yer var, caddeden alacaklar sizi, şu arkadaşı takip et" dedi. caddeden atladık otobüse. [burada not olarak düşelim, herhangi bir firmayı suçluyor değiliz. adı geçen firma yetkililerinin bu ve benzeri hadiselerden haberdar olmadığını düşünmekle beraber, bu kanun dışı işleyişten şirketin şoför ve muavinlerinin sorumlu olduğunu belirtmem gerekir.]
***
ikinci bölüm -otobüse bindikten sonra-
otobüsün en arka dörtlüsünün en sağına yerleştim. kafamda; biraz müzik dinlerim, sonra kitaba yardırırım gibi bir yolculuk planı çizmişken işler hiç de istediğim gibi gitmedi. hani cam kenarında alt tarafta ayağını koyduğun bi yer vardır, bazen düz olur paşa paşa gidersin, bazen hafif eğimli olur biraz sıkıntı yaratsa da yine ayağını tutar orada. gel gör ki bu otobüste o kısmı yuvarlak yapmışlar arkadaş, koyuyorum ayağımı vıjt kayıyor aşağı, hangi aklını dimağını siktiğimin mimarı mühendisi tasarladıysa. beheeey alman panzerii! beheey hollanda sığırıı! beheeey allahuekber dağları davarııı!(yalçın küçük gibi masayı döv bunları söylerken) resmen afakanlar bastı birader, huzursuzum.
biraz müzik dinleyip, ortama alışmaya çalışırken, "du bakalım milletin öve öve bitiremediği şu kitap nasılmış" diye aldım elime cien anos de soledad'ı, başladım okumaya. lan yine deliricem. abi heriflerde bi soy ağacı var, aha anlatıyorum: ailenin en büyüğü jose arcadio buendia, oğlu var jose arcadio, onun da oğlu var arcadio, onun da oğlu var jose arcadio segundo, allah belasını versin onun da yeğeni var jose arcadio. onu siktir et asıl olaya gel; bi herif var aureliano buendia, oğlu var aureliano, onun yeğeni aureliano segundo, bunun iki tane torunu var ikisinin de adı aureliano, ve asıl bomba bu aurelianolar'ın birine parantez açmışlar çocuk aureliano'dan diye. abi deliricem, bunun anasını ya dedesi sikti ya yeğeni sikti ya da herif kendi anasını sikti kendisi doğdu.
çıldırmak üzereyken kitabı fırlattım, uyumaya karar verdim, fakat onu da yapamıyorum, çünkü zifiri ayak kokusu var ortamda. soluma döndüm, yanımdaki hafif kilolu herif sandalet giymiş, içine bir de çorap giymiş, dalga dalga yayıyor zehrini eşşekoğlueşşek. o sıkıntıda bir türlü uyku pozisyonu tutturamadım, sağa yasla kafayı yok, sola yasla yok, baktım yanımdaki herif, önündekinin koltuğunun arkasına kafayı yaslamış, cayır cayır uyuyor. ben de mi o pozisyonda uyusam lan, diye düşünürken, her nedense aklıma "yok lan, şimdi onun yaptığını yapmaya çalışıyorum sanmasın" gibi, en son anaokulunda kafamı kurcalayan düşüncelere kaptırdım kendimi, sonra ne diyorum lan ben diyerek yasladım baba kafayı önümdekinin koltuğunun arkasına. bi yandan da huylanıyorum, lan böyle de domalmış gibi olduk, yandaki ibne götüme mötüme bakmasın derken, ayak kokusunun ağırlaşmaya başladığını fark ettim. bir süre sabrettikten sonra gözümü açıp sola baktığımda yazın ortasında giyilmiş bir yün çorapla ağız ağıza geldim. yanımdaki puşt bacak bacak üstüne atmış arkadaş. hem sinirden çatladığın, hem de ağlamaklı olduğun bi yüz ifadesi vardır ya, "inanamıyorum lan" der gibi, hah, aynen o ifadeyle herifin bi ayağına bi suratına, bi ayağına bi suratına bakıyorum, eşek değil ya uyandı hadiseye, topladı ayağı falan.
otobüsteki şanssızlıklarım bunlarla da bitmedi dostlarım. muavine "bi su vericen mi birader?" dedim, herif getirdi suyu, sağol diyeceğim yerde "suu" deyivermişim. çöl kaçkınıyız ya..
