soñ günlerde "dolmuşlarıñ kalkması" ve "her yére metro/tramvay yapılması" istekleri dile getiriliyorken usuma gelen olay.
olay ne peki? "ulan bu bildiğiñ tek vagonlu tramvay değil mi?" diyeceksiñiz belki. tam değil. çünkü (bkz: dolmuş ile minibüs arasındaki farklar) gibi bir ayrım var. açıklarsak:
- birincisi; dolmuş, adı üzerinde, dolunca kalkar. olayı budur. o yüzden hafif raylı dolmuş dénen şey, olsa olsa harekete dolunca başlayan tramvaydır.
- ikinci bir fark da, dolmuş uygun/müsait olan her yérde durur. o zaman hafif raylı dolmuş için de duraklar olmayacak, herkes él işâretiyle durdurabilecektir.
- üçüncüsü ise dolmuşta doğrudan para alınır, bilet olmaz. burada da bilet yérine para olacaktır muhtemelen. devlet yaparsa biletli olur elbet.
getirileri:
- raylı dolmuşlar, ray üstünde olacaklarından birbirini sollayamazlar. böylece dolmuşlu kazâlar bir gıdım azalacaktır.
- raylı dolmuşlar, -yiñe ray üstünde olduklarından- sinyal vérmeden ânî çıkışlarla başka arabaları sollayamazlar. eñ fazla arkadan geçirirler ama bu durumda 8/8 kusurlu olup cezâyı kendileri çekerler (ray eñ sağda olacağından dolayı sağdan dalan araç da olmaz).
- elektrikle çalıştıklarından şehir merkezlerinde hava kirliliği yapmazlar.
- sürücü odası yalıtık olduğundan* şöför-yolcu arası gérginlikler bir gıdım azalacaktır.
- eñ önemlisi ray yüzünden tenhâya çekemezler!
- bu işi devlet yaparsa dolmuş/minibüs/özel halk otobüsü mafyası ve terörü, üstüne gidilirse daha kolay ortadan kaldırılabilir.
- dolmuş ulaşım sisteminiñ pratik getirilerini de keybetmeyiz (sürekli dolmuş geçmesi, her yerden geçmesi, vs).
götürüleri:
- her yére hafif ray döşemek zorunda oluruz.
- elektriği ürettiğimiz yérler, (bkz: hes) veya doğal gaz santralleri olduğu için toplamda doğaya beñzer bir zarar vérir.
- dar sokaklarda trafiği biraz tıkayabilirler (yiñe de aşılabilir bir durum).
- dolmuşa göre daha pahalı bir yatırım.
bélirsiz durumlar:
- devlet yaptığı ray üzerinde özel girişimciye belli standardlar altında izin verebilir. standardı devletiñ bélirlemesi iyi bir şey, ancak yaptırımları tam uygulamayan hükümetler ve belediyeler yüzünden sorun teşkil édebilir. Artık o da o belediyeniñ halkınıñ denetimine kalmış olacak.
kâtili, tâcizciyi ve tecâvüzcüyü teşvik édecek cezâî yaptırımları ve bu yargı düzen(sizliğ)ini getiren ve koruyan vekilleriñ aralarında olduğu güruhtur.
tenhâ yérlerdeki güvensizlik ve suça ortam olma durumlarını bitirebilecek olası hamle ve olası kampanya.
tabii ki asıl çözüm, sapıklarıñ ve piskopatlarıñ hak ettikleri cezâları almaları, cinsel açıdan doğru eğitilmiş bir toplum ve kadınlarıñ refâhını sağlayacak önlemlerdir. ancak iktidar olanlarıñ pek istemeyeceği bu uzun ve zorlu yolda, bir nebze olayları azaltabilecek bir çözüm olarak, dolmuş hatlarındaki kadın istihdamınıñ %1500 arttırılmasını öne sürüyorum.
