Dünyanın gitmek istemediği Afganistan'ı, Kafkaslarda sıkışıp kalan Ermenistan'ı, her gün protesto olan iran ve Irak'ı geçmişiz ikinci olmuşuz.
Kaynak, sondakika.com bariz bir hükümet yanlısı haber sitesi, biliyor ki sinirli olmayı marifet sanan bir kitlesi var.
Gallup şirketi de Amerika merkezli, Türkiye hakkında daha önce bir çok araştırma yapan, rapor toplayan başarılı bir şirket.
Gerçeklikliklerin bu kadar ortada olduğu bir durumda, toplumun bu kadar sağır olması akla mantığa sığmayan bir olay. Bu gidişle Afganistan, Irak gibi ülkelerin yanında adımızı çokça duyacağız. Sinirli olmaktan çok, cahil olmayı tercih eden toplumun hak ettiği değer budur.
ister duygusal beklenti içinde olun ister normal bir arkadaşınız olsun, gün içinde neler yaptığını merak etmiyorsanız, umursamıyor yada umursanmıyorsanız ilişkiyi ayakta tutan sadece aranızdaki nezaketen gerçekleşen iletişimdir.
Bir çok sebep sayılır illa ki, herhangi bir ilişkiyi tek taraflı devam ettirmeye çalışmak kesinlikle hem vaktinize yazık hem de karşı tarafın ne yapmaya çalışıyor bu salak düşüncesini size yansıtmasına sebep olur.
ilişkinin bitmesinden korkmadan, kendi kişiliğinizden ödün vermeden hayatınıza devam etmek, iletişimin bu kadar kolay yapıldığı bir dönemde zor olmamalı.
Devletin, kriz dönemlerinde uyguladığı bir yasaktır.
Corona, her ne kadar nüfusu kalabalık olan şehirleri daha fazla etkilese de bence asıl problem anadolu şehirlerinde.
istanbul ve Ankara'da kısmi sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Bunun bir adım sonrası, haftasonları ile birlikte 18 yaş altına da sokağa çıkma yasağı gelmesi olur. Bunlar geç alınmış önlemler olacaktır. Çünkü artık taşra da bile herkesin en az ikinci dereceden akrabası corona olmuş durumda. Her ne kadar sağlık bakanı güzellemesi yapılsa da sürecin iyi yönetilmediğini düşünüyorum.
Ülkemizde sokağa çıkma yasağı uygulandığında, anormal şekilde market alışverişi yapılıyor, kuyruklar oluşuyor ve daha bir çok karmaşa. Bunun ekonomik boyutunu, salgına olan etkisini bir kez daha kaldıracak halde değiliz ne toplum olarak ne de devlet olarak. Aylardır evlerinde olan öğrenciler var, haftalardır hastanelerde mağdur olan kişiler var ve günlerdir kronik hastalığı olup sağlık hizmetlerinden yararlanamayanlar var. Her şey var var ama insanlarda psikoloji diye bir şey yok, kalmadı.
Mevsimin kış olması, insanların daha çok kapalı alanlarda bulunması, grip salgınında beraber gelmesiyle zor bir döneme gireceğiz. Umarım herkes için sağlıklı günler yakındır.
Bu yılın başında, corona'nın daha yeni yeni farkına varılırken piyasalar ve borsa iyiye doğru gidiyordu. Göreve başladığından bu yana her ne kadar açık şekilde başarılı bir ekonomi yönetimi olmasa da bir şekilde çarkı dönmeyi başaran kişidir Berat albayrak.
Döviz kuru, bizim gibi ekonomisi kırılgan yapıda olan ülkeler için her zaman alnımıza dayanan bir silah gibidir. Katma değerli üretim yok, teknoloji yok. Bunlar olmadan istersen tüm ülke vatandaşlarını üretime dahil etsen neye yarar?
Bir kaç hafta öncesinde Türkiye'nin yeni yatırım merkezi olacağını da söylemişti. Adı lazım olmayan birisi de Türkiye, Avrupa'nın Çin'i olabilir demişti. Bunlara sevinen var mı bilmiyorum ama ciddi anlamda iş gücünü düşürmek uğraşılsa bu kadar başarılı olamazdılar.
Evet, ekonomiden anlayan herkes doların nasıl düşürüleceğini, Türk lirasının nasıl değer kazanabileceğini bilir ve uygular. Ama bu açıklamalarla doların düşmesini istemeyenlerin başında, ekonomi bakanının olduğunu anlamak da zor değildir.
Halen insanların bu kadar umursamaz olmasına anlam veremiyorum, yarın bir gün yaptırım yediğimiz zaman, saatlik 5 liraya çalıştığımız zaman veya cebimizdeki parayla bir ekmek alamadığımız zaman iş işten geçmiş olacak.
Unutmayın, "bir kişi devlete taş atıyorsa bu ciddi bir suç olabilir ama bir toplum taş atıyorsa bu politik bir eylemdir."
Edit: başka bir şey dilesem sanırım zengin olurdum bu akşam, umarım bundan sonra halk zengin olur.
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Artık evlenmek eskisi gibi görücü usulü değil, tamamen iki insanın tanışıp birbiri ile uyumlu olup hayatlarına devam etmesine dönüştü. Burdaki anahtar kelime "uyumlu".