***
final sahnesi
yanımdaki herif harem'de inerken arkasını dönüp el sallayarak hadi görüşürüz (yarrrak görüşürüz) deyince, sıfatında gördüğüm yadigar ejder masumuiyeti, adama olan bütün kızgınlığımı aldı götürdü arkadaş.
sözün kısası muhteremler, neticede tökezleye devrile yuvarlana vardık arkadaşımızın evine.
en nihayetinde ne oldu diye soracak olursan aziz dostum... planımızda; sert bişeyler içtikten sonra -belki üç duble votka- güzel bi kadınla sevişip, soğuk duvara göğsümüzü koltukaltımızı dayayarak uyumak varken; fıçı bira içtikten sonra üstüne bi sıvaz patlatıp, odada gezinen orospu çocuğu bi sivrisinekten korunmak içün pikeyi cibinlik belleyip komple vücudu sararaktan haşlanmak düştü kaderimize. ah ulan lanet be.. "hayat bir oyundur" diyen yalan söylüyor azizim. hayat ne oyundur, ne oyuncu, ne de sahne. hayat seyircidir; ve inan bana espri seçiyor...
1st step: yerleşik değerlere söv, toplumun genel yargılarıyla ters düş, gerekliliği zeka olmayan taşak modeli geliştir.
2nd step: çankaya köşkü önünde soyunan kadın nevinden dikkat çek, "iyi yazarak" değil.
3rd step: toplumun/yazarların gözlerini üzerine çekince, temeli çürük egon karakterini esir alsın; söylediklerinin önemseneceğini düşün, entelektüel birikimini tartmadan bilimsel/felsefi mevzular üzerine yorum yap; ehlileş. unutmadan; selim akıl sahiplerince küçümsen.
4th step: bugünün tadını çıkar, yarın siktir git, ama iyi siktir, hak ettiğin gibi ve unutul; diğerleri gibi.
(not: bu entry; getirebildiği yegane eleştiri uzun yazmam olan, okumama opsiyonunu geçtim, "okumak isteyip de üşenen" lümpen ve avam gavatlara "ayrıca" ithafımdır.)
saat 19:30, kuzenimle bir telefon konuşması, çalıştır kronometreyi:
- aloo? enis, napıyosun olum?
- la ne bağrıyon? hmmh, uyuyorum lan, aloo? ne diyon? napıyosun abi?
- ahah, olum bak ne dicem, bende kalan bi fransız karı vardı ya, o ankara'ya gelicekmiş, ev lazım ev ayarlabilcen mi?
- aaaaa(esniyo). ya baba, burada kalın dicem de, yarın valide hanım gelicek. ben bi soruyum soruşturuyum şeyaparız, hallederiz, hadi ararım ben seni.
10 dakika sonra:
- alo? usta, arkadaşların alayı tatilde, bi arkadaş da cumartesi dönecekmiş, yaramaz yani size, napsak?
- boşver lan, kız otel ayarlamış zaten şimdi öğrendim. yalnız senden ricam var, otele bi bakıver, kalınabilecek gibi mi, nedir ne değildir, bi bakıversen?
- (vay ulan) tamam bakarım ben, la tamam tamam.
***
üç saat basketbol için uzun bi süre, fakat hayat için aynı kesinlikte konuşmak zor. öss'de önünde 180 dene nur topu gibi soru olan ter pompacısı içün akar gider, erken boşalmama çabasındaki pompacı(bu da ter) içün bikaç asra tekabül eder.
bir telefonla başladı sürem. acelem olduğundan; sigara içmek, bir şeyler atıştırmak, giyinmek ve saç baş düzeltmek gibi işleri aynı anda yaptım ve sokakta buluverdim kendimi. sokakta hızlı vakit geçirmek ya da sıkılmamak için fazla alternatifiniz yoktur; müzik dinlersiniz, insanları incelersiniz ya da benim gibi her iki boku da yersiniz. insanların tavırlarını incelemek eğlencelidir ve insana dair gözden kaçmış ayrıntıları verir, daha iyi tanırsınız, göründüğünden daha eğlenceli bir varlık olduğunu idrak edersiniz.
kulağımda inceden bir keman sesi...
