Bir partiyi/ideolojiyi ürün, parti üyelerini firma, seçmeni de tüketici gibi varsayıp bir ürün pazarlıyormuş gibi güncel pazarlama yöntemlerine başvurarak seçmenin zihnine girme sürecini ifade eder.
Böyle bir yaklaşım ne kadar başarılı olabilir? Ne kadar hatalıdır? Etik boyutu var mıdır? Pazarlama klasikleri politik gündem ve ideolojilerle çalışabilir mi? Veya bunlara entegre olabilir mi?
Bir tek bana mı oluyor dedirten histir. Her seçimde hemen hemen aynısı oluyor.
8 civarı kullandım oyumu. Oy kullananlara bakarken ve etrafa kulak kabartırken köpek gibi bir ümitsizlik yayılıyor içime. Yüzde 80lerde akp çıkaran bir varoşta olmamın etkisi var tabi.
Tamam genel seçimlerde zaten pek bir şey ummuyordum fakat bu referandumda daha ağırı çöktü. Sabahın körü olmasına rağmen sıra da bekledim, demek ki verilecek net bir cevapları var ama hayır diyecek seçmen bilinci ve heyecanı göremedim kimsenin gözünde, halinde tavrında.
Başlığını Ekşiye mi açsam buraya mı diye oo piti piti yaptım, kısmet burayaymış. Evet beşiktaş ıhlamurdere caddesi üzerinde mini mini bir kahve dükkanı.
Konum olarak civardaki diğer 3. dalgalara kıyasla dezavantajlı fakat sabah saatleri dışında genelde dolu. Bunu o nefis magnolialar ve tertemiz lavabolarına borçlular elbette. Bir de kalabalık olmasına karşın gürültüsüz, şahsımı çeken yanı budur.
dışarıdaki sigara kokusunun olduğu gibi içeride olması ve bir personelleri dışında -ekmeğinden etmeyelim şimdi- hiçbir sorunu da yoktur.
Moloko zamanlarından beri gitmekteyim, gidiniz, gittiriniz.
Edit: dünkü 3,5 saatlik saatlik uykumdan sonra gecenin bu saatinde bana bu entryi yazdıran da 2 adet filtre kahveleri bu arada.
Daha önce okuduğum postkolonyal ve anglohint yazarlar bir yana bu istisnai bir kitaptı. Salman rushdie, amitav ghosh, seth, chandra gibileri sihirli gerçekçilik ve jeneolojiyle "ilgilenmeye çalışırken" adiga daha çok sosyal realizme yakın. Bir bakıma da demagojik ve Buna rağmen zaman zaman zorluyor. Ve yine bu kadar "leş duygusallığa" rağmen eğlenmeyi, hepimizin paylaştığı bazı gerçeklere de değinmeyi de ihmal etmemiş. Zaten adiga'nın sosyal kaygıları kitabın daha ilk paragrafından açıkça görünüyor:
"entrepreneurs are made from half-baked clay."
O kadar övdüm lakin artık benim için hemen hemen tüm sürükleyici -bir nevi zorlamayan- kitaplar, okuma alışkanlığı kazandırabilecek kitaplar olmaktan öteye gidemez. Başlık dursun bakalım.
Birleşik krallığın 3 ana partisinin birbirleri arasında ayırt edici farklar bulunmadığını ve dolayısıyla ülkede tek parti rejimi olduğunu düşünen britanyalılar tarafından iğneleyici şekilde kullanılan terim.
Bir ülke ekonomisinin kaç yıl içerisinde 2 katı büyüklüğüne ulaşacağını hesaplayan teori. kişi başına düşen reel gdp için de geçerlidir.
70/büyüme hızı formülüyle hesaplanır. örneğin ekonomik büyüme hızı %2 olan bir ülke 35 yılda 2 katı büyüklüğüne ulaşacaktır.
şimdi bazıları gelip -ekşide olduğu gibi- x yerine 70 koyunca çöken teori, 1 yılda ekonominin o kadar büyümesi imkansız diyecek. evet kardeşim, üretimin bir kültür olduğu japonya'nın bile büyüme hızı %1 lerdeyken, %70lerde bir büyüme oranına ancak gsyih'e karıncanın taşıdığı ekmek kırıntısını katarak, doğmamış çocuğu istihdam ederek falan ulaşabilirsin evet.
insanımızı, devasa egosundan ve fikir sahibi olmadığı konularda konuşma inadından kurtarmak için açılmış başlık.
