triste
0 (düz adam)
dokuzuncu nesil yazar 1 takipçi 1.40 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    dücane cündioğlu

    55.
  1. http://ducanecundioglusim...e-zor-arasinda-ii.htmlzer i̇le zor arasinda (ii)
    -sanat ve muhafazakarlık-

    dücane cündioğlu

    cumhurbaşkanlığı genel sekreteri sayın mustafa i̇sen’in şöyle dediğini yazdı gazeteler:
    - “muhafazakâr estetik ve muhafazakâr sanat normlarını ve yapısını oluşturmak gibi bir yükümlülük içindeyiz.”
    ne tuhaf değil mi, böylesine kesin ve güçlü bir retoriğe emanet edilmiş siyasi beklentiler tarih boyunca hep karşılıksız kalmıştır.
    yıkılışlarının ardında cılız bir fiske vardır hepsinin de.
    bir fiskecik, ve o hazin son!
    i̇şte o fiskecik: önce vakıa, sonra bahs u nazar.
    yani kuram, olgudan önce gelmez!
    hoşunuza gitmeyebilir, ama ne yapalım, yaşam diyalektiğinin yasası bu! olgu ortaya çıkmadan evvel norm oluşturmaktan, yapılar meydana getirmekten söz etmek kolaydır, yapmaksa zor değil, –sanılanın aksine- olanaksızdır.
    i̇ster istemez bu mucizeyi “yükümlülük içindeyiz” şeklinde bir çoğul kipine taşıtma mecburiyeti vardır. bir beklentiyi önce ödev haline dönüştürmek. sonra bir karara. sonra bir buyruğa. en nihayet yasaya.
    yükümlülük yasalaşınca, yasadışılık ortaya çıkar: suç ve tehlike.
    farklılıklar tehlike olarak algılanır. toplumsal her tehlike cezalandırılması gereken bir suç vasfı kazanır. cezalandırılması, yani yok edilmesi gereken bir cürüm.
    o “normlar oluşturmak yükümlülüğü” yok mu, ah, ne de acımasız bir çehre kazanır vicdanın yaralandığı o elim dönemlerde? bir çırpıda kıyıcılığa dönüşür, ülkenin zaten zor yetişen zekalarının üzerine çarpılar çizme kolaycılığına. darbe hazırlıklarına özgü fişleme dedikleri o lanet işleme. bürokratik teröre. sistematik ve hiyerarşik tasalluta.
    * * *
    türkiye’de tam da sanat ve muhafazakarlık tartışmaları bağlamında sovyet jdanov’culuğu tecrübesini hatırlamanın ve hatırlatmanın mahcubiyeti sanırım hepimize yeter!
    andrey aleksandroviç jdanov, 1934-1938 yılları arasında sscb'de kültür politikalarının belirlenmesinde başrolü oynamıştı. kimlerin canını yakmadı ki? kaç aydının, kaç sanatçının?
    komşumuzun tarihine ilgi duyanlarımız, lütfen 1946-1950 yılları arasında sscb’de yürürlüğe konulan kampanyayı ve sonuçlarını okusunlar. stalin önderliğinde sovyet muhafazakarlığının serencamını. ülkemizde hemen hemen aynı yıllara gelen amerikan mccarthy’ciliği bilinir, ama nedense jdanov’culuktan çok az söz edilir.
    oysa öncesi vardı. mesela i. dünya savaşı’ndan itibaren rus avangardının serazad muhayyilesinin yarattığı o çılgın konsrüktivizm! tatlin’in kulesi. makinalaşmanın yüceltilmesi. maddenin. i̇lerlemenin. gerçekte ise matematiğin.
    ve keza suprematizm. dördüncü boyutun ispatı. mistisizmin zirvesi. zavallı maleviç. kare’nin ressamı. siyahın ve beyaz’ın. sonuç itibariyle, dördüncü boyut denemelerinin sürmesine izin verilmeyecek ve maleviç “toplumsal gerçekçilik” adlı muhafazakar sanat hamlesinin ilk eledikleri arasında yer alacaktı.
    * * *
    büyük yanılsamaların en büyük becerisi, gerçeğe, onu mıncıklayacak kadar yakın durmaktır. yalan mı söyleyeceksiniz, gerçeğe en yakın olanını seçin. lenin gibi, her önder gibi, gerçekliğe sınırlar tayin etmekten kaçınmayın. nitekim 1908’de şöyle der vladamir i̇lyiç lenin:
    - “matematik belki dört boyutlu uzayı mümkün hale getirebilir, fakat siyasal devrimler ancak üç boyutlu uzayda gerçekleşebilir.”
    bu yüzdendir ki siyasal iktidarların en az hoşlandıkları insani yetidir muhayyile! gerçekliğin hoyratlığıyla başa çıkmanın biricik vasıtası. sadece din’in ve sanat’ın değil, bilim’in de temeli.
    sovyetlerin en büyük düşünürü güya kasparov! bir satranç ustası! bu utanç sovyet idarecilerine yeter! i̇ran’lı idarecilere gelince, tarih aynı bestelere farklı güfteler yazmaktan hiç bıkmamıştır. ali şeriati’yi rahmetle anmaktan başka elimizden ne gelir!
    sovyet jdanov’culuğu, “toplumsal gerçekçilik” adına düşünceyi de, sanatı da boğdu. kementle değil, ardısıra dizili normlar aracılığıyla. madde başlıklarıyla. tanımlamak suretiyle. netleştirmek adına farklılaştırdı. en küçük farklılığı tehlike, en küçük tehlikeyi suç saydı. bağrına çökülen sadece futurizm değildi, bilakis sovyet kadızadelerince her türlü ütopya, her türlü fantazya, her türlü imagination insan bilincine haram edildi. sovyet halkı gerçeklikle başbaşa bırakıldı. dickens’ın hard timesındaki mister thomas grandgrind’in kopyası milletvekili ve bürokratlar eliyle. hem de en kötüsünden. gündelik gerçeklerle.
    mister grandgrind’in cetveli, tartı aleti, çarpım tablosu hep yanındadır. dimdik duruşu, köşeli ceketi, köşeli bacakları, köşeli omuzları, köşeli alnı ve en nihayet köşeli parmaklarıyla ve hatta ve hatta sanki onu ensesinden yakalamış inatçı bir gerçek gibi duran boyunbağıyla.
    - “i̇şte sorun da burada: düşlemek yasak!” diye haykırır bir defasında: “düşlememelisin, asla böyle bir şey yapmamalısın. gerçekler! gerçekler! yalnızca gerçekler!”
