halkla ilişkiler ve tanırım önlisans mezunu biri olarak birkaç gün önce, gsü iletişim* bölümünü kazanmak ümidiyle kayıt olduğum dershane.
bu seçimimde, kadıköy'de bulunmasının, ilk dikey geçiş kursu olmasının ve başarı ortalamasının yüzde seksenlere varmasının etkisi var.
ücreti 2500 lira civarında. senet yapıyorlar (burada bir güven de söz konusu).
dershane çalışanlarına gelince, pek bir şey söylemek kolay değil. içten insanlara benziyorlarsa da suni bir aile ortamı yaratma çabası göze çarpmıyor değil. hocalara gelince, iyi ve alanlarında yetkin olduğunu, orada daha önce kurs görmüş bir tanıdığımdan öğrendim biraz.
tüm bu saydıklarımın ötesinde, önemli olan ciddi anlamda hedef belirleyip orada ilerlemek olsa gerek.
Konserine saha içi bir biletim olan şarkıcı. (bkz: sorma neden)
ayrıca konserine gitmeyeceğim için saha içi olan konser biletini 200 liradan satışa çıkardığım esmer kadın.
bir insanın bir başka insanı yalnızca -kendi elinde olmadığı, yalnızca öyle doğduğu için- mensup olduğu ırk dolayısıyla sevmemesinin insani bir yanı olmasa da doğal olduğunu öne sürmenin ele alınma şeklindeki yanlıştan doğan bir saçma sorunsal. mesele sevip sevmemekten çok, değer verip vermemeyle alakalı aslında. bu şekilde ele alındığında türkiye, ingiltere'den değersizdir ya da fransa afrika'dan çok daha değerlidir gibi absürt sonuçlara varılabilir ki bu da kabul edilmeyecektir. fakat ırkçı söylemin oluşturduğu tezat, aslında -ırkçı, milliyetçi, ulusalcı vs. buradaki sıfatın pek önemi yok- kişiyi kendi ırkçılığını da sorgulama durumuna getirecektir. (bu arada sadece objektif gözle bakıyorum. birçok ırkçının beceremediği şekilde mantık yürüterek bu sonuca varıyorum. burada bir siyasi söylem söz konusu değil.)
"milliyetçilik osuruk gibidir, herkes kendisininkinin daha güzel koktuğunu düşünür... milliyetçilik, sizin doğduğunuz ülkeyi; diğer tüm ülkelerden daha mükemmel olduğunu zannetmenizdir." bernard shaw
bugün, sadece grieex kullanarak filmlerimi arşivlediğim için, çok hoş bir kızla olan randevumu erteledim. bir damla pişmanlık hissim olmaması da rahatsız etti beni.
not: içine sıçılan sözlük formatından ziyade dikkat edilmesi gereken bir husus var ki; bir kelimeyi ya da betimlemeyi -konuyu ve saire her neyse onu- tanımlarken, söz konusu kelime grubu ve tanım arasında mantık-anlam ilişkisi olmalıdır. bu işin içinden çıkamayan kişiler için önerim, ilkokul üçüncü sınıf türkçe bilgilerini tazelemeleri dışında kelime ile tanımı aynı cümlede kullanarak içinde mantık olup olmadığına bakmaktır. mesela, "şair olmanın karizma bir iş olması, yazılan şiirlerin duygulara hitap etmesidir." mantıklı bir cümle değildir.
dublörün dilemması ndan sonra -kendimce- çıtayı öyle yükselttim ki, hani müthiş bir şey bekliyorum istemsizce. Kitabı aldım. iki gün kadar oldu. bakışıyoruz haliyle. arkadaki yazıyı ve müthiş girişi okuyorum, sonra "yok daha değil dur dur" deyip bambaşka bir kitap açıyorum bitiveriyor sonra gene dönüş umarsızca. elbette yüzleşeceğim. uygun koşulların olgunlaşmasını bekliyorum.
Gel dur önüme, sen benim sahilliğimsin!.. Isırdığım,
Bir kauçuk düşmanlığıdır!..