Bir insan kendisi ile anlaşabilen kişileri sever ve yanında tutmak ister. Günümüzde birbiri ile anlaşmak için çıkar ilişkisi dışında çok az insanın bir sebebi var. iş yerinde, okulda ve hatta evde bile zaman zaman çıkarlarımızın örtüştüğü kişilere samimiyet duyarız. Mesela çok güzel bir kadın veya çok yakışıklı bir erkekle aynı kişiden nefret ediyorsanız, alın size uyumlu "gibi" görünen ortak nokta. Bingo 1.
Yetiştirilme tarzı var bir de. Düşünün çocukluğu istanbul sokaklarında geçmiş birisi ile aynı yıllarda çocukluğu Bayburt'un sokaklarında geçmiş birisini. Aynı ülkede yaşayıp ve belki de aynı dine inanan iki kişinin, ne ayıp ne de ayıp olmayan şeyleri aynı olmayabiliyor. Hayat illaki bir noktada bu iki insanı karşılaştırabilir ve ilk görüşte kendine "uyumlu" sanabilirler. Ama sokakta yürürken, eğlenmek istedikleri zaman veya herhangi bir şey hakkında tartışırken yaşayacakları anlaşamazlığı tahmin etmekte zorlanmayız aslında. Bingo 2.
Ekonomik durumu herkes bilir, sözlükte aile sahibi olan veya tek de yaşasa kendi evini geçindiren bir çok kişi tanıdım. Evlilik bir çok kadının eşsiz bir hayalidir aslında ve bunu erkekler çoğu zaman anlayamaz. Kadın, belki de hayatında sadece bir kez yaşayacağı günü en güzel şekilde yaşamak ister. Erkek ise oldu bitti kafasındadır. Detayları düşünen bir tarafla, detayları görmezden gelen bir taraf evlenmesi zor bir bütünü oluşturur. Bingo 3.
Bunlar da açıklaması uzun ama bilinmesi gereken sebepler, "işsizlik", "toplum baskısı", "mükemmeliyetçilik", "gelecek kaygısı", "çocuk büyütme endişesi" diye uzayıp gidiyor...
Nitekim, daha önce de tartıştığım kişilere şu hikayeyi anlatırım.
Bir gün hocamın yanına gittim ve dedim ki, "Bir kitap okudum ama zihnimde hiç bir şey kalmadı"
Hoca ise bana bir meyve uzattı ve al bunu ye dedi. Yedikten sonra bana dönüp,
"Şimdi sen büyüdün mü?" diye sordu.
Hayır dedim.
Ardından, "Sen büyümedin ama o meyve, vücuduna dağıldı, et oldu, kemik oldu, tırnak oldu, sinir oldu, deri oldu..." diyerek devam etti.
Okuduğumuz kitaplar da aslında böyledir, bir kısmı kelime darağacını genişletir, bir kısmı bilgini artırır, bir kısmı ahlakını güzelleştirir, bir kısmı yazı ve konuşma üslubuna incelik katar, bir kısmı özgüvenini artırır ve bir kısmı da hayatı farklı boyutlarda düşünmemizi sağlar. Bunların her ne kadar farkında olmasak da...
Kitap okumak bir şeye yaramaz, çünkü kitap okumak çok şeye yarar.
Normalden kat ve kat fazla alınması gereken önlemlerdir.
Bu hastalığı geçirmiş birisi olarak, her zaman kendime dikkat ettiğimi sanırdım. Her ortamda maske takmak, eve gelince duş almak, sosyal mesafe kurallarına uymak veya ortak kullanım alanlarında maksimum önlemi almak gibi bir çok şeyi uygulardım.
Ancak, küçük bir grip hastalığı ile gittiğim hastaneden 3 hafta sonra çıkabildim. yapılan testler, günlük kontroller ve çekilen sıkıntılar gerçekten anlatılanlardan çok ama çok zorlu bir süreç. bireysel dayanıklılığınızı, psikolojinizi ve bağışlıklık sisteminizi aşırı sağlam tutmanız gerekiyor.
Benim aldığım önlemler her ne kadar fazla olsa da çevremdeki insanların kötürüm düşünceleri yüzünden ilk zamanlar bu hastalıktan kurtulamayacağımı sanıyordum. babamı en son gördüğümde söylediği "bu çocuğun işi bitti" sözü ve diğer akrabalarımın söylediği şeyler beni maça 1-0 yenik başlattı.
Özel hastane olduğu için mi bilmiyorum ama sağlık çalışanları aşırı iyi davrandılar. benim her ne kadar umudum olmasa da bana verdikleri serumların içinde bu hastalığı yenebilecek umudu aşıladıklarını düşünüyorum.
hastaneden çıktıktan sonra tekrardan karantina dönemine girdim evin içinde hatta odamın içinde. bunun tek çözümü maalesef toplumdan tamamen izole olmak. günlük hayatımızın herhangi bir yerinde, taşıyıcı olan kişi ile temas kurmuş olabiliyoruz farkında olmadan ve sonucunun ne olacağını tahmin edemiyoruz.
ben bu hastalığı yendim diyemiyorum, çünkü hala çoğu kişinin gözünde virüse yakalanmış gözüküyorum ve bu, beni tekrardan bu maçta yenik duruma düşürüyor. önlemlerin en başında sağlam bir morale ve motivasyona sahip olun.
ve kendinizde herhangi bir şüphe duyarsanız, lütfen kimseyle temas etmeyin. hayatınızı ve başkalarının hayatını kolay şekilde tehlikeye atmayın.
