somunu yitik vida
@sorry wrong galaxy    0 (düz adam)
on birinci nesil yazar 12 takipçi 54.11 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    gelişim psikolojisi

    21.
  1. gelişim psikolojisi sadece bebeklik ve bunu izleyen çocukluk ile ilgili değildir. anne karnından ölene kadar tüm yaşamı kapsayan bir süreçtir. gelişim ile ilgili çok sayıda psikoloğun teorileri mevcut ve alanda öğretilmektedir.

    (bkz: cognitive development) dendiğinde aklımıza gelen j. piaget, bu gelişim sürecini 4 aşamada incelemiştir.

    ilki (sensorimotor stage) denen doğum ile 2 yaş aralığını kapsayan duyusal motor aşamasıdır. burada bebekler duyusal deneyimlerini motor hareketler ile birleştirerek çevreyle etkileşim haline geçerler. (bir kısım felsefeci de aslında varlık sorununun bu evrede oluşmaya başladığını, en azından fakültedeki felsefe hocam, öne sürüyor.

    8 ile 18 ay arasında nesne sürekliliğinin kazanılması gerçekleşir. kişi sürekliliğinin kazanılması nesne sürekliliğine bağlıdır. nesne sürekliliği kazanamayan bebekler, bir nesne görüş alanından çıktığı an onun yok olduğunu sanırlar. mesela, bebeklerin "öcü-ce ee" oyununda karşısındaki kişi yüzünü kapattığında artık onu göremediği için yok olduğunu düşünüp ağlamaya başlıyorlar. (yani object permanance dediğimiz nesne sürekliliği henüz oluşmamış.) ama nesne sürekliliği oluşan bebekler, o kişinin ellerin arkasında olduğunu bilip oraya odaklanıyorlar.

    ikinci aşama (preoperational stage) dediğimiz 2-7 yaş arasını kapsayan "işlem öncesi" aşamasıdır. piaget bu dönemi ikiye ayırmaktadır. sembolik işlem dönemi (2-4 yaş) ve sezgisel işlem dönemi (4-7 yaş)

    sembolik işlem aşamasında çocuklar basit problemleri çözmek için kelime gibi sembolleri veya zihinsel imgeleri kullanmayı ve orada olmayan nesneleri düşünmeyi öğrenir (hayali arkadaşa sahip olduklarını iddia ederler.) bu sembolleri oyunlarında ve konuşmalarında kullanmaya başlarlar ve dilleri gelişir. tabii bu aşamada animistic thinking (cansız varlıklarla canlıymışçasına konuşmaları), egocentric thought(ben-merkezci düşünce/dünyanın merkezinde kendileri varmış ve onun bildiği her şeyi başkaları da biliyormuş gibi düşünürler. egocentrizm yüzden çocuklar oyun oynarken hep kendi istedikleri gibi oynamak isterler.)

    sezgisel işlem aşamasında, çocuklar mantık kurallarına uygun düşünmek yerine sezgilerine göre hareket ederler. sezgileriyle bazı basit problemleri çözerler ancak nasıl çözdün sorusunu açıklayamazlar. piaget bu yaş dönemindeki çocukların sanki her şeyi biliyorlarmış gibi cevap vermelerine sezgisel düşünme demektedir.
    sezgisel dönemde korunum ilkesi henüz gelişmemiştir.

    bu dönem çocuğun hem fiziksel eylemlerin hem de zihinsel işlemlerin tersine çevrilebileceğini kavrayamamaktadır. örnek verecek olursak ince uzun bardaktaki sütü fazla bulduğu için içmek istemeyen çocuğun sütü kısa geniş bir bardağa boşaltıldığında sütün azaldığını düşünüp içmesi.

    üçüncü aşama, 7-11 yaş arasını kapsayan concrete operational stage yani somut işlemler aşamasıdır. bu aşamada çocuklar somut nesneler ile ilgili çeşitli mantıksal ve zihinsel işlemler gerçekleştirebilirler. conservation yani korunum ilkesi yavaş yavaş oturur. ancak soyut düşünce tam olarak gelişememiştir. piaget’in bilişsel gelişim kuramına göre somut işlemler dönemindeki çocuklar, hızla bilişsel işlemlere sahip olmakta ve bu yeni ve önemli becerilerini, gördükleri, duydukları, veya herhangi bir şekilde tecrübe ettikleri objeleri düşünmekte kullanmaktadır. işlem öncesi dönem ve somut işlemler dönemi karşılaştırıldığında temel farklılık, çocuğun kendi başına zihinsel işlemler yapabilir duruma gelmesidir. bu, onun görüşleri sıraya koymasına, parçalara bölerken bütünü hatırlamasına ve bu faaliyetleri kendi orjinal ifadesine dönüştürmesine işaret eder.

    özet olarak bilişsel gelişim kuramına göre bu dönemde çocuklar somut problemlere mantıklı çözümler üretebilmektedirler. bu çözümlerde korunum kanunlarını rahatlıkla anlayabiliyor olmaları, sınıflama ve sıralama gerektiren işlemlerde zorlanmamaları önemli rol oynamaktadır.

    dördüncü ve son aşama ise 11+ yaşı kapsayan formal operational stage denilen soyut işlemler aşamasıdır. bu evrede çocuk bir yetişkin gibi çok yönlü, soyut ve analitik düşüncemeye başlar. çocuk bir problemi çözmek için farklı hipotezler kurar ve problemlere analitik çözümler bularak çözüme ulaşmaya çalışır. ‘eğer ben bunu ve bunu yaparsam, böyle sonuçlanacaktır’ şeklinde düşünür, sonra haklı olup olmadığını araştırmak için deney düzenler.

    gelişim psikolojisinin diğer teorilerinden biri de alman psikanalizci erik erikson'un psikososyal gelişim kuramıdır. erikson'a göre 8 aşamadan oluşmaktadır. kişinin kendilik duygusunu veya özkimliğini,başkalarıyla ilişkilerini ve kişisel etkileşimlerde önemli olan sosyal becerileri nasıl geliştirdiğini tanımlar.
    kısaca aşamalar şu şekildedir.

    1-temel güvene karşı güvensizlik (0-1 yaş) güven x güvensizlik
    2-özerkliğe karşı kuşku ve utanç (1-3 yaş) özerklik x kuşku ve utanç
    3-girişimciliğe karşı suçluluk (3-6 yaş) girişimcilik x suçluluk
    4-başarıya karşı aşağılık duygusu (6 yaş- ergenlik dönemi) çalışma ve başarılı olma x aşağılık duygusu
    5-kimlik kazanımına karşı rol karmaşası (ergenlik) kimlik x rol çatışması
    6-yakınlığa karşı yalıtılmışlık (17-40 yaş) yakınlık x yalıtılma
    7-üretkenliğe karşı durgunluk (40-65) üretkenlik x durgunluk
    8-üretkenliğe karşı durgunluk (65+) ego bütünlüğü x umutsuzluk

    3. teori ise freud'un psikoseksüel gelişim kuramıdır. freud kuramında gelişimi etkileyen en önemli dürtüyü “cinsellik” olarak ele almıştır.
    kişinin cinsel duygularla ilgili vücut bölgelerinden keyif aradığı 5 farklı gelişimsel aşamadır. freud bir bebeğin ilk beş yılının sosyal gelişim ve kişilik gelişimi açısından en önemli yıllar olduğuna dikkat çekiyordu.

    freud psikoseksüel ihtiyaçların tatmin edilmesi esnasında çocuk ve anne-baba arasında meydana gelen etkileşimin örn: emzirirken ya da tuvalet eğitimi esnasında çocuğun sosyal gelişimini ve gelecekteki sosyal etkileşimlerini önemli derecede etkilediğine inanıyordu.