Yaşamamız baştan başa senin övgündür,
Ey kutsal bencillik!.. Seni
bırakmak niye?... Suları ve seni bırakmak,
Niye? Aşkın akan suları, doyurgan yabanıllığı savaşların ve büyük utkular geçer onarıcı gölgenden.
Ey en gerekli yapısı tanrıların, Ben!..
Nem varsa sanadır!.. yıkılmış birlikler, kırılmış bardaklar
ölen kadınlar,
kan......
"Dil bir kâğıda da benzetilebilir: Düşünce kâğıdın ön yüzü, ses ise arka yüzüdür. Kâğıdın ön yüzünü kestiniz mi, ister istemez arka yüzünü de kesmiş olursunuz." demiş filozof. aynı zamanda göstergebilime girişte başvurulması gereken temel niteliğindeki birçok eserin sahibi.
cumhuriyet tarihinin ilk faili meçhullerindendir. nietzsche sendromu nun şiddetli ısrarlarına rağmen hala okuyamadığım bir başyapıtı bulunur adı kürk mantolu madonnadır. inat etmeyin okuyun.
bir akşam kadıköydeki meyhanede oturmuş haluk abim ve güzel bir kadınla beraber rakımı yudumlarken yan masadan, cemal süreyalı özdemir asaflı muhabbetimize bir anda mevzu bahsi geçen üstadın şiirleriyle katılıverdi bir beyefendi. öylesine aşığı ki üstadın, hakkında bilmediğimiz onlarca şeyi anlatır, biz de hayranlık içinde dinlerken bulduk kendimizi. derken yakın zamanda çıkacak sabahattin ali belgeselinden söz etti. metin avdaç diye bir adam yapmış. fragmanını izletti, pek beğendik. bir an evvel gidip izlemeliyiz dedik. muhabbetimize o beyefendiyle devam ederken kalkma zamanı geldi ve "bu arada" dedim "isminiz bağışlamadınız?". "ah" dedi "evet. ben metin avdaç galamıza beklerim."
iki yıllık yüksekokul mezunlarının önlisans öğrenimini lisans öğrenimine tamamlamak için başvurdukları yöntem.
ancak kafamda dikey geçiş yapan öğrencilerin, çift anadal programına kayıt oluşlarında not ortalamalarının neye göre hesaplanacağı konusunda bilgi kirliliği ve tutarsız eksiklikler var.
(bkz: yardım çağrısı)
aslında sadece kuruma indirgenmemesi gereken, insanoğlunun evriminden beri süregelen bir arayış esasına dayanan bütünlüktür kurum kimliği ya da kurumsal kimlik. bireylerin sosyal bir yaşantı içerisinde yaşamaya başlamaları, onları bir kolektivite içinde kimlik arayışına yöneltmiş ve aidiyet kültürünü insanlığın başından bu yana çeşitli bağlayıcılarla günümüze getirmiştir. (bkz: din) (bkz: sınıflar)sömürgecilik döneminde bir himaye aracı olarak kullanılmıştır. hatta buna en güzel örnek ingiltere ve sömürgesi olan hindistan'ı sindirme projesi sayılacak uygulama olabilir.
1860'lı yıllarda ingiliz sömürgesi altındaki Hindistan'da çok sayıda prenslikler, beylikler mevcuttu. Bunların bazılarının büyüklükleri bir futbol sahası kadarken, bazıları Fransa kadardı. Hepsinin ayrı yeri ve tepkileri vardı. ingilizler, sembollerden oluşan karmaşık bir senaryoyu adım adım devreye sokarak daha önceden düzensiz olan ortama, oldukça karmaşık bir mevki hiyerarşisi getirmişlerdi. Kraliyete ait, Avrupa ortaçağının bayağı bir kopyası olan, bir hindu şövalyelik madalyonu oluştururlarak ingiliz Kraliçesi Hindistan imparatoriçesi olarak adlandırıldı. Bunların hepsi 1877'de Delhi de büyük bir kutlama ile gerçekleşirken, 85.000 kişi bu kutlamaya katılmış ve tüm bu gösterinin üniforma, grafik, semboller ve diğer yönlerinin dizaynı için özel biri görevlendirilmiştir. Ayrıca ingiltere'de arma memurluğu tarafından tüm Hindu prensler için armalar oluşturulmuştur. Bu armalar, Avrupa sembolizmi ile yerli geleneği bir arada göstermeyi amaçlıyordu. Bu tür çabalar, tüm tarih içerisinde yeni kurulan uluslarda, hükümdarların değişmesinde veya sömürge devletlerin sömürgeci devleti kabullenmesi sürecinde sıkça görülmüştür.