özellikle işsiz ve vasıfsız/okumamış kadınlar teşvik edilecek, birkaç ay sürücülük (ve kendini koruma!) eğitimi vérilecek ve hepsi dolmuş hat sahipleriniñ uymak zorunda olacağı bir yönetmelik sayesinde istihdam olacak. Erkek şöförler, işlek yérlerde teker sallarken, kadınlar güvensizlik âbidesi yérlerde çalışacak ve tabii ki, yanından levyeyi, biber gazını, haydarı eksik etmeyecek.
gérici (irticâcı) gibi geçmişteki bir döneme özleme sahip olmayan veya ilerici gibi ütopyalara sarılmayan, doğrudan bugünü ve burayı yaşamaya çalışan kişidir.
örneğin sınavı veya sunumu veya bélirli bir güne yétiştirmesi gereken bir işi varsa o işiñ soñunu değil, hemen önündeki kısmını planlar. diyelim bir yazı yetiştiriyorsa, o yazınıñ soñ hâlini planlamak yérine, sıradaki paragrafı planlar ancak bunu yaparken "bu cümle soñ hâl olmaya katkı sağlıyor mu?" diye sorularla kendine ayar çeker.
siyâsî olarak da bugünñ ve buranıñ çözümlerini tartışır, gelecekteki oluşacak sorunları ise eñ fazla hayal éder ancak planlamaz. hedefi sadece belirler, planı olabildiğince kısa vâdeye çeker.
--
gerçek örnekler:
- önce doğadan örnek: karınca kolonisi. her karınca yalñızca işini yapar, kimseden buyruk almaz kimseye buyruk vermez. önündeki yiyeceği yuvaya götürür veya yiyecek bulur vs. plan yoktur. Ancak bütüne bakınca sanki planlanmış gibi bir soñuç çıkarır: yuvanıñ iç tasarımı, düşmanlara karşı korunumu, yiyecek yığılımı, kışa hazırlık*, vb.
- kendi târihimizdeki eñ yakın örneği (bkz: atatürk) olarak görüyorum. adam ortaya bir ütopya bırakmamış, zaten (bkz: osmanlı gericiliği)ne karşı, meşrutiyetten cumhuriyete geçişi pratik ve güncele ait çözümlerle sağlamıştır.
- dünya tarihinden bir örnek olarak ise (bkz: muhammed)i örnek verebilirim. yaşamı sırasında kendisinden sonra islam devletine ne olacağı konusunda hiçbir beyanda bulunmamış, sonraki halifenin kim olacağı konusunda net bir plan bırakmamıştır. bu nedenle cenaze namazını 16 kişilik bir cemaat ile imam olarak (bkz: ali) kıldırmış, toprağa verilmeden arabistan sıcağında naaşı 3 gün bekletilmiştir (müslümanlar daha önemli işlerle uğraşmaktaymış: halife seçimi).
- eñ sevdiğim kişi örneğini soña bıraktım: (bkz: gandhi). tuz üretimini yasaklayan ingiliz krallığına pasif direnişle kafa tutarken sadece ve sadece önündeki kısa vadeli sürece odaklanmıştır ve hindistan'ıñ bağımsızlığını bu yöntemle elde étmiştir.
- eñ sevdiği olay örneğini eñ soña bıraktım: (bkz: taksim gezi parkı direnişi). direniş, yalnızca önündeki ağacı korumak için direnen bir avuç insanla başladı, yalnızca parkı kollayan milyonlara vardı ve yalnızca topçu kışlası benzeri rant ve doğa karşıtı hamlelere, polis şiddetine ve iktidar hırsına karşı pratik çözümlerle ortaya bir komün yarattı. bireyler farklı amaçlar veya özlemler taşısa da, hareketiñ/direnişiñ kendisi bir özleme* veya bir ütopyaya* yaslanmadı. soñuçta topçu kışlası yapılamadı, iktidar çirkefleşti, gerçek yüzünü ortaya çıkardı, korktu ve zıvanadan çıktı (inceldiği yerden koptu).
birebir añlamda "çöpten ve boktan" bir italyan kentidir. ciddiyim. sokaklar köpek bokundan ve çöpten geçilmiyor. bir de, şemsiye ölüsü...
