ilk siparişimde sıkıntı yaşamamıştım kum da tam istediğim gibi ama bu sefer hem 1 haftadır kargoya verilmemesi hem laubali konuşmalar hem Türkçeden bihaber müşteri ilişkileri kurulması nedir Allah aşkına!
Bu sabah evdekilerin kapının önünde biri adınla sesleniyor diye odama girmesiyle uyandım. Ptt kapının önüne kadar gelip zile basmak yerine, aramak yerine mahallede oynarken annesinden su isteyen çocuklar gibi çığırmayı seçmiş. Dedim noluyoo kardeşim ne bu tantana uyuyoruz burada.
Güzel şeyler düşünmek ve güzel şeyler yaşamak istiyorum. Yeni şeylerle/kişilerle karşılaşmak da istiyorum. inanmak istiyorum. Teşekkürler, iyi geceler.
Nasıl itiraf edilir bu bilmiyorum. Birkaç kişiye anlattım sustular cevap vermediler. Pişman oldum yine kendime verdiğim sözü tutmadım. En yakının bile olsa güler yüzün olmadığında kimse ben yanındayım demiyor.
Bazen aynaya baktığımda gördüğüm şey midemi bulandırıyor. Bazen çok güzel olduğunu düşünüyorum. Bazen herkesin beni sevdiğini, bazense aslında hiç kimsenin sevmediğini ve sevmeyeceğini. Hepsinin birer yalan olduğunu falan düşünüyorum. Bu düşünceler gün içinde hızlıca değişince yoruyor tabi bir miktar. Problem sanırım kendini sevememekten geçiyor.
Oysa kendim gibi neşeli güleryüzlü yardımsever olmaya çalışan çok az insan gördüm, ama bu düşüncelerle artık önümü bile göremiyorum.
Aylardır annemle konuşmuyoruz, babam da sadece bağıracak birini istediğinde arar. Maalesef aynı çatı altında büyüyen herkes aile olamıyor.
Ailesiyle arası iyi olan insanların "ama onlar aileenn yaaa" diye vaaz vermesi daha da can sıkmaktan öteye gitmiyor.
Arkadaşlarınızın falan ailesiyle olan keyifli telefon sohbetlerini duyup boşluğa kilitlenip üzülmekle kızmak arası olanlar anlar ancak.
Abii Ankara'ya taşınan aklımı sikeyim.
Ankaralı linci yemeden önce 2-3 yıldır burada yaşamak istediğimi belirtmek isterim. Ama geliş sebebim ve sonuçları, her şey muazzam boka sardı. Kimseye diyemiyorsun tabi. Bir anda hiç kimseye haber vermeden yapınca bu hareketi kendine bile gitmek istediğini itiraf edemiyor insan.
Bilmiyorum belki sevmek için kalmak ve tanımak lazımdır.
*insan sokaklarını bilmediği bir şehirde acı çekemez gibi gelirdi bana hep.
*Bir gün daha yaşamak için bütün yıl çalışıyor, kendi hayatımızın önemli yerlerini kiralıyorduk.
*Çünkü bildiğim tek şey kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlarla savaşa girdiğinizde, sahip olduğunuz her şeyi kaybedebileceğinizdi.
*Lavanta tarlasında olup lavantaya alışan insanla, lağım çukuruna düşüp lağım kokusuna alışan insan, temelde aynı şeyi hisseder.
*Dünya üstünde yük hiç kaybolmaz. Sadece çöktüğü omuz yer değiştirir.
Bir büyüğüm bana demişti ki yıllar önce, insan sevildikçe güzelleşir. Anlamamıştım bu sözü o zamanlar. Ama gerçekten insanı güzelleştiren şey sevgiymiş.
Uyuyamıyorum. Günlerdir uyku, yemek, iş, uğraş, sorumluluk ne varsa bıraktım. Dört duvar arasında daha da duvarlaşmamak için eve giremediğim günler geceler, eve gidersem ağlarım deyip sabahladığım banklar biliyorum. Bu aralar en çok kullandığım iki cümle:'iyi değilim' ve biraz da 'insan bazen başını yaslayıp dinlenecek bir omuza ihtiyaç duyuyor'
Ama ya ağlarsam?
Arabanın peşinden koşan yakalayınca da hiçbir şey yapmayan köpekleri iyi bilirim. Hayatımın her alanında o köpek rolünü de iyi üstlenirim. Devamında mı? Devamında salarım gider. Bazen o araba yine geçer bazen durur bazen bir daha görmem. Kaybettiğim her şeyi yaptığım köpekliklere borçluyum. Insan kendini değiştirmeye çalışmadığı sürece kendine de kızamıyor.
Çıkmazda.
Bazı olaylara uzaklaşıp bakamamak aylar yıllar sonrasını görememek çok yorucu. Bazen öldürmeli mi yaşatmalı mı bilememek. Ruhunu kemiren tüm o zaman dilimi. Kaybetmekten korkmak ama tam anlamıyla kazanmak da istememek.
ilaçla olmuyor, sıcak su torbasıyla olmuyor, işten okuldan izin almakla olmuyor, dinlenmeyle olmuyor o l m u y o r .
illa ağlama eşliğinde yatıp yuvarlanarak geçiyor o günler ve bir de çikolata.
Eskisinden daha fazla sevgiye ihtiyaç duyuyorum. Oysa herkes kendi omzunu öpebilir ve aynaya bakıp güzel sözler sözleyebilir. Aynı zamanda da benim için yapılan hiçbir şeyi kabul etmiyorum ne sevmeleri ne de güzel şeyleri. Okuduğum bir kitaptaki gibi
önce kendimi sevdirip sonra da ne yapıp Edip işlerin ters gitmesini sağlıyorum kendimi yine dışarıya, kapı eşiğine attırıyorum; olmak istemediğim yere.
Hayatımda olmaması gereken insan sayısı gittikçe artıyor bu bunalımların sorumlusu yine ben olduğum için de öfkem iki kat fazla.
Kaçma huyuma nasıl dur diyeceğim peki? Bunaldığımda konuşmak istemediğimde..
Ne yapmam gerektiğini bilmediğimde tüm saçma şeyleri denemeyi kessem ve artık kendimle başa çıkabilsem daralan ruhumu pozitifleştirebilsem..
Aslında az şey istiyorum da çok şey gibi oluyor.
Hayat-değiştiren şeyler için riske girmek zorundasın.
Sarsıcı olansa şu: Riske girdiğinde, doğru olanı yaptığında, sağduyunun sınırlarına gelip de karşıya, bilinmeyen topraklara atladığında, bütün aşina kokuları ve ışıkları arkanda bıraktığında, öyle muazzam bir sevinç, müthiş bir enerji falan duymuyorsun.
Mutsuz oluyorsun işler kötüye gidiyor.
O bir yas tutma dönemi. Kaybetmenin acısı. Korku. Kendimizi sorularla delik deşik ediyoruz. Sonra vurulduğumuzu, yaralandığımızı hissediyoruz.
Sonra ne kadar ödlek varsa karşına geçip, "Gördün mü,biz sana demiştik," diyor.
işin aslı hiçbir şey demediler.