geçer.
nihai ve kaçınılmaz özelliği.
"gün de gelir dem de geçer
gam karar eyleyemez, hande-i hürrem de geçer"
aslolan o ki, geçerken senden götürmesine izin vermeyesin.
şu kelimeleri yanyana getirme gayretim bile anlamak için, götürmüş mü benden geçerken yazabilme halimi.
benden geçerken...
sahi, ne kastediyorum bununla?
yanımdan geçip giderken? beni ezip geçerken? yoksa bu beden hakikatte varolan bir şey değil de ruhumdan mı geçiyorsun?
senden saklayabilmiş olmalıyım, senden artırabilmiş, biriktirebilmiş;
hep daha çok, daha öte, daha ziyade sevebilme yetimi.
"bir seviyi anlamak, bir yaşam harcamaktır, harcayacaksın"
yeterince harcadım. doğru olana biriksin diye. fazla mı oldu yoksa? ne ironi, ne çetrefil.
herkesten en kıymetlisini alıp götürüyorsun, yerine bir buruk tat bırak anca, hiçbir şeyin tadını eskisi gibi alamayalım diye.
yok, onca harpten sonra çok derine sakladım ben onu, bulup da götüremediğine emin olduğum.
ve senden öğrendiğim yegane şey belki; 'bırak, o derinliğe dalmayı o'nun gözü kessin, o bulup çıkarsın, sen gümüş tepside sunma, o'ndan bile sakın sevgini, hatta en çok o'ndan'.
"Zeki insan öncelikle acısızlığa, kötü muameleye maruz kalmamayı, dinginliği ve boş zamanı erek edinecektir. Bunun sonucunda, sessiz, mütevazi, ama olabildiğince rahat bırakıldığı bir yaşam arayacak, buna uygun olarak da, sözüm ona insanlarla birkaç tanışıklıktan sonra yalnızlığı, hatta büyük bir zeka sözkonusu ise inzivayı seçecektir. Çünkü kişi bizzat kendinde ne denli çok şeye sahipse, dışarıdan da o denli az şeye gereksinim duyar ve diğer insanlar da ona o denli az şey ifade edebilirler." Schopenhauer
geçmişten kalma korkuların üstesinden geldim zannedersin, kaçmamışsındır, üstlerine gitmişsindir çünkü kendi canına okumak pahasına ama yine de bir gün bir yerde karşına tekrar dikiliverirler. anlarsın, aşmak diye bir şey varsa o da sadece haddiniymiş.
"Arkadaşlıklarda, dostluklarda, sevgilerde karşısındakini ele geçirilecek bir ülke gibi görenler vardır. Tedirgin eder beni böyleleri.
Buna karşılık, karşısındakini tanımak isteyen, karşılıklılık gözeterek biribirilerini biribirilerine açan, veren insanların yakınlıkları, destek görmelidir; hiç değilse, benden...
Bir de pattadak çıkagelenler vardır, senden istediğini senin rızanla alan, seni kendine bağlamasını başaranlar vardır… Günün birinde geldikleri gibi giderler… Ya alacaklarını aldıkları, bu da kendilerine yettiği için... Tabii, bu durumda, ilk öbektekiler gibi davranmış olurlar: Yağma bitmiştir… Ya da sen onlara, kabul etmek istemedikleri bir ölçüde bağlandığın için. Yani ‘başkası yağmalanır ama ben, başkasının kullanabileceği bir toprak değilim,’ türünden bir tutum... Senden uzaklaşırken senin ne düşündüğünü hiç merak etmezler..." Bilge Karasu
Eskiden daha fazla gece sabaha bağlanırdı kendisiyle. Şimdi cumartesileri pazara bağlarken rastlaşabiliyoruz.
Dokuz altı ve türevi yolların gözü kör olsun diyeceğim de olmasın yine de. işimiz gücümüz olmasa yekten koparırız gerçek hayatla bağları.
Her gün güneş doğar'ın simgesi güzelim kuş.
Kim demiş o kanatlar uçmaya yaramıyor diye.
Çevirinin aslında o metni hedef dilde yeniden yazmak olduğunu ve bu hedef dil Türkçe ise "türkçeleştirmek" kavramının bambaşka bir şey olduğunu bilmeyenlerin mükemmel bulduğu yazılım.
Dil bu, "insan" konuşursa mümkün ancak.
Bazen üstüne gitmek gerekir.
Dalıp, alt üst benliklerini sarsıp, ötesine geçmek gerekir.
Tabii bunun için de biraz yüzleşme kabiliyeti ve buldukların sebebiyle, hep başkalarında aradığın suçların sende de olabileceğini görme ihtimalini göze alma cesareti gerekir.
Kolay değil insanın tilki kurnazlığıyla kurguladığı savunma mekanizmalarının yerle yeksan olması.