üç-béş adımda bir yerde ölü yânî bozulmuş* bir şemsiye görülebilir. nasıl oraya geldikleri konusundaki tek açıklama, bu insanlarıñ rüzgârdan şemsiyeleri ters döndüğünde "aa bozuldu lan" deyip tam o ânda serbest bırakmak suretiyle oracıkta yére düşmesini sağlamaları ve yola hiçbir şey olmamış gibi devâm étmeleridir. nasıl bu kadar duyarsız olabiliyorlar añlamıyorum.
bu arada simgelerinden biri kırmızı sivri biber olduğu halde hiçbir manavda o biberlerden bulamazsıñız. zâten, Türkiye'de çok sıradan olan şeyleri Avrupa'da bulmañız zordur*.
sokakta yürürken görebileceğiñiz şeyler:
- sokağa işeyen adamlar
- her adımda bir cant kapağı
- çöp
- yine çöp
- köpek boku
- tüm arabalarıñ* kaportasınıñ parça pinçik olması
- her kırmızı ışıkta bir kaporta parçası, ya da tek kişilik bir yatak döşeği
- kırmızı ışıklarıñ işlevsiz olması*
- çöp
- kapalı alanda sigara içen insanlar*
- bağıran çağıran insanlar
- çöp!
- öğleden soñra boyunca her yeriñ kapalı olması (bkz: siesta)
- ufak bir yağmurda şehri sel basması
- balkonlarda asılı hiç toplanmayan çamaşırlar*
- italyanca bilmeyen kitleler (bkz: napolitanca)
- her mahalleniñ farklı lehçelerde konuşması
- çöp!!
- çalıntı iphone, telefon vs satan insanlar
- çalınmasın diye arabalarıñ direksiyonlarında kocaman bir kafes ve kilit
- ha bir de, yérlerde çöp olduğunu söylemeyi unuttum!
geleceğe dönüş serisinin üçüncüsünde 1885 yılından 1985 yılına gitmek için yapılan eylem. Yalnız vurdurmak için 5-6 adam ittirince olmayacağı için trenle yapıyorlar o işi. ayrıca leyla ile mecnun dizisinin 13. bölümünde de aynı muhabbet ciddi ciddi geçmektedir.
bizim komedi dizilerimizde yapılan bilim kurgu daha nitelikli oluyormuş (bkz: kardeş payı). bence biz her şeyi komedi formatında yapalım daha nitelikli oluyor. ülkecek komediyiz zaten, ata sporumuz ayrıca. bilimi de komedi formatında yapalım, anca o zaman yükseliriz.
sözlüklerde geçmediği ancak kullanımda olduğu söylenmiş "toplu sanal ortamda arşılıklı beğenme anlaşması" veya "karşılıklı hoşlanma" añlamlarına gelen sözcük.
turkcesivarken.com daki yazışmalık alañında "yazılarıñ soñunda veya altında olan kısa ara bilgi" añlamında yayılmış, dipnotuñ añlamdaşı olan sözcük. sıfat olarak kullanıldığında "dipteymişçesine deriñce, dip gibi, diple ilgili" añlamına gelir.
11 ocak 2015'te toplam 43 ilde éylemler gerçekleşirken aynı ânda hem mersin hem ilçesi tarsus hem de Adana'nıñ ayrı ayrı éylem yaparak böylece 80 km içinde 3 ayrı yürüyüş düzenlemiş olan harekettir. değişikmiş.
ha, bu arada 9 şubat 2015'te okulları boykot édeceklermiş. o zamana dek de mahalle mahalle sokak sokak kampanya yapacaklarmış. boykotuñ amacı aynı: imam-hatipleştirilen okullarıñ géri alınması ve zorunlu din dersleriniñ kaldırılması.
Yargı.
Örneğin bugünkü Danıştay ile Yargıtayıñ ilk kuruluşu, 1938'de Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm u Adliye (Kurallar ve Yargı Üst Meclisi) adıyla tek bir yapı şeklinde oldu. 1968'de ise bu yüksek mahkeme, Şûrâ-yı Devlet (Devlet Danışması) ve Meclis-i Ahkâm u Adliye (Kurallar ve Yargı Meclisi) diye ikiye ayrıldı. Cumhuriyet döneminde ilkiniñ adı Danıştay, ikincisiniñ adı Yargıtay oldu (bkz: dil devrimi).
