yemyeşil bir ovada koca bir ağacın gölgesinde tüketmek ömrü ve hesap yapmadan düşünmek.
ait değilim yaşamınıza ve bocalıyorum her seferinde.
beni salak zannediyorsunuz ama salaklığım salak olduğum için değil.
buraya ait değilim.
Bize yazdıkları olumsuzluklar ödeme zamanı geldiğinde karşımıza çıkanlar zekamızın sayesinde mantıklı açıklamalar ile defolup bize yeni hayal kurma imkanları tanırlar.
Ne kadar olumsuzluk verirsen o kadar mutlu ve o kadar güçlü olurum.
Güzel kaybetmeleri çaresiz kalışları bir borç bilirim kendi adıma.
Mutsuz edenler olmasaydı ben nasıl bilirdim kıymetini mutluluğun?
Hayatımda ardımda kalanlar,terk edenler ve hakkımı yiyenler unutmayın ki;
Ben öyle yada böyle mutluluğun peşinden gidip bulurum yaşam kaynağımı.
Beni ezilmişlik hakkı yenilmişlik götürür sevdiğim yerlere.
Domates salatası üzerinden konuşmak gerekirse olmadı duyduklarım.
Sevmek suçum olmuştu ve üzerime yıkılan suçum yüzünden aç bırakılmıştım.
Yoksa doğruydu hep aynı yerlere gidip hep uzaktan bakıyorduk çok para olan pahalı yaşamlara.
Biz sağlıklı yürüyüşler yapmaya çalışıyorduk.Bol karbonhidratlı beslenme alışkanlığımız yüzünden başımıza iş gelmesin diye temkini elden bırakmıyorduk.
Çay demleyelim diye kocaman bir termos almıştık.En azından termosa sahip olduğumuz için övgü dolu cümleler okşayabilirdi gururumuzu.
Elde yiyecek sepeti taşımak yormaz adaletsizliğin bükemediği bilekleri.Üşenmek yüzünden undan yapılan yiyeceklere laf söylersen lokantalarda satılan unlu ürünler sana alerji yapar.
Domatesten birde börek yapılır ve beni mutlu eder.
Mutluluğun resimlerini çekmek gerekirse yemek yemeyi de mutlu olmayı severim.
Acı biberin turşu olsun diye su dolu kavanozun içerisine sokulmasında ağzım dilim yansa da seviyorum hayatı lezzetli yaşamayı.
Domatesin salçası da yapılır ya.Parmak parmak tatmak ne güzeldir öyle tuzlu tuzlu.
Benim kızma değil küsme alışkanlığım var.Zor insanım sonuçta.Benimle anlaşmak için dünyanın en büyük çabalarını sarf etmek gerekir.
Organik almak haddimize değil ona en yakına ulaşmak için verdiğimiz çabalar gereksiz ve çok sıkıcı.
Glikoz şurubuna karşı verdiğimiz çabalar anca yaşam kalitemizi düşürüyor ve gereksiz gerginliklere yol açıyor.
Bundan sonra domatesli yiyecekler yemesem de olur.Domatesli günlerim varsın olmasın.Zaten en çok domates kabul edilmiyor ihracat yaptığımız ülkelerden.
Önünden geçip hatırlayıp anlamak için bile şansımız yok izin vermiyorlar.
Hayal ediyorum da özlüyorum ve iç çekiyorum.Aynı yerlere gitme alışkanlığım var ama katili ben değilim o zamanların.Buna kesinlikle eminim.
Tıpkı yıkıp yerine yaptıkları şeye katkımın olmadığı gibi.
Bana sorarsan canım yanmaya devam ediyor.Senin yanan bir canın var mı bilmiyorum?
Orada yaşayan ağaçları ve dokunduğumuz yerleri düşünüyorum.
Bir şey demeyecek misin kayıplarımız için?
Basit bir cevap almak bile bu kadar zor.Yoksa sende mi çok mutlusun üzerine yaptıkları şey için?
Sadece orayı yıkmamışlardı.Hatırladıklarımızın üzerinde beyaz toz bulutları yükseliyordu.
Yaşlanmak yaşıtlarımızın başına gelen işlerden biri.Aynada kendimizi seyretmeyi bırakıp fotoğraf karelerinde göbeğimizi beğenmeyip beyazlaşan saçlarımıza aldırıp kabul etmek kaybetmeyi.
Bir zamanlar ne kadar güzeldin.
Şaşırdım seni kapıda gördüğümde.Hala güzelsin ama eskiden böyle değildin.
Motorun arkasına almadığım kızı buldum ve konuştum.Özür diledim kusura bakma dedim.
Bu hayat o kadar kötü ve anlamsız.Adamın canına okuyor.
Sarhoş olmak güzel ama karaciğerimin özgürlüğüne hayal kurma yeteneğine dokunma tabiat ana.
Öylesine düşmüştü akıllarına ve öylesine aramışlardı beni.
Utanarak ve sıkılarak konuşurken ev ortamında ne kadar kibar konuşuyorsun derken çocukluğumu hatırlamıştım.
Seslerini ayırabiliyor tanıyordum teker teker.
Aramaları sadece beni değil ev halkını mutlu etmişti.
Unutmamışlardı.
O kadar anlatmıştım ki hepsi yakından tanıyor gibiydi.
Onların doğum günlerinde bende onları aramış tebrik etmiştim.
Sonralarda ara ara aradım ve çocukluğumuzda ki gibi konuştum.
Bir şey değişmemiş gibiydi.
Çocukluk arkadaşlarımdan biri yanıma gelip beni bulmuştu.
Sordum ona o da diğerleriyle görüşmeyeli yıllar olmuştu.
Hayal gibi geçip gitti.
Sonra kimse aramadı kimse hatırlamadı.
Doğum günümde aramayan dostlarım beni umutlandırmıştı.
Bundan sonrası yine sessizlik yine inziva.
Kimseye kızdığını belli etmeden kendince yaşamak.
Tabiat ana ne kadar yaşamımıza izin verirse eğer o kadar fikirlerimizi kafamızın içinde yaşatacağız.
Bir sene o kadar çabuk geçti ama hayal kırıklığı hiç geçmez gibi duruyor.
Yapmak istediğim işi yaptırmıyorlar yapmak istemediğim işi yaptırıyorlar.
Yapmak istemediğim işi yapmayayım diye önüme engeller çıkarıyorlar.
Moral durumum bitmiş vaziyette.
Teras katında ki odamda iyi durumda ki çiçeklerim artık pek iyi gözükmüyor.
Çoğu kendini ağaç zannedip yapraklarını döküyor.
Akvaryum su sızdırıyor,balıklar büyümeden ölüyor ve ben artık gökyüzüne bakıp kendimi enerjik hissetmiyorum.
Havaların ısınmaya başlayıp geç kararmaların da aydınlık bir şey görmek ruhumu mutlu etse de mutlu adamlar sıralamasında yerim yok biliyorum.
Basit bir yazım dilinde anlatmaya çalışsam da anlattıklarım ve anlatmadıklarım öyle kolay ve aşılacak şeyler değil.
Kafamda ki isyan canım yandıkça ve canımın daha çok yanacağı ihtimallerinde daha çok artıyor.
Kendine mutluluk konusunda bir şeyler bulma konusunda fakir olmayan adam gözünün önünü göremiyorsa;
Bu acıdan kaygıdan değilde olsa olsa hayal kırıklığıdır.
Kırılan insan hiç bir şeye inanmaz.
Algılarıma karışan umutsuzluklar dayanma güçlerime karışıp beni yerle bir ediyorsa;
Dayanak noktası ve gelecek adına umut yok demektir.
Çoluk çocuk doysun diye çalışırken bile iç huzurum yok.Önümüze gelen tehlikeler ihmal edilemeyecek kadar önemsiz değil.
Ayakta kalabileceğimiz kadar ayakta kaldıktan sonra gitmek sorun değil.
Bu saatten sonra akıllanmak ve senden sonrası kötü olmasın diye yatırımlarda bulunmak.
Yazdığım güzel bir romanım var.
Belki kimsenin ilgisini çekmez.
Yayımlansa o zaman etkilerini görebiliriz.
Sonuç olarak değerimizin olmadığı hayatta iz kalacak bir şeyler anlatmak için köle düzeninde çalışmamız gerekiyor.
Karnımızı doyurmak için sağlımızın bozulmasına mecbur kalmak zorunda kalıyoruz.
Aç kalmamak için kendimizden vazgeçiyoruz.
Bizden geriye kalan umutsuz ve kayıtsız bakışlar.
Uçup giden ruhsal sağlığımız gençliğini düşünüp kendini sonsuzluğa gidecek gibi hissediyor.
ilk hikayesinde başaran insanlar var.
Ben ilk hikayemi kimseye okutmadım.
Ben yazdıkları okunmayan ve çareyi meyhanelerde kendiyle konuşan yazar olmaya çalışan bir adamım.
Kafamız yönetiyordu bizi ve biz kafamızın yönetiminden şikayetçiydik.
Kafamıza suçlamalarda bulunuyorduk neden böyle kafa yapısına sahip oldun diye?
Kafamıza anestezi olmadan müdahalede bulunmak ve onu yenisiyle değiştirmek mümkün değildi.
Haksız mıydı sanki?
Ne güzel gidiyordu?
Dışarıdaki yaşamda maddi kayıplar ve küçülüp kendi haline çekilme olayına alışılmıştı ama bedendeki nüfus daralmasına tahammül etmek hayatın ona karşı nankörlüğü gibi geliyordu.
Çok para sahibi olmak istemiyoruz bari bizi rahat bırakın söylemi üzerine kurulan ateşkes eylemleri neticesinde karara bağlanan barış antlaşmaları sağlığımıza sıçrayan işgal hareketlerinde hükmünü yitiriyordu.
Biz okzijeni ve karbondioksitin sebebini bilip seviyorduk yaşamayı.
Hastalanmak şartlar arasında yoktu.
Kafa bu şartlar altında hastalanmasın da ne yapsın.
Kırılgan hareketleri yüzünden onu suçlamak sorunu görmezden gelmek demek.
Ne yapsın üzülmeden isyan etmeden olduğu gibi kabul edip üzerine teşekkür mü etmeli.
Rüzgar ters yönde esiyordu ve biz solunum olayımıza karışan sebebini bilmediğimiz mikrop diye tabir ettiğimiz şeylerin neticesinde soğuyorduk yaşamaktan.
Kafamız ve bedenimiz ortak çalışıyor gibi gözükmese de ortak bir karar alabiliyordu.
Kimin kimden şikayetçi olmasının bir önemi yoktu.
Birbirimiz hakkında konuştuğumuz her şeyi duyuyorduk.
Eğer bir gün bedenin kullanım süresinin dolduğuna inanırsak kafanın şalterini kapatacaktık.
Son antlaşma buydu.
ister kayda geçirin ister geçirmeyin.
Bir çocuğun hayali oyun alanına sahip olmak bugünün çok pahalı ve imkansız bir kaç metre kare toprağa sahip olmak.
Dikili bir ağacımız olsun isteriz saksıda olanına bile razıyız yeter ki denizleri görelim ve kendimizi yalnız hissetmeyelim.
Yüzümüze özlediklerimizin kokularını getiren rüzgarlar vursun.
Varsın olmasın çok önemli değil paralı rahat bir yaşam.
Mutluluk olsun ve hala umut dolu bir yolculuğa inanç olsun.
Renkli kalemlerle duvarları boyayan küçüklüğümüz ve kara kalemlerle yazılmış gururlu geçmişimiz olsun.
Hatırlananların güzelliğinde kahramanlık hikayeleri anlatılırken kabaran göğsümüz ve pişmanlık duymayan seçtiğimiz hayatlar.
Sırtımızda yük ve gökyüzündeki maviliklerde aradığımız denizler.
Zengin olmanın türlü türlü yollarını bilenlerin o amaç uğruna yazılan kitaplardan öğrenmediğine eminiz artık.
Aşk romanları diye küçümsediğimiz türler en azından amaca ulaşmak için kitap sahibi olup okuyorlardı.
Ergenlik döneminde karşı cinsi düşünüp fantezi üretmek için bile dergilerde yazanları okumak gerekiyordu.
Birde alt yazılı filmlere gitmek okuma kültürünü geliştiriyordu.
Yazmak ve okumak insanı kirli yapmaz.
Kafanın içindekiler ve yaşadığın zaman senin parçandır.
Rüzgarlara karışan karlı bir gecede ellerin paltonun cebinde geleceğe hala umutlu bakabilmek ya iyi niyetindir yada bir çıkış yolu biliyorsun demektir.
En ucuz en adi walkman kulaklığını alıp böyle zehir olur müzik dinleme zamanları.
Bira çok pahalı geldiğinden dolayı köpek öldüreni kendimiz üretip içiyoruz.
Gece yarısından sonra kendimizi ayrılan saatlerde biraz olsun özgür ve rahat hissediyoruz.
Zaten mutluluğumuz öğleye doğru ayıldığımızda yoğunlaşıp karışıyor gidenlerin karıştığı bulutlara.
Günün kime göre işe yaramayan saatlerinde faaliyetlerde bulunmak bırakın da tasarruf yetkisi bizde olsun.
Sizin sabah saydığınız saatlerde biz yeni uykuya dalmış isek;bizim size göre çalışma programımızı ayarlamamız mı gerekiyor?
Yatağımızdan geç kalksak ta en çok ezilenin biz olduğu gerçeğini kimse değiştiremez.
Sırf bizi bu yüzden yargılamak ve bize kendini kötü hissettirmek sizin yıldırıcı yöntemlerinizden biri olsa gerek.
Senden zaten bir şey olmaz ki demek ve yalnız bırakmak olsa olsa kötü niyet sahibi olmak.
Gün ışığında kötü hava şartlarına aydınlık yüzümüzle bodoslama giderken ayaklarımız ve ellerimiz üşüyor ama kimse yüreğimizi üşütemiyor.
Biraz olsun işimizi iyi yapıp bizi seven insanlar biriktiriyoruz.
Karnımız doysun diye çalıştığımızdan dolayı dahili harcamalara ayıracağımız çok fazla paramız yok.
En ucuz malzemeleri alıp geçinmeye çalışıyoruz.
Erken yatmayacağım,erken kalmayacağım,şarap içmekten vazgeçmeyeceğim.
Bildiğim yoldan yürümekten vazgeçmeyeceğim.
insan kendine aynı vitrinlerde gördüğü gibi bir yılbaşı gecesi istiyor.
Yada çocukluğunda olduğu gibi masanın ortasında tavuk pilavla başlayan yiyecek saadeti.
Hiç bitmesin istediğin ve sabah olduğunda yataktan kalktığın baş ağrılı günün sıradanlığında ellerinden kayıp giden çocukluğun ve hayallerin.
Kurduğun hayallerin zaman tarafından yenilip içilmesi
Cebinde bol para ve umutların olsa ve sırf hayalindeki yılbaşı gecesi için bir sahne kurmak için günlerini ayırsan.
Tıpkı ışıltılı tezgahlarda gördüğün gibi.
Bol ışıklı bol eğlenceli ve bol alkolün olduğu sanat dolu bir yeni yılı karşılama.
Çocuklara hediyelerinin verildiği ve mutlu küçüklerin sıcak evde oyunlar oynaması.
Sevinçten akan gözyaşların gece boyunca yazılan eserler gibi ortalarda gitar eşliğinde gezinmeleri.
Yeni yıl hazırlıkları yapılırken deli gibi çalışmak ve hazırlıklar için çalışma zorunluluğuna hayır.Ve yeni yılın ilk sabahında işe gitme zorunluluğu kölelik derecesinde mecburiyet.
Gel de bu iklimde hayal kur ve hayallere inan.
Müşteri seninle konuşuyor ve sen anlıyor gibi yapıp her seferinde evet deyip geçiçtiriyorsun.
Çünkü kafan kazan gibi.
Sanki bir tek ben yeni yılı kutlamışım.
Yenilmiş hakların üzerine düşünen kendisi için elinden gelenin fazlasını yapmayan adamın öyküsüydü.
Kendisi için çıkar elde etmenin yaşı ilerledikçe bir faydasının olmadığını fark etmişti.
Küçük mutluluklar için manevralar yaptığını inkar etmese de kazanç sağladıkları hiç bir ahlak kuralında müebbet hapsi öngörmüyordu.
Yinede suçluluk duyuyordu çıkar sağladıklarından.
Yağmur delinmiş gökyüzünden yağarken ıslanmamak için bir yere sığındığında yapraktan seken damlalardan korunmak için yaptıkları elinden geldiği kadardı.
Kendini güneşli yanda bıraktığına inanmak insanlık için evcilik oyunu kadar gerçekçiydi.
Kimsenin hakkının yenilmesine tahammül edemiyordu.
Ezilenlerin yanında yer almak ve onlarda kendinden bir şey bulup ezilen adam olduğunu düşünmek onun zenginliğiydi.
Öyle gözükmüyordu ama ezilen tabaka sınıfındaydı.
Akıl sonradan başa geliyordu.
Kendi gibi değişen yaşam onu şaşırtmıyordu.
Teknolojiye ve gelişen yaşam standartlarına inat onun inandığı fakirleşen insanlar vardı.
Hayat ve o zıt yönlerde ilerliyorlardı.
Herkes geçmişin uzağında uzay çağına eriştiğini zannediyordu O ise gelişmenin kendi geçmişinde olduğuna inanıyordu.
Bir şeyi hatırlamak ve bir gün her şeyin daha güzel olacağına inanmak uyku kadar güzel.
Uyurgezer yaşarken kendimi özel ve eşi bulunmaz zannediyordum.
Terk edenlerin geçmeyen acılarını düşündüğümde kaybedenin onlar olduğunu zannediyordum.
Oysaki her seferinde bana alışma bundan sonra ki hayatında ben yokmuşum gibi tasarla hayatını diyorlardı.
Beş yaşında çocuk gibi anlamadan gülümsüyordum aldandığım yüzlerine.
Kendimi bir gün düşünce adamı sanatçı yada hali vakti yerinde iç huzuru yüksek bir adam olacak zannediyordum.
iflasım sadece ticari savaşta değilmiş,çoktan kaybetmişim çıktığım oyunları.
Uzun zannettiğim ömür boyunca boşa harcamışım dinamik zamanlarımı.
Her şeyi kendin gibi iyi zannetmek yanılsamanın denek olarak kullandığı ilizyonmuş.
Maddiyatı ve maddeyi iyi bilenlerin yanında hala yorulmadan hayal kırıklığına uğramak.
Bu gibi adamlar hep statü ve zaman kaybeder.
Uzaktan onlara bakıldığında bir gelecek görülmediği için kimse yanlarında olmak istemezler.
Genel ruh durumları yalnızlıktır ve en çok kendileriyle konuşmayı severler.
Hep kaybettiklerinden dolayı trajedileri ve duygusal sonları olan anlamsızlıkları severler.
Hep yetinirler ve ezilenleri ezmemek için onların önünde saygıyla eğilirler.
Giden ömür olsun rahat sürülecek yaşam olsun.
Göğüs kafesleri her nefes aldığında en yüksek rakımlı yükseltilerden bile daha büyük yükselirler.
Gönül ağırlıkları vardır ve çok yaşayanlardan daha çok kalırlar hafızlarda ve ölümsüzdürler.
Herkes gider ama onlar hep kalırlar.
Zamanın işi yaşayan ölümlüleri yok edip unutturmak.
Bir onlara yetmez zamanın gücü.
Çünkü onlar gönüllerde yaşarlar.
Ezilenler öyle ezildiklerini sanıp hep kaybeden oldukları için değil en iyi yerde olmayı hak ettikleri için yaşam boyunca konuşulmaya devam ederler.
Sandığınız gibi kendilerini dışlanmaya programladıkları için değil sizin çıkış yollarının onların aklına gelmediğinden.
Hayatın akış hızına ters orantıda bir anda zengin olmak düşmez kendi yağıyla kavrulan insanın yorgun zihnine.
Köle gibi çalışıp gün batınca evine girmek için dakikaları saydığı anlarda gelen her iş angaryadır.
Uzar gider zaman önünde kendini her an hastalanacak gibi hisseder.
Eve gidememek korkutur yalnız bırakılmış çaresizliğini.
ister kader deyin ister şansızlık yada kendini kendine yakıştırabilen özel insanlar.
Hiç bir şey onlara bu kadar yakışmazdı çaresizliklerin yansıdığı kederli yüzleri buhran dolu olsa da sizlerden farklı kılan görünmeyen yüzleri ve yetenekleri var.
Anlamlarını ve ürettiklerini kendilerine saklayıp bir gün adı sanı bilinmeyen anonim kahramanlar olurlar.
Kendimize sadece kendimizin sunacağı özgürlükler veriyorduk.
Mutluluk oyunlarıyla kendimizi kandırıp sağlıklı kafayı bedende tutmaya çalışıyorduk.
Her şeyin bittiği anlarda çarptığım kapıdan geri içeriye girip hadi kalkın bugün güzel bir şeyler yapalım diyordum.
Çökmüş ruhsal derinlikler,asık yüzler ve her an birbirine girecek bireyler bu yeni dinamizm sayesinde yeniden kenetlenip ayağa kalkıyordu.
Bizi kimse yıkamaz diyorduk ta ki ölümcül bir hastalığın pençesine düşünceye kadar.
Bize yeni şeyler hediye eden hayat değil kendi bakış açımızdı.
Küçük umutlar bizi mutlu olmaya zorunlu kılıyordu.
izler bırakıyorduk canlıların ve hayallerin üzerine.iyi anılmak güzel bir şeydi.
Çok fazla menfaat değil çok fazla yalnızlık daha güzeldi.
Sıra sıraya dizilen tam anını anımsatan dokunaklı anlatımlarımız ve hatıralarımız vardı.
içinde bulunduğumuz her anı hatırlamaları için doğru yerlere yerleştirilen ip uçları vardı.
Her çocuğa ayrı anlatılan birer masal ve birer şarkılar zihinlerinin uyanması içindi.
Kimseden beklemeyip kendi kendimize icat ettiğimiz özgür alanlarda kendimizi mutlu zannetmekten hoşnuttuk.
Bir çiçeğin uyanması için tabiatın doğru zamanını beklemek bizim katlanabileceğimiz en büyük sabır hareketiydi.
Ellerimiz kollarımız bağlı geleceğimiz ipotek altındaymış.
Gece gündüz çalışsak bile kazandıklarımız başka bir cebe akıyormuş.
O cep bizim cebimiz değil kesinlikle.
Öyle kendimizi kandırarak çok çalışarak çok şeyimiz olacağı yalanına inanmak bir balon kadar inandırıcı değil.
Yolun başında tüketmiş biri olarak bundan sonra paralı ve huzurlu yaşama fikri gerçek değil.
Sildirsem kendimi tüm resmi kayıtlardan zaten kayıtlı ollan yerlerde hak ettiğim hiç bir şey bırakmamışlar.
Çoktan iflas etmişim ve kendi adıma hayaller kurarak suyun dibine doğru yüzüyorum.
Yaşadığım hayat dışarıdan izole,kendi dünyamda kendi hayatımı yaşıyorum.
Yalnız ruhumun çoğu zaman bocaladığı anlarda karnımız doysun diye dışarıda çalışmak bir sanatçının denek fare gibi oynanması.
Asla üzerimize tam olmayacak maddi zenginliklerin gerçekliğinde elimizde olanla yetinmeye çalışırken hala dışarıdan saldırılar gerçekleşmesi üzüyor beni.
Ta en başını çocukluğumu düşünüp geçtiğim yolların ve verdiğim başı boş kararların ne anlama geldiğini düşündüğümde hep o asi ve kimseye boyun eğmeyen adamı görüyorum.
Benim gibi olmanın elbetteki bir karşılığı olacaktı ve cezasız kalmayacaktı böyle bir yaşam.
Yaşamı ciddiye almayan ve en ciddi anlatımları bile hala ilkbaharda kelebeklerin peşinde papatya toplamak zanneden çocuğun hikayesi olsa olsa hayalkırıklığı olurdu.
Moralimizi bozacak bir şey illaki hazırda bulunuyor.
Bazen kafamızdaki kuruntular bazen haberlerdeki saçma bir şey yada balyoz gibi kafamızın üzerinde duran kader gibi takip etmekten vazgeçemeyen kötü talih.
Hayat bizi ortaya almış topu ayağımıza vermiyor.Dalga geçer gibi pas alışverişi yapıyor ve her seferinde sevmeyenlerimiz oley çekiyor.
Ortada sıçan dedikleri biziz sanki;Kuyu var diye uyarsalar da yandan değil tam ortasından geçmeye çalışıp düşüyoruz ayak oyunlarının kazdığı derinlere.
Kendimizin düşmanı kafamızdaki karanlık düşünceler işini yapmak için ortaya çıkıp kırılgan ruhumuza yapıştığında kendimizi korumasız ve yalnız hissediyorduk.
Cehennem ateşini yüzümüzde ve sırtımızda hissettiğimizde kim tutacaktı ellerimizi?
Boş topraklarda kurak ve çorak vaziyette anlamaya çalışıyorduk yüz yıla yakın zaman boyunca oynanan oyunları.
Sanatçının ağlatan duygusallığın da başımıza gelenlerin aptalca kararlardan dolayı olduğunu kabullenip yazan adamın huzurdan başka bir şeye kafasının çalışmadığını ve bu yüzden sanat haricinde yargılanmaması ve cezalandırılmaması gerekiyor.
Acı ve hüzün varsa tahammül ettiğimiz yaşam bize bir şekilde çıkış noktası veriyor.
Dertten hüzünden kafamızı ağrıtacak eziyetler etmeyiz kendimize.
En kötü anlarımızda bile yazacak anlatacak etkilenecek sanatsal ışıklar yakalarız.
Bize eziyet edenler kafamızın mahiyetinin farkında değil yada umursamıyorlar.
Sanatçının ağlatan duygusallığın da başımıza gelenlerin aptalca kararlardan dolayı olduğunu kabullenip yazan adamın huzurdan başka bir şeye kafasının çalışmadığını ve bu yüzden sanat haricinde yargılanmaması ve cezalandırılmaması gerekiyor.
Aklımıza gelenin yaşama sevincinde umutlarımız yeşeriyor.
Her gün ölürken her gün yeniden diriliyoruz.
Karamsar bulutların ardından bakarak yaşarken hayatı bizi ayakta tutan sebepler var.
Çocukluk dönemimize ait hatıraların bugün hala bizi etkilemesi ve itici güç olması.
Kitap okuma arzusu,akşam seyredilecek bir maç,yenilecek yemek yada çekirdek.
Zamanın akışı kafamızda ki gibi seyir etmese de küsmeden ve yıkılmadan o bir kaç dakikalık mutluluk için yaşıyoruz hayatı.
Film fragmanı gibi olan mutluluklarımız çoğu zaman hüsranla bitse de yaşama umudumuzu ve savaşma yeteneğimizi kaybetmiyoruz.
Hayal ettiklerimizle yaşamın bize sunduğu arasında derin uçurumlar var.
Sıkılmak ve hayal kırıklığına uğramak sanki tasarlayanın umuduna erişememesi gibi.
Koca hayal aleminde dağınık olan planladıklarını tek çatı altında toplayamamış iken soğuk havanın yüzüne vurduğu gerçek zaman diliminde kafasının karışması ve ayakta kalmakta zorlanması çok normal.
Desteğe ihtiyaç duyduğu psikolojisinin yüklerini tek başına üstlenip yaşamı omuzlamaya çalışmak bırak kafasının içini sağlıklı bir adamın vücut dengesini bozacak kadar ağır.
Hala büyümedi çocukluğumuz ve hala çocuk gibi eski alışkanlıklarımızı yaşatıyoruz.
Kafamızda değişmedi felsefe ve müzik anlayışımızda.
Bu yüzden aklımıza gelenlerin ışığında kendimizi iyi hissediyoruz.
Ne devirlerin geçmesi ne de sosyolojik olayların insanlık üzerinde etkileri umurundaydı.
Binanın dışının rengiyle uğraşmak beyhude işlerdi.
Yaşadığı dönemin dilinden anlamak o kadar boş ve anlamsız geliyordu ki.
Ne zaman bildiği çerçeveden konuşmaya başlasa sus işaretleri yapıyorlardı.
Sakıncalı ve tehlikeli cümleler kuruyormuş gibi sus işaretleri yapılıp dördüncü hakem gibi tabela kaldırıp konuşmasını istemiyorlardı.
Kimsenin anlamadığı telden çalıyordu ve aykırı olmanın adamı olarak ödün vermiyordu.
Herkes her şey değişir ama o değişmezdi.
Yeryüzünün sesi kısılsa da kendine özgü ses tonuyla ve kendini yargılamaktan vazgeçmeyen yapısıyla cümle kurmaya devam ediyordu.
Hiç bir devrin adamı değildi ve her devirde içeriye atılıyordu.
Sevenleri ve nefret edenleri tarafından arada bırakılmaya çalışılıyor ama o hala en iyi bildiği şekilde yaşıyordu.
Bir içeri bir dışarı ömründe kendi için üzülenlere üzülmemelerini söylüyordu.
Bu onun mutluluğuydu.
Para ve gelecek garantisi değil ardında bırakılmış dostluklar ve iyi bir aile yaşantısı biriktiriyordu.
Kısada olsa hayat denen uzun yolda kendi gibi geçirdiği bir kaç zaman diliminde anlık zannedilen mutluluklar insan ömrü kadar değerli.
Bu değildi.
Böyle anlatmak belki tam olarak anlamı karşılayamaz ama daha açmak ve anlamaya uygun hale getirmek acıtır ruhumuzu.
Boşlukta yaşadığımızı zannedenlerin aksine yerimiz sağlam derdik geleceğimize gülümseyerek bakarken.
Böyle değildi.
Bu şekil düşünerek hafifletebiliriz sırtımızdaki taşıma kapasitesinden fazla yükleri.
Ona anlamlar ekleyip değiştirebiliriz boyayıp güzel olduğuna kendimizi inandırabiliriz.
Bunca zaman kazandığını zannedip aslında kazanmamış olmak hayat hikayesi gibi tuhaflıklarla dolu.
Akılla dalga geçer gibi sanki delirtmek istermiş gibi sağlam kalan son kafayı;
Böyle bir şey yok .
Zihin oyunlarının herkesçe değil akıllı insanlar tarafından ezberlendiği kimsenin gitmediği boş sahnede hala nedenini algılamaya çalışıyorum.
Boş muydu?
Kalacağımıza inandığımız duraklarda yanımızda olanların ebedi olmaması gibi yıkılacak mıydı sırtımızı dayadığımız gerçeklikler.
Yokluk.
Kimsenin olmadığı,kimsenin okumadığı kimsenin farkına varmadığı yaşayanın hayal aleminde yaşadığı yaşamın en uzak köşesinde;
Hayatta kalan biçare.