    ve önce simge yasaklandı. dolayımın ta kendisi yani. pornografinin panzehiri. hakikatsiz tezahürün. taleb edilen sadece gerçek’ti, bütün çıplaklığıyla gerçek. bütün yalınlığıyla. genel ahlak adına. toplumsal ödevler uğruna. her şey toplum eliyle ve toplum içindi. eksik olansa bireydi. bireyselliğin ta kendisi. hizaya girmekten kaçınma güdüsü yani. i̇nsan olma hakkı. sürü dışına çıkma hakkı. farklı olma hakkı.
    hepsi de haramdı. aşk da, ölüm de.
    * * *
    sanatın asıl gücü, gerçekliği temsiller vasıtasıyla dönüştürebilmesinde. başka bir deyişle yeni gerçekliklere vücud verebilmesinde. paralel evrenler inşa edebilen bir güç bu. muhayyilenin gücü. mecazın. ve dahi bireyin gücü. bireyselliğin.
    seçkinliği de bundan. muhatablarını eler, seçer, gerekirse iter. ne zer’le, ne zor’la, bilakis simgeler aracılığıyla.
    simge gösterdiği kadar da saklar. perdeler. temsil eder. bu nedenle, hakikat, afişe edilen değil, her daim temsil edilendir. hep bir adım ötede olandır. ele geçirilmesi, avuçlanması olanaksız olandır.
    sanat, hakikate sadece işaret eder. hürmetinden. onu ele geçirmeyi değil, yanına yaklaşmayı ister. kokusunu almayı. mesafeye riayet edişi de bundan. hep bir aralık varsaymasından. birazcık aralık, birazcık mesafe. hakikatin nefes alabileceği kadar. sadece ama sadece, bir gün kendisine yakınlaşma umudumuzu korumamıza yardım edecek kadar.
    siyasetin ve ticaretin sanattan öğrenmesi gereken işbu hürmettir. zer’in ve zor’un. önce mesafelere hürmet. simgelere. perdelere. özel olana. özgül olana.
    merak serbest, sanat sözkonusu olduğunda yasak olan ise tecessüs. sözcüğün kökenine atfen, casusluk etmek. başkaları adına, hakikatin mahremiyetine tecavüz. mesafeyi ortadan kaldırma aymazlığı. sadece yararı gözetme seviyesizliği. ortalamayı ve vasatı yüceltip aykırı olanı, zayıf görüneni yok etme emeli.
    * * *
    düşünce ve sanatın özerkliği, hoyratça dokunulmaması gereken gözbebeğidir toplumun. o özerklik ne zer’e, ne zor’a dayanan kararlarla korunur, bilakis onu yaşatacak olan bir iki derviş iniltisidir, bir kuşede bir sanatçı yüreğinden gelen iki damla gözyaşı. aklın fikrin değil, ancak tahayyülün ve dahi ince sezgilerin haysiyet kazandırabileceği bir hususiyettir özerklik.
    vasatın, ortalamanın, itidal ve dengenin müdahalelerinin dışında kalması gereken bir alandan söz ediyoruz. muhakkak kendi içinde özerk bırakılması gereken bir alandan. özelleştirilmek suretiyle cezalandırılması, yok edilmesi emredilen değil, bilakis üzerine titrenilmesi, itina edilmesi beklenen bir alandan.
    * * *
    neyzen tevfik’in üzerindeki o keskin şarap kokusundan tiksinen dostlarımdan, biraz gayret edip onun ney-i mukaddesinden, yani gönlünden aleme yayılan o ilahi ezgilerle zevketmelerini istesem, acep yasanın dışına mı çıkmış sayılırım?
    hacı arif bey’in nihavend şarkısını bir an bile efendimizi düşünmeden dinlemiş değilim. biricik efendimi. kendimi bildim bileli canımı canına teslim ettiğim efendimi.
    vücud ikliminin sultanı sensin 
/ efendim derdimin dermanı sensin
    bu cism-i natüvanın canı sensin /
efendim derdimin dermanısın sen
    hacı arif bey’in hayalindeki “efendi”nin, benim hayalimdekiyle neredeyse hiçbir alakası olmadığını bilmez miyim!
    ne mahzuru var? aynı mı olmak zorunda? herkesin efendisi kendince hoş değil midir? makbul ve muteber değil midir? herkesin rabb-i hassı? esma-i hüsnadan herkese tecelli eden farklı farklı isimler? farklı mizaçlar, farklı huy ve karakterler.
    benim, o sözlerin tesiriyle kitapların arasında düşlere daldığım sıralarda, kardeşimin ‘efendisi’, karşı pencereden ancak işaretleşebildikleri bir genç kızdı. güzel yüzünde çiçekler açan kızdan gayrı bir derdi de yoktu, dermanı da.
    aramızda ne fark var sanki? her birimiz -inansak da, inkar da etsek- rabb-i haslarımızın (mizaçlarımızın) terbiye ettiği nefisler aracılığıyla rabb’ul-alemin’e yönelmiyor muyuz? farklılıklarımızdan dolayı bizi hor görmeyen tek efendi, alemlerin efendisi değil midir? eğer öyleyse, koca bir ülkenin farklılıklarını belirleyecek kararlar alırken, o size özgü rabb-i hassınızın (mizaç ve karakterinizin) sınırlarına değil, bilakis rabb’ul-alemin’in (bütün mizaçların kendisinden türediği ilkenin) sonsuz ve sınırsızlığına istinad etmeniz gerekmez mi?
    parti’nin ve/veya hükümet’in (geçiciliğin) ilkelerine değil, gerçekte devlet’in (sürekliliğin) sınırlarına!
    ölçekler büyüdüğünde, ölçütler hassaslaştığında, herhangi bir alemin, mesela sizin aleminizin değil, bilakis bütün alemlerin rabbinin, bütün insanların efendisinin nazarından, bütün alemleri şefkatiyle mazur ve makbul gören hakk’ın nazarından bakmalı değil misiniz?
    niçin kendi makam ve mertebenizi ölçüt haline getiriyorsunuz? size sizi gösterecek bir aynadan da mı mahrumsunuz? hakkı çekinmeden ihtar edecek bir dosttan?
    * * *