Birazdan yapılacak olan açıklamalardır. (yapıldı.)
idlib konusunda büyük ihtimalle bölgeyi temizleme kararı alındı.
(buna benzer bir şey dedi.)
Nato müttefikliğinden bahsedilir. (bahsedilmedi.)
iç siyaset hakkında konuşmaz, mecliste 4 parti ortak bildiri yayınladı. Konuşursa da kendi tabanından kaybeder. (konuştu, muhalefet kesimi açıklamanın yarısında izlemeyi bıraktı.)
Saldırıdan sonra ilk defa açıklama yapacak, bekliyoruz. (boşuna beklemişiz.)
Neredeyse tüm dünya bir virüs sebebiyle diken üstünde, maske üreticileri de bu fırsatı değerlendirmek istiyor kendilerine göre.
Ama maskenin önlem almada yetersiz olduğunu bilen kişi sayısı çok az. Virüs damlacık şeklinde yayılıyor yani ağzınızdan girmese gözünüzden girebilir. O dandik maskelerin kenarlarından ucundan köşesinden de girebilir. Bunları kime anlatsanız, ben yinede maske takayım ne olur ne olmaz der. işte şimdi de olayın psikolojik boyutuna giriyoruz, insanlar kendilerini güvende hissetmeleri için çoğunluğun yaptığını yapıyor. Fiyatların uçmasının sebebi budur.
Maske kullanmasanız bile, kişisel hijyeninizi en üst seviyeye çıkarın çok basit yöntemlerle ve zaten gençseniz size virüs bulaşsa bile öldürme ve başka birisine bulaştırma riski çok düşük.
Eğer olur da belki de çoktan olmuştur, bilemiyoruz. Yaşadığım şehirde maske kullanmak zorunda kalırsam gaz maskesi takacağım. 3-5 kişi maske fiyatlarının artacağını tahmin edip almıştık. Ct takımı gibi gezeriz artık. Virüs bittikten sonra yine aynı kadroyla bir savaş senaryosu düşünücez.
Popüler olmaktan kasıt nedir? Her entrysine onlarca artı oy almak mı, takipçi kasmak mı yoksa trollük yaparak kendine küfür ettirmek mi? Sözlüktekiler genelde son seçeneği değerlendiriyor.
Popüler olmayıp, bilgi içerikli entry giren ve hatta yazılarını beğendiğim güzel kişiler de var. (bkz: meja) (bkz: tutunamayanlardan biri) (bkz: bana v de) takip etmeyip okuduklarıma ayrı selam olsun *
Ve burayı günlük olarak kullanan bir çok kişi de var özellikle ekşi'den bir tayfa yada benim gibi en az 1 kişi bile okuyorsa bir şeyler yazmalıyım diyenler de.
Kısacası, burda farklı pencerelerden bakan birçok insan var. Dünyamız ne kadar aynı olsa da yine de göremediklerimizi görmek için popüler olsun yada olmasın, saygılı şekilde değerlendirme yapmalıyız. Diyeceklerim bu kadar.
Sadece ilk bölümünü izlemeye fırsatım oldu. Napim * yinede gayet güzel buldum, bir dizi veya film seyretmeden önce yorumları okumuyorum önyargım oluşmasın diye. Bu dizinin de ekşi'de, twitter'da ve burda bir zamanlar arşa çıkmasına rağmen hiçbir yorumunu okumadım.
izledikten sonra okudum ve keşke okumasaydım. Neden?
Birincisi Leyla ile Mecnun gibi bir dizi asla olamaz. Başrol erkek oyuncusu ilk başlarda itici geliyor, Ali Atay gibi bir tip değil. Fakir sevdalısını oynayan olması da bir tek bana yapmacık gelmiyordur herhalde.
ikincisi, dizinin ismi tutunamayanlar. Edebiyatçı tayfa gelmeden * Sorunsuz, problemsiz bir karakter göremedim, herkesin bir derdi var. Bu konuda iyiler ama gel gelelim olay örgüsüne. Bir kez tutunamıyorsan, dibi görene kadar düşmüyorsun, mahalleden birileri veya iç ses seni tutup yukarı çekiyor. Eğlenceli olması için gerekli tabi.
Öyle yani, kitaptan bağımsız ismine sadık şekilde ilerleyen bir dizi. Eğlencelik.
Hiç bir zaman iyi bir savaş ve kötü bir barış olmamıştır.
Bu sözü bir zamanlar hayatımın merkezine koymuştum. Sonra ne mi oldu? Savaşmadan da kaybedeceğimi veya kazanabileceğimi çok iyi şekilde öğrendim. Yapmam gereken şey yeni bir söz bulmaktı, daldım kitapların arasına günlerce çıkmadım...
içinde yaşadığınız evren ile içinizde yaşattığınız evren arasında kurabildiğiniz bağ kadar mutlu olursunuz diye yazmıştı çehov.
