dün gece salon iksv'de verdiği konser ile salonda bulunan herkesin gönüllerini fethetmiş güzel kadındır. Ön grup olarak çıkan rass(tam emin değilim) ise mükemmel enerjileriyle ortamı çok güzel ısıttı. şahsen daha önce bu hanımefendiyi hiç dinlememiş ve sadece arkadaş önerisiyle konserde bulunan birisi olarak çok slow bir tarz bekliyordum fakat o kadar tatlı bir tarzı varmış ki... büyülendim. sesine çok hakim ve inanılmaz yetenekli bu hanımefendi bugün de salon iksv'de olacak. keşke işim gücüm olmasa da yine gidebilsem. indirimli bilet fiyatı 48 liradır. emin olun verdiğiniz bu kadar parayı hak eden başka bir konsere uzun zamandır gitmemişsinizdir.
canını yediğim konser sonunda herkesle konuşup fotoğraf bile çektiriyorum. yerim.
istanbul'a yine yolun düşürse yine seyircilerin arasında olacağım.
sesini herhangi başka bir ses ile kıyasa sokmak istemediğim insandır. çünkü uzun zaman sonra ilk kez ses tonu bu kadar farklı bir yerli sanatçıya şahit oluyoruz sanırım. umarım hep kaliteli işlere imza atmaya devam eder ve hak ettiği yerlere gelir. sağlıcakla kalsın.
hazırlık sınıfı dahil olmak üzere 4 yıllık bir bölümden mezun olmuş biri olarak aşırı sinirli bir şekilde giriyorum bu entryi. allaha şükür algısında sorun olan veya öğrenme sıkıntısı yaşayan biri değilim. öğretilen/anlatılan olayları ve fikirleri kolayca kavrayabiliyorum. bunu yazmamın sebebi 4 yıllık bir bölümden ciddi anlamda mesleki olarak herhangi bir bilgi sahibi olamadan mezun olmuş olmamdır. bunun farkındalığı mezun olduktan sonra oluşmadı, okurken de bu şekilde düşünüyorduk ama geçiş muhabbetlerine bir türlü kasamadık.
bu da bizim eşşekliğimiz tabi.
***
her neyse değerli arkadaşlar.
bugün bir arkadaşımla buluştuk ve bir uygulama tasarlamaya karar verdik ios cihazlar için. ios uygulama dersleri almadığımız için bir youtube'a sorayım dedim. açtım videoyu ve adam ios uygulaması tasarlamak için (bkz: c++) kullanıyordu. ki bu bahsettiğimiz programlama dilinin dersini biz okulda aldık. ama nasıl aldık. hoca ders işlemiyor adeta her birimizin saniyelerini katlediyordu. sınıfta şu dersi öğrenipte geçen sayısı 2-3'tür. onlarda zaten o sırada bu programlama dilinin kursuna gittiklerinden hali hazırda biliyorlardı mevzuyu. yani şu an saat nerdeyse gece 2 ve ben mezun olduğum üniversiteme sövüyorum. 1 (yazıyla bir) adet öğretmenimiz vardı okuduğumuz süreçte. geriye kalanların çoğu mesleki olarak ciddi başarılı insanlardı fakat öğretme yetileri sınırlı insanlardı. haliyle hem o insanlar hem biz sadece zamana oynadık. şimdi iş işten geçti tabi. muhtemelen bu durum sadece beykent ile sınırlı değil, çoğu özel okulda aynı şekilde. üniversiteye bir şeyler öğrenmek için giriyorsanız burası doğru yer değil arkadaşlar. nacizane fikrimdir bu. bu okula %50 burslu olmama rağmen tonla para saçtıysam, eleştirmek en doğal hakkımdır. çünkü aileme bu yükü yüklediğim için vicdan azabı çekiyorum şu an. bu okula veya başka bir özel okula vereceğiniz paralarla çok daha mantıklı şeyler yapabilirsiniz. kurslara gidin. gerçekten sevdiğiniz şeyleri öğrenebileceğiniz kurslara. evet üniversite okumak gerekli malesef kariyer için. ama bir şeyler öğrenilecek yer malesef özel üniversiteler değil türkiye'de. her koyun kendi bacağından.
Filmekimi 2016'nın insanlarımıza bir armağanı. Hayatımda izlediğim en güzel filmdi her şeyiyle. Film bilmem kaç dakka, şu oynuyor, şurası böyle güzel demiyorum. illa isim duymak istiyorsanız viggo mortensen var. Gidin izleyin bu filmi. Beğenmezsenizde özel mesajdan dümdüz sövebilirsiniz. Öptüm hepinizi.
çoğu ortamda günümüzün daft punk'ı olarak adlandırılıyorlar. Her ne kadar yaptıkları müziğe bayılıyor olsamda bir daft punk olmaları için daha kırk fırın ekmek yemeleri gerekiyor. Bir abimiz youtube'da durumu çok güzel özetlemiş zaten.
" daft punk are still around...so... not really. daft punk are the daft punk of all generations. "
Alın hocam. Verdiğim para helal olsun. 60 liraya 10050mah ve cidden taş gibi cihaz. Şarj olması 4 saat falan sürüyor fakat aldığınız verim cidden beklentinin çok üstünde. iphone 5c kullanıyorum ve günde 2 kere telefonunu şarj eden bir insan olarak beni çok rahat 3 gün zorlarsam 4 gün götürüyor. Seviniz kendisini.
filmekimi sayesinde izlediğim Colin Farrell'ın başrolünü oynadığı dram/komedi/bilim kurgu karması 2015 yapımı film. komedi ve dramın birbirine ne kadar yakıştığını bir kez daha kanıtlayan bir filmdi. birkaç sahnede cidden baya güldürdü salondakileri. yani dram/komedi/bilim kurgu karması diyoruz ama ek olarak absürtlükte vardı ve cidden farklı tadı olan bir filmdi. gittiğinize pişman olmuyorsunuz, ama gitmezseniz de pek bir şey kaybetmezsiniz. 6,9/10
Cate Blanchett isimli varlığın tanrıça rolünü oynadığı filmdir. aga o neydi ya. bir an öyle bir an oldu ki keşke carolla tanışsaydım dedim yav:( filme gelecek olursak kostüm ve makyaj konusunda başarılıydı ama hikaye biraz yavan kalmış. yani kalmamışta bir şey eksik. 6.5/10
yani ben bu film için elediğim diğer filmlere yanarım. kafama sıçayım sözlük. 8 ekim 2015 saat 11.00 ben beylikdüzünden kalkıp feriye sinemasına gelmişim. hafif bir kahvaltı, elimde kahve yürüyorum beşiktaştan ortaköye hafif puslu inanılmaz bir sabah. ta ki perdeler açılıp film başlayana kadar. rabbim. rabbim duy bu kulunun sesini. o neydi ya? kardeşim bir cast bu kadar bok edilir. bu kadar hor kullanılır. insan neler bekliyor ama siz onlara ne veriyorsunuz? yani sinema tv öğrencileri falan gelip burda yok şunun imgesi bunun post modern anlatımı gibi yorumlar yapacak. tamam çekimleri güzeldi. filme yedirilmiş bazı cümleler cidden çok etkileyiciydi ama gel gelelim ki film ne anlatıyor dersen hiçbir şey söyleyemem. ulan bir filmde diyalog olmaz mı? bir veya iki kere falan vardı resmen. içim şişti bitene kadar. verdiğim paraya yazık diyorum, casta kanıpta gitmeyin diyorum. velhasıl kelam asla bekleneni vermemiş bir filmdir kendisi.
bir yerden sonra sadece okuyarak takip ettiğim sözlüğe entry girmeme sebep olan şarkıdır. şaheserdir. masterpiecedir. kim derdi ki koca koca adamlar böyle bir şey bırakacak müzik dünyasına, insanlığa. en küçüğü 57 yaşında bu insanların yahu elliyedi. o yaşta insanlığa böyle bir şey bırakmış olsam huzur içinde ölebilirdim sanırım. şarkının her dakikasında adamların olgunluklarını hissedebiliyorsun. girişte ve bütün şarkı boyunca hakim olan dinginlik. ara sıra şarkının yükselişleri hiç bitmeyen enerjileri gibi. 18 dakikalık bir rock senfonisi. beğenmeyeni de olacaktır, kıyasa sokup karşısındaki şarkıya oy verenlerde olacaktır. ama kim ne derse desin bu şarkı, bu koca efsaneler için epik bir final olurdu. *
interstellar filminin ilk dakikasından son dakikasına kadar resmen kulakları bayram yerin çevirmiş efsane adam. yaptığı müzikler içinde filmdeki sahnelere özel olarak hazırladığı detaylar ise inanılmaz. filmden alınan haz ne kadar fazlaysa bunda nolan kadar bu adamında emeği çok büyük.
10 ay sonra sözlüğe giriş yaptırıp entry girdiren film. ha bu çok mu matah bir şey? değil. ama film muazzam, mutlaka gidin, pişman olmazsınız. özellikle hans zimmer kendini aşmış bu filmde müzikleriyle. izlerken seslere biraz odaklanırsanız ne kadar muazzam bir iş yapıldığının farkına varırsınız. ha bir de nolan bu filmle o akademiyi dağıtmazsa bu sene, bir daha oturup oscar moscar izlemem. yahu sen kimsin? bize ne? gibi sözleri duyar gibiyim. kaçtım hocam.
bu diziye sırf steve carell için başlamıştım ve an itibariyle 3. sezona başlamamla birlikte ne kadar doğru bir seçim yaptığımın farkına vardım. bu dizi tamamen gerçek hayatta yaşanan farkına varamadığımız şeylerin komedisi. daha doğrusu hani an olur başımızdan geçen bir olayın ne kadar komik olduğunu sadece biz fark ederiz ya. işte o insanlardansanız açın izleyin hacitolar bu diziyi. zerre pişman olmayacaksınız. dizide 3. sezon itibariyle beni öldüren iki adam var. biri stajer ryan diğeri ise tabi ki michael scott.
bu topraklarda erkek çocuğu olarak doğmak demek, beşikten başlayacak bir gönül meselesine doğmakta demektir. her ailede bulunan o amca, dayı, abi veya her kimse. vardır ama illaki o hasta fenerli-cimbomlu-beşiktaşlı olanından. aileye yeni katılacak olan bir erkek çocuğunun tulumunu onun kalbindeki aşkın rengiyle boyayıp giydirir üzerimize ve o tulumları giyip o renklerden döneni pek yoktur içimizde. böyle başlar bu ülkede renk sevdası. taa beşikten.
80lerde ve 90larda fanatiklik benim gözümde pek küfür boyutuna geçmemiştir. biz öyle gördük yani büyüklerimizden. yan yana maç izlemeler, uefa kupası finalini beraber izleyip beraber tura çıkmayı gördük biz. sözlü sataşmamız asla ağır küfür boyutlarına geçmezdi. çünkü futbolu seviyorduk biz sokaklarda olan çocuklar. sakızlardan çıkan futbolcu yapıştırmalarını yapıştırdık yatak başlarımıza, dolaplarımıza, apartman girişlerimize...
milli takımın senegali altın golle yendiğini hatırlamayanı yoktur içimizde. ben o günü baştan sona unutamıyorum. millet olarak spor başlığı altında son kez tek vücut olduğumuz gündü belkide. maça yetişemiycez diyordum babama ama yollar öylesine boştu ki tam zamanında yetiştirmişti eve. maç başladı oynandı, ilhan attı derken türkiye sallandı be. sokaklara döküldü bütün millet en önde ronaldo, davala saç traşlı çocuklar koşar adım.
