Hayal ve gercegi ayirt etmeyi ögrendiginde,
Ne istemedigine degil ne istedigine yogunlastiginda,
her seye bir sebep bulmak icin kasmadiginda
daha acisiz, daha kolay ve güzel olan.
1985 dogumlu lalaland'in film müziklerinin bestecisi olan amerikali müzisyen. Damien Chazelle ile üniversitedeyken tanisip jazz müzikali cekmisler.
her ne kadar city of stars cok akilda akilici olsa da, mia & sebastian's theme daha etkileyici.
ne yalan söyleyeyim Yılmaz Erdoğan'a ait oldugunu okudugumda sasirdigim siir.
bu kadar güzel siir yazabildigini bilmiyordum.
rahatsiz eden tek sey "stabilize" kelimesinin kullanilmasi, bunun yerine baska bi sözcük olabilirdi.
ama onun disinda özellikle cok begendigim dizelerin bazilari söyle:
bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok
gül sana benzediği için ölümsüz
`yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz`
sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
Allah’a inanmaktır
1930'da new york da dogan amerikali müzikal bestecisi. west side story müzikalinin sarki sözleri ona aittir,
ayrica into the woods ve sweeney todd filmlerinin müzigini bestelemistir.
la la land'in notalarini alirken bunu seviyorsaniz stephen sondheim'in bestelerini de seversiniz diyip piyanoya oturup bana bi seyler calan satici eleman sayesinde haberdar oldum kendisinden.
Italo calvino'nun cok etkileyici bulmasam da akici ve hayal gücüne hayran birakan kitabi.
Özellikle kubilay han ve Marco Polo arasindaki diyaloglar dikkat cekiciydi.
Herta müller isimli müthis yazar'in traveling on one leg kitabinda bas kahramanin isminin irene olmasiyla görünmez kentlere atifta bulunmus ve irene ile ilgili kisimlarda alintilar yapmistir.
Ve alisilmis bir yasamaktir çöker omuzlarima
Sarar benligimi birden
Büyük, devamli dalgalar halinde duygularim Her sabah seninle baslar
Ve ben her sabah
Ta içimde bir agri gibi yoklugunu duyarim
Ben alisilmis seyleri sevmem, bilirsin
Yasamaksa diledigim gibi yasamaliyim
Sevmekse gönlümce sevmeliyim
Kendi ellerimle yazmaliyim alin yazimi
Ölmekse istedigim anda ölmeliyim
ve yasiyorsam Her sey bambaska olmali seninle
Alisilmis seylerden öte
Yalanlardan, düzenlerden uzak
Yeter, yeter artik
Dönmesin o eski plak
Her sey gölümüzce olsun
Bulsun
Diledigi zaman ellerim ellerini
Paylasalim seninle bütün geceleri
Sabahlari, aksam üzerlerini
Görülmemisi görelim, tadilmamisi tadalim
Sarkilar söyleyelim kimsenin bilmedigi
Yüzüm her zaman aydinlik olsun aydinliginda
Her zaman sevgiyle gülsün gözlerimin içi
Yeter artik, yeter
Kirilsin o çemberler
Sarsin her yanimizi bir yasama sevinci
Ayriliklar, kederler, gözyaslari bitsin
Bütün bir ömür boyunca Seninle baslayan sabahlarim Seninle sürüp gitsin.
sanki de sevmeyi sevdigi kisiden daha cok seven birinin dizeleri,
kaderine razi gelmeyen, hayatinin senaryosunu, kitabin son sayfasini kendi yazmak isteyen.
1930 - 1990 yillari arasinda yasmis kantci gürcü düsünür.
1949'a kadar gürcistanda yasamis, moskovada felsefe okumustur.
1968 yilinda doktora yapmis, 1972 de felsefe profesörü olmustur.
cesare pavese isimli italyan yazarin cok da vurucu olmayan, sonlarina dogru güzellesen kitabi.
kitabin ilk cümlesi "con genctik" cümlesini herta müller isimli muhtesem yazar traveling on one leg kitabinda kullanmis, bu sebeple dikkatimi cekmisti.
özellikle gabriella hikayeye dahil olduktan sonra daha entersan bir hal almaya basliyor kitap.
kitapta gecen bazi dikkatimi ceken alintilar ise söyle:
"ictenlik suc degildir. tutkudan kaynaklanan suclardan nefret ederim."
"iki kisi olmanin yalniz olmaktan farki yok."
"..haftalardan sonra yalniz olmak beni dinlendirip canlandirdi, tipki ertesi sabah penceremden selamladigim gökyüzü gibi."
"..ruhun dinginliginin bir parcasi kokain mi, diye sordum. hepmiz söyle ya da böyle bir uyusturucu kullaniyoruz, diye yanit verdi, saraptan, uyku hapina, ciplakliktan avciliga kadar."
"Greppo'da gecen bu yazi, Oreste'nin askini, o sözleri ve o sususlari , kendimizi, kisa süre sonra her seyin gececegini, bitecegini düsününce bir sıkıntı basti üstüme."
"hepimiz ciplagiz, ama bunu bilmiyoruz. Yasam zayiflik ve günahtir. ciplaklik zayifliktir, acik bir yarasi olmasi gibidir insanin."
emma stone ve ryan gosling'in basrolleri paylastiklari bir damien chazelle filmi.
müzikal sevmedigim icin özellkle sarki söylenen sahneleri pek begenmedim, ama bazi dans sahneleri tatliydi.
yine de ayarini iyi tutturmuslar, daha fazla olsaydi bayardi.
basrolleri ses konusunda basarisizdi, ama ryan gosling'in piyano caldigi sahneler etkileyiciydi.
özellikle barda yasaklandigi ve isten cikarilacagini bildigi halde bir heyecana kapilip bir jazz eseri calip, sonunda ayaga kalkmasi, ona edilen iltifati hic kale almamasi güzeldi.
bunun yaninda jazz ile ilgili gecen sohbet ve sebastian'in mia'ya jazz'a olan hayranligini anlatmasi.
bana göre filmin en dokunakli sahnelerinden biri belki de cogu insanin ilgisini bile cekmemistir.
mia'nin sahneledigi eser ile ilgili yasadigi hayal kirikligindan sonra ailesinin evine gitmesi ve babasinin bavulunu tasimasiydi.
hep acik bi kapidir ya ailenin yani, onu kücücük bi detayla cok güzel vermisler bana kalirsa.
ardindan bes sene sonraki kisim basliyor.
mia baska biriyle evlemis, cocugu olmus, tesadüfen esiyle birlikte sebastian'in actigi seb's isimli jazz kulübüne giriyor ve sebastian'i piyano calarken görüyor. yine o dokunakli parcayi caliyor.
diger adamla yasadigi her seyi sebastian ile yasiyormus gibi hayal ediyor, donup kaliyor. o cok hüzünlüydü iste ya.
yaninda esini degil sebastian'i hayal ettiginde sahnenin sonunda öpüsüyorlardi, esiyle ise sadece yan yana oturuyorlardi, gitsek iyi olur diyordu esine.
belki de sevdigin insanin degil hayallerinin pesinden kostugunda nasil sonuclandigini gösteren bir sahneydi.
sonuc olarak ikisi de hayallerine kavusmustu ama yine de mutlu son degildi.
cok güzel ve etkileyici bir turgut uyar siiri.
ismi bile o kadar masum ki.
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
ataol behramoğlu'nun hayat dolu, umut veren,
özellikle yumusak sesli bir insan tarafindan okundugunda daha da güzel olan siiri.
"sevgilin bitkin kalmali öpülmekten" derken o nasil güzel bir sevmektir.
"insan baliklama dalmali icine hayatin
bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasina."
o nasil güzel yasamaktir, ne güzel bir heyecandir.
"ve kederi de yasamalisin, namusluca, bütün benliginle"
hangimiz becerebiliyoruz bunu, ne kadar namusluca yasiyoruz kederlerimizi?
"cünkü ömür dedigimiz sey hayata sunulmus bir armagandir
ve hayat, sunulmus bir armagandir insana".
her gün her saniye bunun bilincinde olmali halbuki.
bazen tanistiginiz bir insan umut olur ya, bugün var yarin yok belki, ne fark eder dolu dolu yasadiktan sonra?
yasadigin müddetce mutlu olmak yeterli degil midir, nedir ki bu sonsuzluk arayisi?
var oldugu müddetce hissettirdigi sey var ya, o bile yeterli.
bu siirde de ayni hissiyati aliyorum.
var oldugu müddetce güzel olan her seyini almali, tipki hayattan aldigimiz gibi.
yasadiklarimdan ögrendigim o kadar cok sey var ki.
biri de bu siir.
demistir ki "tüm yazilmislarin icinde en cok kanla yazilani severim. Kanla yaz, göreceksin ki kan tindir."
Böyle buyurdu zerdüst kitabini okurken bu cümleden cok etkilenmistim.
ne zaman kitaplardan, siirlerden, sarkilardan etkilensem bunu paylasma geregi hissederim.
ama karsindakinin hissettigi heyecan seninkiyle ayni olmayabiliyor her zaman.
herta müller isimli dahiyane yazarin ic burkan, orjinali reisende auf einem bein olan kitabi.
diger daha politik kitaplarina nazaran farkli bir hüzün icinde barindirdigi.
hatiralarin verdigi hüzün gibi degil, bos ve soguk bir odanin hüznü gibi.
cümleler o kadar sade ve kisa ki, ilk okunusta belki basit geliyor bazilarina, ama icerigi bir o kadar fazla.
asil mesele de kisa cümlelerle anlatabilmek degil mi derdini?
kitap irene isimli otuzlu yaslarinin ortasinda olan bir kadinin romanyadan almanyaya gelis hikayesini anlatiyor.
bas kahramanin isminin irene olmasi italo calvino isimli yazarin görünmez kentler kitabina deginiyor.
kitabin basinda ise cesare pavese'nin tepelerdeki seytan kitabindan alinti yapilmis.
aklimda yer eden ise irene'nin escinsel bir erkek arkadasiyla sevistikten sonra bunu sorgulamasi, karsiliginda ise su cümleyi duymasi:
solmadan seni sevmem gerekiyordu.
özellikle giris kismi cok güzel olan saturnus'un dokunakli sarkisi.
paulo coelho'nun veronica decides to die kitabindan etkilenip vermisler bu ismi albüme.
izledigimde tipki tiyatro sahnesinde oldugu gibi her seyden cok emegi görüyorum.
emegin yaninda zarafeti ve tutkuyu.
cünkü ne sanat, ne hayat tutkusuz bir seye benzemiyor.
1920-2016 yillari arasinda yasamis fransiz gazeteci ve yazar.
bi kac ay önce hayatiyla benzerlikler tasiyan Les vaisseaux du cœur isimli kitabini okuyup cok etkilendim.
gariptir ki yasanilanlar degistikce kitapla ilgili fikirlerim de degisti.
--spoiler--
kitabin henüz ilk sayfasinda aldatma üzerine yazildigini fark ettigimde devam etmek bile istemedim, ama yine de sürükledi bi sekilde.
kitapta ise bir balikciya asik olup, balikciyi kendine layik görmedigi icin baskasina giden bir kadin vardi.
hayatinda her evlendigi, her birlikte oldugu adami ise bu balikciyla aldatiyordu.
balikci da evli oldugu halde esini aldatiyordu.
her ayriligin izdirabina katlaniyorlardi.
birbirlerini bunun ask olduguna mi inandirmistilar bilmiyorum.
ama bildigim su ki kadin balikcinin hayatinda en özel kadin olduguna dair kendini kandiriyordu.
bilmiyordu ki belki esiyle mutlu mesut bir hayati vardi.
kitabin sonunda balikci öldügünde ise diyordu ki, "ben belki de en cok onun karisi olmustum."
siirlerde kitaplarda güzel de, gercek hayatta hic de öyle degil yahu.
kitaplar mi kandiriyor bizi, biz mi taklit etmeye calisiyoruz yazilanlari belli degil.
--spoiler--
ilk duydugumda cok yanlis anladigim söz öbegi.
o kadar kosulsuz ve beklentisiz sevmek ki,
sevdiginin sadece var olmasiyla yetinmek gibi.
söylenirkenki tonlama ve siritmadan anlamaliydim belki yanildigimi.
1986 dogumlu izlandali müzisyen. gleypa okkur isimli bir parcasi var, ilk dinledigimden beri beni etkileyen.
bastaki yagmur sesi bu kadar mi yakisir bir parcaya.
bundan dolayi bana trentemoller'nin miss you parcasini hatirlatti.
yagmur sesi ve piyano'nun uyumuna bi de cello katilmiyor mu.
bu parcayi dinlerken perdenin arkasindan disardaki yagmuru izleyen bi cocuk beliriyor hayalimde.
ya da perdenin arkasindan hayati izleyen bi yetiskin.
öyle hüzünlü.
Paul Watzlawick isimli yazarin kitabinda varligindan haberdar oldugum jean genet'nin oldukca enteresan tiyatro oyunu.
kitabini okumaktansa tiyatro oyununu izlemeyi tercih ederdim.
--spoiler--
cok fazla sembolik ögeler kullanilmis ve toplumsal bir meseleye deginmek istenmis.
birinin görevini yapabilmesi icin bir baskasinin yalan söylemesine gerek varmis gibi.
savcinin kerhanede calisan kadina yapmadigi halde hirsizlik yaptigiyla ilgili itiraf etmesine zorlamasi gibi.
gerci hala kitabi dogru anlayabilmis miyim, emin degilim.
kerhaneye gelen erkeklerin hepsi istedikleri bir role bürünebiliyorlar ve istedigi "oyunu" oynayabiliyor.
olduklarindan daha farkli ve güclü görünüyorlar, tüm bunlarin saglanmasini kerhanede calisan irma sagliyor.
yalniz senaryolar müsterilere ait.
--spoiler--