Hmm dedim ve kendime içeride yeni bir dünya kurdum. Yapmam gereken tek şey bağlantıyı kurabilmekti, Beyazı beyaz ile siyahı siyah ile. içinde yaşadığımız evrende beyazın siyaha dönmesini de burda çok iyi anladım. Çehov bizi kandırmıştı. Yazar kandırdı diye kitaplardan vazgeçecek değildik.
Tamam dedik bu sefer mottomuzu bulduk. Kendi kendime değişime gidiyordum. Alışkanlıklarımdan başladım, israf olan zamanımı çok iyi değerlendiriyordum. Sabah 5 de kalkıp, temiz bir kafayla felsefe, psikoloji ve kutsal kitapları okuduğum çılgın zamanlar. * böyle gidersem kafayı yiyeceğim kesindi. Bir arkadaşım sayesinde bırakabildim bu düzeni. Nietzsche de bizi sevmemişti anlaşılan. Neyse ki duygularımızı karşılıklıydı, üzülmemiştim.
Artık spontane bir hayatım vardı, rahattım ve güzeldi ama alıştık bir kere anormal olmaya. Kitaplığımı büyütmeliyim, farklı konuları okumalıyım dedim. Bu kararı 2 sene vermeden önce 400'e yakın kitabım vardı, odamın sadece bir tarafı kitaplıktı. Şuan ise 900'e yakın kitabım var, sonradan aldığım kitapları ev dışında küçük bir depoya diziyorum. Kapasitem ise 1500 civarında, bu gidişle 2021'e girmeden dolduracağım. Mahalledeki hurdacıları ve eskicileri rehin aldım, kitap gelirse bana haber verin diye. Sahafçılar baş düşmanım, kitapları parayla satın alabileceklerini düşünüyorlar. Artık bu işin delisi oldum, eski şeylerin içinden büyük bir hazine çıkarmanın zevki paha biçilemez. Ve hayata karşı bakış açım da çok değişti.
Hayattaki her şeyin, eskiyen tarafının içinde büyük bir hazine yatar.
Artık ulu'da yazmak mantıklı değil, hiçbir anlamda. Kaliteli olan birkaç kişiyi takip edip girdiği entryleri okumak, yazmaktan daha zevkli. Valla bakın, dikkat çekmek için saçma sapan şeyler yazacağınıza bir kenara çekilip olanları seyredin, daha çok eğleneceğinizin garantisini verebilirim. Nasıl olsa burdaki hareketlerin çoğu troll hesaplar sayesinde oluyor. O kadar bilgi içerikli entry giren, deneyimlerini aktaran yazarların konuşulması gerekirken sadece belli kişilerin ve konuların konuşulması çok üzücü. Birileri burayı defterinin ilk sayfası olarak görürken, birileri de müsvedde olarak görüyor.
Bundan sonra okuyucu moduna geçiyor ve değerli entrylerinizi artılamak için bekliyorum. *
Hayatımda bazı konularda çok güzel başlangıç yapmama rağmen çevremdeki insanlar, hiç bir zaman istediğim gibi olmayacak. Bunu bilerek yaşamak amaçsızca geliyor. Farklı bir şehire veya ülkeye gitme isteği doğuyor. Nereye gidersem gideyim yine istediğim insanları çevreme alamayacağım gerçeğini görüyorum. Olduğu gibi kabullenmek diye bir kavram varmış, annem ve babam dışında kimsenin sevmediğim huyunu suyunu çekmek zorunda değilim. Yeni insanlarla tanışmak zorunda da değilim. Herkes kendi hayatını istediği gibi yaşamalı, toplumun sosyalleşmek adına uydurduğu kalıplara sığdırarak değil.
Kim ne derse desin, oyuncuların rolleri, filmin hikayesi ve ince ayrıntıları bal gibi olan, insanları final sahnelerinde ağlatan, duygusal bünyeleri 1-2 gün/hafta bunalıma sokabilecek ve gayet net bir mesaj veren bir filmdir.
Film için maalesef ki yanlış yorumlar yapılmış, film içinde olanlar film içinde kalsın. Biz filmden ne çıkarıyoruz ona bakalım,
1. Sigara ve uyuşturucu zararlıdır. Uyuşturucuya bulaşırsanız bir gün kapınızın deliğine sakız yapıştırıp sonsuzluğa yolcu olarak gidebilirsiniz.
2. Sevgi, insana her şeyi yaptırabilir. Filmin ismi boşuna sevginin gücü değil tabi ama illa birilerini vurmanıza, dünyayı ayağa kaldırmaya gerek yok. Kendince fedakarlık gösterebilirsin. Zaman ve mutluluk olabilir.
3. Her zaman kendinden de sağlam birisi olmalı hayatında. Yanlışlarını düzeltmek için değil, gerektiğinde yol göstermeli.
