yassıada yargılamalarında incelenen ikinci davadır. dava konusu başbakanın gayri meşru çocuğunun doğum sırasında öldürtüldüğü iddiasıdır. cemal gürsel, mahkeme sabahı duruşmanın gizli celselerde yapılmasını istemiş fakat reddedilmiştir. skandallarla dolu geçecegi tahmin edilen dava sanılanın aksine menderes'in aklandığı tek davadır ve konusu sebebiyle kamuoyunda mahkemenin itibar kaybetmesi sonucuna yol açmıştır. dönemin anayasa komisyonu üyesi hıfzı veldet velidedeoğlu bu davaları , '' iş cıvıtılmış ve uzatılmıştır'' diyerek eleştirmiştir. fakat yıllar sonra yüksek divan üyesi nahit saçlıoğlu tarafından yapılan açıklama ile ortaya çıkmıştır ki, yargı süreci başladığında yüksek soruşturma kurulu henüz mahkeme heyetine her yönüyle tamamlanmış bir anayasayı ihlal dosyası göndermemiştir. bu sebeple süreç küçük davaların görüşülmesi ve karara bağlanması ile başlamış ve gereğinden çok uzamıştır. davanın bir diğer benzeri köpek davası'dır. *
Aşık tekin olmaz
yaptıklarından sorumlu tutulmaz
Zamanın ilerleyen bir şey olduğu fikri aşkla bağdaşmaz. Yaşamın pek çok yönü bugünden yarına artarak, çoğalarak, ilerleyerek taşınabilir. Atalarımızdan daha bilgili ve tecrübeli olduğumuzu sanabilir; hal böyleyse, torunmarımızın bizden daha bilgili ve tecrübeli olacağını varsayabiliriz. Geçmiş yüzyılların insanlarını telef eden hastalıklar şimdi kitaplarda birer isimden ibaret kaldığına göre, yarın bugünün muammalarına bir çözüm, dertlerine bir deva bulunacağına inanabilir ve zamanlar birlikte insanlığın da ilerlediği fikriyle avunabiliriz.
Ama aşk sözkonusu olduğunda zamanın iktidarı erimeye başlar. Ne atalarımızdan daha iyi, ne de torunlarımızdan daha kötü aşıklar olduğumuzu kabullenebiliriz. Geçmiş-şimdi-gelecek üçlemesinin sıralaması aşka uymaz. insan bugün, dündan daha çok şey bildiğini ve yarın daha da çok şey bileceğini varsayabilir; ama aşk böylesi varsayımları kaale almaz.
Ne gariptir ki, ''Bunca zaman sonra'', zamandan anladığımız hálá bir kum saatidir. Bize göre zaman akar ve birikir; kontrol edilemez ama ölçülebilir, önüne geçilemez ama bilinebilir. Oysa aşkın zamanı böyle değildir. Aşkın zamanı kum saatinde kararlılıkla büyüyen bir kum tepeceğiyle değil, olsa olsa su ile tarif edilebilir.
Ama buradaki su, ne öyle nazlı nazlı akıp giden ve ikinci kez girildiğinde artık aynı olmayan bir nehir; ne kendi dingin evreninde olgunlaşarak huzura eren bir göl; ne de bir an önce kıyıya varmak, hedefine ulaşmak için dalgalanan azimli ve azametli bir okyanustur.
Aşık zamanı, ha düştü ha düşecek bir su damlasının iğreti duruşu, anlık oluşudur. Su damlası belki düşer, belki de öylece kalır. Mesele bu değildir.
Mesele, düşse de düşmese de, ha-düştü-ha-düşecek olmasıdır. Aşk bu yüzden tekin olamaz. Ve tıpkı delilik gibi, o da yaptıklarından ve yapacaklarından sorumlu tutulamaz.
Aşk öncesiz ve sonrasızdır. Dünsüz ve yarınsızdır. Aşık olduğumuz insanın ne eski aşklarının, ne de sabık aşıklarının varlığına tahammül edebiliriz. Eğer aşıksak, geçmişten zerre kadar hazzetmez, selef istemeyiz. Geleceğe gelince, aslında o da hiç gelmesin isteriz.
Aşık olduğumuz insanın bizden sonra yaşayabileceği aşkları düşünmek bile istemez, hayali aşıklarıyla cenk ederiz. Eğer aşıksak, gelecekten zerre kadar hazzetmez, halef istemeyiz. Demek ki aşk tam da ''şimdi''ye, şu ana aittir. ''Hep vardım'' diyemez; ''Hep var olacağım'' diyemeyeceği gibi.
Böyle tumturaklı konuşursa şayet, özünü inkár, ruhunu tard eder. O noktadan itibaren de artık kendisi değil, başka bir şeydir. Evlilik ya da ilişki olabilir; sevgi ya da arkadaşlık. Ama aşk değildir artık. Zamanın ilerleyen bir şey olduğu fikri aşkla bağdaşmaz. Bizden sonra gelenler bizim aşklarımızla ilgilenmeyecekler.
Yapabilecekleri en temel hata, zamansal bir kıyaslamaya başvurarak, kendi aşklarının, geçmiş zamanların aşklarından, yani bizim şimdi yaşadığımız aşklardan daha üstün, daha derin ya da tam tersine, daha sığ, daha uçucu olduğunu sanmak olacak.
Ama zaten onlar da bu tür kıyaslamalarla fazla oyalanmayacaklar. Muhtemelen, kendi zamanlarının aşklarıyla ve kendi aşklarının zamanıyla didişmekten, ne geçmiş ne de gelecek aşklar üzerine kafa yormaya pek zaman bulamayacaklar.
dinlenilesi bir hüsnü arkan şarkısıdır ve fazlaca umut içermektedir.
Gülpembe bahar türküleriyle
Kıyıda gölgesine oturup zeytin ağacının
Ben geldim derim eski günlerin
Düşenim yollarına kanayan sevgi çiçeğinin
Yeniden doğup eline günün
Yeniden duyup adını gülün
Yeniden
Yeniden başlamalı
Yeniden anlamalı
Yeniden dinlemeli
O yiten türküleri
Dağılır gider kara bir bulut
Dokununca bir dost eli.
Nerde tükettin türkülerini
Yanıyor işte ışık o serin dost odalarında
Aç kapını çık eskisi gibi
Yolunu gözlemesin kıyıda zeytin ağaçları
Yeniden yürü tozlu yollara
Yeniden uyan o sabahlara
Yeniden
Açılır dost kucağı
Açılır sevgi gülü
Açılınca yeniden
O büyük eski kapı
Dağılır gider kara bir bulut
Dokununca bir dost eli
türkülenir gecem gözlüm türkülenir
en taze seherlerde
dirençli dağ çiçekleri şehirlerde türkülenir
türkülenir gecem gözlüm türkülenir
direnirler gecem gözlüm direnirler
günler ölümün ağzında
günler iki yanı keskin bıçak
berrak bir şafağın aşkı için direnirler
direnirler gecem gözlüm direnirler
insanı depresyondan çıkarmaya tek başına yeterli olabilen şarkıdır.
You're my Honeybunch, Sugarplum
Pumpy-umpy-umpkin, You're my Sweetie Pie
You're my Cuppycake, Gumdrop
Snoogums-Boogums, You're the Apple of my Eye
And I love you so and I want you to know
That I'll always be right here
And I love to sing sweet songs to you
Because you are so dear
ayrıca
&mode=related&search= adresinde orjinal klibi ve o muhteşem kız çocuğunu görme şansınız da var.
reklamcılık sektöründe sıkça kullanılan, hedef kitlenin belli bir konu ya da alandaki düşünce, duygu ve davranışlarına içinden nüfuz ederek, kontrol altına almaya ve yönlendirmeye çalışmak anlamına gelen kavramdır. amacı, insanların düşünce duygu ve davranışlarını üreticilerin istediği yönde ''gönüllü olarak'' değiştirmelerini sağlamaktır.
1949 yılında Simone de Beauvoir tarafından yapılan ve cinsiyet anlayışına yeni bir bakış ve tartışma alanı açan tespittir. Bu cümle kadınlık ve erkekliği tanımlayan, üreten kültürel süreç ve bağlamlara işaret etmiş ve cinsiyet üzerine kurulan; toplumlara, zamana ve sosyal ilişkilere göre değişen bir takım değer yargılarını araştırma konusu haline getirmiştir.
roma hukukundan gelen bir özdeyiştir ve uluslararası hukuka sözleşmelerin üçüncü kişiler için ne hak ne de yüküm doğurması şeklinde bir ilke olarak yansımıştır.
laiklik kavramını tam olarak karşılamayan fakat bazı farkları olsa da laiklik ile benzerlik gösteren, daha çok ingilizce ve almanca konuşulan ülkelere özgü olan bir kavramdır.
laisitede devletin müdahalesi varken ve hatta bir çeşit laikleştirme projesinden bahsedilirken secularism kavramı toplumun tarihi süreçte vardığı yeri işaret eder.
laiklik ve secularism kavramlarını somutlaştırmak için en çok kullanılan örnek fransadaki çatışmalı - devrimci ve ingilteredeki anlaşmalı - barışçı - evrimci çizgidir.
yani laikleşme, devrimci, denetleyici, vesayetçi, jakoben,cumhuriyetçi ve radikal değerlere referans verirken; sekülerleşme, evrimci, liberal, reformist, bireyci ve uzlaşmacı bir yapıdadır.