bugün ikinci sınıflara ilk dersinde, yaklaşık 46. dakikasında, herkes nefesinin tutmuşken, her kelimesinde desibeli azaltarak şöyle demiş harikuladenin fevkinde şahıs.:
aslında, içinizden bazıları, gizli gizli, ya da açık seçik,
entelektüel olmak istiyorsunuz..
biriyle konuşmayı bile önemli ölçüde riskli hale getirir, düşününce.
kurduğum cümlelerdeki kelimeleri karşımdaki kişinin hayatında kaç kez ve hangi durumlarda gördüğü ve nasıl algılayacağı kaygısı yaratır ki, evlerden ırak.
sağımdan solumdan iri canavarlar gibi geçen iett otobüsleri, karşıdan yürüyen adam tükürüyor yola. adamın hayatını kuruyorum kafamda, karısını dövmüş müdür hiç acaba. aynı anda özlediğim arkadaşımı aramak için elim çantama gidiyor, o gün girmediğim derslerin vicdan azabı takıntı gibi. takık gibi. takılmış.
aklı meşgul etmeye çalışırken, akıl gerçekten meşgule alıyor. kafa karışıyor. bilerek anahtarı almadan evden çıkar gibi. ya da tebeşir tozu yutarsın. öyle.
yürüyorsun ama, nereye? nasıl gidiyorsun. kaza olmuş dönüp bakmıyorsun. hızdan oldum olası ürkerim. ama böyle 'öğlen içilen üç bira kafasıyla araç kullanılmaz salak' diyorum. bir şeyler yanlış ama, müdahale etmekten çekiniyorum. sonra sorgulamalar. normali böyle mi acaba? anormal olduğunu sandığım, aslında olması gerekenmiş meğersem. 'sana biz şaka yaptık?!'. kamerayı bi tarafınıza sokup gidin mesela. el sallarım arkalarından ama işte. ssssssssaf.
1580lerde philip sidney tarafından yazılmış ünlü ingiliz soneler dizisi. 108 sone ve 11 şarkıdan oluşur.
astrophel'in isim hikayesi şöyledir;
star, yunancadan gelir ve aslı "aster"dir. "phil" ise aşık, seven manasında.
astrophel, yıldızı seven, yıldıza aşık.
latinceden gelen stella ise star, yani yıldız demektir.
bu durumda astrophel yıldıza aşık, stella ise yıldız.
once'ın soundtrack'i, glen hansard şarkısı. akıllara zarardır. sözleri şöyle;
So, if you want something
And you call, call
Then'll come running
To fight, and I'll be at your door
When there's something worth running for
When your mind's made up
When your mind's made up
There's no point trying to change it
When your mind's made up
When your mind's made up
There's no point trying to stop it
You see, you're just like everyone
When the shit falls all you want to do is run, away
And hide all by yourself
When you're far from me, there's nothing else
When your mind's made up
When your mind's made up
There's no point trying to change it
When your mind's made up
When your mind's made up
There's no point even talking
When your mind's made up
When your mind's made up
There's no point trying to fight it
So, if you ever want something
And you call, call
Then I'll come running.
(sadece ama sadece) kedinize karşı 'kutsal annelik içgüdüleri' besliyorsanız direnç gösterebileceğiniz bir eylem. koku, görüntü, pişkin pişkin 'e ne bekliyosun temizlesene?' bakışları. gerçekten çekilecek iş değil.
eğer evinizde zorunlulukla baktığınız bir kedi varsa, ya da aslında sorumluluğu başka bir kişideyse ve o an sizin yapmanız icab ediyorsa, mümkünatı yok. muhtelemen kediyi ve kumunu kapının önüne koyarsınız, hatta üstüne de ayaklarınız uzatıp televizyon filan seyredersiniz huşuyla.
bu yüzden kedi kumu temizleyebilmek aslında başlı başına hayvan sevgisi hakkında çok şey gösterir.
cesur, kararlı, kendinden emin olma durumu.
herhangi biri cesur olabilir ama aynı anda kendinden emin olmak zordur, ya da kararların, söylenenlerin yapılanların arkasında başı dik durmak.
bunların toplamı, eşittiri, herkeste kolay kolay bulunamayan vasıftır.
çok iyi bir bonobo şarkısı. eldeki şarap kadehiyle hafif sallanarak söylenirse etkisi artar. sözleri için;
they walk in the sky
so near and so high
they're stopping for none
and when the day is done
they agree that the sea
is the best place to be
wondrously free
they live happily
they know from the past
life simply doesn't last
so they live for today
for tomorrow they may
not be able to walk in the sky
sun slips into horizon
moon reaches for the stars
music is the healer
no matter who you are
rakiplerden ve düşmanlardan gizli bir avantajın, gizli bir bilginin bulunması, bunu kullanmaya her an hazır olmak anlamına gelen ingilizce informal bir idiom*.
sınav soruları bir şekilde eline geçmiş, sınıf birinciliğini gözlüklü inek arkadaşa bırakmayacak arkadaş söyleyebilir.
zamanında müdahale edilmezse hastayı tereddüt etmeden ölüme götürebilecek, yüksek dozda tehlikeli bir alerji türü. ağız yoluyla alınırsa seyri şöyle;
ilk olarak hastanın tansiyonu çıkıyor, şiddetli çarpıntı başlıyor. yavaş yavaş tüm vücut şişmeye başlıyor. şişen ve büyüyen dil, nefes alımını imkansız hale getiriyor. kısa bir süre içinde vücutta kızarıklıklar oluşuyor.
bu esnada hastayı kusturmak iyi bi' yöntem olabilir. acilen doktor müdahalesi gerektirir. penisilin dünyanın en büyük buluşlarından biri olup; hayatı kurtarabildiği gibi 15 dakika içinde kişiyi öldürebilir.
bembeyaz bir böcek türü.
abartmadım; uzmanlar bu böceğin tüm hayvanlar arasında en beyazı olabileceğini söylüyor. kar gibi parlamasının tek açıklaması pigmentler değil, bedeninin ışığı nasıl yönlendirdiğiyle de alakalı.
kendisini güneydoğu asya'da bulabilirsiniz.
isminden de anlaşılacağı üzre bu balıkçıl türü daha çok geceleri aktiftir.*
baş ve sırt bölgesinin siyah renkte olmasıyla dikkat çeker; diğer balıkçıllar ve bilimum hayvanlar gibi ilginç bir damak tadına sahip olup kurbağa ve balıkla beslenirler.
su kenarlarında ya da su üzerindeki yabani otların üstünde öne eğilmiş vaziyette vaktini geçiren; adını tüylerindeki renklerden alan ama nedense uçarken renkli kanatları beyaza dönen ilginç bir canlı.
bir balıkçıl türü.
oryantalist fransız ressam. heykelciliğe olan merakıyla da bilinir.
1824-1904 tarihleri arasında yaşamış; osmanlı harem hamamlarına da ilgi duymuştur.
1876 tarihli harem hamamını betimleyen tablosu da hemen aşağıdaki linktedir.
şaşacak ne var bunda bilmem,
pijamayla başka adamsam,
elbiseyle başka birisi,
tıraş da beni değiştirir,
ayakkabı boyası bile.
ya hava, ya günün saati;
ya kahvesini içtiğim dost?
hepsinin hakkı yok mu bende,
geçen kadının gülüşünden,
elimdeki mektupa kadar?
icabetmez mi hoş görünmek
üsküdar'daki akrabaya,
ayda yılda bir uğradığım. ben de bir insanım nihayet.
mac taylor, cnbc-e sayesinde izlediğimiz csi:ny adlı başarılı dizinin baş kahramanı, müthiş yetenekli dedektifidir. karakteri gary sinise canlandırır; çok da iyi yapar, rolün hakkını verir. mac taylor'ın o karizmatikliği sadece gary sinise'nin kendi yeteneklerinden ileri gelmektedir.
edit: demek istediğim; gary sinise'ın senaristlerin kafasında var olan mac taylor'ı çok daha nitelikli ve başarılı yaptığıdır. o bakış, o kararlılık, o profesyonellik. muhteşem.
kişideki duru güzelliği, biblo misali suratı, narin yapıyı ifade eden söz öbeğidir. ilham kaynağı oya gibi işlenmiş görünümündendir.
kanımca en cuk oturan örneği natalie portmandır.
sanki beş dakika önce gökten inmiş taze melek kedidir. suratını ısırmayı çok istersiniz, ama sadizminizden korkup vazgeçersiniz. arada bir "grrrr"lar, boynunu kaşırsınız, daha çok gırlar. 8 saat kıpırmadan oturabilirsiniz, bebek gibi bişeydir.
bir ısırık almanız durumunda evrenin ve insanoğlunun yaradılış sebeplerini tekrar düşündürtme potansiyelli muhteşem domino s pizza pizzası. domates sosu ve kararında hamur kalınlığı dahiyane bilimsel buluşlara parmak ısırtabilir.
ya da ben acıktığım için mübalağa ediyorum. kusuruma bakmayın.