Yasama.
Diğer bir örnek de, Meclis-i Mebusan (Temsilciler Meclisi) dir. 1920'de açılan TBMM zaten bu meclisiñ Sivas Kongresinde toplanan devamıdır.
Eşitlik ilkesi.
Ayrıca yurttaş eşitliği sağlanmaya başlandı (müslim gayri müslim ayrımı kalktı). Eşcinsellik suç olmaktan çıkarıldı. Nizâmiye mahkemeleri laikleştirildi (gayri müslimlerin de davalarına bakar oldu) (1840). Askerlik hizmeti laikleştirildi (gayri müslimlere bedel yükümlülüğü seçeneği de getirildi) ve Yeniçeri kastı kaldırıldı.
Bir bakıma Padişah, Cumhurbaşkanı gibi bir şeye dönmeye başladı, hükümet ve meclisin yetkileri ayrılmaya, yargının yetkileri bağımsızlaşmaya başladı. Yurttaşlık kavramı gelmeye, eşitlik ilkesine doğru geçişe gidildi. Bunlarıñ tümü Cumhuriyet rejiminiñ temelleridir. Bu yüzden bu Tanzimat > Meşrutiyet > Cumhuriyet şeklinde bir geçiş görülüyor.
uludağ sözlük tamlamasınıñ Arapçası ve potansiyel Osmanlıcasıdır. Başlıktaki kesme, şapka ve tire imleriniñ yitmesinden dolayı tam biçimi divânü'l-cebelü âlî dir. Bu hayâlî olan Osmanlıca katılımcı sözlükte, giri/entry yérine duhûl, yazar yerine kâtib, başlık yérine rasiye, ... dénmektedir.
paralel olanıñ evrenler değil, olaylar olduğu evren yorumudur.
evreni bir ağaç gibi düşünün. kökü var, yani büyük patlama olayı. her budak bir olay ve budağın her ayrımı onun olası sonuçlarından biri olarak hayal ediñ. yânî, her olayıñ soñucunda olası kaç olay varsa, o olay budağından o kadar dal çıkıyor.
işte biz o karman çorman dallanmış budaklanmış evren ağacınıñ bir noktasında yânî bir dalında duruyoruz. köke doğru bakınca geçmiş olayları görüyoruz, yapraklara bakınca olası gelecekleri görüyoruz. köke doğru tek bir yol olduğu için geçmişimiz tek. Ancak gelecek için sonsuz olası dal ve budak var.
bu bétimlemeyi şimdi fiziksel zemine oturtalım.
kuantum kuramında ölçülen olaylar, olası durumlardan yalnızca biridir. bir olayıñ olası durumlardan birine varmasına olasılığın çökmesi denir. yani, olasılık çökünce, evren ağacındaki budaklardan birinden bir dala saptınız demektir, artık diğer olası dallar geride kaldı demektir. bu "çökme" durumu da ancak ölçümle yani başka varlıklarla etkileşimle olur***.
bir parçacık, hiçbir şeyle etkileşmezse evren ağacında hiçbir dala girmemiş demektir. istediği kadar zaman geçsin, parçacık o dalların hâlâ tümünde bulunuyordur. ta ki etkileşim gerçekleşene yani ölçüm olana kadar. bu durumda yalnızca olası dallardan birinde bulur kendini. yani bir elektron bir noktadan diğerine giderken arada hiçbir parçacıkla etkileşmemişse aslında olası tüm yolları aynı anda gitmiş demektir, herhangi birini özellikle seçmemiştir (bkz: feynman iz integrali).
işte paralel evren yorumu da buna dayanır. bu etkileşimiñ yani ölçümüñ aslında her dalda ayrı ayrı olduğunu, ancak bizim yalñızca birindekini yaşadığımızı söyler.
bu bir kuram değildir. kuramıñ yorumudur. yani kuramıñ dışında bir öngörüsü yoktur, örneğin "paralel bir dala geçiş" gibi şeyler söz konusu değildir. paralel evren yorumu yalnızca diğer olası durumlarıñ henüz yitip kaybolmadığını, fizik yasalarımızda bu olası paralel olaylarıñ hala orada bir yerde olabileceğini söylemektedir. yani "kimse paralel olaylarıñ hala var olmadığını, bugünkü yasalarımızdan çıkarsayamaz" demektedir.
