Martin Scorsese'nin Leonardo Dicaprio oscar alsın diye çektiği film. Gerçek bir hikayeden esinlenilmiş olması filmin gereksiz uzun olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Leo'yu çok sevsem de yer yer sıkıldım ve uzun zamandır benzer rollerde oynadığı için de çok farklı bir oyunculuk hissedemedim. Bu sene Dallas Buyers Club'daki rolüyle oscar alma ihtimali yüksek olan Matthew Mcconaughey filmin başında kısa bir rolde oynuyor ve orada da döktürüyor.
--spoiler--
Her bölümü takip ediyorum ama iyice suyu çıktı dizinin. Ne güzel vazgeçmişti Emily intikamdan, ne gerek vardı yine döndü? Aiden'la yaşayacaktı mutlu mesut. O Takeda'nın kızı da ne alaka yani? Olaylar bitmiyor konu uzasın diye, Emily'nin hafıza kayıpları, yok Victoria'nın tecavüzü, Daniel'ın mallıkları, Sara'nın hemen karaktersiz kişiliğe bürünmesi ve evli adamın kucağına atlaması yeterince saçma. Bakalım sonu ne olacak? Zevkle izlerken Emily'nin vurulması sonrasını toparlayamadılar.
--spoiler--
Geçen hafta önce kitabını okudum, ardından filmini izledim. Markus Zusak'ın 2.dünya savaşında bir ailenin yanına evlatlık verilen Alman bir kızın öyküsü anlattığı enfes bir roman. Anlatım tarzı da değişik ve bir o kadar etkileyici. Liesel'in yaşadığı duyguları birebir yaşıyorsunuz okudukça, filmde de kitapta da son sahnelerde çok ağladım ki öyle ağlak bir insan değilimdir. Filmde Geoffrey Rush ve Emily Watson süperler, çocuk oyuncular da keza öyle.
--spoiler--
Film Almanca çekilse daha iyi olurmuş. ingilizce olması bazen çok battı. Rudy Steiner herkesin sahip olmak isteyeceği bir arkadaş, aşırı üzüldüm ölünce.
Hans Hubermann'ın ölmeden son düşüncesinin Liesel olması, Rosa'nın Liesel' ı kendi çocuğu gibi sevmesi ancak belli edememesi, Lieselı'ın okumayı öğrendiği, Rudy'yle hırsızlık yaptığı, Max'le bodrumla geçirdiği saatler çok etkileyiciydi, diyaloglar, karakterlerin kurgulanması da çok başarılı.
--spoiler--
Romantik komedi desem değil, IMDB' de yazdığı gibi bilimkurgu hiç değil, içine zamanda yolculuk hikayesi konulmuş aile ve sevgi filmi diyebiliriz. Son zamanlarda izlediğim en kaliteli işlerden. Richard Curtis zaten bu konuda kendini kanıtlamış bir insan. Rachel McAdams pek sevmesem se gayet olmuş, Harry Potter'ın Bill Weasley'si Domhnall Gleeson başrolde en başta biraz alışamasam da sonradan çok sevdim karakterini. Romantik komedi klişelerine bulaşmadan bir aile sevgisi öylüsü sunmuş yönetmen bizlere. Bill Nighy de artısı. izledikten sonra insanın aile kurası geliyor.
--spoiler--
Filmin sonlarında Tim'in kötü geçen bir gününü tekrar bu kez olumlu yanlarını görerek yaşadığı kısım benim için filmin en etkileyici sahnesiydi. Bir de tabii Tim'in babasıyla vedalaştığı sahneler.
--spoiler--
Yaklaşık 1 ay önce başladığım ve dün itibariyle bütün bölümlerini bitirdiğim kaliteli drama dizisi. Konunun, kurgunun ve çekimlerinin güzelliğinin yanı sıra oyuncularının aşırı yetenekli olması diziyi izlenebilir kılan etkenlerden. Özellikle Eli Gold'u oynayan Alan Cumming, Diane Lockhart'ı oynayan Christine Baranski ve Will Gardner'ı oynayan Josh Charles kendilerini aşmış durumdalar. Dizinin 5.sezon 10.bölümü Decision Tree ve 5.sezon 5.bölümü Josh Charles'a hayranlığımı kat kat arttırdı.
10 Mart'a kadar yeni bölümü yayınlanmayacak. Ana karakterler dışında yan karakterlerin ve konuk oyuncuların da döktürdüğü kesinlikle tavsiye ettiğim dizidir. Dizide geçen dava konuları da güncel olaylardan alınıyor, o açıdan davalar da ilgi çekici.
--spoiler--
Gelelim karakter analizlerine
Alicia Florrick: Cefakar eş, başarılı avukat, iyi bir anne olmaya çalışan Alicia'nın ne istediğini bilmemesi, Peter'la tam olarak barışmadığı halde Will'e her gıcık olduğunda gidip Peter'la yatması, ilişkisine sahip çıkamaması sinirimi bozan halleri. Yine de iş hayatında hızla güçlenmesini ve istediği gibi yaşayabilme azmini takdir ediyorum.
Will Gardner: Alicia'ya yıllardır aşık olmasına rağmen duygularını tam anlamıyla açıklamaması bu ikişinin ilişkisinin çok yüzeysel sadece cinsel bir birliktelik olarak görünmesini sağlıyor. Ayrıca iş ortamında da sınırı yok, para kazanmak ve güçlü olabilmek için herşeyi yapabilir izlenimi veriyor. Yine de team Will deyim ben.
Diane Lockhart: dizide tam anlamıyla sevdiğim tek insan. Tutarlı, cesur, zarif ve dingin. Kesinlikle olmazsa olmaz bir karakter. Kurt'le mutlu olsunlar.
Eli Gold: yine her eve lazım ekolünden, Peter Florrick' i bugünlere getiren insan. Çok seviyoruz.
David Lee: uyuz ama iş bitirici , en sevdiğim karakterlerden.
Kalinda Sharma: dizide davaları çözen insan, tamam iyi hoş seviyoruz da aşırı gizemli havalarına ve kadın erkek herkesi kendine aşık edebilmesine gıcık oluyorum. Kocasıyla olan olayı da saçma sapan bitti, gereksiz bir hikayeydi.
Cary Agos: Alicia'nın altında hep ezildi bugüne kadar, yeni firmalarında kendini dahaok göstereceğine inanıyorum. Seviyoruz kendisini.
Bunlar dışında Michael J. Fox'un oynadığı Louis Canning, Elsbeth Tascioni rolüyle harikalar yaratan Carrie Preston, Matthew Ashbaugh rolüyle Walter Bishop'umuz John Noble, Mike Kresteva rolüyle Matthew Perry diziden geçen konuk oyunculardan bir kısmı.
--spoiler--
Supernatural in sekizinci sezonunun 3.bölümü yayınlandı geçen hafta. Dizinin sadık fanlarından olmama rağmen, geçen sezonki Leviathanlar ve çamaşır suyu rezaletinden sonra bu sezon pek şevkim kalmamıştı açıkçası. Ama sekizinci sezonun ilk bölümü We Need To Talk About Kevin, bölüm ismi ile bile bu dizinin neden fanı olduğumu bir kez daha bana hatırlattı.
Supernatural malumunuz müzikleri ile de kalbimizi fethetmiş bir dizi olduğundan sekizinci sezonun The road so far kısmında açılış sahnesinin Jethro Tull- Locomotive Breath ile girmesi de bu sezonun güzel başlayacağının sinyali gibiydi. Sonrasında Allahım neden kötüledim canım dizimi diye de kendime kızdım hatta:) ilerleyen dakikalarda Dean ormanda ortaya çıktığında çalan Styx - Man in the Wilderness ise tuzu biberi oldu.
Bu arada Samin avcılığı bıraktığını, Deani hiç aramadığını, hayatına devam ettiğini öğreniyoruz. Samin bu konuda bir şeyler sakladığı aşikar. Deanin Purgatoryde yaşadıklarının flashbackler ile anlatılması da oldukça hoş olmuş.
Crowleynin ilk bölümden konuya dahil olması ise eminim benim gibi pek çok kişiyi sevindirmiştir. Ne kadar kötü olursa olsun sevdiğim bir karakter Crowley. Dean'le atışmalarına zaten hastayım, bu bölümde yine aralarında geçen şu diyalog da yeterince güldürdü:
"Crowley: where's your angel?
Dean: ask your mother!
Crowley: there's that grade-school zip."
Gelelim ikinci bölüme, bölüm ismi Whats up tiger, mommy? Woody Allenın Whats up tiger, lily? filminden alıntılanmış bir bölüm ismi. Bu bölüm Supernaturalın en sevdiğim bölümlerden birisi oldu. Açık arttırma sahnelerinde Crowley ile olan diyaloglar ve Samin impalayı açık arttırmaya sokma teklifine teşebbüs etmesinde Deanin Say it and ill kill you, your children and your grandchildren. repliği oldukça güldürdü. Bu iki güzel bölümün sonrasında sekizinci sezonun umut vadedici olduğunu söyleyebiliriz. inşallah yedinci sezon gibi hayal kırıklığı olmaz.
marilyn monroe ile ilgili müzikal hazırlamaya çalışan bir grup insanın öyküsünü anlatan süper nbc dizisi. yapımcısı steven spielberg olup, başrollerinde megan hilty, american idol den tanıdığımız katharine mcphee,will and grace'in grace'i debra messing,coupling'in steve'i jack davenport gibi kişiler oynamaktadir. glee'den daha iyi olduğunu söyleyebilirim bir gleek olarak. dizi için özel hazırlanan orjinal şarkılar ve performanslar süper. muzikal sevenlere dehsetle ve kesinlikle tavsiye edilir.
Tum bolumlerini su ara ikinci kez seyrettigim, en etkili antidepresanlardan biri. Favori karakterim chandler bing olup, en guzel iki bolumu 'the one where everybody finds out' ve 'the one with the engagement picture'dir kanimca.
mükemmel bir angus & julia stone şarkısı, ahanda sözleri:
If I talk real slowly
If I try real hard
To make my point, dear
That you have my heart
Here I go
I'll tell you what you already know
Here I go
I'll tell you what you already know
If you love me with all of your heart
If you love me, I'll make you a star in my universe
You'll never have to go to work
You'll spend everyday shining your light my way
If I talk real slowly
If I hold your hand
If you look real closely
My love you might understand
Here I go
I'll tell you what you already know
Here I go
I'll tell you what you already know
If you love me with all that you are
If you love me, I'll make you a star in my universe
You'll never have to go to work
You'll spend everyday shining your light my way
Here I go
I'll tell you what you already know
Here I go
I'll tell you what you already know
If you love me with all that you are
If you love me I'll make you a star in my universe
You'll never have to go to work
You'll spend everyday shining your light my way
normalde Göksel'den pek hoşlanmamama ve dinlemememe rağmen bu şarkıyı milyonuncu kez dinliyorum duyduğum andan beri.muhteşem..
"bin türlü ihtimali düşünüyorum
aklına gelmiyor muyum bilemiyorum"
asıl adı elizabeth grant olup, sahne adı olarak iki eski hollywood aktristi olan lana turner ve ford del rey in kombinasyonu olan lana del rey i kullanan amerikalı şarkıcı/söz yazarı. Video Games şarkısı şiddetle önerilir. Hem kulağa hem göze hitap edenlerden.
Tamamını geçen hafta seyrettim. Kaç gündür dinlediğim tek şey buradaki birbirinden yetenekli on iki kişinin şarkıları. Favorilerim elenmesine rağmen Cameron Mitchell, kazananlardan biri olan Samuel Larsen, diğer kazanan Damian McGinty. Cameron ve Samuel yarışmanın ardından birer EP çıkarmışlar. ikisinin de şarkıları muhteşem. Cameron singer/songwriter olarak, Samuel da bir rock star olarak öne çıkıyor. Damian o kadar tatlı ki, al evde besle, yerim ben onu. Zaten kendisi Glee'nin üçüncü sezonunda dördüncü bölümden itibaren irlandalı değişim öğrencisi olarak oynamaya başladı. Finale kalan dörtlünün tek bayanı Lindsay Pearce ise tam Rachel Berrynn ilk zamanları tarzında birisi. Gerek bencilliği, gerek kendini beğenmişliği, sesi çok güzel olmasına rağmen insanı itiyor. Ryan Murphy ve Nikki Anders ın düşüncesine göre biraz yapmacık. O da yine Glee sezon 3'te 2 bölümde oynama hakkı kazandı. Final dörtlüsünün sonuncusu ise Alex Newell olup, kendisi drag çıkıp şarkı söylediğinde tamamen başka bir kişiliğe bürünüyor, büyüleyici bir sesi var. En sevdiğim performanslarına şu linkten ulaşılabilir:
yüce rabbimin boş zamanında yarattığı türden afet bir kimse. kendisini whatever works , stardust , tristan and isolde gibi filmlerde görebiliriz. ayrıca the tudors'ta charles brandon 'ı canlandırmaktadır. 1983 doğumlu ve ingilizdir. henry cavill'in egyptology 'ye ve yabancı dillere karşı eğilimi ve ilgisi bulunmaktadır. keşke klonlama imkanımız olsaydı kendisini. maşallah diyoruz.
bu bölümün en akılda kalan yeri spike 'ın arkadaş olduklarını iddia eden angel ve buffy 'ye nutuk attığı bölümdür. şöyle demiştir kendisi:
" You're not friends. You'll never be friends. You'll be in love till it kills you both. You'll fight and you'll shag and you'll hate each other till it makes you quiver, but you'll never be friends. Love isn't brains, children, it's blood. Blood screaming inside you to work its will. I may be love's bitch, but at least I'm man enough to admit it. "
bu bölümün güzelliği olayların xander 'ın gözünden aktarılmasıdır. kendini işe yaramaz olarak düşünen xander aslında ne kadar yararlı olduğunu anlar. bölüm sonunda da o gün yaptıklarını kimseye anlatmaz. en güzel sahnelerinden biri angel ile buffy tartışırken xander'ın geldiği sahnedir. angel ve buffy oldukça dramatik şekilde tartışmaktadırlar. xander onları görünce onların yardımını istemekten vazgeçer ve kendi başının çaresine bakmaya karar verir.
buffy the vampire slayer'ın 3.sezondan sonra yayınlanan en güzel bölümlerinden biridir. joss whedon şarkıları kendi yazmıştır. nasıl bir deha olduğu daha da iyi anlaşılmaktadır.