bugün

kimse okumasa da

Kafamız yönetiyordu bizi ve biz kafamızın yönetiminden şikayetçiydik.
Kafamıza suçlamalarda bulunuyorduk neden böyle kafa yapısına sahip oldun diye?
Kafamıza anestezi olmadan müdahalede bulunmak ve onu yenisiyle değiştirmek mümkün değildi.
Haksız mıydı sanki?
Ne güzel gidiyordu?
Dışarıdaki yaşamda maddi kayıplar ve küçülüp kendi haline çekilme olayına alışılmıştı ama bedendeki nüfus daralmasına tahammül etmek hayatın ona karşı nankörlüğü gibi geliyordu.
Çok para sahibi olmak istemiyoruz bari bizi rahat bırakın söylemi üzerine kurulan ateşkes eylemleri neticesinde karara bağlanan barış antlaşmaları sağlığımıza sıçrayan işgal hareketlerinde hükmünü yitiriyordu.
Biz okzijeni ve karbondioksitin sebebini bilip seviyorduk yaşamayı.
Hastalanmak şartlar arasında yoktu.
Kafa bu şartlar altında hastalanmasın da ne yapsın.
Kırılgan hareketleri yüzünden onu suçlamak sorunu görmezden gelmek demek.
Ne yapsın üzülmeden isyan etmeden olduğu gibi kabul edip üzerine teşekkür mü etmeli.
Rüzgar ters yönde esiyordu ve biz solunum olayımıza karışan sebebini bilmediğimiz mikrop diye tabir ettiğimiz şeylerin neticesinde soğuyorduk yaşamaktan.
Kafamız ve bedenimiz ortak çalışıyor gibi gözükmese de ortak bir karar alabiliyordu.
Kimin kimden şikayetçi olmasının bir önemi yoktu.
Birbirimiz hakkında konuştuğumuz her şeyi duyuyorduk.
Eğer bir gün bedenin kullanım süresinin dolduğuna inanırsak kafanın şalterini kapatacaktık.
Son antlaşma buydu.
ister kayda geçirin ister geçirmeyin.