iki çocuk gördüm, kaldırım kenarına oturmuşlar ve bir sigarayı çeviriyorlar. sigara çevirirken yaşanan bir gerginlik vardır bilir misin, elinde sigara tutan; "lan acaba çok içtiğimi düşündü mü bu herif, tam yarısında verebilecek miyim" gibi düşüncelerle zehir eder kendine dalgayı, bi sik anlamaz. sigara sırasını bekleyen de birazdan kendisine sigara verilmeyecekmiş gibi davranır, "yoo ben hiç görmedim sigara falan, ha bana mı veriyosun, tamam olur içerim" gibi yaklaşır hadiseye, zoraki çevirir kafayı, sırf yanındaki herif rahatça takılsın tütünle diye. bir nevi karşılıklı iyi niyet gösterisi, iki tarafın da zararlı çıktığı bir gösteri. gördüğüm çocuklarda da tam olarak bu sekansı yakaladım, gözlerine baka baka güldüm.
henüz sırıtan suratım somurtmadan, o seyyar satıcıyı gördüm. bu adamı en az iki bininci görüşüm ama herifi her gördüğümde hiç sektirmeden gülmüşümdür. adamın bir kamyoneti var ve kasasında satılmadık şey bırakmamış arkadaş, bi de megafon elinde dürzünün: "dumateez, bibeer, hurdaa, bakııır, maymuuun, yelkovaan, bekiiir(en yakın arkadaşını da satıyo)"
satıcının önünden geçerek anayola çıktım, bir dolmuşa bindim, kulağıma klarnet üflenirken indim, kuzenimin kalacağı otele aceleyle yürüyorum. acelem var çünkü 21:30'da bir hastanenin acil servisinde, çocukluk arkadaşım olan doktorla randevum var, kulağımdaki problemle ilgilenecek.
elimde bir adres var ama, ne caddesini biliyorum, ne sokağını, ne otelin adını, şunca senelik ankara geçmişimde bir tek adım atmadığım yerlerde deli gibi dolanıyorum. çakmakçıya soruyorum, adam deli gibi ne söylesem kafa sallıyor, ağzını açmıyor, "la bırak dayı tamam, sormadık bişey" diyerek sinirle ayrılıyorum yanından. ve o gerginliğin arasında yine bir sahne gülümsetiyor beni; şalvarlı yelekli kasketli, yanık bi herif dolanıyor ortalıkta. beni güldüren üstü başı değildi elbet; mavi gözleriydi. bilinçaltımıza renkli gözün batıya ya da şehirliye ait olduğunu zerk etmişler ister istemez, neticede esmer de milletiz; "renkli gözlü köylü" profilini garipsiyorum ve gülümsüyorum.
sora soruştura, bahsettiğim oteli buldum, fransız kız bilememiş zaar, otel bok gibi. eşeği bağlasan isyanları oynar, köpeği bağlasan; "itler federasyonuna, olmadı cumhurbaşkanına kadar çıkıcam oğlum" deyu koftiden tehditler savurur. telefonla aradım kuzenimi ver ettim babam yalanın gözüne: "kalınır kalınır, o kadar kötü değil, la gel vallaha güzel" deyu.
doktorla olan randevuma yetişemeyeceğimi sanırken, yarım saatten fazla bir süre hastaneye erken vardım, işi gücü vardır hesabı erkenden gitmedim acil servise, dışarıda sigara üstüne sigara yaktım, bir süre sonra eeh sokarım işine diyerek daldım içeri, o da beni bekliyormuş. biraz inceledikten sonra kulak burun boğaz kliniğine, doktor arkadaşına götürdü beni, zerre anlamadığım muhabbetler yapıyolar benimle:
- şimdi kulağınızı aspire edeceğiz.
- aspirin dokanıyö.
- çıkan iltihabı kültüre yollayacağız.
- ben.. severim kitap..
- daha sonra, düşük toksisite ve yüksek bakterisid etkisi ile tedavi sürecini hızlandıracak olan rifocin uygulayacağız, ürtiker gibi alerjik reaksiyonlar görürseniz hemen beni arayın.
- hah, bak onu çok iyi dedin hocam, vallahi sen tamam, çok güzel söyledin.
- siz uzanın şöyle. hemşire hanım, bana bir steril eldiven ve bir fitil lütfen.