Dürüst olmak ve konu hakkında en fazla 2 cümle kurabilecek olmak ön koşul. Hakkında Konuşabildiğiniz ya da konuşamadığınız hiçbir şeyin entelektüelite ölçütü olmadığını unutmayın. Evet başlıyorum.
Bana öyle denk gelmiş olabilir bilmiyorum fakat insanlar arkadaşlık, dostluk, sevgi falan değil sadece ilgi istiyorlar. Bir de bunun çok klişe bir trick'i var: Göstermezsen daha fazla istiyorlar. Bu bana nasıl ilgi göstermez orospu çocuğuna bak der gibi.
Gelip hesap soranı da baya bol. ilgi göstermezseniz hesabını soruyorlar. Kendiliğindenlik denen şeyden habersizler. Bu durumun turnusolü de basit. Bir derdiniz var diyelim. Derdinize odaklanan, ona çare arayanlar dışındaki hemen herkes ilgi ortaklığı arıyor.
Platon'un Aynı Zamanda Miriam the prophetes olarak bilinen kızı.
inanabileceğim ilk Peygamber gibi görünüyor. Aynı Zamanda ilk simyacı da deniyor kendisi için. Yemeklerde kullanılan benmari usulünün de isim annesi. Demokritosa hocalık yaptığı da söylenenler arasında.
Trajik intiharıyla tanınan Sylvia plath'in eşi ted hughesla yaşadığı ilişkiyle bilinir. Plath'in arkadaşları al alvarez ve jillian becker'a göre wevill, hughes'tan hamileydi ve Birlikte ispanya'ya gitmişlerdi. Çocuklara bakmak yükümlülüğü ve anlayışsız editörler yüzünden hayatı çok fazla tekdüzeleşmiş olan plath, üzerine babasının ölümü, kendi iç sıkıntıları ve bu kadını kıskanıyor olmanın ve terk edilmenin yarattığı buhranla boğuşuyordu.
En nihayetinde plath'in kafasını fırına sokarak intihar etmesinden sonra ted hughes'la -çok acınası bir şekilde- plath'in yaşadığı ve intihar ettiği evde yaşamaya başladılar. Bu sırada hughes tarafından çokça aldatıldığı bilinir.
Trajikomik şekilde, bir sürü sıkıntı nedeniyle plath gibi fırının gazını açarak intihar eder. Fakat plath'ten farklı olarak yanında 4 yaşındaki kızı alexandra'yı da götürür. Ted hughes ise bir evlilik daha yapar.
Bir kitabını dahi okumamış olmama -hatta türkçesi var mı araştırmamama- rağmen bu kadını hiç sevemedim. Ted hughes'tan da duyarsızlığı nedeniyle soğudum. Tabii ki plath'e olan sevgimdendir. Hayatımda hiçbir yazara da böyle yaklaşmamışımdır. Hatta işin magazinsel tarafıyla ilgilenmem bile. Ama kendisine "idolüm" dediğim, ölüm yıldönümlerinde kendisi için bastırdığım tişörtlerle dolaştığım plath'in intiharında rol oynamış, onun ortalama yüzü ve uzun ince yapısına karşılık çok güzel mavi gözleri ve biçimli hatları olduğu söylenen, küçücük bir çocuğun katili olan bu kadına saygı duyamıyorum ve kendisini hazmedemiyorum.
Refah düzeylerine tabii ki laf edemeyeceğim, hele de bir Ortadoğulu olarak. insan hakları falan da uçup gitmiş Fakat söz konusu multikültüralizm ve feminizm ise görgüsüzleştiklerini düşünüyorum, feminist bir birey olarak.
Şu linklerden Haklarında fikir edinebilirsiniz ama ben özet geçeyim yine de. Aşağıdakilerin kaynağı ise çeşitli gazetelerdir.
-"erkeklerin ayakta işemesi, -kadınlarla aynı tuvaletin paylaşıldığı yerlerde- klozet üzerindeki idrar artıkları gerekçesiyle yasaklanmalıdır." Bu yine en onaylayabilir olanı ama yasa teklifi olarak kalmış.
-Somalili tecavüzcü için "ama onun kültürüne göre kadın onu sekse davet etmiş, böyle yorumlaması doğal, cezası hafifletilmeli."
-"kadınlar açık saçık giyinmesin, burada artık müslümanlar da var, tahrik oluyorlar."
-"artık multikültürel bir toplumuz; o nedenle Somalililer bizi kendi kültürlerine göre öldürebilirler, saygı duyalım."
Edit: Arkadaşlar linktekileri çevirmedim, fikriniz olsun diye koydum. Sakin olun. Yoksa orta alt bir ingilizce bilgisiyle linkteki konular anlaşılabilir zaten.
-insan ölümleri.
-insan ölümlerinin ne kadar acı olduğunun vurgulanması.
insanlar ölüyor, Çocuklar ölüyor, Gösteriler, hesap soracağızlar, pankartlar. Ee sonra noluyor?
Hiç -bir- sikim olmuyor.
Yani ortalama iq'ya sahip bir insan düşünür hep aynı şeyler oluyor, biz hep aynı tepkileri gösteriyoruz, değiştirsek mi lan acabaa tepkileri diye.
Gösteriye git, gösteride dayak ye, gözaltına alın, orada tacize uğra, salın, gösteriye git dayak ye taciz salın ve öldürül.
Döngümüz bu.
Örgütlenin diyen sevgili kardeşler, arkadaşlar. Örgütlerinizin içinde birbirinizi sikmekten ve kavga etmekten vakit bulabilseniz güzel olurdu. En ufak bir ortak alanda bile o hayvan gibi egolarınızı götünüzden fışkırtarak her boku en iyi bildiğinizi iddia etmeseniz ne güzel olurdu.
Etkili bir karşıt muhalefetin kendi içinde saçmalama lüksü yoktur. Devlet bahçeli'ye laf ediyorsunuz da pek bir farkınız yok. Sadece bulunduğunuz "title" size yetiyor. Altında marabalarınız bile var üç beş de olsa. Örgüt he mi? Diren falan. -slow clap-
Türban, kendisine çok fazla anlam yüklenilmesinden ötürü artık ciddiyetini yitirmiş, balon bir aksesuardır. Kur'an'ın bunu gerçekten emredip etmediği hususuna hiç değinmiyorum bile.
Hayatımın hiçbir evresinde hiçbir şeye düşmanlık beslemedim. Önyargı denen illetten olabildiğine arındım. Antipati duyduğum şeylerin altını dönüp dönüp deştim. Kimi Zaman utanç bile duydum, nefret sahibi olduğum için. Fakat birkaçında artık çok netim ki bunlardan biri türban.
Ayrıma dikkat çekmek istiyorum:
Türban takan kadın değil, türban.
Bir obje olarak türban.
Nedenini tahmin etmesi güç değil. Tabii ki bunun bir namus emaresi olarak görülmesi. Ben, namusun ne olduğuna bile karar veremiyorken, buna ölçüt birkaç objenin gösteriliyor oluşunu laçka ve yüzeysel buluyorum doğal olarak. Lokasyon olarak alt ve üst segmentleri kucaklayan bir yerde doğup büyüdüğüm için bu hususta türlü entrikalar dinledim. Bunlar öğrenmek istemeyeceğiniz kadar üzüntü ve utanç verici, okumak istemeyeceğiniz kadar da uzun zaten. Gerçekten emredilip emredilmediği bile muamma olan bu objenin gücü, Ortadoğulu kadınları kategorize etmeye vardı. Gerçi bu en başından beri böyleydi. Bana çılgın attıran nokta, bu otoritesini hala koruyor olması. Namus diye diye Bedenine çöp muamelesi yapıp sonraları türbanına sarılan 17 yaşında kızlar yarattılar. Türban olmasa bunun yerine, evde izole bir hayat sürerek evlenmeyi beklemek, namaza başlamak, ev hanımlarının Kuranlarına düzenli katılım sağlayıp bunları yedi cedde duyurarak "ev kızı" izlenimi vermeye çalışmak var tabii. E olaya bakıyorsunuz, türlü islami semboller, islamın kadın için tayin ettiği ideal yaşantı.
Temeline inecek olursam benim için sorun teşkil eden nokta, kadın ve erkek kimliklerine karşı "şöyle olmalıdır" diye yapılan tanımlar. Benzer bir durum, erkeklerdeki askerlik ve "yarım Adam" hususu. Rahatsız oluyorum, zaten militarizm karşıtı biri olarak. Tüm bunlar, bu ülkenin zihnine, coğrafyasına sıkılmış birer kurşundur. Umudum artık Herkesin kendi desakralizasyonunu gerçekleştirebilmesi. Dinine, kutsalına bağlı insanlara tabii ki saygı duyacağız fakat bu gerçekleşmediği sürece bir etiket olarak kalmaya devam edecek bu. Türbanın verdiği imajdan istifade edecek acınası klikler oluşmaya devam edecek, Samimi insanlara da yazık olacaktır.
Son olarak. Üzülerek söylüyorum fakat müslümanlar, tüm kutsallarını totem; inançlarının gerektirdiği her eylemi -ibadet, yaşayış vs.- ve benimsettiği her düşünceyi fanatizm haline getirdiler.
Doğru bir önerme olmakla birlikte biraz önce ekşi sözlükten yazar bir arkadaşıma verdiğim ayarın sebebidir.
Tüm sosyal medyaların bunda payı var elbet, Facebook, instagram gibi platformlarda insanlar kendileri hakkında daha basit mesajlar verdiği için sözlüklerin payı daha fazla. Kaldı ki sözlükler anonim oldukları için her türlü pisliği de görebilmemiz mümkün.
Bir kere her fikirden insan barındırdıkları için zihninizde farkında olmadan zilyon çeşit insan profili çiziyorsunuz ve gerçek hayatınızdaki insanlar için genellemeye gidiyorsunuz. En nihayetinde önyargılı biri oluyorsunuz. Bir insanı tanımanın imkansız olduğu bir dünyada, oldukça cüretkâr hatta biraz hadsizce bir tutum bu.
Sonra sizi düşünce yalnızı olduğunuz yanılgısına itiyor. insan sarrafı olduğunuzu buna bağlı olarak da çok zeki olduğunuzu falan sanıyorsunuz ama sadece her telden insanı dinlemişsinizdir oysa. Yaptığınız şeyin adı tahlil değil eleştiri olmuş oluyor yani. Birçoğumuz dertsiz tasasız sayılabilecek kadar önemsiz ve halledilebilir sorunlara ve ortalama zekalara sahip, ortalama insanlarız. inisiyatif kullanmak zorunda kalana kadar prensipliyiz. O nedenle özden şaşmamak, sapmaya çabalamamak gerek.
"çok seviyordum çektim vurdum." Bu açıklama erkek kadın fark etmiyor toplumun yüzde yetmişinin falan aklına yatıyor. Zaten hemen hemen tüm kavramları algılamakta toplumsal olarak dev sıkıntı çekiyoruz da sevgiyi algılayış biçmimiz gerçekten çok trajik. Sevgi acı çekmekle eşdeğer görülüyor. Seviyorsan acı çekersin, sürünürsün, hayatın mahvolur ve bunlar çok doğal şeyler diye düşünülüyor. Mesela karşındaki insanın seni sevmesi, senin onun istediği gibi davranman için yeterli sebep. Seviyorum onu ve ne istesem yapacak. Yapmazsan da orospu ya da çocuğu oluyorsun ve tataa nurtopu gibi bir öldürme hakkı.
Sevgi, birinin isteklerine göre davranıp şekillenmeniz, aidiyet duygusuyla alakasız şeylerdir.
Fiziksel olmasa bile hemen hemen bütün ilişkilerde psikolojik şiddetin alası görülüyor. insanlar kendilerine köle arıyorlar resmen. "Kadın dediğin nedir ki? Kadını seveceksin, sikeceksin başka bir şey istemez kadın" diyen "ordinaryüsler" yaşıyor bu ülkede sonuçta. "ya bence iki taraf da birbirini dövebilmeli, kimin gücü kime yetiyorsa" diye normalleştiren bile var. Be gerizekalı erkek güçlü işte.
Tamam öldürmek son raddesi belki ama birbirimizin hayatlarına "sevgi" deyip bu kadar çökmesek keşke. Hayatlarımızdan başka neyimiz var zaten?
Muhtemel bu hafta içinde gerçekleşecek olandır. Umarım bir an önce çökerler. Üzülecek olan varsa da beynine sıçayım. Yıllardır ülkenin en büyük vampiri bu adamlar. Özgürlüğünün de basının da rektumuna kadar. Ülkede o kadar kurum var. Biri azcık gücü eline aldığında el pençe divan oluyor hepsi. Halk daha ne yapsın lan halk diyorsunuz.
Son olaylardan dolayı twitterda moda olmuş yeni duyar sıçmığı.
Canlı bombanın ailesinin ne hissettiği gerçekten umrumda değil. Kendi acımızı bırakıp onların acısıyla empati kuramayacak kadar öfkeliyim. Zaten nerde iyilik timsali görünen liberal bir dallama var muutttlaka gelip koca bir acının ortasına "eme önlerlere empiti kırilim" falan diyor. Göt. Onlarca yıldır hırsızla katille empati kura kura haneke ettiniz adamı. Biz miyiz bunun muhattabı sıçtığım?
Ay evet üzülelim çünkü bağnazlık yüzünden öldü. Üzülelim çünkü ailesi sefalet içinde. Peki bize kim üzülecek?