günümüz çağdaş işletmeleri de - zira o dönemin kraliyet sisteminden pek de farklı sayılmaz- farklı bir tutum içinde değildir; onlar da belli logolar, kurum renkleri, davranış tarzları ve iletişim yöntemleri ile kendilerine has, kendilerini diğerlerinden ayıran bir takım farklılıklar yaratarak hem kendi içlerinde bir bütünleşme duygusu oluşturma, hem de harici hedef kitlelerinin akıllarında kalmak ve iyi bir imaja sahip olmak için, küçümsenemeyecek bir çaba içerisindedir.
örgütsel gelişim ve değişimi 3 ayrı dalgada inceleyen yazar.
i. tarım devrimi
ii. sanayi devrimi
iii. enformasyon devrimi (ki en önemlisi budur ona göre)
Üçüncü Dalga adlı eserinde, toplumsal değişimi birbirini takip eden dalgalar benzetmesi ile açıklar. Birinci dalga, insanların küçük topluluklar halinde yaşadığı, avcılık, hayvancılık ve tarımla uğraştığı yaklaşık i.ö. 8000 - i.s. 18. yüzyıl arasında kalan ve Tarım Devrimi olarak adlandırılan dönemdir.
18. yüzyılın başlarından itibaren ortaya çıkan ve birinci dalganın etkisini azaltan sanayileşme hareketleri, Sanayi Devrimi ile değişimin ikinci dalgası olmuştur. Buhar makinalarından endüstride yararlanılması ile kitlesel üretimin başlaması bu dönemin en belirleyici özelliğidir. Sanayi toplumuna geçişle birlikte yeni bir ekonomik sosyal yapı da oluşmuştur.
Üçüncü dalga ise sanayi odaklı somut ürünler üreten toplumların, insanların daha soyut ihtiyaçlarını karşılayan ve bunu gerçekleştirirken, fiziki kaynaklardan çok, bilgiyi kullanan toplumlara geçişiyle başlamıştır. Üçüncü dalganın en önemli özelliği, bilginin yaygın bir şekilde tüm alanlarda kullanılması, iletişim ve bilgisayar sistemlerinin yaşantımızın ayrılmaz bir parçası olmasını sağlayan Enformasyon Devrimi niteliği taşımasıdır.
Tarihsel süreç içinde makro düzeyde yaşanan tüm ekonomik ve toplumsal değişimler, mikro düzeyde örgütsel değişimi de yaratmaktadır. Bugün için toplum bilimciler Bilgi Toplumundan söz ederken, yönetim bilimciler de Bilgi Yoğun Örgütlerden söz etmektedirler
-Öğrenciyim.
-Bugün ne öğrendin?
-italyanca seni seviyorum demeyi.
-italyan bir sevgilin mi var?
-Hayır, ispanyol dilinde okuyan bir kız var.
-Niye ispanyolcasını öğrenmedin o zaman?
-Bütün dillerin temeli italyanca dediler.
-O da seni seviyor mu?
-Hayır, ne münasebet.
bundan birkaç sene evvel burger king de üzerinde che tişortleri olan bir grup insan görüntülenmişti. hatta sosyal medyada da bayağı dalgaya alındı. esasında sorunun bakılması gereken noktası burger king e gitmeleri değildi bence. che tişörtü giymeleriyli. gelin görün ki anlatamadık. sadece popülerize edilmiş klişelere meze olundu. aynı bu konu gibi.
ne giyerse giysin nerede yemek yerse yesin emperyalizmin kucağında olduğunun farkında olan kızlardır; biraz salmışlardır yalnızca (tabi burada sözü edilen kızlar gerçek sosyalist kızlardır; diğerlerinin mahalle baskısıyla başını örten ablalarımızdan bir farkı yoktur).