    1-oral stage (0-18 ay)
    bebeğin keyif arama güdüsünün ağza odaklandığı bir dönemdir. bu dönemde ihtiyaçları aşırı karşılanan ya da eksik bırakılan birey yetişkinliğinde birtakım sorunlar yaşar: sigara, tırnak yeme gibi bağımlılıklar, oburluk, takıntılı olma bu dönemde yaşanan bazı saplantılı davranışlardır.

    2-anal stage (18 ay - 3 yaş)
    süperegonun gelişmesinin başlangıcı ilk bu dönemde gözlenir. yaklaşık 1.5 ve 3 yaş arasında gerçekleşir ve bebeğin keyif alma güdüsünün anüse ve onun dışkı çıkarma işlevine odaklandığı bir dönemdir. bu dönemde yapılan hatalar sonucu ortaya çıkabilecek davranışlar ise şöyledir: aşırı düzen, aşırı dağınıklık, aşırı titizlik ve kararsızlık.

    3-phallic stage (3-6 yaş)
    cinsel ayrılık ve cinsiyet farkları ilk bu dönemde öğrenilir ve çocuğun ilgisi cinsel organına yönelir. onu keşfeder. bu dönemde çevreden uygun rol model araştırmasına girilir ve ilk cinsel arzular gelişir.
    fallik evre ile ilgili bilinen en önemli saplantılar odeipus ve elektra kompleksidir.

    oedipus kompleksi'nde erkek çocuğun annesine olan aşkından ötürü babasını kendisine bir rakip görmesi, bu nedenle de babasını kıskanması yunan mitolojisi'nde babasını öldürüp annesiyle birlikte olan oidipus'tan adını alır. bu dürtüye engel olmazlarsa babası tarafından hadım edileceğini düşünür erkek çocukları.

    elektra kompleksi ise, kız çocukların babalar ile olan ilişkileri tanımlayan şekline deniliyor. elektra kompleksine göre kız çocuğun babaya olan hayranlığı ve aşkı dolayısıyla annesinin babasıyla olan ilişkisini ve annesini kıskanır.

    bu iki duruma göre de çocuk karşı cins ebeveynine karşı bir hayranlık ve aşk hissettiğinden, hemcinsi olan anne ya da babasına karşı da yoğun kıskançlık duyar.
    kız çocuklarının annesinin eşyalarını giymesi, annesi gibi makyaj yapmaya çalışmaları, annelerini taklit etmeleri elektra kompleksinden kaynaklanmaktadır bu kurama göre.

    hatta dil sürşmesi dediğimiz, ileriki yıllarda kişinin eşine yanlışlıkla anne ya da baba demenin de bu evreden kaynaklandığı söylenmektedir.

    4-latent (gizil) stage
    6 yaşından yaklaşık 11 yaşına kadar süren evre gizil evre olarak isimlendirilir. bu dönemde bilişsel gelişim daha ön plandadır. cinsel dürtülerden daha baskın değişimler, gelişimler olur. ergenlikte cinsellik tekrar ortaya çıkar ve yeni bir aşamanın başlangıcını belirler.

    5- genital stage
    11 yaş ve sonrasına yani ergenliğe denk gelen çalkantılı dönemdir. diğer dönemlerde ortaya çıkan karmaşalar bu dönemde yeniden alevlenir ergen birey bunları çözmeye uğraşır. ilk üç dönem pregenital dönemler olarak adlandırılır. freud’a göre bireyin kişilik gelişimde bu dönemler özellikle önem taşımaktadır

    bu kurama göre bir evrede gelişen saplantı diğer evrelerde devam eder. çözümlenemeyen sorunlar sağlıklı geçişleri engeller.

    kohlberg ahlak gelişimi, piaget’in ahlak kuramının aslında yeniden anlamlandırılmasıdır. kohlberg, bu kurama dayalı olarak kendi kuramını geliştirmiştir. kohlberg, piaget’in ahlak kuramındaki temel doğrulara bağlı kalmasıyla beraber, ahlaki ikilem içeren bazı hikayeler kullanmıştır. bu hikayelerde, bireyin davranışları ”doğru – yanlış” cevaplarıyla ilişkilendirilir. fakat kohlberg ahlak gelişimi kuramını ”doğru – yanlış” cevaplarına göre değil, bu cevaplara yapılan açıklamalarla ortaya çıkarmaktadır.

    kohlberg’e göre ahlaki evreler düzenli bir sıra izlemektedir. bir sonraki evreye ancak bir önceki evre sindirilince geçilebilir.

    1. gelenek öncesi düzey
    ceza ve itaat eğilimi
    saf çıkarcılık (araçsal ilişkiler eğilimi)

    2. geleneksel düzey
    iyi çocuk eğilimi (kişilerarası uyum)
    kanun ve düzen eğilimi

    3. gelenek sonrası düzey
    toplumsal sözleşme eğilimi
    evrensel ahlak ilkeleri eğilimi
    2 ...
  2. the upper crust pizzeria

    5.
  3. geçen gün erkek arkadaşımla zomato'daki 4.9 puanına bakıp bebek'teki şubelerine gittik. bebek sahilden biraz daha içeride kalıyor sanırım.

    pizza fiyatlarında biraz indirime gitmeliler bence. sadece sebzeden oluşan bir pizzanın 50 küsür lira olması bana biraz abartı geldi. daha önce hiç gitmediğimiz için pizzanın boyutları hakkında bir fikrimiz yoktu lakin yorumlarından çok ince olduğunu okuyup large boyunu söyledik, 8 dilim tabii ki bana çok geldi ve 4 dilimini erkek arkadaşıma iteleyip 12 dilim pizza yemesine sebep olmuş olabilirim. tabii bunun sonunda da bebek sahilden yeniköy sahile kadar 1-1.30 saat yürüyüp biraz sindirelim dedik.

    aslında menüde çok fazla çeşit var ama ben damak zevkime göre birleşmiş bir pizza bulamadım. ama buradan öğrendiğim en iyi şey seçecek pizza bulamıyorsan margarita alıp üzerine istediğin malzemeleri eklemek.

    mekan iyi güzel lakin 45 50 lirayı hak edecek pizzalar değil bunlar.
    0 ...
  4. huzur

    553.
  5. huzur nedir, tdk huzuru, "dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık, erinç" olarak tanımlıyor. ama bence, bazı kelimeler bazı anlamlara gelmiyor zaman zaman. bazı kelimeler vardır, anlamı kişiden kişiye göre değişir, her insanda farklı anlamlar, farklı çağrışımlar uyandırır. bana göre ise, yine huzur kelimesine çok fazla anlam ve "an" sığdırabilirim.