4. Aşk, her şeyi mahvetmek için güzel bir sebeptir. * Kurulu bir düzenin vardır, ev-iş veya okul arasında gidip gelirsin, maziden arkadaşlarla buluşursun bazen yada tek takılırsın. Kafan eserse istediğini yaparsın. Gel gör ki birisini seversen hatta canından çok seversen işler bir tökezlerse az önce saydığımız şeylerin hepsi de gider. Ama neden güzel sebep diyoruz çünkü birisi bir zamanlar, "aşksız geçen ömrüme yazıklar olsun" dedi. * (bkz: batsın bu dünya)
5. Son olarak, hayat kısa. Evvet, ne kadar uğraşıp dursak da hayatın kısa olduğunu unutuyoruz ancak çok yakınlarımızdan birisi vefat ederse kısa olduğu kadar acı bir gerçek olduğunu da hissediyoruz. Bu filmde leon'un ölmesine üzülmeyen yoktur sanırım, adam hayatını yaşasa üzülür müydük? Bu yüzden hayatı güzel yaşayalım. Yaşadığımız olayları güzelleştirelim. Bunu çok basit şekilde yapabiliriz.
izledikten yıllar sonra niye böyle bir entry girdim, bir arkadaşım doğum günümün 2 hafta geçmesine rağmen hediye olarak bana bugün Mathilda ve leon'un karşılaştığı bir tablo yollamış. Kendimi onun yanında Mathilda gibi hissettiğim doğrudur. *
Bir zamanlar yazılanların hâlâ okunup değerlendirildiği güzel sözlük-tü.
5 ay sonra tekrar geliyorsun, aslında tarihler ilerlerken sözlüğün çok daha eskiye gittiğini fark ediyorsun. Açılan başlıkların siyaset, futbol ve cinsellik dışında olmadığını görüyorsun. Eski arkadaşlarına, mesajlaştığın kişilerin profiline giriyorsun onlar da çoktan bırakıp gitmişler.
Ah be sözlük, senin sayende kendimde yazarlık olduğunu fark ettim. Şimdi eski yazılarıma bakıp vay be önceden ne ortam varmış burda demekten başka bir şey diyemiyorum.
Artık yönetimin şu yazıyı sitenin bir yerlerine asması gerektiğini düşünenlerdenim,
"bindiler de çektiler gittiler, o iyi insanlar, o dünya güzeli atlara... o yiğitler, o her birisi kaplan örneği şahinler, o ceren gibi atlara bindiler de başlarını aldılar gittiler. bir daha, bir daha hiç gelmeyecekler. hiç, hiç, hiç! demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. şu dünyanın yaşaması müşkül hal ilen. bin iyiyi bir kötüye kul eden..."
Bugüne kadar okuduğum bir çok kitapta not aldıklarımı sanala dökme zamanı geldi. Bazı alıntıların sahibini ve kitabını hatırlamıyorum. Zaman buldukça ekleme yapacağım.
Edit: Ekleme yapılamayacak kadar çok fazla alıntı birikti. Hepsini tekrardan farklı bir entryde yazmak ümidiyle..
"Evlatlarını kendi ölümüne hazırlamamış baba, babalık görevinde başarısız olmuş demektir."
"Cahile cesaret verirsen, bir gün sana ağanım der"
"Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse Micheangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’ın beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki, gökteki ve yerdeki herkes durup, burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş desin” -Martin Luther King
"insanlar kıyafetleri ile karşılanır, bilgileriyle ağırlanır, ahlaklarıyla uğurlanır" - mevlana
"insan olmak kolay değildir, hele ki insanca yaşanabilecek bir toplum düzeni yoksa" - John Steinbeck
"Ya bir yol aç, ya bir yol bul ya da yoldan çekil"
"Sizin tecrübeli bir doktor olduğunuz kadar, bende tecrübeli bir hastayım" Karamazov kardeşler, Dostoyevski
"Tok olan cümle cihanı tok sanır, aç olan alemde ekmek yok sanır"
"küçük bir ağrı, her gün sağlıklı olmanın değerini anlatır.
Küçük bir ihanet, yapanın karakterini ortaya çıkarır ve gelecekte kötü sürprizlere hazırlıklı olmayı öğretir.
Bir dostun ölümü, her an sıranın bize gelebileceğini ve yaşayan dostların değerini hatırlatır"
"bir çocuğa, ilk yılında konuşmasını ve yürümesini, hayatının tüm geri kalanında ise susmasını ve oturmasını söyleriz. Bu işte bir yanlışlık olmalı..."
"şayet yumurta dış bir güçle kırılırsa yaşam sona erer ancak iç güçle kırılırsa yaşam başlar. Büyük şeyler her zaman içerden başlar"
"dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir. O engin denizlerin ötesindeki dökülen yerler değil" - Horatius
"Babalar evlatları için mücadele eder, onlara verdikleri sözü tutmak için yaşar" - Ayla(Film)
"Bir kitap okuyan her şeyi bildim zanneder, ikinci kitabı okuyan kuşkuya düşer, üçüncü kitabı okuyan hiçbir şey bilmediğini anlar" - Frederick Pollock
"Bir kişi devlete taş atıyorsa, bu adi bir suç olabilir. Ama bir toplum atıyorsa, bu politik bir eylemdir" - Ulrike Meinhof
"Tüm belalar, yalnız kalma yeteneğimizin olmayışından gelir başımıza" - jean de la bruyere
"Bedelse dünyaya 1 Türk, işte o'dur Atatürk"
"Yazmak aynı zamanda susmak, söylememek, sesini kesmek demektir. Gürültüsüz haykırmaktır" - Marguerite Duras
"hiçbir şey göründüğü hatta yaşandığı gibi değildir. Her şey hatırlandığı gibidir" - Barış Bıçakçı
"Korkaklar köle olur, korkmayanlar efendi" - Platon
''kadın yada erkek olmanın salt bir detay olduğunu, aslolanın " insan olmak" gerektiğini bize aktaran'' nadide yazar.