ümit davala ve hasan şaş. o dünya kupasında ne de mutlu etmişlerdi di mi ya bizi? fenerli olupmasına rağmen kaç arkadaşımız o traştan yapıp bir boka benzememişti? veya hasanın brezilyaya attığı golde ortalığı kaç beşiktaşlı yıkıp geçmişti? hangimiz yıkmadı ki?
zaman ilerliyor, insanlar büyüyor ve kirleniyor. ama eskiler hep temiz ve saf kalıyor. hasta cimbomlu-beşiktaşlı-fenerli kavramı fanatik cimbomlu-beşiktaşlı-fenerli'ye dönüyordu yavaştan. fanatizm işleniyordu bu milletin kanına. yavaş yavaş ve sinsice.
derbiler bunun mesajını açıkça veriyordu. samiyende, kadıköyde, inönüde deplasman tribününe değilde sanki savaşa gider gibi buluşulup gitmeler artıyordu. stada yürürken takıma tezahürat etmek yerine rakibe küfür etmek marifet görülüyordu. bunu yazıyorum ama hangimiz bunu yaşamadı ki? hepimize keyifli geliyordu bu. girip internette tuttuğumuz takımın taraftarlarının deplasmana gidiş videolarını izleyip pis pis sırıtıyorduk. e eğlenceliydi de, çünkü farkında değildik nereye doğru ilerlediğimizin.
hatırlıyorum 6 kasımda kadıköydeki maçtan sonra okula gittiğimi. iyi makara dönmüştü, galatasaraylı çocukların yüzleri beş karıştı. ama yine günümüz kadar ağır laflarla dalga geçilmemişti. düşünüyorum da geçen pazar gecesi böyle bir skor olsaydı neler olurdu? en sevdiğimiz arkadaşlarımıza, dostlarımıza neler söyleyebilirdik? veya bir liverpool maçı sonrası milletçe utanacağımız yerde, en sağduyulu insanımız bile dalga geçmişti bununla. veya fenerbahçe avrupada sıfır çektiğinde. çünkü işliyordu damarlarımıza bu fanatizm ve unutmuyorduk rakibimizin hüsranlarını. onlara da unutturmuyorduk istisnasız hiçbirimiz.
günler geçiyor ve ezeli rekabette boyut değiştiriyordu. yapay bir söylem haline dönüyordu bu yılların biriktirdiği dostluklar. baba hakkıların, lefterlerin, metin oktayların yücelttiği bu dostluk televizyonlardaki eyyamcıların ve o tarih dolu formaları giyen terbiyesizlerin olduğu ortamda yitip gidiyordu.
nefret sarmış her tarafımızı. kulüpler resmi sitelerinden birbirlerine sataşıyor, yöneticiler sürekli kavga ediyorken taraftarlardan hassasiyet beklemek normal karşılanıyordu. bir sabah pat diye bir şike operasyonuyla ortalık iyice toz duman oluyor. yöneticilerin yediği haltlar o tarih dolu renkleri kirletiyordu. sahada hiçbir şeyden habersiz varını yoğunu ortaya koymuş futbolcuların emekleri sorgulanıyordu. o içimize sinen nefreti kusmanın yolunu arayanlarda bir an bile kaybetmeden şikeci damgasını çoktan vurmuşlardı bile. belkide hiçbir şeyden haberdar olmadan. senin benim gibi insanlarda yediremiyordu işte kendilerine bunu. yürüyüşlerde başlıyordu, birbirini avrupaya gammazlamalarda. bir düşüşten bir yükseliş çıkarmaya çalışmak profesyonellik sayılıyordu.
o dünya kupasında bizleri mutlu eden hasan şaşla ümit davala, geçen pazar gecesi hiçbir insanevladının bana açıklayamacağı şekilde kin dolu bir şekilde küfürler ediyordu tribünlere. ne oldu abi size? bu kin bu nefret nasıl bu boyuta erişebildi yüreklerinizde? veya günümüzde tekrar yapılsa sakızlardan yapıştırması toplanacak oyuncular olan meireles, drogba, melo, riera, eboue bile saçma sapan hareketlerde bulunurken neyi konuşuyoruz biz? tribüne muz getirerek sahadaki drogbayı, eboue'yi kendince küçük düşürmeye çalışan insanımsılar varken neyi konuşuyoruz biz? ben johnson'la, uche'yle, okocha'yla büyüyen biri olarak bunu yapan biriyle aynı takımı tutuyor olamam.
yıllar hala geçiyor ama görüntüler hala değişmiyor. kavgalar son bulmuyor. lugano, keita, luciano, emre aşık, volkan, sabri, emre, arda, semih. şu an avrupada olan arda bile etti bu kavgayı. koca avrupayı dönüp dolaşıp gelen emre'de burada etti. bir fenerbahçeli olarak şu saatten sonra isterse takımın en önemli oyuncusu olsun, kin ve nefretle dolu kimseyi istemiyorum bu takımda. emre, volkan, meireles. biz alex gibi bir adamı göndermişiz usta. sırf kişiliği yüzünden bu ezeli rekabetin çıtasını bir nebze yukarda tutan adamı...
hiçbir kulüp bu kadar olaydan sonra bile hala özeleştiri yapamıyor. ne fenerbahçelisi sıcağı sıcağına meireless'le ilişiğini kesemiyor. ne de galatasaray meloyla. bunun aksine resmi hesaplarından tweet atıyorlar, kadıköy hatırası 2 diye, yok galibiyet için t-shirt çıkaracağız diye. sabri çıkıyor diyor anama küfretti sokakta cinayet sebebi. volkan diyor sokakta birine böyle davransa karşılığını alır. iki takımın kaptanı bile dün gece gencecik bir çocuğun pisi pisie ölmesine rağmen hala magandalıktan dem vururak örnekler verebiliyorlar. ne biz bu futbolcuları hakediyoruz, ne de bu renkler.
galatasaraylısı fenerle oynasın oynamasın her gol attığında stadında fener ağlama diye şarkı açıyor, nkfvas diye atkı yaptırıyor. fenerlisi çgkyghtaak diye tezahürat yapıyor. beşiktaşlının stadı yıkılacak ve son maç ama fenere küfretmeden bitiremiyor maçı. twitter'a bakıyorsun onca olay olmuş, hala hashtag peşinde olan binler. ve hala üzerindeki suçu kabul etmeyip rakibindekileri konuşan binler. rakibini dünyaya rezil etme çabaları.
futbol? konuşulacak son şey artık futbol. konuşulacak o kadar çok kirli şey varken futbol sadece teferruattır. çok uzun olmasa da yıllardır futbolu ve tribünü seven biri olan ben bile şu an o kadar mutsuzum ki ne bir maça gitmek, ne de tezahürat yapmak istiyorum. yılların nefreti ve kini bir gecede patladı. gencecik bir çocuk öldü. ertesi gece televizyonlara bakıyoruz ve o asfalt gibi suratlarıyla sözüm ona futbol yorumcuları yorum yapıyor. 5 dk burak, daha sonra futbolcuların ortaya çıkan görüntüleri. 5 dk burak, daha sonra muz uzatan taraftar ve ırkçılık üzerinden espriler yapmaya çalışan yorumcular. * 5 dk burak, daha sonra olimpiyatlar için zedelenen itibarımız bilmem ne... insanın oturduğu yerde kanı donuyor. canı acıyor. o anneyi düşünmekten uyuyamıyor. 5 dakika önce binseydi o metrobüse, kendi veya arkadaşları başına gelebilecekleri düşünmekten çıldırıyor. cidden çıldırıyor.
temiz değil ne bu lig ne bu yöneticiler ne de futbol. kirlendi çünkü. hem de üzerine sadece çamur değil, kan bile sıçratılarak...
zaten ozzy abimizin yorumu yeteri kadar komikken, elemanın teki izleyince anlayacağınız gibi ozzy abimizin konuşma tarzına takılmış. daha net tasvir edemezmiş. **
eğer bir sezonda -rakibin bacakları arasından geçirerek asist yapma- gibi bir istatistik tutuluyor olsaydı bu adam açık ara önde olurdu. içinde bastırdığı bir futbolcu olması yüksek ihtimal.