- bak bunu anladım heheh. fitil? lan??
aslında diyalog tam olarak anlamadığım envai çeşit tıp terimini suratıma tüküren iki doktor ve her şeyi eksiksiz anlamış gibi yapan benim kafa sallamalarım şeklinde gerçekleşti. ufak bir operasyon geçirip, kulağımda sargı beziyle çıktım dışarı. ufakken insanlar benimle ilgilensin diye topal taklidi yaptığımı hatırlarım ya da lan keşke kafam yarılsa da sarsalar, herkes bana baksa heheh, dediğimi falan da. pis işmiş lan, herkes bakıyo eyvallah da, nolmuş la bunun gulaa diye bakıyo, çekici bi tarafı yok.
yine meraklı bakışlar altında bindim dolmuşa, şoförün hemen arkasında oturuyorum, koydum kafamı. belli bir süre için bir bok hatırlamıyorum çünkü salya akıda akıda uyumuşum ve bir kadının bağırmasıyla uyandım. gayet iri, heybetli bir hanımabla bağırıyor:
ulan uyku sersemiyim, kafamda "lan ne sayıyo füze mi lan bu karı, yol ağzı açık kalmış gapatın olum, şş kaptan lambalarda sıçacak var" düşünceleri. karı bin kere inecek var demiş demek ki hee. herif sağda durdu, füzeyi teslim etti, arkasından şöyle bağırıyo:
- yazıııık, bir de çanta taşıyorsun çantaaa. yazık sanaa, bir de çanta taşıyorsun çantaa. çantaaa
ulan ne alakası var? çanta taşıyınca noluyo? neyi savundun sen şimdi?
ortamdaki gergin hava dağıldıktan sonra, tekrar kafamı koydum, dışarıyı seyrederken gördüklerim canımı sıktı. bir merdiven, bir yokuş, bir cami. dört sene boyunca yürüdüğüm yollar, o sahneler, o ayrıntılar. saçları uzundu, incecik beli, muhteşem bir güzellikti ki çoğu zaman bunun fazla olduğuna, tüm insanlıktan yüksekte durduğuna inanırdım. her evine bıraktığımda arkasından bakakalırdım. güzel kadındı vesselam, çok güzel kadındı. sadakatsizliğimden sadakati öğrenip, sadakatsizce hikayemize nokta koyup, bize virgül bırakan, her şeye rağmen yeni hayatına sonsuz derece sadık, geçmişine çok gördüğü sadakate hayret ettiğim sevgili; bir kırık gençlik hikayesi...
yürüdüm eve, bir sigara yaktım, anahtarı çevirirken kapının sesi bir sual eyledi, son kertede neydi bize kalan?
bir kendimiz, etrafımızda bir mahşer kalabalığı, içimizde kabir yalnızlığı. saat 22:30, kulağımda inceden bir keman sesi.. ve bir kırık gençlik hikayesi...
muhabbet insanı vardır güldürürken düşündürür, bazısı vardır düşündürürken sürttürür(çaktırmadan), kimisi vardır solu süründürür sağı öldürür, öyleleri vardır arı gibi uçar kelebek gibi sokar(aynı anda muhabbet de ediyosa, ben buna bi koşu itaat edip geliyorum). ve sevgili dostlarım, öyle muhabbet insanlarıyla karşılaşırız ki; hayatı zindan eyler, beyinleri göçe zorlar, kontak kapattırır, şalter attırır.
zaman olur, zerre ilgimizi çekmeyen muhabbetleri heyecanlı heyecanlı anlatıp, üstüne üstlük bir de ilgi bekleyen sevgili olarak çıkar karşımıza. ulan banane senin alacağın mobilyadan, beyaz eşyadan, mutfak robotundan. sanki şu gariban adam tüm naifliğiyle iki portakal greyfurt neyi sıkmaya kalksa, beynime vurmayacan 37 numara topukluyu, soymayacan derimi elektrikli pıçağınan adeta bir tohumluk hıyarı soyar gibi. banane ulan senin manyağın evladı, akli dengesi yitik meczup arkadaşlarından? hayır itiraz da edemiyorsun, gak desen küser, guk desen öptürmez, itin biriyiz la burada erkek camiası olarak. gelin, zerre ilgi çekmeyen muhabbet insanı olan sevgilisinden bıkmış zavallı bir erkeği adım adım izleyelim dostlar:
- aşkııım, funda'yla melis'i biliyosun di mii?
- hee
- ay bunlar bi kavga ettileer
- he valla mı? hee. ee?
- du bak anlatıyım. şimdi funda'nın iki aydır adeti gecikiyo tamam mıı?
- (yarağı yedik) hee.
- şimdi oturuyoruz kızlarla, funda dedi ki, "ben regl oldum galiba kızlar" dedi. sonra melis biraz bağırarak dedi ki "ay bende ped var, dur sana veriyim" dedi. o da dedi ki "niye bağırıyosun ya, rezil ettin beni sınıfa" dedi.
- vallaha? eee?
- sonra melis de dedi ki "aaa üstüme iyilik sağlık, nolmuş yani bağırmışsak, sen de her şeye bi sinir, bi stres, çekemiyo musun beni nedir yani senin sorunun hahayt anlamadım ki" dedi. sonra funda da dedi ki "ayol senin neyini çekemicem, sevgilinin çükü bile bamya" dedi. melis de dedi ki "senin baban da erken boşalıyo" dedi. sence hangisi haklı aşkıım?
- evet canım.
- sen beni dinlemiyo musun güngör? zaten hep böylesin, küstüm sana, hiç ilgilenmiyosun benimle, artık bıktın benden, eskiden çiçek de alırdın, sabah akşam arardın, benimle ilgilenirdin, her dediğimi yapardın, anlattıklarımı da dinlemiyosun iştee. sevmiyosun sen benii :(
- ulan sustuğun mu var sevdiğimizi söyleyek?
sevgili kardeşimiz karının muhabbetinden tiksinmiş, burasına gelmiş, neylesin şimdi bu fahır, neylesin bu fuhara? denek çiftimizi gözlemlemeye devam edelim:
- aşkıım, bugün bissürü bissürü gezdim, ne alcaama karar veremediim.
- (ulan adana demirspor-turgutluspor maçı nolmuştur ki be?) hee. eee?
- şimdi bi mikser gördüm, böyle şarjlı falan, ama 50 milyon, bi de blender var 32 milyon, bi tane mikser alcaama, iki tane blender alırız dedim, ama blender'ın markası sinbo, almasam mı dedim, kararsız kaldım işte.
- (bastık 200 lirayı iddaa'ya, tek maçtan yatarsa siki tutarız). olur olur, şeyaparız.
- bi de mutfak robotu almak istiyorum ben aslında. ımmm, aşkıım, sence mikser mi daha iyiii, blender mı?
- (berabere biterse üçe katlıyoruz, iyi para, haftaya da hepsini yatırsam) evet canım.
- güngör! beni dinlemiyosun sen yine güngör! bıktım senden, iğreniyorum senden güngör, annemi dinleseymişim de yüzünü görmeseymişim güngör! atıyorum yüzüğü de al!
- lan dur tamam, robot, vallaha robot. gitme şş, zeyneep, bi dur bi dinle ya. çıkma bi, gel bi bişey sölicem. *çat*(kapı çarpılır) bak o kapıyı öyle.. zeynep, ben burdayken, o kapı öyle çarpm.. kapıyı çarpma zeynep(hala gurur yapıyo pezevenk) ulan sıçtık be arkadaş. (kapı açılır) zeynep! kime diyorum zeynep? buraya gel diyorum bak. gel buraya. gelmiyo musun? lan.. lan... babanı sikiyim. duydun mu lan? o kaynatayı. gaynata var ya o gaynata. onu ben sikeyim.
sorarım size ey halkım, ölende mi kabahaat, öldürende mi gabahat? geçelim efendim geçelim, bırakalım bu beylik lafları, seninle tartışmaya hiç niyetim yok güzel kızım, istirham ediyorum efendim olacak şey mi? bak.. tamam sen haklısın. ablacım yemin ederim haklısın allah benim belamı versin, abla haklısın diyorum.
***
an gelir, muhabbeti çekilmeyen insan kıyafetini, rüyasını anlatan arkadaş giyiverir. ne zaman bi arkadaşım rüyasını heyecanlı heyecanlı anlatmaya başlasa, saniyeler asra dönüşür, bence bu asrın hatası olur. bi yerde hak vermiyo değilim hani hala rüyanın etkisinde diyebiliriz eyvallah da, hayatta olması imkansız şeylerden öyle bi tırsarak bahsediyor ki herif. neyse, ufağıken baba tarafından nurcu bi akrabaya iftara gittiydik, yemekten sonra tuttular beni de götürdüler teravihe. camiye giderken babamın akrabası "imam efendi tadil-i erkan'a riayet ederek kıldırıyor. insan gerçekten doya doya namaz eda eyliyor." gibi yarısını anlamadığım cümlelerle muhterem pederimi, muhterem biraderimi ve muhterem şahsımı namaza motive eylerken, bu tümcelerin mealini camiye girdiğim vakit anlamış bulunuyordum. ulan imam her rekata bi hatim indirdi arkadaş. sahuru camide tespih yiyip hacı yağı içerek yaptık. nereye bağlanacak bu anekdot deyu soracak olursan, elbet verecek bir cevap bulunur; bir arkadaşım rüyasını anlattığında, o her rekatı hatırlarım dostum, hatırlarım da ter tüketirim..
gelin, bu sefer de rüya meraklısı arkadaşından bıkmış bir dostumuzu inceleyelim, çekilmez muhabbetlerin insanı'na örnek babında:
- hamdi abi bi rüya gördüm, of inanılmazdı ya. şimdi sen kör olmuşsun tamam mı, ben de senin koluna giriyorum, sonra bi anda uçmaya başlıyoruz, havadayken senin tipin eşşeğe benzemeye başlıyo, ağzından kuyruk çıkıyo, sonra rüyanın bi kısmını hatırlamıyorum ama, rüyanın sonlarında bizim salona şeytan sıçıyodu.
- tamam. evet. hayırdır inşallah.
- abi ne anlama geliyo ki acaba ha? senin annen tabir ediyodu di mi rüya? hadi bi aç da sor hadi.
- lan oğlum siktir et, altı üstü rüya ne büyüttün?
- hadi olum ya aç bi sor ya gebermen ya
- la iyi iyi.. alo? anacım nabıyon? he, sağol sağol, ya bizim arkadaş var da burada metin, bi rüya görmüş, bi tabir etsin annen dedi bi arayım dedim. he, şimdi eşşek şeytanın ağzına sıçmış, ben üzüntüden kör olmuşum. ne diyosun? hı hı. tamam. anladım anacım. öpüyorum anacım.
- hah ne dedi ne dedi?
- diyo ki o metin'in ben ağzına sıçıyım. üç vakte kadar çok şerefsizmişsin. ayrıca allah belanı versinmiş. kimsin lan sen? çık git lan bu evden. çık lan. mış. annem öyle diyo. ben demiyorum baak, ben demiyoruum. ben demeem.
- öyle olsun abi öyle olsun. hıı(alındı tabii, alınmaz mı yavrucak?)
herifi siktir etti ama varsay ki yüzsüz çıktı herif, başka bir gün:
- hamdi abi bi rüya gördüm?
- püfff, eee?
- aynur var ya, senin yazıldığın karı, onu sikiyolardı,
- hı? ne? ne diyosun lan?
- hııı. sen pek rüyalarla ilgilenmezdin ama, anlatıyım bari. hor kullandılar abi aynuru, üstünden geçtiler. durumu bir maniyle açıklayacak olursam;
aynur kızı ekip biçtiler,
üzerinden geçtiler.
ben yarime doymadım,
doysun gara gara zenciler.
aynur tanga giydi mi?
başsız 20 santim girdi mi?
metin öcün aldı mı?
hamdi götten yırtılır.
5 dakika sonra:
- şşş, metiiin. lan metiiin. ne sayıklıyosun lan mani mi okuyosun lan rüyanda ahah.
- hamdi abiii. bi rüya gördüm inanmayacaksın, dur anlatıyım. şimdi rüya içinde rüya görüyorum tamam mı?
- lan sus. la get. (diş sıkarak)lan suss eşşeğin doğurduğu, getirin lan narkoz getirin. lan aşırı doz getirin ulan.
***
velhasılı kelam, hayattan, insanlıktan soğuduk bunlar sayesinde dostlarım. yanlışısam söyle gardaş, bizde alınmaca gücenmece yok biliyon. eeeyy çekilmez muhabbetlerin insanları! oğlum lütfen çıkın lan hayatımdan.