Aslında sadece bu sözü yazıp bıraksam bile şuan yazacağım onlarca kelimeye bedel olabilir. Sonuçta uludağ sözlük, bir troll yuvası haline gelmiş bu günlerde ve ne yazık ki bu kaliteli yazarımızın başlığı gereksiz şekilde hortlatılıyor. Bu devirde bir zeytinyağlı dolma kalem yetiştirmek kolay değil, yedirtmeyiz *
Ama yinede yazdıklarından ve daha önemlisi gösterdiği sabırdan dolayı tebrik etmek lazım. Hangimiz, bize yapılan eleştirilere sakin şekilde tepki verebiliyoruz ki?
Espritüel, bilgilendirici ve çoğu kez okunduğunda zaman kavramını unutturan entryleri girmesi dileğiyle.
Sözlük ile ilk tanışmamız lisede bir arkadaşımın gülmekten anlatamadığı şu (bkz: #199074) entry idi *
Tabi bu entry sayesinde üye olmadık, hayatımda önemli konumda olan birisinin burayı okuduğunu öğrenince o heyecan ile hemen kayıt olup, 3 gün sonra yazar olduk.
Tabi şuan yukarıdaki 2 arkadaşım ile iletişimim kalmadı. Birisi dünyaya veda etti, diğerine ben veda etim. (bkz: incitmeden terk etmek/#40559714)
Beni sözlüğe çeken sebeplerin hayatımda olmaması üzücü ama sonuçta kader.
Sözlükte kimseyi tanımadığım halde, yazdığım entrylere gerçekten güzel geri dönüşler aldım. Benden yaşça büyük kişiler ile tarihi konuları tartıştık, yeri geldi siyasette zıt görüşe sahip olsak da birbirimizi kırmadan oldukça samimi şekilde konuştuk. Bu şekilde kendime sözlük sayesinde çok şey katabildim ve internet üzerinde cinsiyetin değil fikirlerin de ön plana çıkabileceğini gördüm.
Daha 1.5 senelik yeni bir yazar olmama rağmen, kayıt olduğum ilk günler ile bu günler arasında çok fark görüyorum. Bir şeyleri değiştirmek kolay değil, internet ortamındayız ama alınabilecek sıkı önlemler ile çoğu şeyi eskisinden daha iyi konuma da getirebiliriz. Yeter ki birisi yeşil ışık yaksın.
Tabi bu ve bunun gibi başlıklar hiçbir zaman uzun süre gündem de kalmadı.
Bakalım bu sefer zall duyacak mı? Duysa bile gerekli önlemler alınacak mı?
Ha, oldu ki duydu diyelim ve yetkilileri yeniden düzenleme yapıp iyi şekilde yetkilendirdi, o zaman da orwell'in hayvan çiftliği ndeki gibi bütün hayvanlar eşittir ama bazıları daha eşittir demeyelim?
tesadüfi olarak dün bir videosuna denk geldiğim inanılmaz neşe dolu bir kişilik.
hayatında kansere yakalandığını, tedavi süreçlerinin ne kadar zor geçtiğini, ailesinin ve kendisinin nasıl zorluklarla karşılaştığını somurtarak değil güleryüzlü şekilde anlatıyordu açıkçası ben bu duruma hayran kaldım. Çünkü 20 yaşında herhangi birisi kansere yakalanıp, kemoterapi ve ardından bacağını kaybetmesine rağmen etrafa neşe saçabiliyorsa buna köstek değil destek olunmalıdır.
primci vs. denilmiş, arkadaş bu kız 20 yaşında Tedx konuşmacısı olarak sahneye çıkıyor ve videolarını, yazdığı yazıları bir bölümünü okuduysanız kendisinin bu kadar insana ulaşacağını bile tahmin etmemiş ki etse bile kanser denilen ve en çok morale ihtiyaç duyulan bir hastalık için yapılmayacak bir şey mi?
eleştiri kavramını çok yanlış anlıyoruz toplum olarak ve bu yüzden insanların hevesleri çok çabuk kırılıyor. yıkıcı eleştiri yerine yapıcı şekilde eleştiri yapana da can feda.
ben; anlatış tarzını, hayat tecrübesini, samimiyetini sevdim. Her zaman elimden geldiği kadar destek olacağım.
herkes gibi bende itiraf ediyorum, lisede okul kütüphanesinden baya kitap çalmıştım.
sebebi neydi? sebebi, kitap aşığı birisi olmamdı, haftada en az 3 kitap okuyacak kadar vakit ayırmamdı, okuduğum kitapları kendi kitaplığımda tutma merakımdı.
üniversiteli olduk, şimdi kitap çalıyor muyum? hayır.
şimdi, (ç)aldığım kitapları telafi etmek için köy okullarına bağışçılar ve sponsorlar sayesinde kıyafet, ayakkabı, kitap, araç-gereç götürebiliyorum ve çocuklara kitap okumanın önemini, kitabı okuduktan sonra başka bir kitap ile değiştirilmesini gerektiğini anlatıyorum, anlatıyoruz. Çünkü insan küçük yaştan itibaren bir davranışa alışırsa, büyüdüğü zaman bile devam ettirme isteği gelir.
o yüzden kitap çalan çocuklara hırsız muamelesi yapmayın. ilerde çaldığı kitapların kat ve kat fazlasını belki okuduğu okula belkide hiç kütüphanesi olmayan bir okula götürebilir.
daha önceden benimde aklımı kurcalayan sorulardan birisiydi ilahiyat fakültelerinin ne işe yaradığı ve bunun cevabını bir ilahiyatçı hocadan aldım. hocanın bana dediğini genel olarak özetlersem, din geçmişten beri insanlar üzerinde etkisi büyük olan faktörler biridir ve dini, insanlara anlatacak kişiler her zaman olmalıdır demişti.
tabi bu durumda benim aklıma iki soru geldi, insanları kontrol için mi din kullanılıyordu yoksa gerçekten anlatılması için mi din adamları yetiştiriliyordu?
hoca 1.soruya yakın bir cevap vermişti ardından iranda yaşanan bir olayı anlattı, -iranda normalde din adamları, çaylarda şeker kullanılmasının günah olduğunu düşünüyorlardı bu yüzden ülkede şeker satışları minumum düzeydeydi, ingiliz şirketleri iranlı din adamlarına para vermeyi teklif ederek şekerin günah olmadığını belirten bir fetva yayınlamasını istemişler ve iranlı din adamları hutbelerde ve toplantılarda tüm halka şekerin günah olmadığını kabul ettirmişler. ingiliz firmalar ise milyonlarca bir kitlenin şeker talebini karşılamak için anında devreye girmişlerdir bu sayede inanılmaz bir kazanç sağlamışlardır. iranlı din adamları ingilizlerle anlaştığı gibi paralarını almayı istemişlerdir ancak ingilizler bunu reddetmiştir. bu yüzden iran'da tekrardan çaylarda şeker kullanılmasının günah olduğuna dair fetva yayınlayarak ingiliz firmanın satışları durdurulmak istenmiştir. ancak şekerli çayın tadına alışan iran halkı, bu fetvayı dikkate almayarak şekerli çay içmeye devam etmiştir.-
din(bakın müslümanlık, islamiyet demiyorum) insanların üzerinde etkili olabilecek gerek ekonomik gerek sosyolojik gerekse psikolojik olarak fayda sağlanabilecek bir etkendir.
Şimdi anladınız mı neden ilahiyat fakülteleri, imam hatipler ülkemizde son dönemlerde aşırı derecede yaygınlaştı? fen liselerine ayrılan bütçenin 4 katı imam hatip liselerine verildi? diyanetin bütçesi artarken, milli eğitimin bütçesinde tasarruf ediliyor? bizim ülkemizde sağ cenah neden revaçta?
zekayı bir ölçüt birimi olarak gören yazar beyanı.
zeka, her insanda vardır ancak bazıları kapasitesini daha iyi kullanır bazıları ise daha az kullanır.
zekası ile övünen insanlar, başarısızlık durumunda zekasından şüphe ederler ve o konuda suçlayacak bir dış etken ararlar.
zekası yerine çalışkanlığı ile övünen insanlar başarısızlık durumunda, başarıya ulaşmak için daha fazla emek gösterirler ve başarısızlığı başkalarını demotive etmek için kullanmazlar.
bu yüzden, bir insan zekası ile övünüyorsa içi boş bir özgüvene sahip demektir ama başarıları ile övünüyorsa saygı duyulması gereken bir kişiliktir.
y, x ve z kuşakları yetiştiği dönemlere göre farklı beceriler kazanmışlardır. insan ilişkilerinde birbirinden oldukça bağımsızdırlar. tabi yaptığımız en büyük hatalardan birisi genellemek olduğu için hemen yaftalıyoruz.
şuan 2018 yılındayız ve 2000'den sonra doğan nesil insan ilişkilerinden daha çok, kişiselliğe, ilgiye önem veriyor. 1990'dan sonra doğan nesil, biraz daha sosyal sayılabilir ama teknolojinin yavaş yavaş girmesi ile birlikte z kuşağına yakın çizgide sayılır. 1980' öncesi ve sonrası sosyallik kavramını iliklerine kadar sömürmüş diyebiliriz. çünkü yokluk görmüş bir nesil, paylaşmayı biliyor, iletişimi kuvvetli.
o yüzden çok da şey yapmamak lazım, şey yani bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak lazım.
şehit haberi gelmemesini istediğimiz üzücü hadise.
gazetelerde, internet sayfalarında, haber bültenlerinde artık tepkimizin en az olduğu haberlerden birisi oldu. en azından bu konuda birbirimizin ideolojisine bakmadan birlik olabilsek? ufak bir kıvılcım oluşturabilsek, ilerde yanması gereken ışıklara vesile olabiliriz.
edit: cumhurbaşkanın açıklamasına göre 7 şehidimiz 25 yaralımız var. şehitlerimize allah'tan rahmet, yaralılarımıza şifalar diliyorum gibi açıklamalar gelir çoğu yetkiliden, şehitlerimizin baba ocaklarına üzücü haberi verirken içiniz sızlamaz mı? annesinin, babasının, eşinin, çocuğun o haberi aldıklarında ki yüz ifadesini düşünün. devlet için canından canı, kanından kanı gitmiş bu insanların. ihmal varsa, bu insanların âhı üzerinde olsun.
edit2: Şu son dakika haber bile, kanallarda sadece 10 dk alt yazı olarak geçti ya artık ben bir şey demiyorum. diyemiyorum.
aramızdaki en büyük farklardan birisidir belki de.
siz, ölmüş bir kişiden bile fayda bekleyen bir kitle olarak görürken,
biz, atatürk düşüncelerini yaşatmaya devam eden kitle olarak görüyoruz kendimizi.
o yüzdendir sizin sürekli gazi'ye laf atma çabalarınız ve ardı kesilmeyen benzetmeleriniz.
unutmayın, atatürk bize sadece toprak parçası bırakmadı. atatürk bize, kendisinin uğrunda öldüğü bir türk milleti bıraktı.
size göre millet için köprü felan yapmak daha önemlidir yada yol. nasıl olsa övünmek için somut da olsa beyin dağarcığınıza bir kaç kelime giriyor.
bizim övündüğümüz konular size ağır gelir. mesela kadınlara seçme ve seçilme hakkının, avrupa'da ilk verilen ülkelerden birisi olmamız. mesela şuan ortadoğu bataklığı olmamamızı sağlayan, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı olması. (bkz: laiklik) mesela geçmişimizde osmanlı'yı hasta adam olarak gören avrupalı sömürgeci devletleri bozguna uğratan bir lidere sahip olmamız. (bkz: atatürk)
biz ölmüş bir kişiden değil, benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat türkiye cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. diyen bir liderin düşüncelerinin aradan neredeyse 100 yıl geçmesine rağmen halâ ülkenin geleceğine ışık tutmasından medet umuyoruz.
ayrılırken şefkatli konuşan taraf aşık olmayan taraftır
ilişkilerde en büyük sorunlardan birisi, karşındaki insanı anlamamakta ısrar etmektir. bu ısrar sonucu, ayrılmak fiili sevmeyen kişinin aklından geçer.
aşık olmak günümüzde basittir. aşık olduğunu söylemek ise sosyal medya sayesinde oldukça basit hale gelmiştir fakat, aşık olduğundan emin olmak eminim ki günümüzde kanaat getirilmesi en zor konulardan birisidir.
evet. aşık olmaktan emin olmak zordur. emin olana kadar kırk dereden su getirirsiniz, kılı kırk yararsınız, hayatta yapmam dediginiz şeyleri yaparsınız ama sonuçta emin olursunuz. karşınızdaki kişi ile güvensizlik hariç her sorunu beraber çözebilirsiniz. bu sorunlardan vazgeçmek, ayrılmak en kolay yöntemdir. nasıl olsa sevilmek güzel, iltifat almak ne bileyim sizi düşünen birisi olması güzel geliyor olabilir. o kişi hayatınızdan bir anda gittiği zaman koca bir boşluk içine düşüyorsunuz.
bu boşlukta, aşktan emin olmak için yaptığınız şeyler vardı ya? heh işte onların kat ve kat fazlasını acı şekilde yaşıyorsunuz. bazen bir keşke ile başlar cümleleriniz, bazen pişmanlık duygusu içinde olursunuz bazen de karşı cinste sonsuz bir güvensizlik duygusu olur içinizde.
işte bu yüzden ayrılmayı hemen düşünmeyin, siz ayrıldığınız zaman belki o anda bir rahatlığa kavuşabilirsiniz ama karşınızdaki insan, günlerce, haftalarca bunalıma girebilir. ağlayabilir. sizi delice seven kişiyi ağlatmak, eminim ki bu dünyada en son yapacağınız veya yapmak istemeyeceğiniz şeylerden birisidir.
ayrılma fikri aklınızdan geçiyorsa ve bunu karşı tarafa iletmekte sıkıntı yaşıyorsanız, açıkça söyleyin. sevmiyorsanız, sevmiyorum deyin. sıkıldıysanız, sıkıldım deyin. başkası varsa, başkasını seviyorum deyin. yeterki sebebini söyleyin. sebebini söylemeden çekip gitmek hiçbir zaman kimseyi tatmin etmez, kalıcı yaralar bırakır. sizi hatırladıkça o yaraya tuz basılır.
bu yüzden sözlük ahalisi son diyeceğim şudur ki, iki kişiden biri vazgeçerse artık o ilişki yürümez. sürekli birbirinin canını sıkmalar başlar, yapmak istedikleriniz kursağınızda kalır. bir düşünün pir düşünün.
Son olarak,
seven insanın, sevdiği için yapamayacağı şey yoktur.