hakaretamiz bir üslup kullanmayı asla tercih etmiyorum, ancak dayanamıyorum arkadaş, dayanamıyorum!!
sen nasıl bir habercisin, nasıl bir gazetecisin, böylesine taraflı, böylesine yandaş, böylesine yalaka olmayı insanlığına, haberci kimliğine nasıl yakıştırıyorsun!! nasıl vicdanın rahat yaşıyorsun!!
şu anda trt'de melih gökçek'le kafa kafaya verip halkı uyutmaya, kandırmaya devam ediyor, yeter arkadaş yeter ya!!
youtube video altı yorumlara benzeyen entry'im için özür diliyorum..
--spoiler--
pembe yeşil güzelim açelya
yakışır o başka yarınlara
çiçeklenir coşar ışık suyla
kırılgandır koyu karanlıkta
açelyalar hep hatırlatır seni bana.
--spoiler--
jean paul sartre, bu konuya 'başkası sorunu' adı altında bir yorum getirmiş. kısaca şöyle açıklayayım:
başkası dediğimiz 'şey' ilk bakışta masa gibi, duvar gibi, ne bileyim yanından geçerken dikkatini çekmeyen kaldırım taşı falan gibi bir 'şey'. senin için bir anlam taşımıyor yani. farkında bile değilsin varlığından. sadece herhangi bir 'şey' işte. ne zaman ki senin tasarılarının, düşüncelerinin bir aracı ya da bir engeli oluyor, o zaman var olmaya başlıyor işte o şey. daha önce var değildi senin için. belki de seni araç olarak kullanabileceği kendi tasarıları var onun da. işte tam bu noktada bir 'şey' olma sırası sana geliyor. artık araç sensin. sadece araç.
--spoiler--
başkası yalnız benim dünyamı çalmıyor, o aynı zamanda benim gerçek benimi un ufak edip yok etmek istiyor. beni kendi tasarılarıma göre değil, geçmişime, olmuş olduğuma göre yargılıyor. bakışıyla beni yakalayıp tutsaklaştırıyor, kendisine bakanı taşa çeviren medüz gibi beni bir nesneye dönüştürüyor. işte benim kendimi aşağılanmış, bağımlı, donmuş bir varlık içinde algılamamın utancı, yani benim bir nesne olma utancım buradan geliyor.
--spoiler--
bir de şöyle açıklamış:
--spoiler--
bir bakıştır başkası her şeyden önce, bir anda benim varlığımı durduran, donduran, kemikleştiren bir bakıştır; bir anlam verir yaşamıma. ben bu anlamı, 'olanaklarımın yabancılaştırılması' olarak yaşarım.
--spoiler--
başkalarının hayallerine dahil olmak; bir nesne olmak aslında. tutsak bir nesne. bir tutsak olduğumuzda, yani birisi bizim karşımızda üstün duruma geldiğinde, kendi özgürlüğümüzün sorumluluğunu yüklenemeyiz artık. bir başkasının özgürlüğü içinde yaşamaya başlarız.
bu videoda komik olan şeyi bir türlü bulamıyorum. ha! belki mizansendir, tamamen kurgudur bilemem tabi.
kurgu olmadığını varsayarak düşündüğümde, maksimum on beş yaşında bir çocuğun bir erkek için nasıl vahşileşip insanlıktan çıktığını görüyorum ben bu videoda. henüz oturmamış kişiliğine, özendiği bir 'erkeği için savaşan kadın' imajını sığdırmaya çalışan küçük bir kız çocuğunun zavallı hallerini görüyorum.
bu videoya kahkahalarla gülenleri, -ergenlik sanrılarıyla baş etmeye çalışan gençlerden bahsetmiyorum, yaşını başını almış insanları kastediyorum- hakkında sayfalarca enty giren adamları anlamakta ciddi anlamda zorlanıyorum.
ben eski kafalı, yaşlı, huysuz, hayatı çok fazla ciddiye alan, uyuz, sıkıcı ve memnuniyetsiz biriyim galiba arkadaş.
peki tamam ben de eğlenceli, zirzop, 'hayat boş' insanı olmaya karar veriyorum artık. bu video hakında inanılmaz süper yorumumu yapıyorum ve işbu entrymi burada sonlandırıyorum:
"ahahaha çokh komikh yaff ahahah ganıyo dedi ganamıyo dedi senden ötürü diyoooohhhh süper video qanka yhaaa!!"
rtük başkanının hangi gerekçeyle bu fuara konuşmacı olarak davet edildiğini anlayamamakta inanılmaz derecede ısrarcıyım.
adım başı badem bıyıklı abilerin, sıkmabaş ablaların yolumuzu kesip ellerimize ayetler, kuranlar, naneli şekerler vb. tutuşturmaya çalışmalarından kelimelere dökemeyeceğim ölçüde rahatsızım.
yine de pişman değilim. * pek yeni bir şey yok evet. ama tüm bu olumsuzluklara rağmen gezip görmeye değer.
hiçbir şey olmasa bile pardus standındaki güler yüzlü, neşeli, heyecanlı ve yaptığı işle gurur duyan insanları görmek bile yeter. verdikleri pardus dvd'sinin sevimliliği de cabası. *pardus üzerine kurulan oyunları denemek ise bonus.
velhasılıkelam, büyük beklentiler içinde gitmediğiniz ve etraftaki parazitleri görmezlikten gelmeyi başarabildiğiniz sürece fena sayılmayabilecek bir fuar.
bu adam (ogün sanlısoy) bu şarkıyı öyle bir çalıyor, öyle bir söylüyor ki sahnede canlı canlı..
insanın yıllar yılı en olmayacak insanlarda o'nu arayıp bulamayan ruhunu ateşe veriyor, yine de en alakasız adamlarda gerzekçe o'nu aramaya devam eden kalbini duvardan duvara vurup parçalıyor, kanlar içinde bırakıp bir köşeye atıyor adam resmen.
uzun yıllar boyunca unutulmaya çabalanan, hafife almaya çalışılıp da bir türlü becerilemeyen bilmem kaç yüz bin tane anıyla dolu beynini, evet evet doğrudan doğruya kendi beynini patlatma isteği uyandırıyor insanda bu şarkıyı sahnede söyleyen ses.
--spoiler--
baktım olmaz seyre daldım, anılardan bir tomardım.
çok yoruldum, çok daraldım, penceremden gir içeri.
--spoiler--
belirsizliklerle dolu bir iç dünyayla savaşmaktan bitap düşmüş, yıllardır 'o'na dönmek veya dönmemek' ikileminin daracık sokağında sıkışıp kalmış bir bünyenin böğrüne böğrüne saplıyor bıçağı hiç acımadan.
alkolün akışını hızlandırıyor vücutta bu şarkıyı sahibinden, canlı canlı dinlemek. kan akmasın, 'alkol' aksın istiyor insan damarlarında şarkının sonlarına doğru.
'öyle çok yoruldum, öyle çok daraldım ki.. o gelse, penceremden bi girse içeri, bi kendimden geçirse beni..' diye sayıklarken buluyor kendini insan şarkı biterken..
--spoiler--
dost cemalin benzer güneşe aya
bakamam yüzüne yandırır beni
aşığı kül eyler sendeki ziya
gonca güller gibi soldurur beni
beni beni beni, sevdalım beni.
kaşların bismillah gözler harami
vurdun yüreğime derdi veremi
bir tabip olup da gel sar yaremi
bu senin aşkın da öldürür beni
beni beni beni, sevdalım beni.
seyit meftuni'yem hayranım sana
acı şu halime merhem et bana
kara toprak oldu oldu bize öz ana
sarar sinesine buldurur beni
beni beni beni, sevdalım beni.
--spoiler--
--spoiler--
1920 - 28 Mayıs 1982. Arguvan'ın Minayık (şimdiki adı Kuyudere) köyünde doğdu. Asıl adı ibrahim Mamo Temiz'dir. Küçük yaşlardan itibaren önce annesi, daha sonra da dayılarının yardımıyla türküleri öğrenmeye başladı. ilk bağlama derslerini dayısı Hasan Hüseyin Orhan'dan aldı. Öteki dayısından da okuma yazmayı öğrendi.
ilk gençliği ve olgunluk döneminde usta malı deyişlere ağırlık veren Seyit Meftuni, 1964 yılından itibaren kendi deyişlerini söylemeye başladı. Bu dönemden sonra yörede olduğu gibi öteki yörelerde, özellikle Alevi-Bektaşi çevresinde adı duyulmaya başladı.
Birçok aşıkla birlikte Türkiye ve Türkiye dışında çeşitli yerleri dolaştı. Yaptığı plaklar dışında değişik radyo programları da hazırlayan Seyit Meftuni, Adana'da öldü ve Pazarcık'ın Alibeyuşağı köyünde toprağa verildi.
--spoiler--
bu adamın halk isimli şiiri beynimde öyle bir yankılanıyor ki şu aralar..
--spoiler--
halkım ben.
hani şu sayılamayan,
hani şu çok halk.
soluğumun öyle bir gücü var ki..
sessizliği deler geçerim, dinlemem,
filiz verir, boy atarım,
zifiri karanlık demem.
zulüm, acı, ölüm, şu bu.
bir anda gizlerse de tohumu,
ölmüş gibi görünürse de halk,
döner gelir elbet bir gün nisan ayı.
kavuşur baharına toprak,
kızgın eller dağıtır atar ağır havayı.
ölümün içinden yeşerir yaşamak.
--spoiler--
zor günler, yokluklar, 'zulümler, acılar, ölümler, şunlar, bunlar' vs..
yıllardan beri uyutulan, sömürülen, hor görülen, ayrıştırılmaya çalışılan, birbirine düşürülmeye uğraşılan, yaşam kavgasında yorgun düşürülen, nefretle yoğrulup bilenen, eğreti kurnazlıklara mecbur bırakılan halkımız..
hepsini aşacak; 'sessiliği delip geçecek, filiz verip boy atacak' bir gün insanımız. inanıyorum..
bu yüzden fazla hayalperest, fazla ütopik, fazla romantik bulunsam da zaman zaman, inanıyorum işte.
hem ne demiş pablo neruda? 'ölümün içinden yeşerir yaşamak.'
öümlerin içinden yeşerecek tüm yaşamaklar.. inanıyorum..
--spoiler-- ahmed arif'in muhteşem şiiri gel beni bestele diyor, kendini ele veriyordu. elbette memleketimin dağlarına bahar gelecek. getireceğiz. bizim çabamız şunun için: fazla acı çekilmesin; çünkü bu topraklar çok acı çeken insanları bağrına bastı. ne diyeyim, eşek bile aynı çamura iki kez düşmez. benim umudumu kaybettiğim an, yaşam bitmiş demektir. onun için 'dağlarına bahar gelmiş memleketimin', yani şairin adlandırmasıyla 'içerde' şiirini ben kendim ve tüm insanlar için, umudu sürdürmek, umudu kaybetmemek ve direnci artırmak için söyledim, söylüyorum, söyleyeceğim.
--spoiler--
köy insanının doğallığı, içtenliği, mecbur bırakıldığı kurnazlığı çok güzel dile getirilir bu romanda. çalık hafız dilinden çok etkileyici anlatılır narlıca köyü'nde yaşananlar.
'yediçınar yaylası' ve 'büyük mal' ile birlikte okunmalıdır.