1995 yılında yayınlanan ferhan şensoy'un yazıp yönettiği 8 bölümlük bir tv dizisi imiş. Zira benim de yeni haberim oldu. youtubea kendi kaset kayıtlarını eklemiş bir arkadaş. bir haftadır müziğini ezberledim dilimde dolanıyor. mizahi değerinin yanında artık nostaljik bir değer de kazanmış durumda haliyle.
oyuncu kadrosunda ferhan şensoy'un çekirdek kadrosu diyebileceğimiz derya baykal, rasim öztekin, tarık pabuççuoğlu gibi oyuncuların yanında rahmetli suna pekuysal ve tabutta rövaşata filminden hatırlayacağınız 1999 yılında* vefat etmiş ayşen aydemir de bulunuyor.
her biri oldukça orjinal olan karakterlerin arasında manyak dj rolünde orhan edip ertürk'ün psikopatça tavırları ayrı ilgi çekici.
varsayalım ismail'e benzer yönde tvde rastlamaya aşina olmadığımız tarzda bir yapım olmuş. konfüçyüs okulu adeta her bölümde bilgece bir söz, kapital düzene karşı bir söylem duymak mümkün. şensoy'un kendine has kelime oyunları içeren zekice işlenmiş mizahı her köşesine işlenmiş dizinin. öyle ki her karakterin söylemlerinde bu laf ebeliğinin izlerini görebiliyorsunuz. 90lı yılların siyasi havasını hicveden kesip kesip skeç yapılası çok hoş bölümler içeriyor. uzun lafın kısası şimdikiler gibi vatandaşı uyuşturacak iktidarın hoşuna gidecek yada reytingleri coşturacak fazla bir şey yok. varsa yoksa konfüçyüs. * 8 bölüm sürmesine şaşmamak lazım.
son olarak o mükemmel şarkısının sözlerini de yazalım :
a-a-a-a titi
a titi pa titi
mi fa sol, mi fa sol
zor iştir boş gezmek, fazla mesai ister
yatacak yer ister
yemek ister içmek ister
zor iştir boş gezmek
uzun uzun yürümek ister -mek ister
la si do, la si do
yürürüm hayatı,
var olmaktır işim.
var olmak ağır iş,
başka iş istemem
a-a-a-a titi
a titi pa titi
nassı yaa?!
öyle işte aaa..
mi fa sol, mi fa sol
seyyar vatandaşım tam adresim yok benim
boş gezmektir işim
nerde akşam orda sabah
mi fa sol, mi fa sol
zor iştir boş gezmek,
eni konu yüzsüzlük ister -lük ister
la si do, la si do
yürürüm hayatı,
var olmaktır işim.
var olmak ağır iş,
başka is istemem.
''Merhaba, ürününüz temin sorunlu olması nedeniyle tedarik süreci beklenmiştir. Ürününüzün tedariği sağlanmış olup en kısa sürede kargoya verilecektir.'' yazıyor son yazıda. yani değişim için beklediğim göndermeleri gerekirken başka kitap yolladıkları ürün stoklarında yokmuş. elinde olmayan kitaplar yerine kasıtlı olarak yanlış kitap göndererek alenen nitelikli dolandırıcılık yapıyorlar anlayacağınız.
kitap güç te olsa elime ulaştı. pişmanlığımı tekrar belirtmeme gerek yok sanırım. bundan sonra idefix benim için bitmiştir. kara listeye aldım. darısı diğer mağdurların başına. sesinizi çıkarın, hakkınızı arayın yoksa daha çok beklersiniz.
amerikalı bilim insanı jared diamond'un 1992 yılında yayınlanan ilk ses getiren eseri. daha fazla ünlenmiş kitabı tüfek, mikrop, çelik ve diğer kitapları da bu eserden dallanıp budaklanan fikirler neticesinde şekillenmiştir. herkes için bilim tadında bir kitap olmasına karşın gerektiği noktalarda derinlemesine anlatımlara da giriyor fakat hiçbir zaman okuru sıkmıyor.