    çoğu insan, getirdiklerinden dolayı aşkın huzursuzluğa yol açtığını savunur, yıpratır der, bitirir der. ı-ıh, değil. aşk çok güzel bir şey, getirdiği huzura bayılıyorum.

    huzur, şey olmalı; sevdicekle sarılıp uyumak, uyurken nefes alış verişini duymak, nefesini teninde hissetmek. yanında olduğunu görmek, derin derin nefes alarak ağız kulaklara varmış şekilde uyumak, uyandığında kolları sana sarılı şekilde olmak. bakın bunlar hep huzur.

    ha, mesela şey de olabilir. başını omzuna koyup bir şeyler izlemek, dinlemek. mesela bu hafta sonu, uzun zamandır gitmeyi çok istediğim, aşık olduğum adamla birlikte gittiğimiz, her ne kadar hayal kırıklığına uğramış olsak da, birsen tezer konserinde birbirimize sarılıp şarkılara eşlik etmek... en çok istediğim bohemian rhapsody filmini birlikte izlemek, birlikte hüzünlenmek, birlikte gözyaşı dökmek, bunlar hep kişisel huzur tanımı işte.

    ııı şey de olabilir, birlikte yemek yemek... kendi ellerinle sevdiceği beslemek, sevdiği şekilde yedirmek, arada "allahım ne tatlı çocuk, aklımı yitiriyorum galiba" diyip tekrar ağzına patates kızartması sokmak. bunlar aşırı huzur ya.

    birlikte yağmurda yürümek, istiklal'de, galata'da gecenin bir yarısı el ele, göz göze gezmek, onun sana tatlı tatlı rehberlik yapması, her lafından sonra öpmek istemek falan bunlar da huzur mesela.

    melankolik olan şahsın, aşık olduğunu, hatta deli gibi aşık olduğunu, anladıktan sonra, içinde huzursuzluk ve mutsuzluktan tek bir kırıntı bile kalmaması, e bunlar da huzur.

    geleceğe dair gönül rahatlığı ile planlar yapabilmek, yılbaşında yapacağımız sıcak şaraptan, yapacağımız yemeklere kadar... çok huzur annecim.

    sana baktığında içinin erimesi, mimiklerinin her birine aşık olmak, birlikte yaptığınız her şeyden zevk almak, üstelik yemek yerken abuk subuk şeyler izlemek de dahil buna. göklerden gelen bir huzur vardır.

    konuşma başlarında, daha birbirinizden bahsederken, bulduğunuz ortak noktaları, ansızın bir gece yarısı "geçmiş mesajları bir okuyayım" dediğinde daha çok fark etmek, aylar önce anlattığın, vizyona girmesini beklediğin filmi aylar sonra birlikte izlemek, aylar önce gösterilen tadımlık şarapları aylar sonra birlikte içmek... daha nasıl yapabilirim ki huzurun tanımını?

    birine güvenmek, bu güvenden pişman olmamak, hatta paylaşılan anların hiçbirinden pişman olmamak... sürekli karşılıklı mutlu etmeye çalışmak, sokakta yürürken başına bir şey gelecek diye sakınmak, tekrar tekrar göreceğin anları iple çekmek, artık dayanamıyorum ya, nasıl başa çıkacağım bununla dediğin tatlı hasretler çekmek, bunlar tatlı huzurlar zannımca.

    en önemlisi, aklından hiç çıkmaması aşırı dinginlik veriyor. ne yapıyor, ne ediyor, yemek yedi mi acaba, ya bir şey olursa soruları biraz gerginliğe yol açsa da, iyi olduğunu düşünmek dinginliğe tuz biber oluyor, tadından yenmiyor.

    izlediğin, gördüğün her şeyde onu ve kendini onların yerine koymak... o çok tutkulu aşk filminde başrollerin siz olduğunu düşünmek, yoldan geçen çiftlerin aynı siz gibi olduğunu düşünmek, sürekli birlikte olunan ve olunacak anlar için hayaller kurmak... bunlar huzurun getirdiği mutluluk.

    birlikte gidilecek konserlere doyamamak... mesela bu hafta sonu hem yeni türkü hem de ikinci kez hüsnü arkan konserine gideceğiz. birlikte bir şeyler yapma fikri bile insana huzur veriyor. huzurun karekökü aşk bence.

    aşık olmak huzur veriyor, mutluluk getiriyor, size daha önce tatmadığınız duygular yaşatıyor. kendiniz gibi olmayı/davranmayı, hoş görüyü, paylaşmayı, bölüşmeyi öğretiyor. sizi siz yapıyor. aşk çok güzel bir basamak, aşık olmak olağanüstü, siz de gelsenize!
    1 ...
  6. galatasaray üniversitesi hukuk fakültesi

    29.
  7. aklıma hep lisedeki hiçbir şeyi beğenmeyen arkadaşımı getirir. çünkü arkadaş en son ankara hukuk da neymiş falan diyordu. çalışmadan galatasaray hukuku kazanabileceğini falan düşür 5 10 günde bir gelip galatasaray hukuk ilk 70 kişiyi alıyormuş der giderdi. şu sıralar ne yapıyor, nerede okuyor çok merak ediyorum doğrusu. hatta sınıftaki herkes şu an kızın ne yaptığını merak ediyor, kız fena sekilde izini kaybettirmiş.

    galatasaray hukuk kazansa şu an her yere yazardi eminim, saçma bir yerde okuyor olabileceğinden endişeleniyorum.
    1 ...
  8. b12 vitamini eksikliği

    5.
  9. üzerine bir de kansızlık, demir eksikliği, folik asit eksikliği vs de eklenince bildiğin yaşayan ölü oluyorsunuz. en son şiddetli ve 2 haftadır geçmek bilmeyen baş ağrısı için nörolojiye gittiğimde, b12 testi yapmıslardı ve doktorum güzelce bir azarlamıştı. kırmızı et yemiyorum diyince daha da katlanmıştı tabii ki, çünkü b12 değerim 220ye düşmüş. ilaçlarla asla toparlanamayacağını söyleyip 10 tane b12 iğnesi verdi ama sadece 1 tanesini yaptırdım. şu sıralar daha da düşmüş olabilir tabii ki, inanilmaz baş ağrılarım ve çeşitli sorunların başka bir kaynağı yok gibi...

    ekseriyetle kaçınınız.
    3 ...
  10. into the night

    8.
  11. çok sevdiğim benny mardones parçasıdır kendileri. geceleri o sessizlikte bu şarkının ritmi harika gider.