    lütfen söyler misiniz, şems’in ruhundan hiç mi esintiler ulaşmadı ruhlarınıza? anadolu’nun o aşkla dolu kadehlerinden bir kere de mi olsun yudumlamadınız? “aman dikkat! karar şiddet doğurur ey benim güzel oğlum!” diyecek bir yaşmaklı nene de mi görünmüyor artık düşlerinizde? sizler bizler adına, kendinizce, kendi mertebenizce, ve pek tabii ki zer’e ve zor’a dayanarak kararlar aldıkça, rahmet alanının daraldığını hissetmiyor musunuz? artık başınız göğe değecek kadar mı zirvelerdesiniz? i̇niltileri işitebilmek için bir zamanlar içlerine eğildiğiniz o derin kuyulardan gelen çığlıkları şimdi duyamayacak kadar mı zirvelere çıktınız?
    dağların eteklerinde insana rabb-i hassı yol gösterir, zirvelerindeyse rabb’ul-alemin! kendi bahçenizde rahim olanın rahmeti size yeter de artar bile! lakin zirvelere çıktınızsa, eğer mülkten ve devletten nasibiniz arttıysa, bundan böyle rahman olanın rahmetiyle aleme nazar etmek zorundasınız!
    şefkatle ve müsamahayla. titreyerek. i̇tinayla.
    * * *
    serçeleri çöle salmak onları özgürleştirmek demek değildir, aksine bu lütuf, onları göz göre göre katletmektir. lütfetmeyiniz, tereddüt ediniz yeter! bir daha düşününüz. bir daha. kendi alışkanlıklarınız için, kendiniz için değil, bizim için de. arasokakların çocuklarını da gözetiniz.
    şeb-i arus törenleri özelleştirilebilir mi? mabedler mesela? diyanet teşkilatı? ne tuhaf değil mi, zor, elini çekiyor, tıpkı düşünce gibi sanatı da zere teslim ediyor. altına.
    sanat kurumlarının birer fabrika muamelesi görmesini hakikaten anlamakta zorlanıyorum. i̇nsanın yapmadığı, yapamadığı şeyleri yıkması kolaydır. muhafaza etmek, dondurmak değil, bilakis sürekliliği korumak demektir. türkiye’nin modern kazanımlarını sahiplenmekten niçin kaçınalım? şahsen hakkında ilgili veya bilgili olmasak bile farklı kapasitelerin varlığına niçin tahammül göstermeyelim?
    kuşatmak zorunda değiliz! zorunda olmadığımız o kadar şey var ki! her şeyi avucumuzun içine almak mesela. herkesi bir sıraya sokmak. daracık kollarımızın kucaklayabildiğinin dışında, kenarda köşede el değmedik hiçbir şey bırakmamak.
    bu kadar mı zordur tereddüt etmek? karar alırken bir kez daha düşünmek?
    * * *
    devletin ilkeleriyle hükümetlerin tercihleri arasında birebir özdeşlik olması gerekmez. hükümetlerin sanata, sanatın bir türüne, bir tarzına ihtiyacı olmayabilir, ama devletin öyle mi? devlet adamlılığı sürekliliği gözetmeyi gerektirir; kalıcı ve sürekli olanı. siyasetçilik ise günü ve/veya dönemi kollamakla sınırlı kalabilir. örneğin kendini popüler sanata ilgi göstermekle sınırlayabilir. devlet’in ise böylesi lüksleri olmaz. yüksek sanata sahip çıkmak zorundadır, çünkü yüksek sanatın devlete ihtiyacından daha çok, bizzat devletin, bilhassa büyük devletlerin yüksek sanata ihtiyaçları vardır.
    yüksek siyaset, yüksek sanat olmaksızın icra edilemez.
    lütfen, çin’de, halihazırdaki yüksek sanat atılımına uzaktan da olsa bir göz atınız. bu atılımın çin’in devlet vizyonunun genişlemesiyle yakın alakası olup olmadığını tedkik buyurunuz.
    ii. dünya savaşı’na kadar dünyanın sanat merkezi paris’ti, yaklaşık 60 yıldır newyork. bu transferin nasıl gerçekleştiğini hiç merak ettiniz mi? i̇stanbul-ankara karşıtlığı gibi, amerika’da da washington-newyork karşıtlığından söz edebiliriz; daha diplomatik bir deyişle, narin bir işbölümünden.
    hükümet, bazı konularda kendi duyarlılıklarını askıya almayı bilmeli, parti’nin kendi tabanının değil, bilakis devletin temel gereksinimlerini hesaba katmayı bilecek feraseti göstermelidir. sayın bülent arınç’ın son açıklaması, türkiye’ye has bir duyarlılık gösterileceğinin işaretlerini taşıyordu. nitekim kendilerine yakışan da budur: siyaset dışı konularda, bir devlet adamı duyarlılığıyla hareket etmek.
    * * *
    aksi takdirde bir gün bu ülkede kimilerinin arzu ve temenni ettiği gibi tornadan çıkma “muhafazakar sanatçılar üretimi” başarılırsa, onların tıpkı rus balerinleri, romen jimnastikçileri, doğu alman yüzücüleri gibi zer’e ve zor’a ayarlanmış birer makine parçası olacaklarından kimse kuşku duymasın! çaresiz, öteki’ye (düşmana) karşı başarılı olması beklenen neferler olarak arz-ı endam edecekler. i̇deolojik müsamarelerde oynatılan lise çocukları gibi. sadık ve sessiz. belki yetenekli, belki becerekli ama herhalukarda ruhsuz. alelade çiziktirilen normların çocukları. kuralların. ardısıra dizili maddelerin. önceden yasalaşmış resmi beklentilerin.
    yaptıkları zenaat olacak ama asla sanat adını almayacak! yapıp ettikleri propaganda işi beceriler olmaktan asla kurtulamayacak. çünkü sanat, öncelikle toplumun değil, bireyin marifeti. sanatı topluluklar, kurumlar değil, birey yapar. yaratı, bireysellik zemininde varlığa gelir. i̇ç gerilimler, kişisel krizler, şahsi sorunlar, ferdi yoksunluklar... yani önce insan.... önce ben...
    ve pek tabii ki simge ve remz aracılığıyla.
    lütfen, simgelere hürmet ediniz.
    simgelere, yani kendisini değil, kendisinden ötesini gösteren işaretle
    hz. i̇nsana
    1 ...
  2. dücane cündioğlu