Hacıyatmazlığa alışmış iken.
Duygularını kontrol edebilmeye başladığını farkettiği an.
Oysa ne güzel doludizgin yaşardık sevdamızı da acımızı da.
Eskiden zırhımızda bir delik açıldığında kanardık oluk oluk, insandık hala.
Şimdi sadece bir süre izleyip serinkanlı gözlerle sarmaya başlıyoruz yaramızı önce kendimiz diye, yarı donuk ama kristalize bir şuur ile.
hatta karşı hamlenin peşine düşüyoruz, o an artık düşman bellediğimiz insana çok değil sadece bir zaman önce aşık olduğumuzu unutarak.
Biz büyüdük ve kirlendi dünya.
Miralay hayrullah bey
Her canlandırdığı karakter başka bir güzelliktir de en çok bu nedense.
Açıp öğütlerini dinleyesim geliyor.
Vefatından önceki son hallerinden.
Mekanı cennet olsun.
"Ne de olsa sonu bahardır" diye diye atlatıldı nicesi.
O kadar çok üşüttü ki; boşuna değil, içimiz ısınıverdiğinde çiçeğe durmamız.
Oysa açmamak lazım içini, emin olmadan.
Koca kış özünde koruduğun asıl bahar soğuğunda donup kalır.
Sevebilme kabiliyeti kadardı.
Sonra bir gün dedik ki;
Şiir yazmayalım artık, şiir olalım.
Olmadı.
Bir hikaye daha yazılmak uğruna feragât etti gerçekliğinden.
Sevmeyi bilmiyoruz, yazmayı bildiğimiz kadar.
Yaş aldıkça kaçınılan.
Oysa korkmazdın eskiden, sonunda yanmak pahasına giderdin üstüne.
Sindirirdin, hazmederdin o korkuyu ve sonunda alt ederdin.
Kalmamıś mecalin.
Yer aramaktasın kafa dağıtmaya.
Tam yolu yarılamıśken, tam doğacakken yeniden.
Korkmazdın eskiden, isterdin hatta.
Artık istemezken...
Kuşku bir tilki gibi
Ormandan nehre süzülen
Kelimeler birer savaśçı
Geceye yenilen
Devamında gelen soruya göre barındırdığı tehlike artan kelime.
Her halini, yaptığın/yapmadığın her şeyin sebebini anladığımı düşünüyordum senin. Zannediyormuşum sadece.
Böyle de mi anlayacaktım seni?
Yaşadığın korkuyu, çaresizliği, umutsuzluğu...
Ömrüm seni anlamakla mı nihayet bulacak hakikaten?
Uzerinde, bir erkege hissedilebilecek tum duygulari, her asamasi ve her derecesiyle, olabilecek tum yogunluguyla ve dalinabilecek en derinligiyle hissetmis bir kadinin giysileri var. Baska bir erkege soyunamaz artik kendini.
Sadece arada bir "omrumuzun bahari"vari sarkilar dinledigi zamanlarini ozluyor hepsi bu. Tekrar ayni heyecani hissedemeyecegini bilmenin buruklugu belki. Hayatta yasayabilecegi herseyi yasamis oldugunu bilenlerin kusandigi bir huzun ve olgunluk. Ama daha otesini de hissedebilir, bambaska bir evrende bambaska bir boyutta hicbir kadinin erisemeyecegi bir yere varabilir. Onun menzili de bu zaten.
Yeter ki O...
"Kelebeğim"
Hitabınla başladı her şey
Ve sen
Gün gelecek anlayacaksın
Başına gelen her şeyin
Bana reva gördüğün kısacık ömrümdeki
Bir kanat çırpınışımda saklı olduğunu.
Her şiirini yaşadığını farkettiğinde, parça tesirli bir hayat yaşadığını anlar insan, öyle az buz değil "hasretinden prangalar eskittiğin", şunları dediğin;
"öyle yıkma kendini,
öyle mahzun, öyle garip...
nerede olursan ol,
içerde, dışarda, derste, sırada,
yürü üstüne - üstüne,
tükür yüzüne celladın,
fırsatçının, fesatçının, hayının...
dayan kitap ile
dayan iş ile.
tırnak ile, diş ile,
umut ile, sevda ile, düş ile
dayan rüsva etme beni.
gör, nasıl yeniden yaratılırım,
namuslu, genç ellerinle.
kızlarım,
oğullarım var gelecekte,
herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
kaç bin yıllık hasretimin koncası,
gözlerinden,
gözlerinden öperim,
bir umudum sende,
anlıyor musun ?"
"Gözlerinin dokunduğu her mekân memleketim",
Gün gelir şunu söyletir sana;
"Seni, kaburganın altın parçası
Seni, dişlerimde elma kokusu
Bir daha hangi ana doğurur bizi"