bir gün biri çıkıp yeni yasalar ortaya koyar, onlarıñ geçerli olduğunu gösterirse, ardından paralel olaylarıñ olamayacağını buna dayanarak kanıtlarsa, durum değişir tabii. ancak bilim bu konularda bilinemezci (agnostik) olmayı yéğler ve paralel evren yorumu bu añlamda bilinemezcidir. herhangi bir spekülasyon veya varsayım veya yoksayım yapmayıp, sadece mevcut fizik yasalarını yorumlamıştır.
neden iki ayrı kod olduğunu anlamadığım karşılaştırma. kim yapmış bu düzenekleri de bunu düşünmemiş anlamıyorum. (bkz: sebebi neydi ki)
mâdem ikisi de "iller" kümesini sayılara eşlemekten ibâret, neden ikisini aynı yapmamışlar? eğer cidden aynı olsalardı, telefondaki alan kodları yerine plaka kodu olurdu. demek istediğim ankara için 312 değil 06 tuşlardık. çünkü daha kısa. Örneğin Ankara'daki bir evin numarası +90 06 xxx xx xx olurdu. Bir basamak kâr éderdik ne güzel.
istenirse, bir yönetmelikle bu olayhalledilebilir. 1 yıllık geçiş dönemi boyunca her telefonun hem eski alan kodu hem de yeni (plaka kodlu) alan kodu kullanımda olur. eski alan kodunu girince telesekreter yurttaşa yeni uygulama hakkında bilgi verir, teşvik eder sonra da yönlendirir. Arada basamak farkı olduğu için de çakışma olmaz, çünkü bir basamak eksik girince "eksik bir numara çevirdiniz" uyarısı almak yerine yeni alan kodlu numarayı aramış oluruz.
cep telefonları sanırım olduğu gibi kalır. 800'lü yeşil hatlar 00'lı olur bence. 900'lü hatlar 90'lı olur belki, ancak bir gün ilçelerden 9'u daha il yapılırsa 90'ıncı il çok cenabet olacak demektir.
Tahsin Banguoğlu'nuñ aktardığına göre Atatürk'e yapılan Türkçe ile ilgili arzlardan birinde alaylı dilcilerden biri "Paşam! Fransızcadaki Mösyö*, madam* ve matmazel* kelimelerinin Türkçe karşılıklarını bulduk!" Atatürk "ne buldunuz?" diye sormuş. Onlar da "mösyö yerine Divânü lugât'it-Türk sözlüğünden bay kelimesini bulduk. Anlamı "zengin" demek. Madam yerine bayan kelimesini bulduk. Anlamı "zengin" demek. Matmazel yerine de bayın kelimesini bulduk. Anlamı "nazlı" demek. Atatürk bunun üzerine ayarı çakmış:
--spoiler--
"Tamam ama birisi daha evlenmemiş bir genç kıza kasten veya yanlışlıkla "bayın ayşe" yerine "bayan ayşe" derse ne olacak? O kızın ağbisi, babası amcası, dayısı veya yakınları "bizim daha el değmemiş, evlenmemiş, bakire genç kızımıza kadın diyorsun diye kavga çıkarsalar, namus davası gütseler ne olacak? Atın bu bayın kelimesini efendim, atın!"
--spoiler--
Onlar da bayın sözcüğünü atmışlar, ancak diğer iki sözcüğü Türkçeye sokmuşlar! 1930'larda dilbilimi camiasında malzeme bu kadarmış, n'apalım!
Adın önüne bay yerine adın sonrasına bey, bayan yerine de hanım dénmesi hem daha kanıksanmış hem de daha eski ve Türkçeye özgü bir kullanım olduğu için bay ve bayan kullanımını unutmamız yararlı olacaktır. zararıñ neresinden dönülürse kârdır.
geçersiz olsa, mantıksızlığıñ daniskasını gösterecek ilkedir.
öncelikle eylemsizlik ilkesi, "duruyorsa durmaya, sabit hızdaysa sabit hızda gitmeye devam eder" falan değildir. Bu olsa olsa ilkeniñ soñucudur.
eylemsizlik ilkesi, en temel olarak, herhangi bir neden yoksa cisimlerin eylemsiz kalacaklarını söyler. eylemsizlik ise, cismiñ konumunu ne kadar koruduğudur.
hemen zihinlere düşecek olan "madem öyle, cisim neden eylemsiz kalsın ki?" sorusu yanlış bir sorudur. doğru yanıt alabilmek için doğru soruyu sormak gerekir. doğru soru, "neden eylemsizliğini bozsun ki?" şeklindedir! gerçekten de cisim durup dururken eylemsizliğini bozmayacaktır. çünkü hareketini değiştirmesi için bir nedeni olması gerekir!
yiñe de kuantum alañ kuramınıñ ortaya atılması ve bugün artık kütleçekim dışındaki étkileşimler için standard model hâline gelmesi sâyesinde éylemsizlik ilkesini artık daha iyi añlıyor olduk. buna göre eylemsizlik ilkesi, özünde bir soñuçtur, temel değil.
gerçekte parçacıklar her türlü saçma sapan hareketi nedensiz olarak yapar! bir bakıma tüm olası hareketleri yapabilir. hiçbir kısıtlama yoktur. konumunu koruması, hızını koruması vs. bunlarıñ hiçbiri bir parçacık için geçerli değildir. ancak tüm olası hareketleriñ tümünü birden "yaşar"! bunu biraz açayım.
A noktasından B noktasına gitmiş bir parçacığı ele alalım. yani, parçacığı bu noktalarda ölçtük, arada nasıl gittiğini ölçmedik. işte bu parçacık, aradaki tüm olası yolları, tüm olası şekillerde kat etmiş gibi davranır. ancak bu yol olasılıkları tıpkı vektörleriñ toplanması gibi birbirleriyle toplanırlar ve ortaya "birleşke bir yol" çıkar.
işte bu birleşke yolu gerçekten gitmiş olur!
eğer bu olası yollar birbirleriyle simetrikse, yani parçacığı kısıtlayacak engelleyecek, bazı olası yolları ortadan kaldıracak başka unsurlar yokas, parçacığıñ olası yollar toplamından çıkacak bu birleşke, a noktasından b noktasına düz bir çizgi oluvérir.
işte eylemsizlik ilkesi, bu yüzden kuantum alan kuramının temeli değil, sonucudur.
mavcut siyâsî partiler yasasınıñ birçok siyâsî düşünceyi meclis dışı kılması soñucu 1980 darbesinden bu yana bir sıkıntı zaten vardı. Eñ soñ işte 31 mayıs 2013 gezi parkı direnişi ile halk kitleleri siyâsî taleplerini dile getirecek yeñi bir zemin oluşturmuşlardır. Ancak polis tarafından parkıñ kapatılması ve eylemcileriñ parktan çıkarılması soñucu bu zeminiñ geñişletilmesi gerekmiştir.
Zemin, çok geçmeden mahalle parklarına, yânî yérel direnişlere kaymıştır. ilki abbasağa dayanışması olup kısa sürede tüm illere sıçramıştır. bu süreçte geziciler, aralarında iletişim kurmayı öğrenmiştir (karar alma mekanizmaları, vb.).
ardından kış başlamış ve geziciler evlerine dönmüştür. Haziran 2014'te geziciler yeniden mahalle meclisleri oluşturmaya ağır ağır başlamıştır. Ağustos'ta bazı meclis dışı sol partiler, gezicilere forumları birleştirme çağrısı vérmiştir (bkz: ödp) (bkz: tkp)**. Geziciler, Birleşik Muhalefet Hareketi adıyla il il gezmeye ve mavcut forumları tek bir çatıda toplamaya çalışmıştır.
Bunuñ soñucunda Ekim 2014'ten bugüne dek olan süreç başlamış ve "birleşik haziran hareketi" adına bürünüp aşağıdaki doktrini benimsemiştir:
--spoiler--
Eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, kamucu, dayanışmacı, laik, bağımsız, toplumcu bir cumhuriyet ve ülke için; gericiliğe, faşizme, emperyalizme, piyasacı yağma düzenine ve bunları temsil eden AKP rejimine karşı birlikte yola çıkıyoruz.
--spoiler--
46 ildeki toplam 137 mahalle meclisinden gelen toplam 1332 delegeden oluşan ilk Türkiye meclisi, 27-28 Aralık Tarihlerinde Ankara'da toplanmıştır. (bkz: 1. Türkiye meclisi soñuç bildirgesi)
Birleşik Haziran Hareketi'niñ ilk adımı da laik ve bilimsel eğitim için sokağa çıkmak olacaktır. çağrıya göre 11 ocak 2015 saat 13:00'da herkesi sokağa çıkmaya çağırmışlardır. bence ilk adım için çok iyi başlangıçtır: eğitim şart > bilimsel eğitim şart > laik ve bilimsel eğitim şart > lan o zaman neden sokağa çıkmayalım?
hareketiñ büyümesi için gerekenler bence aşağıdaki gibi sıralanabilir:
- öndersiz olması
- yerelden genele örgütlenmesi
- imeceli iş yapması
- hiçbir üyesine doğrudan yetki vermeyip, kolektif olarak inisiyatif kullanması (bkz: çoklu imzâ)
- mahalle evleri kurması (bkz: caferağa dayanışması mahalle evi)
- partiler üstü kalması
3 boyutlu uzay ile 1 zaman boyutunuñ bütün olarak ele alındığı geometri, nam-ı diğer minkovski goemetrisi.
Bu geometrinin noktalarına "olay" dénir. Her olay bir noktayla ifâde edilir ve iki olay arasındaki "uzaklık", gözlemcilerden bağımsız bir kavram oluverir. Nitekim, süreler veya uzunluklar, tersine, gözlemciden gözlemciye değişmektedir. Zaten bu geometriniñ uyduğu fiziğiñ adı bu yüzden göreliliktir.
bu geometride hız da dört boyutludur ve hızıñ dördüncü bileşeni ışıkhızıdır. aynı şekilde momentum da dört boyutludur ve dördüncü bileşeni enerjidir. Bu yüzden buna enerji-momentum dénmesi adettendir. Böylelikle, "momentumun korunumu" dénilen olay bu geometride otomatik olarak enerjiniñ de korunumunu kapsar.
Geometride olaylar arası uzaklık gibi, iki olayıñ enerji-momentumları arasındaki fark da kütleye denk gelir ve gözlemciden gözlemciye değişmez. buna da değişmez kütle dénir. değişmez kütle, parçacık fiziğinde çok önemli bir rol oynar.
bu geometride dönme hareketi biraz sezgilerimiziñ dışına çıkmamızı gerektirir. 3 boyutta dönmekten farklı olarak, burada zaman ekseninde de bir dönme gerçekleşir. fiziksel olarak uzayzaman dönmesi, gözlemci değiştirmeye denk gelir. O gözlemciniñ bakış açısından diğerine geçtiğiñizde uzayzamanda dönme hareketi yapmış oluyorsuñuz. 3 boyutta döndüğüñüzde bir açıdan söz édiliyorken uzayzaman dönmesinde ise tezlilik* söz konusudur. tezlilik de bir açıdır ancak hiperboliktir, trigonometrik değildir. yani sinüs kosinüs vs. yerine hiperbolik sinüs veya hiperbolik kosinüs vs. geçerlidir. neyse... sonuçta uzayzamanda dönme olduğunda başka hızda giden bir gözlemciye geçiş olmuş démektir.
bu soyut anlatım sizi aldatmasın, evrenimiz bu geometriye sahiptir!
Aşağıdaki yazıdan alıntıladığım sözleri sarf éden bir kişi, önce bu diyeceklerini bir araştırmalıdır. Özellikle kendine araştırmacı gazeteci diyorsa ve tarih konusunda konuşacak yazacak veya programlar yapacak özgüveni varsa...
Öncelikle Türk damgaları, iskandinav runlarına sırf benzedikleri için runic adını almışlardır. Bu adı aldıklarında henüz Türk damgalarınıñ Türkçe olduğunu bile bilmiyorlardı (V. Thomsen, çözene dek). Bu benzerlik şaşırtıcı olsa da, Türk damgalarındaki damgalar, şekil olarak karşılık geldikleri heceyi anlatmaktadır. Örneğin ok* sözcüğünü "ok" biçiminde bir damgayla, er* sözcüğünü "adam" biçiminde bir damgayla, ay* sözcüğünü "yarım ay" biçimindeki bir damgayla, at* sözcüğünü "at üzerine binmiş kişi" biçimindeki bir damgayla gösteriyorlardı. Oysa bu damgalarıñ aşırı bir benzeri iskandinav runlarında da bulunmaktadır ancak şeklen bir bağlamı bulunmamaktadır.
Zaten ilk çözüldüğü 1893 yılından béri, Batılı veya Doğulu hiçbir dilbilimci, bu durumu inkâr étmemiş, tersine, bazıları daha deriñ bağlamlar aramıştır (örneğin Hunlarıñ Avrupa'ya olan akınları soñucunda iskandinavlarıñ bu damgaları bizden almış olması gibi).
Kısaca Murat Bardakçı, doğru düzgün bir şey bilmediği bir konuda atıp tutmuştur. Kendi siyâsî veya menfî görüşü için insanları yañlış yönlendirmiştir. Niyetini okumak amacında değilim ancak burada ciddî bir yañlış varken kimse yanıt vérmezse sorun var démektir.
Tarihte biz Türkler kadar farklı alfabeler benimseyen ve yazısını değiştiren başka bir millet bulmak zordur. Bin küsur sene boyunca defalarca yazımızı değiştirmiş, başka milletlerin alfabelerini alıp kullanmışızdır ama kendimize ait, bize mahsus bir alfabeye hiçbir zaman sahip olmamışızdır. Meselâ, Orhun Abidelerinde kullanılmış olan ve millî alfabe olduğunu zannettiğimiz yazı da runik denen bir alfabe biçimidir ve o devirde dünyanın değişik bölgelerinde bu temele dayalı benzer yazılar kullanılmıştır.
tam adı velar nasal /n/, türkçesiyle, geñizcil buruncul /n/ sesi. burundan gelen /n/ sesi ile birlikte geñizden gelen g sesiniñ birlikte çıkmasıyla seslendirilen sesbirim. birtakım sözcüklerde buruncul bir sesiñ (n, m) geñizcil bir ses ile (g, ğ, k) yan yana gelmesi ile iki ünlü arasında oluşan ses (sen > sen+ge* > sanğa*).
türkiye türkçesinde gösterimi bulunmaz. osmanlı yazı dilinde kef-i nun veya sağır kef ile gösterilirdi. 1928 harf yeniliği ile yazıdan kaldırılmasına karar vérilmiştir. türkmencede n üzerinde bir ters şapka konularak gösterilir. özbekçede n üzerinde bir tilda konularak gösterilir. türkiye türkçesinde 30. harf olarak kullanılması istenen, gerekçe olarak da "ağızların büyük bölümünde geçerli bir ses olduğu ve yazı dilinin istanbul ağzına değil, çeşitli ağızların bir karışımı olduğu" söylenen bir sestir. türkiye türkçesinde önerilen gösterimi n üzerine tildadır.
kütleçekiminden sorumlu olan, yânî uzayzaman üzerindeki cetvelleriñ ve saatleriñ birbirleri arasındaki ilişkiniñ, kısa adıyla metrik tensörüñ kuantumlanmasıyla ortaya çıktığı düşünülen, ancak henüz nasıl kuantumlanacağı kuramsal olarak bile pek bilinmeyen parçacık.
cern'deki yapılan soñ ölçümlere göre henüz bulmaktan çok uzakta olduğumuz parçacık.
kuantum alan kuramına göre parçacıklar, alanıñ kuantumlanmasıyla elde edilir. örneğin, yukarıdaki alanların dışında da alanlar vardır. örneğin sıcaklık da bir alandır, ancak onun kuantumlanması söz konusu değildir çünkü sıcaklık, özünde elektromanyetik alandan kaynaklanan bir niceliktir.