    54.
  3. zer i̇le zor arasinda (i)
    -sanat ve muhafazakarlık-

    dücane cündioğlu

    sanatın varlık nedeni tahayyül. çünkü insan hayal edebildiği için sanat var. ne garip değil mi, akledebildiği için değil. tıpkı gerçeklik gibi, aklın da sınırları var. bilimin de. oysa tahayyülün sınırları yok. i̇ster istemez sanatın da.
    sınırlarının olmaması elbette sorumsuzluğundan, keyfiliğinden, naifliğinden değil, bilakis ciddiyetinden, adanmışlığından, göklere doğru düşünmek suretiyle değil hissetmek suretiyle kanatlanmasından.
    descartes’ın düşlerini aktarırken, “muhayyile, bilgeliğin tohumlarına çiçek açtırır” der peder baillet. ne kadar haklı! hep uçmak, gönlünce havalanmak ister muhayyile. yaklaşabileceği bütün sınırları aşmak, ve daha yukarıya, daha yukarıya yükselmek ister.
    muhafazakar sanat olmaz bu yüzden! başka bir nedenden dolayı değil, sanatın özü gereği olmaz. eğer kelimelerin haysiyetini korumakta ısrar edeceksek, açıkça ifade etmekten niçin çekinelim: sanatın değil sadece, sanatçının da muhafazakarı olmaz! çünkü tahayyülün, korunması zorunlu sınırları olmaz!
    * * *
    tahayyül, bir başka deyişle abartı, sanatın en temel ilkesi. bireysel özgürlüğün teminatı. i̇nsan olmanın sınırlarını genişleten yegane güç. dünyaya düşene, yani kendisini, belirlenmiş olanın, doğal ve toplumsal yasaların, bitmez tükenmez sınırların ve dahi gerçeğin tam da ortasında bulana, kısaca insana nefes alma olanağı bağışlayan biricik vasıta.
    yasa, düzen, dizge, ahlak.... bu kurumların, özleri gereği belirsizliğe tahammülleri yoktur. belirsizliğe, yani tahayyüle. hayalin alıp başını gitmesine. gönlünce kanatlanıp uçmasına. sırf bu gerekçeyle, düşünce gücü kadar düşleme gücü de denetim altına alınmak istenir. vasata uygun olup olmadığı sürekli gözönünde tutulmaya çalışılır.
    sanatın en başından itibaren yasayla, düzenle, genel ahlakla, hatta toplumla başının belada olmasının en temel nedeni bu serazadlığı değilse nedir? elden bir şey gelmez. tahayyül dizginlenemez. sınırlanamaz. muhafaza edilemez.
    * * *
    düşünürlerin ve sanatçıların değişmez yazgısı: bir yanlarında zer (altın), bir yanlarında zor (iktidar) ile yaşamak, ve fakat nadiren. çoğu zamansa, zer’e ve zor’a rağmen yaşamak.
    zavallı sanat! düşünce ve bilim, sanatta “gerçeğe ve akla uygunluk” arar, bulamazsa hezeyan der, türrehat der, dudak büker önemsemez. hukuk, “yasalara uygunluk” arar, bulamazsa, suçlu ilan eder ve hınçla cezalandırır. toplum ise sanatta “genel ahlaka uygunluk” arar, bulamazsa, dışlar, itibarsızlaştırır, gözden uzak tutmaya çalışır. yıkıcı görür onu.
    haklıdır. sanatın yıkıcı yanı, uyumsuz olan yanıdır. uygun olan, hep bir şeye uygun olandır. münasip ve mutabık olandır, dolayısıyla makbul ve muteber olan. ölçüsü nedir bu kabul ve itibarın? gerçekliğe uygun olması. yani akla, yarara, çıkara, yasaya. toplumsal olanın çıkarı genel olandadır: düzende ve dizgede. sağlam ve sürekli olanda. katılık ve kalınlık şanından olanda.
    * * *
    din dilinde hukuksal dizge ve düzenin karşılığıdır şeriat; haddin ve hududun. sınırların. fıkıh (hukuk) da bu sınırları tayin eden bilimin adı. vasat ve itidalin kaynağı hukuktur. yasa. töre. bu yasanın öğretildiği yer ise medrese. kenan diyarından sina çölüne. normatif aklın yurdu. kural koyucu aklın. toplumsal uyumun kaynağı. düzenin. dizgenin. kuralların. standartların. müdahale edicidir bu yüzden. erildir. her şeyi belirginleştirmek ve kesinleştirmek ister. kategoriler içinde düşünür. muğlak ve mübhem olanı sevmez. meçhul olandan nefret eder. hele abes? saçma? absürd? duymak bile istemez. haklıdır. var olma nedeniyle uyumludur. özünün gereği budur çünkü. asfaltta çiçek yetişmez!
    peki ya tekkeler?
    tekke... uyumsuzluğun yurdu. bir bakıma (görünür) uyumsuzluklar içindeki (görünmez) uyumun. farklı olanın. karşıtlığın. i̇kna olanın değil, ol(a)mayanın. sağlam ve sabit ve sarsılmaz olanın değil, bilakis sallantıda olanın. tereddütte kalanın. endişe duyanın. karar veremeyenin.
    naz ehlinin mabedidir tekke. i̇tiraz ehlinin. eşiği eleştiri. zemini karşıtlık. i̇htilaf havası, suyu. gözü ise yukarılarda, ta yıldızlarda... zer de umurunda değildir dervişlerin, zor da. muhayyilesinin peşinde, yıldızların üstünde, rahman’ın hemen yanıbaşında. ayaklarının dibinde. yasa geçerli değildir onlar için, ünsiyetten pay almışlardır, korku ve heybetten değil. hz. davud gibi raksa mütemayil tabiatlarıyla kendi eksenleri üzerinde döner her biri. evrense onların çevrelerinde.
    * * *
    niçin rahim olanın değil de rahman olanın yanıbaşındadırlar?
    rahim’in merhameti sadece müminlerle sınırlı iken, rahman’ın merhameti bütün varlığı içine alır da ondan. rahim olan, kendine inananlara ihsan eder, rahman olansa inanan-inanmayan bütün kullarına. rahim’in rahmeti sonuca yöneliktir. rahman’ın rahmeti başlangıca. rahim, cennet ehliyle yetinir. rahman cehennem ehlini de, arafta kalanları da kucaklar.
    sanat, ilkinin değil ikincisinin şefkatini umanların marifeti. uyumsuzların. bağırıp çığıranların. gürültü çıkaranların. i̇tiraz edenlerin. i̇nanmakta, kabul etmekte, uyum sağlamakta zorluk çekenlerin. tutunamayanların.
    sanatçılar dervişlerin kardeşleridir, sıradışıdırlar. şatahatları (yasadışı sözleri) çoktur, kabahatleri de, kusurları da. topluma, toplumsala uyum sağlamakta zorluk çekerler. düzene. dizgeye. vasata.