    It's like having a dream
    Where nobody has a heart
    It's like having it all
    And watching it fall apart

    And I would wait till the end of time for you
    And do it again, it's true
    I can't measure my love
    There's nothing to compare it to
    But I want you to know

    https://youtu.be/4aWhn0Hc8ps
    0 ...
  12. şu an dinlenen şarkının en güzel cümlesi

    1150.
  13. yazarların şu an dinlediği şarkılar

    39623.
  14. gecenin şarkısı

    28283.
  15. nilüfer - kar taneleri

    alıcı kuşlar gibi başımın üstünde dönüp durmayinın
    kol kola girip
    yalnızlığımı vurmayın yüzüme kar taneleri

    ah, özledim hem de çok özledim
    ezberledim beklemeyi
    yollar benim umudumdur
    yolları kapatmayın
    yağmayın yollarıma
    durun kar taneleri.
    1 ...
  16. ilhan geçer

    4.
  17. attila ilhan öncülüğünde toplanan, içinde orhan duru, ferit edgü'yü barındıran, garip akımı'na ve orhan veli'nin şiir anlayışına karşı çıkan, şairane bir sanat anlayışını benimseyen, adını dergiden alan, maviciler olarak adlandırılan ve attila ilhan'ın "sosyal realizmin münasebetleri yahut başlangıç" adlı makalesiyle bu karşı çıkışı dile getirdiği dönemde hisar dergisi etrafında toplanan hisarcılardandır.

    ilhan geçer, "sanatçının dili yaşayan dil olmalıdır, sanatçı bağımsız olmalıdır, sanat milli olmalıdır ve sanatta yenilik esastır" ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalan, kendilerini, diğer topluluklara karşı (toplumcu gerçekçiler, birinci yeniciler, maviciler, ikinci yeniciler) türk şiirini ve dilini koruyan yegâne "kale" olarak gören hisarcılar topluluğunun, cemil meriç, mustafa necati karaer, faik baysal, mehmet çınarlı, munis faik ozansoy gibi bir neferidir.

    gelenekçidirler, türk şiir geleneğinin yıkılmasına karşıdırlar. özellikle 1940'tan sonra şiir ile ilgili görüşlerini "garip" adlı kitabın önsözünde açıklayan, şiirde her türlü kurala ve kalıplara, ölçü, uyak, dörtlüğe karşı çıkan, konuşma diline yönelen ve şiirlerinde günlük hayat, ekmek derdi, yaşama sevinci vb konuları işleyen, deyimler ve halk deyişlerini sıkça kullanan, işledikleri konular sebebiyle dadaizm'e kayan, serbest şiir yazan garipçilere ve anlama değil imgeye kapılarını sonuna kadar açan, konuşma diline uzak kalan, aydın kesim ve elit tabakaya hitap eden, edebi sanatlara özgürlük tanıyan ve "folklor şiire düşman" sloganını geliştiren, içinde turgut uyar, ülkü tamer, ece ayhan ve ilhan berk'i barındıran ikinci yeniciler’e tepki göstermişler ve milli duyguları, manevi değerleri öne çıkaran bir edebiyattan yana olmuşlardır.

    türk kültürüne, diline, şiirine, edebiyatına emeği geçmiş değerlerin yaşatılmasını isterler. hem nazım hikmet’in başlattığı toplumcu gerçekliğe, hem orhan veli’nin garip hareketine hem de ikinci yeni şiirine karşıdırlar.

    hüzzam beste, büyüyen eller eserlerinden ikisidir. ayrıca "senin en güzel yerin, kahverengi gözlerin" mısrasının geçtiği ve bestelenen şiirin sahibidir.

    hüzzam bestesinde ise şöyle bir dörtlük yer alır:

    "bizim de sevdiğimiz şarkılar vardı
    yeşil gecelerde dinlediğimiz
    dalgalar söylerdi, rüzgâr söylerdi
    sonra o şarkılar tükeniverdi
    sen dönmedin gittiğin ötelerden
    beklerim her gün bu sahillerde mahzun böyle ben"
    2 ...
  18. knut hamsun

    70.
  19. "1885'de mark twain üzerine bir yazısındaki imzası knut hamsund, bir dizgi yanlışı yüzünden d'siz, knut hamsun olarak çıkmış, o da bunu düzeltmemiş. o tarihten, o yazıdan sonra ismi knut hamsun olmuş"

    dünyaca tanınmış norveçli yazar knut hamsun, büyük etkiler bırakan açlık romanının yazarı. bu kitabı amerika'ya ikinci gidişinden dönüşte, 1888'de oslo'da yazmış.

    göçebe adlı eseri ile de nobel ödülünü kazanmıştır.

    ilk gidişi de şöyle oluyor amerika'ya: noelde bir arkadaşı hamsun'u çiftliğine çağırıyor. arkadaşının annesi hamsun'a rahip olmasını salık veriyor ama onun amerika'ya gitmek istediğini öğrendiklerinde, gidebilmesi için ona ödünç para veriyor ve uzun bir yolculuk sonucu amerika'ya ulaşıyor. bir artırmada yüksek sesle konuşurken göğsünde acı bir sancı duyuyor ve yere yığılıyor. acilen doktora götürüyorlar ve diğer belirtilerle birlikte, öksürük nöbeti ve kan tükürmek, verem teşhisi konuyor ve birkaç aylık ömrünün kaldığını söylüyor doktor. ölürsem norveç'te öleyim diyerek tekrar norveç yolu tutuyor ama yolda iyileşiyor.

    mükemmel bir hayat yaşamıyor, hayatını küçük işlerden kazanıyor. yazdığı küçük hikayeler yayınlanıyor kitapçılar tarafından. daha sonra bir aşk hikayesi yazıyor, yanında çalıştığı tüccarın kızına olan aşkının. ama bu sefer kitapçilar bunu yayınlamaya yanaşmıyor. kitabını bastırabilmek için bir zenginden para istiyor, erasmus zahl. ama yine de kimse bu hikayeyi basmamış, parasıyla öylece kalakalmış ama boş gezdiği için parası da tükenmişti. sonra kendisine bir oda tutuyor ve gündelik işler yapmaya başlıyor, kum ocağında katiplik. aralarda sürekli kitap okuyormuş ve artık uzun cümleler kurabildiğini fark etmişi. tanıştığı bir rahip, ona konferans vermesini öğütlemiş, 22 yaşındayken verdiği bu konferansta sadece 6 kişi varmış. bir gazeteci sayesinde konferans yeniden veriliyor ve bu sefer de sadece 7 kişi katılıyor. sonra ilk amerika macerası ve dönüşü.

    norveç'te yapamadığını fark edip tekrar amerika'ya dönüyor ve tramvaylarda biletçilik, tarlalarda ırgatlık yapıyor. artık yazmaya başlamalıyım diyor ama avrupa'ya dönmek istiyor, bir yoksul olmak pahasına da olsa. bir konferanstan sonra 1888 yazında dönüş yoluna çıkıyor ve vapur küpeştesinde bir gece sıtma nöbetine tutuluyor. açlık sayıklamaları, belleğini bir zamanlar nasıl bastırmışsa yine öyle güçlü kuşatıyor. elinde bir kurşun kalem ve bir kağıda, açlık romanının da ilk sözleri olan şu cümleyi yazmış:

    "yumruğunu yemedikçe kimsenin bırakıp gitmediğu o garip şehir kristiania'da aç açına sürttüğüm günlerdeydi...
    tavanarasında uyanık yatıyordum. alt katta bir saatin altıyı vurduğunu duydum. hafif aydınlanmıştı ortalık, merdivenleri inip çıkmaya başlamıştı insanlar..."

    daha sonrasında tamamladığı bu romanı bir gazetenin yazı işleri müdürlüğüne götürüyor. bu müdür, olanları daha sonra şöyle anlatıyor:

    "ondan daha düşkün bir başka insan pek az görmüşümdür! düşkünlüğü elbisesinin yırtık pırtık oluşundan ötürü değildi yalnız. ya o yüzü! müsveddeyi geri veriyordum kendisine, çok uzundu. ama birdenbire kelebek gözlüğü gerisinde gözlerini, gözlerindeki ifadeyi gördüm. geri çeviremezdim, hiçbir sey diyemedim."

    brandes okudukça daha da etkilenmiş ve basılması için ny lord dergisine vermiş bu sayfaları. açlık romanından parçalar, böylece ilkin 1888'de yazarın adı verilmeyerek bu dergide yayınlanmış oluyor.

    dilimize on romanıyla bir hikaye kitabı çevrilmiş olan knut hamsun, 19 şubat 1952'de ölmüştür.

    ayrıca bu nadide eseri:açlık dilimize çeviren kişi de edebiyatımızın evler şairi olarak bilinen edebiyatçısı behçat necatigil'dir
    1 ...
  20. uzun bir sms karşılığı olarak ok cevabı almak

    236.
  21. uzun bir mesaj sonucu cevap alamayıp köprüleri yakmak bunun bir tık üstü sanırım. bi anda birbirimizin hayatından çıktık
    2 ...
  22. gecenin kitap alıntısı

    207.
  23. felsefe, benim sözcükten anladığım şekliyle, teoloji ile bilim arasında bir şeydir. teoloji gibi, hangi kesin bilginin şimdiye kadar aslı öğrenilemez olduğuna ilişkin konularda spekülasyonlardan oluşur ama bilim gibi, geleneğin ya da vahyin otoritesine değil, daha çok insan aklına başvurur. o yüzden benim de ileri sürdüğüm üzere, her kesin bilgi bilime aittir; kesin bilgiyi aşan şeylerle ilgili tüm dogmalar teolojiye aittir. ama teoloji ile bilim arasında, her iki tarafın saldırısına maruz kalan bir tarafsız bölge vardır, bu tarafsız bölge felsefedir. spekülatif zihinlerin en fazla ilgisini çeken soruların neredeyse tümü, bilimin yanıt veremediği türden sorulardır ve teologların kendinden emin yanıtları, artık önceki yüzyıllarda olduğu kadar inandırıcı görünmüyorlar. dünya zihin ve maddeye mi bölünmüştür ve öyleyse, zihin nedir, madde nedir? zihin maddeye mi bağlıdır yoksa bağımsız güçlere mi sahiptir? evrenin bir birliği ya da amacı var mıdır? bazı hedeflere doğru mu evriliyor? gerçekten doğanın yasaları var mı yoksa yalnızca doğuştan düzen aşkımızdan ötürü onların olduğuna mı inanırız? insan, astronoma göründüğü gibi, küçük ve önemsiz bir gezegenin üzerinde güçsüz bir biçimde sürünen ufacık bir katışık karbon ve su topağı mıdır yoksa hamlet'e göründüğü gibi midir? aynı anda ikisi de olabilir mi? soylu ve adi olan yaşam tarzları beyhude midir? soylu olan bir yaşam tarzı varsa bu yaşam tarzı neye dayanır ve ona nasıl ulaşırız? iyi olan değer verilmeyi hak etmek için öncesiz-sonrasız mı olmalı yoksa evren karşı konulmaz bir biçimde ölüme doğru gitse bile iyinin peşinde koşmaya değer mi? bilgelik diye bir şey var mıdır yoksa öyle görünen şey ahmaklığın düzeltilmiş son hali midir? bu tür sorulara laboratuarlarda yanıt bulunamaz. teologlar çok kesin yanıtlar verdiklerini iddia etmişlerdir ama tam da kesinlikleri, modern zihinlerin o yanıtlara kuşkuyla bakmalarına neden oluyor. bu soruları incelemek, soruları yanıtlamak olmasa da, felsefenin işidir.
    2 ...
  24. liv tyler

    237.
  25. çok sevdiğim aerosmith adlı grubun solisti steven tyler'in oyuncu kızı. yüzüklerin efendisi'nin elf prensesi arwen. ayrıca aerosmith grubunun çoğu şarkısının ya klibinde oynuyor ya da oynadığı bir filmden kısımlardan klip yapılıyor. birbirinden tatlı 3 tane çocuğu var. kendisini severek takip ediyorum, çok başarılı bir kadın.
    4 ...
  26. didem madak

    170.
  27. bir haftadan kısa süre önce hakkında bir şeyler yazıp, sevgimi belirttiğim kadın şairlerimizden. vefatının 7. yılı, bizden gideli 7 yıl olmuş.

    umarım gittiğin yerde annene kavuşmuşsundur ve umarım artık çiçekli şiirler yazıyorsundur.

    (#39882105)
    4 ...
  28. geceye bir söz bırak

    205.
  29. Hoyrattır bu akşam üstüleri daima!
    Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
    Unutuşun o tunç kapısını zorlar
    Ve ruh atılan oklarla delik deşik.
    2 ...
  30. gecenin şiiri

    10634.
  31. Her şey Sende Gizli - Can Yücel

    Yerin seni çektiği kadar ağırsın
    Kanatların çırpındığı kadar hafif.
    Kalbinin attığı kadar canlısın
    gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
    Sevdiklerin kadar iyisin
    Nefret ettiklerin kadar kötü..
    Ne renk olursa olsun kaşın gözün
    Karşındakinin gördüğüdür rengin..
    Yaşadıklarını kâr sayma:
    Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
    Ne kadar yaşarsan yaşa,
    Sevdiğin kadardır ömrün..
    Gülebildiğin kadar mutlusun
    Üzülme, bil ki ağladığın kadar güleceksin
    Sakın bitti sanma her şeyi,
    Sevdiğin kadar sevileceksin.
    Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
    Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
    Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
    Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
    Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
    Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
    Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
    Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
    Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
    Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
    Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
    işte budur hayat!
    işte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
    Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
    Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
    Çiçek sulandığı kadar güzeldir
    Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
    Bebek ağladığı kadar bebektir
    Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
    Sevdiğin kadar sevilirsin...
    3 ...
  32. nakitsizim

    10.
  33. bir keresinde öyle bir nakitsiz an yaşamıştım ki, daha beteri umarım yoktur. yanımda nakit taşımayıp sürekli burs kartımı kullanıyordum. bir gün bir müzikalden dönüyorum, eshot kartımda sadece tek seferlik için para var, artı sistemi yüzünden izbana aktarma yapamıyorum. saat 11, telefonumun şarjı inanılmaz az. yükleme yapabileceğim hiçbir yer yok. izmirliler bilir belli saatten sonra izban, metro biter. kabus gibi bir gece. zar zor internetten kartıma yükleme yaptım ve yapar yapmaz telefonum kapandı. metrodan inip son izbana zor yetiştim. ki yurda yetişmem gerek, saat 12 son giriş. kız yurtları bu konuda biraz toleranssız da oluyor. gecenin saat 12sinde yolda trafik var, eshot 2 dakika 10 metre ya ilerliyor ya ilerlemiyor.

    nakitsizim, nakitsizdim. nakitsizlik kötü biri.
    2 ...
  34. interstellar

    679.
  35. sanırım bu akşam 4.kez izledim. murphy'nin her "bugün doğum günüm, dönmek için iyi bir vakit" tarzı cümlesini kurduğunda nedense aşırı duygulanıp ağlıyor olabilirim.
    2 ...
  36. düşün ki o bunu okuyor

    1222.
  37. Vazgeçtim, dön lütfen.
    Bu sözler hep sitem.
    Belki bu rüzgarlarda savrulup gitmişim.
    Belki de gölgelerde yok olup bitmişim.

    Sonrasız bir yolda,
    ardımdan gel demem.
    Sanki hiç görmeden her şeyi tüketmiş
    Dönme de fark etmez çekip gitmişim
    Sevme demiş miydin, bilmem
    artık çok zor
    Gerçek, içimdeki biten...
    4 ...
  38. şu an okunmakta olan kitap

    1.
  39. Bertrand russell - batı felsefesi tarihi.
    3 ...
  40. hayatınızın arka planında hangi şarkı çalıyor

    14.
  41. Miss kenichi - who are you
    The moody blues - melancholy man(benimki woman diyor) çalıp çalıp duruyor.
    2 ...
  42. gecenin şarkısı

    28219.
  43. Billy squier - my kinda lover.
    Eagles - hotel california.
    Reo speedwagon - keep on loving you.
    Kansas - carry on wayward son.
    1 ...
  44. two turkish tenors

    1.
  45. 13 mayısta, izmir amerikan koleji'nde kiwanis izmir aracılığıyla katıldığım, içinde cenk bıyık ve atılgan gümüş'ü barındıran müzikal düello'nun adı. 2 tenör ve bir adet sunucudan oluşuyor, tabi ki bir de 2 adet dansçı. 2 kişiden oluşan bir orkestraları da var. hepsi birbirinden yetenekli.

    cenk bıyık'a bayıldım, gerek sesi, gerek sempatikliği gerekse uluslararası anlamda bizi temsil edişi olsun, gerçekten efsane bir insan. öğrendiğime göre, bilmemkaç yılında merkel, cenk bıyık'tan alman ve türk ulusal marşını söylemesini rica etmiş. aynı zamanda hollywood yapımı gladyatör filminin soundtrack'i için açılan yarışmada birinci seçilerek, kendi sesinden kaydetmiş, üstelik 1600 küsür kişi arasından. hem çok eğlenceli bir kişilik hem de sesi inanılmaz. düellodaki rolü ise, tüm şarkıların operaya uygun şekilde söylenmesi yönünde.

    atılgan gümüş'e gelecek olursak, kendisini metin akpınar'ın başrolünde oynadığı "papatyam" adlı diziden tanıyorum, sesinin böyle güzel olduğunu bilmiyordum. kendisi tiyatral opera yapıyormuş ve düellodaki rolü, şarkıların oldukları gibi yorumlanmasından yana olması.

    frank sinatra'dan tutun, neşet ertaş'a. mfö'den tutun nötre dame de paris müzikaline kadar, her telden bir şeyler söylüyorlar ve arada, araya sıkıştırdıkları sosyal mesajlar da harikulade idi.

    dansçılara gelirsek, sadece dans etmiyorlar, biri keman çalıyor, diğerinin de sesi çok iyiydi. efsane bir ekip olmuşlar.

    neredeyse 2 saate yakın sürdü ve hayatımın en keyifli anlarından biriydi diyebilirim, vaktim olduğunda tekrar gitmek isterim. emeklerinize sağlık.

    Hatta sezon açıldığından, müzikal, opera seven arkadaşlara da gitmelerini şiddetle tavsiye ederim.
    1 ...
  46. umay umay

    309.
  47. "Kızıyordum, artık kızmıyorum. Bir şey oldu epey önce, kimsenin beni öldüremeyeceğini fark ettim. Affedilmeyecek ihanetlere tanık oldum. Affetmeyeceğim. Affetmenin, ne büyük uyum isteği ve palavra olduğunu fark ettim. Çok uyumsuzmuşum. Azıcık uyayım diye, ne fedakarlıklar yaptım, geçmiş olsun. affedemiyorum, etmeyeceğim de. Korku kendi cehenneminde debelensin, benim cehennemim başka."
    3 ...
  48. yalnızlıktan korkmamak

    31.
  49. Yalnızlıktan korkmayın ama kendinizi yalnızlığın, yalnızlık hissinin getirdiği, bir başına kalmanın verdiği özgürlüğün, hayalî kollarına bırakıp ona terk etmeyin. yalnızlık sizin dostunuz değil, bilakis sizi kendine mahkum edebilecek kara bir kutudur.

    Dozunda olsun korkmadığınız bu yalnızlık.
    4 ...
  50. ben bu yazıyı kendime yazdım

    9008.
  51. hedeflerinin farkındasın, hiçbiri senin için gerçekleşmesini beklediğin, peri tozuna ihtiyacı olan hayaller olarak kalmamalı. ne yapacağını sen çok iyi biliyorsun.

    çok mesafeli olma ama çok laubali de olma, o an canın nasıl davranmak istiyorsa öyle davran. vicdanın dışında kimseye hesap vermek zorunda değilsin. anı yaşa, kafanı çok takıyorsun her şeye, takma. çok üzülüyorsun, beklentiye girme. bırak olmuyorsa olmuyordur, olmuyorsa kendini çok da zorlama. elinden gelenin en iyisini yapacağını biliyorum zaten, o yüzden yaptıkların için, hep rahat olsun gönlün.

    sahip olduklarının farkına var, olamadıkların ya da olamayacakların için gereksiz yere çabaya girme. çevren zaten iyi, arkadaşlarına onlara verdiğin değeri hissettir, onlar için küçük de olsa bir şeyler yap, sevgi olmadan hayat sürmez, hep gül, mutlu ol, yüzünden kahkahaları eksik etme, somurtup durma.

    depresyonda takılıp duruyorsun bu aralar, yapma. akışına bırak, su akar yolunu bulur. hiçbir şey için çok üzülme.

    her şeye yetişeyim derken kendini ihmal etme, gez, eğlen, kitap oku, çok oku, dinle, tonlarca şarkı var, tek tek dinle hepsini, hepsi harika şarkılar, çoktan listelemişsindir sen onları zaten.

    dertle dertlenmeye, mutlulukla coşmaya devam. sonuçta sadece sevdiğin insanlar için yapıyorsun bunu. insanı insan yapan bunlar değil midir zaten? karşındakinin derdini paylaşıp mutluluğuna ortak olmayacaksan oradaki ilişkinin önemi yok, başkasından farkı kalmaz bunları yapmazsan.

    dinle, biri bir şey anlatmaya çalışıyorsa, önyargın olmaksızın, ne diyor demeden dinle. kimsenin ne yaşadığını ya da onu bu duruma sokan şeyin ne olduğunu dinlemeden anlayamazsın, kahin değilsin.

    saçmaladığın zamanlar da olacak, sonradan bunlar için ah vah etme. yaşlanınca torunlarına ne anlatacaksın?

    zamanını boşa harcama, her şey için vaktin var. hani keman çalmak istiyorsun ya, bir şeyler yap onun için. ayağına gelmesini bekleme.
    çekingenliğinden kurtul, nasıl psikolog olacaksın yoksa? çekinecek bir şey yok, hiç kimse dört dörtlük değildir, unutma.

    biraz daha toleranslı ol.

    hiçbir şeyi kestirip atma, ama enine boyuna düşünüp eşeleme de,

    sev, çok sev. kediyi, köpeği, kitabı, kendini, insanı (sırf insan olduğu için), en sevdiğin şarkıyı, en sevdiğin kitabı hala çok sev. sevdiğin şeylerden vazgeçme.

    inandığın, mutlu olduğun şeylerin peşinden git, korkma. elinden kaçırdığında mutsuz olacağın şeylerden asla vazgeçme. seni seven insanlardan, senin sevdiğin insanlardan, ruhuna dokunandan, halini hatrını sorandan, seni en iyi anlayandan, seni sen olduğun için sevenden vazgeçme, asla.
    insanları asla dar kalıplara sokma, önyargılarımız olmasın, at gözlüğüyle bakma. olaya bakabileceğin tüm pencerelerden bak, ama kendini çok yormadan, kendinin de bir insan olduğunu unutmadan.

    Sevmek istediğini biliyorum, peşinden git lütfen, kabuğuna çekilip ayağına gelmesini bekleme.

    şarkılarınla, kitaplarınla, arkadaşlarınla ve özellikle ailenle mutlusun, mutsuz olmak için hiçbir sebebin yok, bunu sakın unutma. küçük şeyleri gözünde büyütmediğin sürece hiçbir problemin yok. karşındaki kişi bunu hak etmiyorsa bile her zaman saygı duy ve nazik ol.

    seni buraya getiren, sana bu olgunluğu veren, düşünce tarzını değiştiren geçmişindeki tüm iyi/kötü olaylara, insanlara teşekkür et. onlar olmasaydı belki de bu zorlukları aşamaz ve buraya gelemezdin. yollarınız ne şekilde ayrılmış olursa olsun affet hepsini, hayat kin tutacak kadar uzun değil.

    aslında çok şanslısın, bu hırsınla devam et, ileride her şey istediğin gibi olacak. en önemli şeyin insan olmak olduğunu unutma, kendini sürekli geliştirmekten vazgeçme. bu yola baş koyduk, örnek aldığın biri var, hatırla * kendine dikkat et, değerinin farkına var ve istemediğin hiçbir şey yapma, hayır demeyi bil her zaman. kimse sana istemediğin bir şey yaptıramaz, unutma. seni çok seviyorum.
    3 ...
  52. kopya çekerkenki anılar

    18.
  53. 12.sınıftaki toplu kopya çekişimizi anlatayım.

    12 olduğumuz ve üniversite sınavına hazırlandığımızdan dolayı sınavda çıkmayacak derslere (almanca, trafik, çağdaş türk dünya tarihi vs) pek ağırlık verilmez ve direkt sınav kağıdını 1 2 hafta önceden verirler, cevaplarını bulun sınavda yapın derlerdi.

    bir gün almanca sınavı öncesi, kimse cevapları ezberlememiş, herkes harıl harıl ezber yapmaya çalışıyor. aklıma dahiyane bir fikir geldi. cevap anahtarını tahtaya harika bir şekilde yazabiliriz ve hoca anlamaz. taktik ise şu: malum eşit ağırlık sınıfıyız ve edebiyat ile içli dışlıyız. cevap anahtarını tahtaya, her birinin baş harfi bir cevap olacak şekilde şair/yazarların adını yazmaya başladık.

    1- "a"hmet hamdi tanpınar
    2- "c"emal süreya
    3-"b"ehcet necatigil
    4-"d"ursun akçam

    vs vs gidiyor. ama asla baş harfler bu şekilde belirgin değil. hoca çakmasın diye 30 35 isim yazıyoruz. sınav 20 soru ise, ilk 20 tanesi cevap anahtarını veren bu şekil ile devam ediyor, 21. kişi baş harfi cevap olamayacak bir kişi seçiliyor, "t"ahsin yücel mesela.

    bu şekilde ne ekmeğini yedik bunun, kaç sınav bu şekilde kopya çektik, bu ne diye soran hocalara da, her gün farklı kişileri yazıp onlar hakkında bildiklerimizi anlatıyoruz diye ufak beyaz yalanlar söylüyorduk.

    yine olsa yine yaparız tabi ki *

    zil çalana kadar teneffüs boyunca bunu hocalara yakalanmadan yapmaya çalışmak tam bir aksiyondu, yine de burunda tütüyor be!
    4 ...
  54. didem madak

    168.
  55. didem madak, 2011'de daha 40 yaşındayken hayatını kaybeden, o kısacık ömrüne sığdırdığı acı dolu şiirlerini çoğu kişinin bilmediği, bize annesizliğin ağızda nasıl bir tat bıraktığını şiirlerinden hissettiren şair. küçük yaşta annesini kaybetmiş ve bu annesizliği onu buruk bir şair yapmış, "artık bütün üzgün oluşlarımın adı: anne." demiş. neredeyse şiirlerinin çoğunda annesinden bahsetmiş. sevgili anneciğim şiirinde şöyle diyor:

    "sanki mürekkebi rutubet olan bir kalem
    duvarlara hep senin resmini çiziyor
    dili geçmiş zamanda birçok resim,
    hep gülümsüyorsun
    aklının ortasında mavi bir yıldız varmış gibi
    ve o yıldız karanlık bir şubat akşamında
    durmadan soluyormuş gibi."

    annesinin adını kızına vermiş ve kızının, füsun'un, doğduğu günün, kendisinin doğum günü olduğunu söylemiş. kızı için bir de bir mektup yazmış.

    "canım kızım
    sana mektup yazacağım. çünkü artık başka bir şey yazamıyorum. bu konuda pek de dertli değilim doğrusunu istersen. sen bana belki bugüne kadar yazdığımdan başka türlü bir yazı yazmayı öğretirsin. kendimi bir sonbahar ağacı gibi hissediyorum. mutlu bir sonbahar ağacıyım ben. yere düşen yapraklarımı eğilip topluyorum. saçıma tutuyorum. bakın yakışmış mı diye soruyorum. sonra yaprakları havaya savuruyorum. ben iki kişilik bir kabilenin me isimli kölesiyim. çünkü sen acıktığında me diye ağlıyorsun ve bu ismimi seviyorum reis!

    canım kızım, cehaletimden şair oldum… annesizlikten. sen sakın şair olma!”

    en sevdiğim şiiri ise iris'in ölümü adlı şiiridir. "keşke ismim iris olsaydı, keşke ismim herkese
    sarı yağmurluğuyla koşan hayatı anlatsaydı."

    "bugün kalbimi eski bir plak gibi
    öyle çok tersine çevirdim ki

    bazı şarkılar vardır
    cızırtılı bir yağmur gününü anlatır
    uzaklarda süren sarı yağmurluklu bir hayatı
    deniz bazen kendini kaldırımlara fırlatır
    o zaman bir yavru yengece bakan
    insanların şarkısı olurdu o şarkının adı
    keşke ismim iris olsaydı
    keşke ismim herkese
    sarı yağmurluğuyla koşan hayatı anlatsaydı

    bazı şarkılar vardır
    ellerim kocamanlaşır, tuhaflaşır
    işte o ellerimle herkese
    çamurlu şiirler uzatsaydım
    hepsi çok kirli olsaydı tanrım

    bazı şarkılar vardır
    kırmızı akşamsefalarını anlatır
    karanlığın kalbinde yalnız, açmanın acısını
    komşu kadınların basma elbiseli konuşmalarını
    geceyi onlar bahçeye taşırdı
    ben ne zaman öleceğim tanrım
    sabah olunca mı
    keşke birkaç dakikayı ipek mendillere sarıp saklasaydım
    irileşen, gitgide irileşen ağaç gibi
    ismi nedensizce iris oluveren bir ağaç gibi
    şu odanın ortasında dursam
    saat kuleleri dökülürdü dallarımdan tanrım
    artık sarı yaprakların ölü olduğuna inanmıyorum

    bazı şarkılar vardır
    kanatlarında yağmuru taşıyan kelebeği anlatır
    kırmızı bir çakmak gibi neşeli ölmek olurdu
    o şarkının adı
    ardında yalnızca nemli sigaralar bırakmanın acısı
    keşke ismim iris olsaydı
    keşke ismimin bir anlamı olmasaydı

    herkes çıkarsın kalbini
    o çirkin mücevher sandığından
    ve herkes onu birbirine fırlatsın tanrım"

    umarım annene kavuşmuş ve artık çiçekli şiirler yazıyorsundur.
    5 ...
  56. nazım hikmet

    54.
  57. türk şiirinin kilometre taşlarından biri olan nazım hikmet, edebiyatımıza sadece şiir(memleketimden insan manzaraları, 835 satır, sesini kaybeden şehir) kazandırmamış, bunun yanı sıra oyunlar (kafatası, demokles'in kılıcı), romanlar (yaşamak güzel şey be kardeşim, kan konuşmaz), mektuplar da yazmış. hatta tüm bunların dışında "kuvayi milliye destanı, kurtuluş savaşı destanı ve şeyh bedrettin destanı"nı yazmış ve çok yönlü bir edebi kişilik olmuştur.

    temsilciliğini mayakovski ve marinetti'nin yaptığı fütürizm'den etkilenip türkiye'ye döndüğünde bu minvalde, toplumcu gerçekçi çizgide eserler vermeye başlamış, 60 sonrası kuşağa ilham kaynağı olmuştur.

    belki akıllarda en çok aşklarıyla kalmış. nüzhet, piraye, kızıl saçlı kadın, münevver, galina ve en son, "saçları saman sarısı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı” diye 1961'de yazdığı “saman sarısı” şiiri ile ölümsüzleştirdiği kadın vera.

    ve vera için yazılan, son şiir.

    "gelsene dedi bana
    kalsana dedi bana
    gülsene dedi bana
    ölsene dedi bana
    geldim,
    kaldım,
    güldüm,
    öldüm."

    sadece çok iyi bir aşık olmamış, çok iyi bir arkadaş da olmuş, dost da olmuş nazım hikmet. çok yakın arkadaşı olan ve dokuzuncu hariciye koğuşu adlı kitabını nazım hikmet'e adayan peyami safa ile aralarına her ne kadar komünizm ve faşizm tartışmaları girse de diğer yakın arkadaşları olan ve bizim de "garipçiler" olarak bildiğimiz orhan veli , melih cevdet anday, oktay rifat horozcu , nazım hikmet özgürlüğüne kavuşabilsin diye üç günlük açlık grevine girmişler.

    hapisteyken, kendisinin bir vatan haini olmadığını anlatan bir mektup yazıp atatürk'e göndermiş ve hastalık zamanı olduğu için belki de hiç ulaşamamış. nazım hikmet ise bunun bilinçli olarak gösterilmediğini iddia etmiş.

    "ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında,
    ne sen bunun farkındasın,
    ne polis farkında."

    şiirinin, gülhane parkındaki bir ceviz ağacında, arandığı dönemde sevgilisine haber vermesini istediği kişinin hem sevgilisine hem de polise haber vermesi sonucu, polis devriyesinde polis ve sevgilisi yan yana geldikleri için yakalanmamak adına ağaca çıkıp, sevgilisine bu şiiri yazdığı rivayet edilir.

    hatta günümüzde birçok şiiri bestelenmiş değerli birçok sanatçı tarafından.

    ezginin günlüğü - seni düşünmek
    edip akbayram - güzel günler göreceğiz
    onur akın - seviyorum seni (bu şarkıda ilhan berk'in "ne böyle sevdalar gördüm ne böyle ayrılıklar" adlı şiirinden bir kısım ile birleştirilmiş.)
    athena - geberiyorum
    zülfü livaneli - yiğidim aslanım
    grup yorum - bu memleket bizim
    zülfü livaneli & joan baez - kız çocuğu
    leman sam - nazım hikmet memleket (sanırım bu ilhan şeşen tarafından, nazım için yazılmış bir şarkı, emin olmamakla birlikte koyuyorum buraya.)
    cem karaca - herkes gibisin
    ahmet kaya - aynı daldaydık
    edip akbayram - gidenlerin türküsü
    ilhan irem - hoş geldin kadınım
    hüsnü arkan - bor oteli
    zülfü livaneli - bulut mu olsam
    cem karaca - ceviz ağacı

    ayrıca tüm bunların dışında, çevirileriyle de tanınır. türk edebiyatının en değerli yazarlarından biri olan yaşar kemal'in ince memed kitaplarını rusçaya çevirmiştir.

    yaşar kemal'in nâzım hikmet'le ilgili bir anısını vefatının ardından yakın dostu zülfü livaneli şöyle yazmıştı: "paris’te abidin dino’yla birlikte nâzım hikmet’i tren istasyonunda karşılamışlar. nâzım demiş ki 'yaşar, romanını okudum. eğer bana bu kadar zulmetmeselerdi, bunca yıl hapis yatmasaydım, belki ben de senin kadar güzel bir şey yazabilirdim ama olmadı.' yaşar kemal, 'koca nâzım’ın genç bir adamla alay etmesi yakışık alıyor mu?’' diyerek oradan ayrılmış ve küsmüş.

    3 haziran 1963 sabahı, gazetesine uzanırken geçirdiği kalp krizi sonrası hayata veda eden nâzım hikmet'in mezar taşı bir granitten yapıldı ve meşhur şiirlerinden biri olan "rüzgara karşı yürüyen adam" figürü taş üzerinde ebedileştirildi.

    1951 yılında bakanlar kurulu tarafından alınan bir kararla türk vatandaşlığından çıkarılan nazım hikmet, 58 yıl aradan sonra yine bakanlar kurulu kararı ile türk vatandaşı olmuştur.

    onun aşkları da şiirleri kadar ölümsüz sanki. sözümü belki de en çok sevilen, en çok iç burkan şiirlerinden biri ile bitirmek istiyorum. "ben senden önce ölmek isterim."

    "ben senden önce ölmek isterim.
    gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun?
    ben zannetmiyorum bunu.
    iyisi mi, beni yaktırırsın,
    odanda ocağın üstüne korsun,
    içinde bir kavanozun.
    kavanoz camdan olsun,
    şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin.
    fedakârlığımı anlıyorsun, vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan
    senin yanında kalabilmek için.
    ve toz oluyorum,
    yaşıyorum yanında senin.
    sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin.
    ve orda beraber yaşarız,
    külümün içinde külün,
    ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun
    bizi ordan atana kadar...
    ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize,
    atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek.
    toprağa beraber dalacağız.
    ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
    sapında muhakkak iki çiçek açacak:
    biri sen, biri de ben.”

    hasretle, mavi gözlü dev...
    5 ...
  58. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük