"Ermeni mitolojisinde Hindistan’ın Vedik geleneğine ve Mısır’a ait fikirlere benzer ögeler bulunur. Bunlardan en belirgini çoğu zaman kanatlı bir güneş tekeri tutarak diz çöken bir adam tarafından temsil edilen ve bu yüzden büyük ihtimalle kendisi gibi Güneş’le ilişkilendirilen Mısır tanrısı Ra’dan esinlenilmiş olan Şivini’dir. Urartular ve Asurlular arasındaki yakın kültürel ilişkilere örnek olarak Asur tanrıları Adad ve Şamaş’ın gösterim şekillerinin Urartular tarafından sırasıyla kendi tanrıları Teişeba ve Şivini’ye uygulanması gösterilebilir. Mezopotamya sanatından diğer bir motif olarak Yaşam Ağacı (Ermenice tsarrn kenats) genelde herhangi bir tarafında ayakta duran ve adaklar sunan bir figürle çeşitli ortamlarda belirmektedir. incil geleneği, çevrelerini ve tarihlerini açıklamaya çalışan antik Ermeniler için başka bir esin kaynağı olmuştur."
"Tork Angelea ya da Tork Angeğ (veya Angeğyan) Anadolu’nun hava olayları tanrısı Taru’ya (ya da Tarhun) dayanan bir kahraman figürüdür. Düşmanlarına büyük parçalarını atmadan önce kayaları kırabilen ve ikiye ayırabilen çok güçlü bir adamın sözlü efsanesini kaydeden Movses Khorenatsi bir kez daha kaynağımız oluyor. Efsane aynı zamanda Tork’u taştan tabletlere yalnızca tırnaklarını kullanarak kartal desenleri çizerken ve Karadeniz’deki işgalci gemilere tepe büyüklüğünde taşlar atarken anlatır. Belki de çok eski geçmişte yaşanan gerçek bir çatışmaya dayanarak Movses Khorenatsi an-gel’in halk etimolojisini “vahşi adamların” olarak sunar ve ilginç bir şekilde fark edilir ki Taru (Tarhun) ismi “kazanan” ya da “fetheden” anlamına gelmektedir. Movses’e göre Tork, Hayk’ın torunu olan Paskam’ın soyundan gelmekteydi. "
Kılıç ve Büyü (Sword and Sorcery) terimi popüler dile ilk kez 1982 Conan the Barbarian (Barbar Conan) filminin piyasaya çıkmasıyla girdi. O zamandan beri, bu terim, kılıç dövüşü ve büyü içeren herhangi bir hikayeye gelişigüzel ve rastgele uygulandı. Son birkaç yıl içinde kılıç ve büyü Yüzüklerin Efendisi’nin bazı inceleme yazılarında bile ortaya çıktı ancak terim, bu tip eserleri dahil etmemek için türetilmişti. Bu durumu çok iyi bilmeyenler tarafından tekrarlanan yanlış kullanıma ve bilmesi gerekenlerin ara sıra yanlış kullanımına rağmen Heroic Fantasy/Epik Fantezi (Conan ve Yüzüklerin Efendisi’ni aynı gruba almak isteyenlerin kullanması gereken terim) ve Kılıç ve Büyü arasında kayda değer bir ayrım yapılabilir.
2017 başında (bkz: Işık Ergüden) çevirisiyle yayınlanan değerli bir araştırma kitabı. (prekarya) tanımına ışık tutması ve ücretli çalışmanın geçtiği yolları farklı disiplinler yoluyla irdelemesi sebebiyle zengin bir materyal sunmaktadır. (bkz: Ahmet insel)'in önsözüyle kitabın ikinci kısmı -özellikle yedinci bölümü- sık sık okunmalıdır.
Terörizm mi? Direniş mi? - Kitle Toplumları Çağında Bir Sözlük Karmaşasına Dair tam adı bu alan incecik bir kitap. Kitabın çıkış tarihi yeni olması ve böyle bir dönemde bahsi geçen kelimelerin ne anlama geldiğini tekrar düşündürtmesi açısından önemli bir yeri vardır.
“Terörizm paradoksu”nu yaşıyoruz. Hepimiz hem kurbanız hem de zanlı. Her an herhangi bir yerde patlayacak bir bombayla ölebilir, ağzımızdan çıkacak en ufak itirazdan dolayı terörist damgası yiyebiliriz. Bütün kavramları bulandırıp dejenere etmek, her türden iktidar ve tahakkümün temel marifeti, propagandif bir araçsallaştırma ve manipülasyon yöntemidir. Dolayısıyla tahakkümün öncelikle dilde kurulduğunu söyleyebiliriz." der yazar (bkz: Gérard Rabinovitch).
(bkz: Edgar Snow) isimli bir Amerikalı tarafından Çin'i anlatan bir kitap. Komünistlerin, hem içerideki emperyalist sevicileri hem de dışarıdaki emperyalistlere -özellikle Japonya'ya- karşı yürüttükleri çalışmaları gayet nesnel bir şekilde anlatması bakımından gayet yerindeydi.
Çünkü uzun zamandır, Türkiye'deki sol örgütlerde birbirlerini tanımama hatta kendi içlerinde bile nasıl bir amaca hizmet ettiklerini bilememe durumu olduğunu okuyor, düşünüyor ve yazıyordum. Biriyle konuşursun o maocu der, biriyle konuşursun o revizyonist der. Der der de bu tanımları, tarihini, yaşanılan olayları anlamadan, anlasa bile nesnel bir şekilde irdelemeden duymazlıktan gelirler.
Kızıllar başa geçmeden geçen olaylardan tutunda başa geçtikten sonra yapılanlara her şeyi anlatmaktadır kitap. Yalnız, burası biraz yazdıklarıma tezat oluşturuyor, kültür devrimi hakkında neredeyse hiçbir şey yazılmamış. Belki yazarın tanık olmadığı bir konu belki de yazar bu konuyu saf dışı bıraktı her ne sebebten olursa olsun kitabın içeriğinde-600 sayfa kadar olan bir kitap- bu kitabı olması gerekirdi.
Tarih ve siyasete meraklı herkesin okuması gereken bir kitap.
Yeni çıkan bir çocuk kitabı. izlandalı bir kadın yazmış - Bryndis Björgvinsdottir isimli (ne dedim lan ben!) lakin kitabı sırf çevirmeninden dolayı almak gibi bir huyum var. Çevirmeni (bkz: Mahir Ünsal Eriş). ve kitap bir harika. Çocukken keşke bu kitapları okutsalardı ya bizlere.
Tanıl Bora'nın yeni kitabı. Kitabı temin ettim ve inceledim. incelediğim kadarıyla tarihsel boyutundan bugüne değin gayet akıcı bir siyasi ideoloji incelemesi olmuş. Son dönemdeki konulara değinmesi açısından - tkp'nin bölünmeleri gibi veya hdp'nin kendi içinde yaşadığı sıkıntılar ve muhafazakar-milliyetçi kesimde yaşanılan iç ve dış sorunlar gibi- gayet yerinde olmuş.
Osmanlı tarih yazımında neredeyse hiç bahsi geçmeyen -bahsi geçenlerde ise başarısız, palavra ve ele avuca sığmayan ideolojik birikimlerinin öfkesiyle yazılmış- bir konu olan Marx-Engels'in Osmanlı'ya dair yazılarını, Taner Timur'un birikimli ve bir o kadar da akıcı yorumuna evsahipliği yapmış bir eser.
Kitabın adı Marx-Engels ve Osmanlı Toplumu olmasına rağmen, bu konudan bağımsız çeşitli yerlerde yayınlanmış yazılarında bu kitaba eklendiğini belirtmeliyim. Ki bu konuların kitapta yer almaması bazı şeyleri eksik bırakabilirdi, bu açıdan da başarılı buldum.
Muhakkak okunması, tekrar tekrar okunması gereken bir eser.
Açıklama: Hep "düşün ki bu yaziyi ben ona yazdım" veya buna benzer şeyler yazıliyor. Bu sefer "o" kişi biz olalim. Empati kuralim.
ilk entry giriyorum.
Bu konuya epey bir süredir kafam takılıyor. Yazacaklarım pratikte yaşanılan değil. Zaten pratiktekinin hali ortada. Teori kısmını irdelemek istiyorum.
Dolaylı yoldan halkın demokrasiye katılması olarak da nitelendirilebilir. Türkiye'de sistemden ve genel olarak parlamenter demokrasinin mantığıyla ilgili bir çıkmaz olduğunu düşünmekteyim.
ilk olarak Türkiye'de bilindiği üzere 550 milletvekili vardır (Neden 550?). Bu vekilleri bizler seçiyoruz ve genel toplam da en çok oyu alan parti hükümeti kurmakta. -"Hükmetmek"kelimesinin irdelenmesi gerekebilir- Öncelikle bu 550 milletvekili 80 milyona dayanan nüfusu temsil etmesi ve o insanların yerine karar alması konusunda, ciddi sorunlar var. Milletvekileri neye göre belirleniyor? Bunun için yaş haddi dışında bir kural var mı? Ve esas olarak 80 milyonu kapsayacak şekilde bir örneklem yapılarak belirlenmesi gerekmez mi?
Bunun dışında biz o milletvekillerini bizi temsil etsin diye seçmekteyiz.
x kenti oturan çoğu insan Mehmet isimli birini seçmek istiyor. Ama Mehmet, aday olduğu partiden son sıralarda. Peki ama biz onu istiyoruz. Sırf aday sırası gerilerde diye başka bir insan onun yerine geçmekte, bu durum da mantıksız.
Onun dışında ülkede türlü görüşe sahip insan var. Bu insanlarında birer milletvekillerinin olması gerekmez mi? (Biraz konu "baraj" a giriyor fakat esas nokta bu değil.) Parlementer demokrasi, teoride mantıklı gibi gözükse de, hatta bir çok yerde diktatörlüğün önüne geçtiği söylense de bu durum pek öyle değil gibi geliyor.
Evet, gece gece bu konu aklıma takıldı. Yaşasın Kaos yaşasın Fotokopi diyelim.
Benito Mussolini'nin italya'da kurduğu partidir. italya anayasası tarafından yeniden kurulması tek yasaklı partidir. 1921 yılında kurulmuş ve 1943 yılında parti kapatılmıştır. Mussolini diktatörlüğünde yürütülen partinin prensip olarak; milliyetçilik, vatanseverlik, cumhuriyetçilik, korporatizm üzerine kuruluydu. Eski roma'yı canlandırmak ve Akdeniz'i " italyan gölü" yapma amacıyla çeşitli yollara başvurmuştur. Polis devleti kurmuş, askeri ve dini kesimi yanına çekmiştir. Medyaya kendi adamlarını yerleştirmiş ve üniversitedeki akademisyenlere ona olan bağlılık yemini ettirmeye zorlamıştır. ikinci dünya savaşında almanya'nın desteğini almıştır.
bu süreç çok fazla sürmemiştir. Habeşistan'a Libya'ya kadar saldırmıştır ancak ikinci dünya savaşında gücünü kaybetmeye başlamış ve ülkede artan komünist ayaklanmalara daha fazla dayanamamıştır. Kral III. Victor Emmanuel, Mussolini'yi görevden almıştır ve ulusal faşist parti başka adlarla italya'da mücadeleyi sürdürdü. 1945 yılında mussolini'nin ölümüyle birlikte bu faşist rejim tarih sahnesinden silindi.
(bkz: jostein gaarder)'ın pan yayıncılıktan çıkan, yeni çevrilen, kitabı.
30 yıl boyunca birbirlerini görmeyen iki eski aşıkların buluşması ve ardından e-mail yoluyla konuşmalarını kaleme alan sürükleyici bir roman.
aslında felsefik sorularla bağlantılı bir aşk hikayesi desek abartmış olmayız..
michel zevaco'nun 10 ciltlik eseri. bambaşka bir tarihi romandır özellikle çocukken okunduysa. sahafçının en alt raflarında kara kara duran bir kitaptı en başlarda sonradan kitaplığımın en güzel rafında duran bir kitap oldu. ilk basımı bulunursa muhakkak alınmalı ve okunmalı.
13 mart 1961'de istanbul'da dogdu. 1981'de galatasaray lisesi'ni bitirdi. bogazici tarih bolumu'nde 3, sorbonne cografya bolumu'nde 5 ay okudu. manav tezgahinda 2, kitap dagitimcisinda 2,5 yil calisti. egriboz adasi'nda 3 ay tamamen, behramkale'de 3 yil kismen yalniz yasadi. kulagina kupe olarak, ayvacikli ali baba'nin su sozu takilmistir: "kor allah'a nasil bakarsa, allah da ona oyle bakar." metis yayinlari'nda editor olarak calismis ve fransizca'dan ceviriler yapmistir.
cioran'ın kitaplarını öyle çevirmiştir ki, cioran, türk olsa o da aynısını yazardı diye iç geçirmeme sebep olmuştur.
leo malet'in kara üçleme'sini çevirerek gönüllere taht kurmuştur.
özgürlüğün icadı 1700-1789 ve aklın amblemleri-jean starobinski
islamın hastalığı- abdelwahab medde
terazinin hüznü- jacques bertrand
çevirdiği diğer kitaplardan bazıları.
yazdığı bir kitap vardır bir de. 'iki şahit ve diğerleri'isimli.
haldun bayrı'nın ne bir fotoğrafı ne de bir söyleyişisi vardır. varsa bile ben bulamadım.
haldun bayrı'yla (bkz: ışık ergüden)'in kendilerini arka plana koymalarına derin bir saygı ve merak duyuyorum. alışkın değiliz bu tür insanlara.