    medrese, tarih boyunca tekkenin serazadlığından rahatsız olmuştur. özü gereği. çünkü medrese, kuralları öğretir, o kurallara riayet edilip edilmediğini denetleyecek olanları yetiştirir. toplumsallığın, düzen ve yasanın teminatı hukuk ve siyasettir.
    tekke ise medresenin bu kural koyuculuğundan rahatsızdır. yine özü gereği. bütün yaşamı denetim altına alma hırsından bizar olur. emirlerinden ve yasaklarından. kadılarından ve kadızadelerinden.
    evsizlerin düşüdür tekke. yurtsuzların. kovulanların. hizaya gelmeyenlerin. ayar vurulamayanların. aklın ve gerçeğin kendilerinden talep ettiği uyumu bir türlü gösteremeyenlerin. dişildir. narin ve kırılgandır. i̇seviyet tezahür eder her yanından.
    birinde ilim hükümfermadır, diğerinde irfan. i̇lim maluma tabidir. muhatabının kusurlarına diker gözlerini. tartışmak değil, ne yapıp edip sonuca bağlamak ister. i̇rfan ise mazerete bakar, muhatabının kusurlarını görmez. tanışmak, el sıkışmak ister. olduğu gibi görür, olduğu gibi kabul eder. dışlamaz. i̇tmez. suçlamaz. sınırı yoktur. saf müsamahadır. i̇stese de hor görmez. çünkü hor olanı görmez.
    i̇ki uç, iki kutup, iki taraf. artı-eksi gibiler. biraraya gelmez görünürler. zahire bakmamalı, toplulukların ihtilafına aldanmamalı. birliği topluluklarda değil, toplumun bütününde görmeli.
    * * *
    sanat tekkede tezahür eder. arasokaklarda. kaldırım kenarlarında. abes olanın, muğlak ve meçhul olanın sinesinde. tahayyülün zirvesinde. zer’le zor’la olmaz bu yüzden.
    i̇stediğiniz kadar yığın altınları ayaklarının dibine, dilerseniz korkutun, sıraya sokun, hizaya getirin, ayar verin, zer’le zor’la yüksek sanatın o nazlı yüzünü görmeyi asla başaramazsınız.
    bu işin esası tesamuhtur. her halukarda müsamaha. hoşgörü yani. musa’nın şeriatıyla olmaz, hızır’ın irfanına başvurmalı. ama önce yediuyuyanları uyandırmalı.
    adalet ve merhameti, adına saray denilen o heybetli, o cesim, o korkunç binalarda arayanların vay haline! adalet ve merhameti halkın vicdanında aramak zorundayız. vicdanımızda. meydanlarda değil, kaldırım kenarlarında. sessizce. i̇çin için. i̇ki damla gözyaşıyla. rahim’in değil, rahman’ın nazarını celbetmek için.
    sanatın mabedinde. yani gönüllerimizde, ama asla yüreklerimizde değil. i̇htiyacımız olan şey cesaret değil, tevazu.
    süleyman’ın asasına değil, davud’un neşidelerine ihtiyaç duymalıyız.
    kudret yumruğunu ikide bir karşıtlarımızın masasına indirmek yerine, bazen sıfatsız, vasıfsız, suretsiz görünmeyi de öğrenmeliyiz. fetihten sonra zemine inip toprağa yüz sürmeyi bilmeliyiz. toprağa, yani herkesi herkese eşit kılan vicdanın zeminine.
    i̇lim o devasa yolların, metroların bitmesini ister. o kocaman kulelerin, betonların, duvarların tamamlanmasını ister. hizmet etmek ister. sonucu görmek ister. hakkıdır elbet. amacını yüceltmek ve gerçekleştirmek zorundadır. lakin irfan da ne yapsın, çaresizdir, çoklarına zahiren lüzumsuz gibi görünen kimi ayrıntıların peşinden koşmak zorundadır. çünkü irfan açısından değerli olan yüksek kuleler dikmek değil, insanı tanımaktır, insanımızı. ayrıntı deyip de geçmemeli, irfan’ın ayrıntısı insandır. sanatın ve ilhamın.
    i̇nsanın en büyük eseri kendisidir, eğer anlamını bilirse. bir devlet adamı için de öyle olmalı. kendisine ne kadar kızılırsa kızılsın, ne kadar nefret edilirse edilsin, yine de saygı duyulmalı. dostlarınca değil, bilakis düşmanlarınca.
    secdeye değen sadece alın olmamalı bu yüzden, kalb de sahibiyle birlikte eğilmeyi öğrenmeli.
    * * *
    muhafazakar sanat, varolan değil, varolması istenen (emrolunan) bir sanat tarzının adı. kendisi yok ama şimdiden bir manifestosu bile var. çok yazık! zer de yanında artık, zor da. farklılıklara tahammülsüz bu yüzden. karşıt görmek istemiyor.
    halka, geçmişe, geleneğe, değerlere uygunluk bekliyor. toplum adına toplulukları horluyor. çokluk ve çoğunluk adına. seçkinlik tafralarına müsamaha göstermiyor. alt tarafı entellektüel gevezelikler, bohem havaları, dandy ucuzlukları, dégénéré tavırlar, monden şımarıklıklar...
    sanatçı, muhayyilesinin, yani kendisinin, zatının, özünün peşinden koştuğu sürece, sanat sıradışı, toplumdışı, hatta yasadışı olmaktan kaçınamaz. muhayyilesinin, yani dizginlenmesi ve denetlenmesi imkansız olanın.
    hukuk’la, ahlak’la, i̇ktidar’la karşı karşıya gelmeden varolmayı beceremez sanat. hallerinden şikayet edenlerin canları cehenneme! huzurla yansınlar.
    * * *
    kimse yeni anacaddeler açtığı iddiasıyla bu ülkenin arasokaklarını kapatma hakkını kendinde bulamaz! bulmamalıdır. bulamamalıdır.
    cumhuriyetin kurucu kadroları şeb-i arus törenlerini özelleştirdi de n’oldu? o garibler yıllarca kendi gönül aynalarının üzerinde raksettiler.
    birer bina zannettikleri sözümona tekkelerin kapılarına kocaman demir kilitler asıldı diye, başı kendiyle belada olan dervişler öylece susup neşideler söylemekten vaz mı geçtiler? asla! bilakis bazen kırlarda, bazen kuytu kuşelerde, bazen de anacaddelerin ortasında, hem de zabtiyelerin gözü önünde, için için zikrettiler.
    yüksek sesle “hakk!” dediler.
    lakin ham ervah öncesini duymadı.
    ene’yi. ben’i. i̇nsan’ı
    0 ...
  4. ses sınıfları