modern insanın kökeni, evrimsel süreçteki aşamaları ve akraba türleriyle benzeşen ayrılan noktalarıyla başlayan kitap; doğal ve eşeysel seçilim, dillerin dünya üzerinde dağılımı ve evrilmesi, avcı-toplayıcı yaşamdan tarım ve yerleşik kültüre geçişin sebepleri ve sonuçları, soykırım tarihi, toplumlar arası kültürel ve teknolojik farklılaşmalar, nesli tükenen, tükenmekte olan canlılar ve insanın doğal yaşam üzerindeki olumsuz etkileri gibi bir çok konuda ufuk açıcı bilgiler sunuyor. davranışlarımızın ve eğilimlerimizin kökenini, insanın dünya tarihi ve coğrafyasındaki yerini, doğanın bir parçasıyken gezene hakim olan tür olmasının sonuçlarını ve sakıncalarını anlatıyor.
safra kesesi üzerine uzmanlaşan kariyeri farklı coğrafyalarda konuşlan diller ve kuş gözlemciliği gibi ayrı alanlarda şekillenmeye devam eden yazar multi disipliner bir yaklaşımla görüş ve tecrübelerini aktarmış. coğrafyanın aslında ne kadar önemli bir bilim dalı olduğunu doğrudan ve dolaylı ifadelerle kanıtlayan bir kitap ortaya çıkmış. ve bir bölümde sanat ile ilgili çok güzel çıkarımlarda bulunmuş; o kısım özellikle dikkat çekiciydi.
gelelim şimdi kitabın can sıkan kısmına. yazar soykırım tarihini anlattığı bölümde türkleri soykırımcı olarak göstermekten çekinmemiş. üstelik iki yerde nazilerle aynı cümle içinde türklerin ermeni soykırımı ibaresi geçiyor... kendisi bu kanıya hangi kaynakları araştırarak varmış bilemiyorum... kitabı basan alfa yayınları ilgili bölümde şu dipnotu yazmış :
-----alıntı-----
# yazar burada tarihçilerin üzerinde anlaşmadıkları çok tartışmalı bir konuyu ele almaktadır. konu üzerinde yapılan çok sayıda yayın ve tartışmada belirtilen kayıp sayısı, 500 bin ile 2 milyon kişi arasında değişir. Aynı şekilde, Tehcir kararı sonucunda ortaya çıkan trajedinin ''soykırım'' olup olmadığı konusunda da, temel iki farklı yaklaşımla karşılaşılır. Olaylar üzerinde yapılan değerlendirmelerde karşılaşılan farklı iki temel yaklaşım nedeniyle tartışmalar, uluslararası boyutlarıyla hala sürmektedir. Ayrıca yazarın Şekil 13'te gösterdiği soykırım tablosunda, 1967'de Russell Mahkemesi tarafından mahkum edilen Adb'nin Vietnam halkına yaptığı soykırımın (5 milyon Vietnamlı) yer almaması, yazarın tarafsızlığına gölge düşürmektedir.
-----alıntı-----
ermeni meselesi ve bizim bu konuda özelinde uluslararası arenada yapmamız gerekenler uzun bir tartışma konusu olduğu için oraya girmiyorum. sıkıntılı bir noktaydı ama sırf bu yüzden bu kitabı okumayın diyemem. ufuk açıcı, farklı okumalar yapmanıza vesile olacak bir kitap.
ingiltere'de yaşayan bir türk arkadaşın youtube kanalı. eski anadolu pop&rock/funk plaklarından derlenmiş şarkıları çaldığı videoları çok hoş. sağlam arşiv edinmiş. böylesine kaliteli bir sistemde dinleyince tadına doyum olmuyordur muhtemelen. kıskanmadım dersem yalan söylemiş olurum. ülkemizde pahalı bir hobi maalesef bu işler.
müziğimizin tanınması adına katkısı oluyor zira yorumlarda birçok farklı milletten insanın beğenisini görmek mümkün. ben de çok güzel şarkılar keşfettim sayesinde. kendisi müzisyen ve aynı zamanda fotoğrafla uğraşan bir arkadaş anlaşılan. elinin altında sağlam ekipmanlar var.
Alanında uzman bir adli tıp antropoloğu olan dr. william r. maples'in kaleminden sıra dışı bir kitap.
Yazarın kısa öz geçmişiyle başlayıp meslek hayatı boyunca karşılaştığı enteresan vakaları anlatıyor. Ölümün doğası ve sonrasında vücutta meydana gelen değişimler, enteresan cinayetler, garip ölümler, intihar vakaları, toplu mezarlar, kimliği belirsiz cesetler ve cinayet çözümlemeleri, kimlik tespit etme çalışmaları...
Bir antropolog olduğu için çalışmaları iskelet kalıntıları üzerinde şekilleniyor. Dnadan kimlik tespiti yönteminin henüz yeterince gelişmediği dönemlerde kullanılan yöntemleri ve yaşanılan zorlukları aktarmış. Anlatıları okurken epey bir anatomi bilgisi de edinmiş oluyorsunuz.
ilk seri katil olarak kabul edilen Ted Bundy'in hikayesi, Vietnamdan 90lı yıllarda bile halen teslim alınan savaşta ölmüş Amerikan askerlerinin kalıntıları, Son Rus Çarı II. Nikolay ve ailesinin öldürüşü gibi toplamda 1200den fazla adli vakanın çözülmesinde aktif rol üstlenmiş kendisi.
Cinayet vakalarını okurken insanoğlunun caniliği ve gaddarlığının sınırı olmadığına bir kez daha tanık oldum. Filmlerde anlatılanlardan çok daha vahşi ve acımasızca işlenmiş cinayetler vardı. midesi hassas olanları uyarmakta yarar var.
herkesin anlayabilmesi için terimlere gömülmeden sade bir dille açıklayıcı olmaya çalışmış yazar. Sonlara doğru anlatılan detay yumayığla birlikte fazla uzamış gibi görünse de okunur, sıkıntı yok. Saga yayınları basmış toplam 308 sayfa ve belirtmeden geçemeyeceğim kitabın baskı kalitesi çok iyi. Ayrıca anlatılan bazı vakaların siyah beyaz resimleri de mevcut. *
El yazı uzmanı. Yazılı belge ve imzaların gerçek mi sahte mi olduğunu inceler. Ayrıca yazının özelliklerinden yazan kişinin karakterine dair çıkarımlarda bulunabilir. Psikoloji geçmişi olan, adli vakalarda görüşleri alınan uzman kişilerdir.
Rock müziğin ilk dönemlerinden 90lı yıllara kadar olan serüveni özetlenmeye çalışılmış. Fakat daha geniş kapsamlı bir kitap olmasını beklerdim. Örneğin, Queen grubundan hiç bahsedilmemiş olması gibi büyük bir ayıp var. Ayrıca yazarın Fransız olmasından muhtemel rock tarihinde önemli bir iz bırakamamış Fransızlardan haddinden fazla bahsetmiş olması rahatsız edici.
Kitap yapı kredi yayınları tarafından basılmış. kuşe kağıt ve renkli resimli, cep kitabı boyunda, 176 sayfa. baskısı tükenmiş durumda. sahaflardan bulabilirsiniz.
Hem göze hem kulağa hitap eden youtube müzisyeni. witcher 3 : wild hunt cover videosuyla fark ettim bu rus güzelini. 10 parmağında 10 marifet, harikulade bir ses, çalamadığı enstrüman yok maşallah.
bilimum telli, vurmalı, üflemeli çalgılarla oyun-film müzikleri coverları yapıyor. gerek görüntü gerek ses kalitesi alkışlanası.
1994 - 1999 yılları arasında bursa'nın belediye başkanlığı görevini ifa etmiştir. * bursa erkek lisesinde okumuş olup itü inşaat bölümü mezunudur. eğitimli ve donanımlı yöneticiler klasmanının son temsilcilerinden denilebilir. bursa'da birçok emeği katkısı vardır. kendisi hakkında olumsuz bir şey ne okudum ne de duydum. hatta bir anım var kısaca bahsedeyim;
yeni başkan olduğu yıldı galiba, ya da 1995 yılı olabilir. Bursa çarşamba semti pazarında annemle birlikte pazar alışverişindeyken kalabalık arasında birden kamera, spiker ve erdem saker belirmiş annemle ayaküstü röportaj yapmışlardı. ne konuşulduğunu hatırlamıyorum. o kaydı izleyebilmeyi çok isterim.
hikaye yetmişli yılların istanbul'unda, hippilerin kol gezdiği bir dönem ve ortamda geçiyor. arka planda ise dönem koşulları içerisinde kendisine, dünyaya ve toplumuna yabancılaşmış hayatı sorgulayan aydın portresinin iç hesaplaşması.
ne tam hippi yergisi ne de tam bir övgü vardır, içinde dönemin ve toplumun gerçekleri bulunur. bohem hayat, renkli düşler ve kurşuni gerçekler...
aslında klasik sayılabilecek kapasitede bir eser olmasına karşın pek bilinmeyen bir kitap. içerisindeki uyuşturucuyla ilgi ve müstehcen kısımlar nedeniyle geniş kesimlerce kabul edilmemiş olabilir. ki aslında bunları özendiren bir yanı yoktur. aynı şekilde kitabın yazarı zühtü bayar da öyle. hakkında çok az bilgi var internette.
ingiliz yazar jonathan stround'un kaleme aldığı 4 kitaptan oluşan, 2000 yaşını aşkın bartimaeus adlı cinin etrafında şekillenen oldukça sürükleyici ve heyecan dolu fantastik bir macera. Sayfaların sayfaları kovaladığı bitmesini istemeyeceğiniz bir seri.
Dizisi ya da filmi yapılmalı. Layıkıyla yapılabilirse iyi gişe yapar ama sağlam bütçeli bir yapım olur herhalde. Bartimaeus, Nathaniel ve Kitty severek okuduğum karakterler arasında yerini aldılar.
Yunanca bir kelimedir ve uyarı işareti anlamına gelir. göz alıcı renk ve görünüme sahip aslında oldukça zehirli ve tehlikeli türlerin bir çeşit uyarısı, göz korkutması denilebilir. zehirli kurbağa türlerinin görünüşleri örnek verilebilir.
Sözüm uydurukça konuşanlara. yani anadili türkçe olduğu halde konuşmasına ingilizce kelimeler serpiştirip havalı olduğunu zannedenlere. özellikle internet aleminde çok yaygın. youtube yada oyun yayını yapılan mecralarda ise durum içler acısı bir hal alıyor.
gün geçtikçe daha bir artıyor bu tarz kullanımlar. türkçesi olduğu halde underrated, overrated, feedback, hype, beach, vs. tonla ingilizce sözcük cümle içerisinde görülüyor. bu oyuna karşı hayplandım diyor mesela?! ağzına kürekle vurasım geliyor.
adamın savunması ''abi bunun türkçesi yok, bunu karşılayacak kelime bulamazsın'' oluyor. benim türkçem yeterli değil desene sen ona. oysa sondan eklemli bir dil yapısına sahip olan türkçe kelime türetmeye en müsait diller içerisindedir. *
ya ingilizce konuş ya tükçe kardeşim. zor bir şey değil.
teknolojiyi üreten değil tüketen olduğumuz için kültürü de ithal eder pozisyonda kalıyoruz maalesef. bu durum en başta dile yansıyor.
mesele şu ki, dil dediğin yaşayan bir mefhum. bunu yaşatacak olan ise kullanan kişiler olacaktır. sen ben dikkat etmezsek, anne-babalar dikkat etmezse sonraki nesillerden bu hassasiyeti bekleyemezsin. ki alttan gelen nesille bu durum ne hale gelecek, korkmaktayım.
kabul ediyorum türkçe'nin içerisinde çok sayıda yabancı kökenli sözcük var. bakıyorsun arapça, farsça, fransızca kökenli birçok sözcük çıkıyor. şimdi buna bakıp bu yozlaşmayı normal mi karşılayacağız? yangına benzin mi dökeceğiz?
bilmiyorum yer kürede bizim kadar asimile olmaya teşne başka bir ülke var mıdır?
söylenecek çok şey var ya neyse uzatmayalım. benim türkçe konuşmakta sıkıntı çeken arkadaşlara tavisyelerim;
- türkçe edebiyatın önemli romanlarını okumaları
- altyazılı, zamanla altyazısız türkçe film izlemeleri
- türkçe dil kursuna yazılmaları ya da internetten türkçe derslerini takip etmeleri
- türkçeyi iyi konuşan arkadaşlar edinmeleri ve konuşma pratikleri yapmaları
- her hafta yeni bir türkçe kelime öğrenmeleri
overrated değil abartılan, abartılmış
underrated değil hakkı teslim edilmemiş
hater değil düşman
like değil beğeni
dislike değil eksi puan
spoiler değil gizemini bozan
hype değil heyecan yaratma
Facebooktaki Tarih Tarih sayfasındaki başarılı içerikleriyle tanımış olduğum Ahmet Özgür Türen'in editörlüğünü üstlendiği kitap özellikle son 10 yılda iyice palazlanan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı tayfanın hastalıklı fikirleri ve mesnetsiz iddialarına cevap niteliğinde bir çalışma. Bir çok akademisyen ve yazarın Atatürk'ün hayatı, özellikleri ve eserleri hakkında yazdıkları yazılardan oluşuyor. Atatürk kimdir sorusuna kapsamlı bir yanıt olmasa bile alternatif okumalar yapmak isteyen ve internetteki kirlilikten sıyrılıp kaynakçalı bilgiler almak isteyenler için yararlı olacaktır.
Eleştiri getireceğim husus ise farklı yazarlar tarafından birbirinden bağımsız olarak ele alınan yazılar olduğu için birçok yerde tekrara düşülmüş ve gereksiz yere uzamış. Bunun önüne geçilebilirdi belki. Ayrıca bazı yerlerinde düzeltilmesi gereken yazım hataları var halen.
Ahmet Özgür Türen'in önsözü de ayrı güzel olmuş:
--------------------
57 YIL KiTABI ÖNSÖZÜ
(Arşivler Açık, Zihinler Kapalı)
Lisede tarih dersinde uyuyanlar bugün gizli gizlenen gizlenmiş çok gizli(!) tarihimizi yazıyor.
Dedelerinin mezar taşını okuyamadıkları için kahrolanlar, bugün bedava açılan Osmanlıca kurslarına gitmiyor. Zaten giden de Atatürk'e şükrediyor.
Cumhuriyet'i kötüleyip şeriat isteyenler, bugün dünyada nerede gerçek islam'ın yaşandığı konusunda kararsız.
Atatürk'e her türlü hakareti edip yine de Atatürk'ü Koruma Kanunu'ndan yakınanlar, bu kanunu Adnan Menderes'in ateşli bir konuşma ile kabul ettirdiğinden habersiz.
Sansür nedeni ile gerçekleri söyleyemiyoruz, konuşamıyoruz, yazamıyoruz diyenler, bu ülkede çok kısa dönemler hariç 1950 yılından beri sağ partilerin iktidar olduğunu unutuyor.
inkılapların halkta karşılığı yok diyenler, 15 senede (1923-1938) yapılanların 79 yıldır neden değiştirilemediğine anlam veremiyor.
Padişahlık sistemi devam etseydi hiç bir zaman cumhurbaşkanı olamayacak olanlar, bugün iki ayyaşın getirdiği Cumhuriyet sayesinde cumhurun başkanı oluyorlar.
Devrimler halka zorla kabul ettirildi diyenler, 2017 Türkiye'sinde "Bana yüzde elli yeter." demekte.
Ülkeden masonları kovan Atatürk'e mason diyenler, Amerika'daki Yahudi lobilerinden randevu alma yarışında.
Din ve devlet işleri ayrılmasın diyenler, Osmanlı'daki dini anlamda en yetkili kişi olan Şeyhülislam'ın Milli Mücadele'yi isyan kabul ettiğini ve bu uğurda savaşanlar hakkında idam fetvası verdiğini bilmiyorlar.
Atatürk'e "katil" diyenler, Türkiye'de okuma yazma oranının neden en fazla Tunceli'de olduğunu ve Tunceli halkının neden CHP'ye sempati duyduğunu sosyolojik olarak açıklayamıyor.
Kimsenin zaten böyle bir iddiası olmamasına rağmen ''Kurtuluş Savaşı'nı sadece Atatürk mü kazandı canım?'' diyenler, istanbul'u Fatih Sultan Mehmet'in tek başına fethettiğini zannediyor.
Atatürk halkı yoldan çıkardı diyenler, zinanın 1926 tarihli Eski Türk Ceza Kanunu'na göre suç olduğunu, 2004 yılında kabul edilen Yeni Türk Ceza Kanunu'na göre suç olmadığını dile getirmiyor.
Atatürk içki içerdi, Osmanlı'da herkes evliyaydı diyenler, içkiyi yasaklayan Dördüncü Murat'ın içkiden öldüğünü bilmiyor ya da Bomonti'nin Osmanlı zamanında kurulan bir bira fabrikası olduğunu okumuyor.
inönü, ekmeği karne ile dağıttı diyenler, 21. yüzyılda Türkiye'nin başkenti Ankara'da doğalgazı karne ile dağıtıyor.
Tek parti iktidarında yapılan inkılaplarla toplum özünden koptu diyenler, 1915 yılında sadece Osmanlı'nın başkenti istanbul'da 359 genelev olduğunu araştırmıyor.
Chp'ye ittihat ve Terakki zihniyeti diyenler, çok sevdikleri Said-i Nursi'nin de ittihat ve Terakki üyesi olduğunu hatırlamıyor.
Ülkeyi karıştırmak isteyenler için kurulan istiklal Mahkemeleri'ne laf edenler, istiklal Marşı'nda ayağa kalkmayanlara bir şey diyemiyor.
Köpek yavrusunun bile adı varken, ''Bu millet arkamızda'' veya ''Bu millet kararını verdi'' diyenler, bir türlü bu milletin adını söyleyemiyor.
inönü, ikinci Dünya Savaşı'nda halkı aç bıraktı diyenler, ısınmak için halkı tezeğe layık görüyor.
Atatürk diktatördü diyenler güvenlik gerekçesiyle 3000 polis ile gezerken, Atatürk'ün sırf halkla iç içe olmak için yurt içi gezilerini trenle yaptığını ve her istasyonda halkın arasına karıştığını unutuyor.
Atatürk adından rahatsız olan ve sadece Mustafa Kemal diyerek köylü kurnazlığı yapanlar, Atatürk adının ''Türkün Atası'' değil, ''Atası Türk'' anlamına geldiğini bilmiyorlar.
Neyi biliyorlar peki?
Onlar için zulmün 1938'te bittiğini çok iyi biliyorlar. Mesela Atatürk'ün getirdiği Cumhuriyet sayesinde milletvekili olduklarında, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacaklarına namusu ve şerefi üzerine yemin etmeyi de çok iyi biliyorlar.
Çok klişe olsa da demeliyim: O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın p.çine kaldık.
-------------------*
nette merak edip araştırırken trtnin youtubedaki bir videosuna denk geldim. merakım evin nasıl göründüğüydü. gördüklerimden ise üzüntü duydum.
videoda ilgili kişi restorasyonu, evin tarihini falan anlatıyor spikere. ev bu son hali 2013 yılındaki son restorasyonun sonucu.
Evi göstermeye başladıklarında küçük bir şaşkınlık yaşamaya başladım. Evin içerisinde ne mobilya ne eşya hiçbir şey yok o döneme dair. orjinalini geçtim replikası bile yok. Modern müzecilik yaptıklarını iddia ederek ne var ne yoksa çıkarıp yerine duvarlara çeşitli yazılar, görseller, projeksiyonlar falan yansıtılmış. iyi güzel bilgilenelim de kardeşim bunun başka bir yönetmi bulunamaz mıydı? Hem ben o bilgilere internetten ya da çeşit türlü yoldan kolayca ulaşabiliyorum. ben evin ambiansını o dönemin havasını merak ediyorum. yoksa beyaz sıvalı duvarlarını yenilenmiş kapılarını görmek için gelmiyorum. zahmet olmuş birkaç kişisel eşyasını getirmişler atanın, iki tane de bal mumu heykel koymuşlar görülecek bir iki şey olsun diye. eşyaların çoğu o döneme ait değil üstelik.
abartmak istemiyorum, Yapılmaya çalışılan bir hizmet var tamam. Fakat bu şekilde olmamalıydı. restorasyonun özü aslını muhafaza etmek ya da ona en yakın halinde tutup sağlamlaştırmak olmalıdır.
'tarihimize sahip çıkıyoruz, restore ediyoruz' denilerek tarihin katledilişi devam ediyor. bu da onlara bir örnek teşkil ediyor ne yazık ki.
You tube ve twitch aleminin nezihlik ve kalite kokan kanalı. Gürkan & gül çiftinin samimi ve hoş sohbetleri sinema, diziler, oyunlar ve öne çıkan güncel vakalar etrafında şekilleniyor. pozitif enerji yayan bu donanımlı şahıslar Birkaç farklı başlık altında yayın yapıyorlar:
nezih sabahlar; Hafta içi sabahları twitch üzerinden yayın oluyor sonra gün içinde youtube kanallarına yüklüyorlar. Bir zamanların sabah şekerleri gibin. Gündem değerlendirmesi yapılıyor. sinemaskopta filmler; cooplayde ise konsol/pc oyunları üzerine konuştukları bölümler yapıyorlar. güzel bir kitlesi var fakat daha fazla abone/takipçiyi hak ediyor bu kanal.
siz de gündemi tv yerine internet üzerinden takip edip, kafa dağıtıcı samimi içerik arayanlardansanız bu kanal size iyi gelebilir.
kullanmayan biri olarak Hiçbir zaman sahip olamadığım karizma çeşidi.
Şöyle ki; Paket çıkarmasından çakmağı çakışına, satın alırken marka ismini havalı havalı söylemesine, içerken farklı biçimlerde tutuş ve üflemesine, elinde tutarken dertli/puslu bakışlar atmasına, külünü silkelemesine ve söndürüşüne kadar çeşit türlü raconu havası var şu meredi içmesinin. Western filmlerinde bariz örneklerine rastlayabilirsiniz.
Zararına değmez tabi ama farklı bir hava yarattığı kesin.
Bursa nilüferde bulunan modern yaşam alanı. Yıllardır bu şehirde yaşarım ilk defa bugün yolum düştü. Cafe, bar ve restoranlarıyla şık bir görünüm sergiliyor. Gördüğüm kadarıyla müdavimleri hep kalburüstü varlıklı kesim. Arkadaşla bir mekana oturup içmeyi gözümüz yemedi o derece.
Ömrümüzün önemli bir bölümünü gasp eden iş hayatının etkilerinden biri. Ortalama günde dokuz saat iş+yol sürecinde geçiyor ve eve geldiğinizde beslenme, dinlenme, uyuma derken sonraki mesai saati yaklaşıyor. Haftada bir gelen izin günü ise dinlenmek, özel işlerinizi halletmek ya da yorulma pahasına da olsa gezmek seçeneklerinden birini seçmek durumunda kalıyorsunuz. Zamanla etkisini gösteren iş dışında hiçbir uğraşa odaklanamama, hobilerden uzaklaşma, basit zevklere yönelme, hafiften mallaşma süreci var. Hepsinin toplamı mutluluk katsayısı minimumda rutin bir hayat. Çık çıkabilirsen bu kısır döngüden.
cattle decapitation adlı bodoslama hayvanlık içeren death metal grubunun 1974 amerika doğumlu sıradışı vokali.
sıradışı olmasını sağlayan denenmemiş teknikler kullanarak sesine farklı tonlar, efektler verebilmesi. öyle ki bilmeyen birisi grubun tek vokalli olduğuna şaşırır. kendisi ve grubu son yılların en orijinal işlerine imza attılar.
Modern zamanın getirdiği yeni kavramlardan biri.
En çok şarkılarda, filmlerde, resimlerde kendini hissettren bu melankoli duygusunun haliyle teknolojik mecralara da sıçraması söz konusu.
20/25 yaş üstü çoğu kişinin hayatında bir şekilde tanışık olduğu, heyecan yaşadığı bir pc oyunu vardır. Misal bilgisayarımda oynadığım ilk oyun return the castle wolfenstein olsun half life 2 olsun bunların yeri ayrıdır. ilk heyecanın yaşandığı oyunlar yani.
Arada tekrar kurup oynayasınız gelir. Uzun zamandır gitmediğiniz bir yeri gezmek, epeydir görüşmediğiniz bir dostla buluşmak gibidir, güzeldir.
Yüzyüze görüşüpte iki kelam etmeyip yalnızca sanal mecra facebook üzerinden tanışıklığının olduğu kişi.*
Hepinizin vardır böyle arkadaşı. Artık sıradan bir durum aslında. Sıradan ama enteresan. Uzaktan uzağa tanık oluyorsun hayatına; tabi paylaştığı kadarıyla.
Ebevenylerin evlatları için beğenerek oluşturdukları seçkinin dışında kalarak yalnızca orta yaş ve üstündeki insanların yaşattıkları ve onların vefatlarıyla da yok olmaya yüz tutmuş olacak isimlerdir. Kısacası azalarak biteceklerdir.
Mesela bülent ismi. Kimsenin çocuğuna bülent diye seslendiğini duymamışımdır bu yaşıma kadar.
Bacak ve ayakların sızlaması, gözlerin kapanması, ayakta durmakta güçlük çekme ve yeni doğan güne lanet etme...
Mağazacılık sektöründe çalışanlar iyi bilir envanter sayımının ne biçim bir iş olduğunu. Mağazanın kapanış saatinde başlar açılışa kadar yolu vardır. işte o açılış saatine kadar olan tüm uğraşın neticesidir envanter sabahı. Hele bir de sayım kötü neticelenmişse vah ki ne vah.
Kan ter içinde koşturup yetişmeye çabaladığın vesaitin sana aldırmadan yoluna devam etmesi durumu. Kimi zaman şoför seni görmemiş olur kimi zaman ise ibneliğine durmaz. işine gücüne yetişemez yorulduğunla kalırsın, ağzında küfürler peyda olur.
Öyle ya da böyle aslında yetişememilsindir. ikilemde beklersin.
malesef genç yaşta ve kısa süre önce aramızdan ayrılmış olan merhum ahmet cevizci hocanın kaleme almış olduğu kitap, skolastik dönem sonrası düşünce dünyasını şekillendirmeye başlamış ve dönemine damgasını vurmuş (francis bacon, thomas hobbes, rene descartes, baruch spinoza, gottfried wilhelm leibniz, john locke ve george berkeley) filozofların özelinde ilerliyor. tek tek her filozofun yaşamı, düşünce evreni ve eserleri üzerinde durulmuş. özetin özeti kıvamında ve kolay anlaşılır olması için yoğun çaba sarf edildiği belli. buna rağmen kolay hazmedilir, çabuk bitirilebilir olduğunu söyleyemem. okurken bu denli çabaladığım kitaba hocamız nasıl bir emek vermiş ve böyle bir eseri tamamlayabilmiş diye düşünmeden edemedim.
cevizci'nin diğer kitapları gibi asa kitabevi tarafından basılmış. kitabın arka kapağında şunlar yazıyor :
düşünce tarihinin en önemli ve en görkemli, fakat o kadar da problemli yüzyılını meydana getimektedir, on yedinci yüzyıl. gelenekten koparak yeni bir sayfa açan felsefenin özerk bir disiplin olarak anlaşıldığı bu yüzyılda, düşünce artık, modern bilimin yükselişi ışığında, özneden hareketle, insanın neyi, nasıl bilebildiğini açıklamak, varlığı bilimin taleplerine uygun olarak tam ortadan ikiye bölmek; kapitalizmin yerleşmesine bağlı olarak da, ulus devleti temellendirmek ve yeni ethosu meşrulaştırmak durumundadır. işte on yedinci yüzyıl felsefesi tarihi, din-bilim, modernite-gelenek çatışmasıyla belirlenen bir zemin üzerine oturarak, modern çağda francis bacon'un thomas hobbes'ûn, rene descartes'in ve john locke'un bu yöndeki gayretlerini ve her yönüyle ''modern'' olan felsefelerini ve bu arada, baruch spinoza'nın gottfried wilhelm leibniz'in ve George berkeley'in yeni dünya görüşü için bir tepki olan felsefelerini anlatıyor. kitap olağanüstü açık dili ve anlaşılır kurgusuyla, Bacon'un bilimciliği, Hobbes'un materyalizmi ve egoizmi, descartes'in düalizmi, locke'un liberalizmi, Spinoza'nın panteizmi, Leibniz'in spiritüalizmi ve de berkeley'in immateryalizmi için temiz bir başvuru eseri niteliğindedir.