    1.
  5. erkek seslerinde bas, en kalin erkek sesi
    bariton, orta kalinlikta erkek sesi
    tenor, erkelerde az rastlanan ve cok makbul olan ses cinsidir. bu sesler de kendi iclerinde siniflara ayrilir.

    kadin seslerinde ise kontralto, mezzosoprano, soprano
    kontralto, en kalin kadin sesi, az rastlanan ses cinsidir.
    mezzosoprano, soprano ve kontralto ses turu arasindadir.
    soprano, en tiz ve cocuk sesine yakin sestir.
    0 ...
  6. cemil ipekçi

    223.
  7. genelde turk insani cinsel tercih uzerinden insanlari yargilar ancak modacimiza baktigimizda insani yonu ve objektif bakisi turk insaninin bu yargilarini kirmasinda onemli rol oynuyor. bu da modacimizin en buyuk basarisidir.
    1 ...
  8. stonehenge

    12.
  9. antik yapi taslardan olusmus ve ic ice gecmis daireler halindedir. harabe durumunda kalintilar ancak gunumuze kadar gelebilmistir. antik cag bilgeliginin en onemli simgelerinden biridir. avon nehrine uzanan patika yoldaki kalintilar uzerinde figruler vardir.

    bazi kaynaklarda bir ibadet yeri oldugu ve paganlarin hac ve ibadet mekani olarak kullandigi belirtilir.

    m.o. 2100 yilinda insaatinin basladigi yapilan arastirmalarda ortaya cikiyor. ancak stonehenge, ozellikle son yuzyil icinde bir cok arkeolojik ve bilimsel arastirmalarin konusu olmus, arastirmalar sonucunda ise 30 dikili tas bulundugu ve gunumuze bunlarin yalnizca 17 tanesinin geldigi gorulmektedir. bu taslarin her biri 7 mt. boyunda 50 ton agirligindadir.
    1 ...
  10. erkeğin elini sıkan kadından hayır gelmez

    13.
  11. yalnizca dili dindar olanin acacagi basliktir. bu dusunceyi tasiyan insan hic evinden cikmasin hatta hatta bir kafeste otursun. bu dusuncedeki erkekleri dusundukce kadinlar sokakta buyuk tehlikede. tanrim sen aklima mukayyed ol.
    0 ...
  12. tiyatrodan sinemaya uyarlanmiş filmler

    ?.
  13. who's afraid of virginia woolf/kim korkar hain kurttan broadway oyunundan ernest lehman'in uyarladigi filmdir. bir odada ve dort karakter arasinda gecen diyaloglarla, sinema tarihinde en iyi tiyatro uyarlamasidir. filmin yonetmeni mike nichols, oyuncular ise elizabeth taylor, richard burton, george segal ve sandy dennis'dir.
    1 ...
  14. eli eli lama asabtani

    2.
  15. hz. isa carmiha gerildikten dokuz saat sonra yaptigi duadir. bu dua bazi yerlerde "tanrim beni nicin susuz biraktin" diye gecer. matta'ya gore ise 27/46 "Tanrim tanrim beni neden terkettin"
    0 ...
  16. hunahpu ve xbalanque

    1.
  17. mayalar'in kahraman ikizler hikayesindeki meshur yari tanrilaridir. maya mitine gore tanrilarin acimasizligi karsisinda kurguladiklari zekice bir oyunla onlari alt ederler.
    0 ...
  18. kuymak

    52.
  19. bir diger adi da mihlamadir. trabzon yoresinde imansiz adi verilen peynirle yapilir.
    0 ...
  20. keçi peyniri

    7.
  21. chavroux fransa'ya ait yumusak kivamli keci peyniri.
    0 ...
  22. anne yazar olsa açacağı olası başlıklar

    580.
  23. "turk gencligi nereye gidiyor" ? cocuklarimiz neden cinselligin disinda ilgilenecek konu bulamiyor hic saglikli gorunmuyor derdi.
    1 ...
  24. luksor tapınağı

    ?.
  25. pramitler gibi, misir tapinaklari da ezeli tumsek tasariminin ifadesiydi. luksor'daki benzer bir tapinak evrenin yaratilis surecinin baslarinda bataklik alanda yetisen bitkiler bicimindeki yuksek kolonlarin iki yanda siralandigi salonlardan ve avlulardan olusurdu. tapinak girisinden tanrinin kult heykelinin tutuldugu ic mabede gecisle birlikte zemin yukselirdi; boylece tanri simgesel olarak tumsegin yukarisinda durmus olurdu. 18. ve 19. hanedanlarina mensup firavunlarca yaptirilan luksor tapinagi'nda amon-ra'ya tapilirdi. yine firavunun bu ayinlere katilmasi, amon-ra'nin oglu ve misir'in mesru hukumdari oldugunu teyid ederdi.

    ntv.mitoloji
    0 ...
  26. kozmoloji

    4.
  27. evreni konu alan bilim dalidir, evrenin yapisini, tarihini ve gelecegini inceler.. kozmolojiyle ugrasan bilim adamina evrenbilimci ya da kozmolog denir.
    1 ...
  28. an ve enlil

    ?.
  29. an ve enlil adli tanrilar yuzyillar boyunca mezotamya tanrilari arasinda en yuksek statuyu tasimistir. gok tanrisi an'in yer tanricasindan ayrildigi yaratilis efsanelerinden baslayarak mezopotamya kozmolojisinde ustlendikleri kilit bir rol vardir. birlikte dunyayi ve tanrilari yarattiklarina inanilir. an "gok" anlamina gelir ancak enlil hala belirsizdir. olasi anlamlar icersinde "ruzgarin efendisi", "ruh tasiyan efendi" ya da "tanrilarin tanrisi" sayilabilir.
    1 ...
  30. panteon

    3.
  31. huzurlu bir mimariye sahip olan tapinak, klasik dunyadan kalan tek tapinaktir. imaprator hadrianus'un mimarlari tarafindan yapildigi sanilmaktadir. ronesans'tan gunumuze kadar dinsel amacli kullanilmis mekan, bir cok unlu ressama ve besteciye ilham kaynagi olmustur. yine sanatcilar kendi eserleriyle bu mabedi suslemislerdir. o unlulerden bazilari; raphael, mimar baldassare peruzzi gibi..
    pantheon'un tepesinde bulunan genis yuvarlak acikliktan gokyuzu gorunur ve baska hicbir penceresi yoktur. pantheon iki kez yangina maruz kalmis birincisi m.s 80 yilinda digeri m.s 110 yilinda, yeniden insaasi 75 yil surmustur. dev sutunlar ve mermer alnlikla taclandirilmis tapinak, roma'daki en eski yapilardan biridir.
    0 ...
  32. vivre sa vie

    8.
  33. "Insan ancak bir sure yasamdan feragat ettigi zaman konusmayi ogrenir."

    Jean Luc Godard, izledigim her filmi ile uslubuna ve teknigine beni biraz daha hayran birakiyor. Vivre Sa Vie ile bir hayat kadini uzerinden istenc kavramini irdeleten Godard, bununla da yetinmeyip dusunceyi ifade etme uzerine de filmin son yirmi dakikasiyla adeta mest ediyor. Yonetmen, minimal aydinlatma ve close up - shot cekim teknigi ile Nana profilinden tablo gibi sahneler sunmaktadir, Nana'nin sevimli yuzu duyguyu yansitmadaki becerisi, dramatik durusu oyle saniyorum ki bende uzun sure etkisini surdurecektir. Godard, Paris sokaklarinin kasvetli goruntuleriyle ve kurguda yerlesmis ahlak kurallarina karsi durusun hikayesini de harmanlanlayinca etkisini uzun sure tasiyacagimiz bir eserle basbasa birakiyor. On iki bolumden olusan hikayenin birinci bolumun ilk sahnesinde, arka profilden Nana ve Paul'un goruntuleriyle filme dahil oluyoruz. Genc ciftin yuzlerini gormeden aralarinda gecen diyalogtan evliliklerini sonlandirdiklarini goruyoruz.
    Ozgur olma istegi ve ayni zamanda parasal nedenlerin de bu evliligin bitmesinde onemli rol aldigini konusmalarindan anliyoruz. Nana ozgur iradesini kullanmakta, bilincli bir sekilde hayatina yon vermektedir. Kadinin amaci oyuncu olmaktir ama ne var ki bunun yerine kendini sokaklarda bulur. Ozgur istenc kavramini ahlak acisindan ele alan yonetmen Nana'nin iki karsit secimin esit oldugu bir konumdayken, secimini hayat kadini olma yonunde kullanan bilincini ve ikilemini felsefi diyaloglarla izleyiciye yansitiyor. Ilerleyen bolumlerde Nana'nin arkadasi ile yaptigi diyaloglardan anliyoruz ki; kisi hatali da olsa , aldigi kararlardan ancak kendi mesuldur ama bu istenc, dis dunyayi da etkilemektedir. Ancak yine insanin dogruya ulasabilmesinin tek yolunun da hatalardan gectigini goruyoruz.
    Basit bir hikaye irade, kader olgulari arasinda islenen kurgunun bir hayat kadinini anlatisindaki edebi dile, usluba, estetige, felsefesine hayran olmamak imkansiz. Bu filmin muziklerine deginmeden gecmek ise filme buyuk saygisizlik olur. Filmin dramatik yapisini daha da belirgin hale getiren, insani huzne bogan muthis bir muzige sahip. Film sinamaseverlerin gonlunde eminim ozel bir yere sahip olacaktir.

    "Konusmak neredeyse bir yeniden dogus demektir." Filmin 11. bolumu "Kasitsiz Filozof Nana" diye adlandirilmis. Agirlikta dusuncenin sozcuklere sirayetinin islendigi bu bolum beni fevkalade etkileyen bolumlerden oldu. Oyle ki; son yirmi dakikasinda insana kendini unutturabilen diyaloglarin ve aforizmalarin oldugu bu bolum icin bile film kacirilmamali diye dusunuyorum. - Dengeyi kendimiz kurariz. Sessizlikten, sozcuklere gecisimizin sebebi de budur. - Bu ikilemin arasinda gider geliriz cunku hayatin devinimi bunu gerektirir. - Insan bu sekilde, gunluk yasamdan daha ustun bir yasama yukselir. Dusunce yasamina! Ama iste bu yasam da insana, gunluk yasamindan tamamiyle siyrilmasini sart kosar. - O halde dusunmek ve konusmak ayni sey midir? - Oyle, oyle. bu konuda Platon'un soyle bir sozu vardir: "Hic kimse dusunceyi, onu ifade eden sozcuklerden ayiramaz." Dusuncenin zorlayici sarti, onun ancak sozcukler vasitasiyla kavranmasidir. 6o'li yillarin Champ Elysees'sinden yine nefes kesen goruntulerin oldugu filmde Godard, Nouvelle Vague'in diger onculerinden olan Francois Truffaut'ya bir sinema afisi ile selam gonderirken, Edgar Alan Poe'nun Oval Portre oykusuyle filmin son bolumunu de iliskilendiriyor. Filmin ardindan Anna Karin hakkinda bilgi ararken Jean Luc Godard ile yasadiklari duygusal birlikteligi okumak hislenmeme neden oldu.
    2 ...
  34. ogün samast ı kahraman olarak gören insan

    4.
  35. felesefecisi nihat dogan olanin, kahramani da ogun samast olur.
    0 ...
  36. auto europe

    1.
  37. avrupa'nin en buyuk arac kiralama firmasi.
    1 ...
  38. dead poets society

    148.
  39. Olu Ozanlar Dernegi

    Gecmisimize donup bellegimizde yer etmis anlari hatirladigimizda, bunların hepsinin cilginlik diye nitelendirdigimiz davranislarimiz oldugunu goruruz. O zaman neden cabalariz ayni olmak ve aynilastirmak icin.
    Daha vakit varken aklinin bir kosesinde kalan ve seni surekli davet eden o cazip yiyecegi denemeyi ertelememeli. Ne kaybedersin ki? En kotu ihtimal, emdigin iligin tadini sevmeyeceksin. Kaliplar, cizgiler, onceden birileri tarafindan belirlenmis ve sanki o ayakkabi, o kostum bana uyacakmis gibi. Sikacak biliyorum, bogacak hatta, sana bicilmis kaftan dediginiz, belki de benim kefenim. Giyinin, sizin gibi olanlarin size bictiklerini, siyam ikizleri gibi ayni olun, yeter ki bana dayatmayin. Hayata temas etmeden gocup giden bir suruye yeni birilerini dahil etmek, surunun kalabalik olmasi hazzini mi verir insana, bunca caba bunun icin midir? Kurallarla kucultulen yasam alani ve daha fazla itaat, dayatana yucelik mi verir ? Yeni mecralar kesfetmenin buyusunu -siir ya da diger tutkularin ruha kattigi zenginlik- kirilan kanatlara degismek ne kadar mantikli? ölumsuz olanlara bir bakalim; onlari ölumsuz yapan sey, tekduze yasayanlarin anlamsizliklarinda yatmiyor mu? Hem bu ideal tanimini yapan neyi baz alir, neyle olcer idealin sinirlarini? "Carpe Diem" Ani Yasa! Ama o anin gercekten degerini bilerek yasa.

    "(bkz: Kılavuz ogrencisine butun izleri gostermeli ama gidecegi yolu secmemelidir)."( (bkz: nietzsche))
    Dunya kuruldugundan beri otoritenin elestiri karsisinda aldigi tavir, hep kendini hakli gorme cabasi, elestiriye kulak tikamasi otoritenin kisir dongusudur. Kurumlarin, bireylerin hayatlarini sekillendirme ve onlari yola koyma cabalari ve bireylere verecegi mutsuzlugu dusununce, bir de filmde Neil'in hayalini gerceklestrimek icin verdigi ugras ve yuzundeki o muhtesem mutluluk ifadesi degisilir mi belirlenen hayatlara. Dibine kadar yasamak, iligini emmek isteyeni bozguna ugratmanin sevgide yeri neresidir? Ne yazik ki Bay Keating gibi ozgur dusunen idealistlerin sayisi cok az oldugu gibi bahtsizlar arasindan siyrilabilmeleri de o denli guc ve cesaret istiyor. is isten gecmeden istiridyesini catlatan ise bahtiyar oluyor.
    0 ...
  40. turkish do co

    2.
  41. turk hava yollari ikramlarina yeni bir boyut getirmis firmadir. yemegi eglenceye ceviren bir ikram firmasi. avusturya merkezli ana firma olan do co'nun, dunyadaki sloganlari gourmet entertainmant'tir. thy'deki sloganlari ise "bulutlarin uzerindeki restauranta hos geldiniz."
    ancak diger hava yollari ile ilgili elestirilerde, anlasmali oldugu hava yolu ne isterse, ikram firmasi istenen kaliteye ayrilan butce cercevesinde sevis verir.
    0 ...
  42. entellerdeki fazla laf az icraat eşiği

    3.
  43. on kisinin icinden cikamadigi durumu analiz yetisini kullanarak bir cumlede betimleyen, urettigi fikirlerle insanlari aydinlatan dusunce insanlaridir. ulke kurtaranlarin istifade etmede beis gormedigi, entelektuelin icraati olan cumleleridir
    2 ...
  44. ama no haşidate

    ?.
  45. japonya'nin uc dogal yerlerinden biri olarak bilinir. cevresi cam agaclariyla kapli kumluk dil. kyoto'nun kuzey batisinda yer alir.
    0 ...
  46. izanagi ve izanami

    1.
  47. sinto "Şinto" dini inanisina gore japonyayi tanrisal cift izanami ve izanagi'nin yarattigina inanilir.

    amanohasidate adli cennet koprusunde duran bu ikili okyanusu mucevherlerle kapli bir goksel mizrakla karistirir. mizrak sudan cekilince, ucunda kristallesmis tuz, ilk japon adasi onogoro-Şima "kendi kendine olusan ada" olarak asagiya duser. tanri ve tanrica dugun tornlerini yapmak icin adaya cikar. bu toren sirasinda baska adalar olusur ve kami denen 800 cesit ilah dunyaya gelir.
    izanami ates tanrisini doguruken feci sekilde yanarak olur. kocasi izanaki onun pesinden oluler diyarina gitme hatasina duser ve oradan kil payi kurtulur. daha sonra oluler diyarinin pisliklerinden kurtulmak icin arinma ayinleri yapmak durumunda kalir. bu ayinler sirasinda gunes, ay ve firtina tanrilari yaratilir. arinma ayinlerinin sinto kulturunun temel unsuru haline gelir. japonlarin mabede girmeden once el ve agizlarini yikama aliskanliklari bu ogretinden gelir.
    1 ...
  48. homines quod volunt credunt

    1.
  49. latince, "insanlar inanmak istediklerine inanirlar". gercek ne olursa olsun israrla kafada olusan seye inanmaktir.
    0 ...
  50. sabah çay yerine kahve içen kişi

    301.
  51. turk kulturunde onemli bir yere sahip olan kahve kulturu ne yazik ki bir kulturu yok etmek isteyenler tarafindan ecnebi aliskanligi diye nitelendirilerek gozden dusurulmeye calisiliyor.
    kahve ve kahvehane turk kulturunde onemli yere sahipti. avarelerin ugrak yeri degil, fikir sahiplerinin fikir alisverisi icin toplandiklari mekanlardi. donemde kahvehaneler, entelektullerin bir araya gelip fikirlerini tartistiklari onemli mekanlardi ve hatta bu mekanlara ilim ve irfani cagristiran isimler dahi verilirdi. gunumuze kadar gelen kahve ile ilgili guzel sozleri dusundugumzde kahvenin turk kulturundeki onemi daha iyi anlasilabilir. "gonul ne kahve ister ne kahvehane, gonul muhabbet ister kahve bahane"
    kahvenin gecmisine baktigimizda yavuz sultan selim'in misir seferinden sonra tuccarlar tarafindan 1500'lu yillarda ulkeye getirlidigi gorulmektedir. o donemlerde ilk kahvehane tahtakale semtinde acilmis, ardindan sehrin bir cok yerine yayilmistir. kahvenin pisirilmesi bir sanat oldugu gibi sunumu ve icimi bile derin bir kulturu yansitmaktadir. yine kahve edebiyatta kendine yer bulmus sairlerin siirlerine esin kaynagi olmustur.

    "Kahve, tütün, keyifler oldu bütün"
    edit
    0 ...
  52. densizm

    ?.
  53. mensubu bulunanlar kendilerini densist diye tanimlamasalar da topluca hareket etmeyi severler.
    1 ...
  54. parkur

    6.
  55. "le parkour" fransizca kokenli kelimedir. bir noktadan baska bir noktaya vucudun yeteneklerini verimli halde kullanarak iki nokta arasindaki engelleri asmaktir.
    0 ...
  56. distribusyon

    ?.
  57. merkezden cesitli yerlere dagitim isi. buyuk capta dagitim. tevzi
    0 ...
  58. sislerin bakiresi lelawala

    ?.
  59. niagara şelalesi'nin yakinda yasayan ongiara kabilesindeki insanlar, bir efsaneye gore korkunc bir lanet yuzunden pes pese olmeye baslar. buyucu hekimler kabilenin bu selalenin arkasini mesken edinmis gok gurlemesi tanrisi hinum'u gucendirdigi kanisina varir. caresiz kalan kabile her yil bir kizi kurban olarak selalede olume gonderir. bir yil kabile reisinin bakire kizi lelawala kurban secilir. bir kanoya bindirilip selaleden asagi yuvarlanir ama diger kizlarin aksine hayatta kalir. hinum'un iki oglu onu kurtarir; her ikisinin de niyeti lelawala ile evlenmektir. lelawala kabilesindeki olumleri aciklayacak olan gencle evlenmegi kabul eder. kucuk ogul bir yilanin icme suyunu zehirledigini soyler. boylece lelawala'nin kabilesi hayvani oldurerek kurtulur; ama kendisi niagara selalesi'nin bir ruhu olarak orada kalir.
    2 ...
  60. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük