gustave flaubert'in 25 senede yazıp 1869'da yayınladığı başyapıtı. 1848 ihtilalleri dönemi fransa'sını ve ihtilalin öncesini arka plana alarak oluşturulmuş bir imkansız aşk hikayesidir. ihtilal, direniş, barikatlar ve gerçek aşk peşinde genç bir adam.
"bazı durumlar vardır, hiç de zalim olmayan bir insanoğlu, öbür insanlardan öylesine ayrılmış kopmuştur ki insan soyunun yok edilişini tek kılı bile oynamadan seyreder."
mayın kullanımını, stoklanmasını ve üretimini yasaklayan, imhası konusunda çalışmaları içeren sözleşmedir. çalışmalara 1997'de başlanmış ve 1 mart 1999'da yürürlüğe girmiştir. türkiye'nin de içlerinde bulunduğu 161 ülke tarafından imzalanmıştır.
haziran 2012'de yayınlanan, esad rejimine karşı mücadele veren özgür suriye ordusu, suriye devlet başkanı beşşar esad ve muhaliflerin uzlaşısına dayalı bir geçiş hükümetinin oluşturulmasını öngören cenevre'de yapılmış uluslararası toplantı ve bildirinin adı.
aradan 1 yıla yakın süre geçmiş olmasına rağmen iç savaşın tarafları, bu mutabakata yanaşmamışlardır.
bir veya birden fazla alanda etkin olan abi/abla kardeşli ya da ikiz kardeşli oluşumlara denir. bunların ebeveyninin o alandaki etkinliğinden feyz alarak, kardeş kardeş ilerlerler. aklıma gelen ilk örnek:
akif beki'nin 19 mayıs 2012 tarihli "el öpen bir rektörün farkı" adlı yazısının temel öznesi. el öpen rektör cemil çelik, eli öpülense mahmut çalık.
yazar buradaki el öpme ritüelini bir değişim, demokratikleşme, zihnıyet değişimi olarak görmüş. kim bilir, belki de kimileri bunu bağışlarla içini rahatlatan sermayedara biat olarak da görebilir. birileri de kültürümüzde el öpme vardır, bu da normaldir de diyebilir.
karmaşık bir ülkede yaşadığımızın göstergesidir el öpen rektör.
hsyk toplantısında öneri olarak sunulduğu söylenen fikir.
hsyk raporunda yer alan bazı öneriler şöyle:
kadına şiddete kamu davası açılmasın. uzlaştırma komisyonu kurulsun.
15 yaş altındakilerle ilişki rızayla olursa ceza indirimi de yapılsın. tecavüz mağdurundan ruh sağlığı raporu istenmesin. ceza çok artıyor.
küçük yaşta yapılan evlilikler için kocalara ceza verilmesin.
kadın tecavüzcüsüyle evlendirilsin böylece dava sayısı azalır.
tnt'nin 2011 yazında ekranlara getireceği yeni "uzaylı saldırısı" dizisi. oldukça para saçılmış bu yapım başarılı olur mu bilinmez...şüpheli~~
trailer'ı şuradan izlenebilir:
ilk olarak gazetede tefrika edilmiş ve sonrasında 1900 yılında basılmış joseph conrad romanı. conrad, önsözünde ilk olarak gerçek bir olaydan esinlenerek yazdığı hikayeyi başka hikayelerle destekleyerek bu romanı dönüştürdüğünü anlatır. bizden biri diye bahsettiği jim'e ilham olan kişi limanda gördüğü herhangi bir denizcidir.
--spoiler--
jim, denizci olup maceralara atılmak için evinden ayrılır ve bir süre sonra iyi bir denizci olur. doğu denizlerinde çalışmaya başlar. kaptan yardımıcısı olarak girdiği patna mekke'ye yüzlerce hacı götürmekte olan bir gemidir. gemi, bir gece bir şeye çarpar ve su almaya başlar. kaptan, makinistler ve tayfalar yolcuları uyarmadan gemiden kaçmaya çalışırlar ve tereddütte kalan jim de sonunda onlara katılır. batacağı sanılan gemi batmaz. ertesi gün bir fransız gemisi tarafından içindeki yolcularla birlikte limana çekilir.
yaşadığı bu korkaklık jim'in hayatında bir dönüm noktası olur. onuruyla korkaklığı arasında sıkıştığı o olay gittiği her yerde karşısına çıkar.
--spoiler--
yazar kısa bir bölüm üçüncü şahıs ağzından anlattığı romanı, sonrasında bir 250 sayfa kadar Marlow adlı karakterin ağzından bir sohbette pek çok insan karşısında anlattırır. conrad'a bir kişinin bu kadar uzun konuşamayacağı ya da karşısındaki insanların onu bu kadar uzun süre dinlemeyecekleri dolayısıyla bunun gerçekliği bozduğu yönündeki eleştiriler yöneltilmiştir. conrad bunun olabileceğini düşündüğünü söyler. bence de bir karakterin bir cemiyette bu kadar uzun süre konuşması pek olası değildir. ayrıca anlatımı bir sohbetten çok yazılı bir ürüne daha çok benzemektedir. yaptığı benzetmeler ve insan psikolojisine dair derin izlenimleri pek de sohbetlerde yapılabilecek konuşmalara benzemez. conrad, son 80 sayfalık bölümü ise marlow'un jim'in hikayesinin sonunu bir mektupla anlatmasıyla biter.
bu açıdan baktığımızda, roman pek çok açıdan kurgusal bir plansızlık içinde ilerler. sanki yöntemler baştan yanlış seçilmiş ve her düzeltilmeye çalışıldığında ise iyice karmaşıklaşmıştır. joseph conrad'ın romancılığı tartışılmaz ama bu eseri diğerlerine oranla*casus* oranla daha amatörcedir. romanın içine sıkıştırdığı denizci hikayeleri cesaret konulu olmaları açısından bağlayıcıdır ama ana karakter jim ya da marlow'la ya da olayların akışıyla bir bağlantısı yoktur. bu kopukluklar nedeniyle roman sanki haddinden fazla uzatılmış görüntüsü vermektedir.
pek çok kusuru var gibi görünse de conrad'ın insan doğası, onur ve cesaret üzerine müthiş tespitleriyle dolu, denizcilik hikayelerini sevenlerin çokça hoşuna gidecek bir roman.
başrolde adam sandler'ın olduğu 98' yapımı komedi filmi. aptalca bir senaryosu var gibi görünse de, filmin ince esprileri, amerikan kolej havalarıyla tam anlamı ile taşşak geçmesi ve adam sandler'ın moron rolünde gösterdiği üstün başarı, filmi bence orta üstü ve oldukça keyif veren bir film haline getiriyor.
tayland asıllı amerikalı bir performans sanatçısı. türkiye'de yaptığı şeylerden biri ise tepebaşı'nda açık alanda film gösterimi yapması olmuştu. film ücretsiz izlenebiliyordu ve bu taylandlı ile asistanları izleyicilere çay-kahve ikram ediyorlardı. anketle seçilen dört film aynı anda dört perdeden gösteriliyordu. bunu yapmaktaki amaç ise nedir tam emin değilim. sanatla paylaşımın güzelliğini gösterebilmek olabilir.
bu adamın yaptığı diğer şeylerden biri ise boş ve kullanılmayan bir bina bulup burada başka insanlarla yemek yapmak, yemek ve sohbet etmek. sonra dağılıyorlar. ilginç tabii.
hürriyet gazetesinin çok değerli araştırmalarından herhangi biri. haber* şöyle sunulmuş:
Uzaya bizi temsilen 50 güzel kadın ve 50 erkek gönderecek olsak, neslimizin devamı için kimleri seçerdik? Bu sorunun peşine düştük, büyük bir jüri kurduk ve onlara yaşayan en seksi Türkleri sorduk. Herkesin farklı fikirleri bir havuzda toplanınca ortaya ülkenin en çekici insanlarından oluşan 100 kişilik bir liste çıktı. işte ;Yaşayan En Seksi 100 Türk;. Haydi kıyaslayın bakalım, sizin listenizle ne kadar uyumlu?
maddeleyerek incelersek şöyle bir şey çıkabilir:
1. uzaya temsilen diyosun niye 100 kişi diyosun? elin uzaylısı demez mi "lan hiç uzay, samanyolu, venüs, mars görmediniz mi siz, dangalaklar".
2. uzaya gönderdiğin adamları niye bir nesil devamı olarak görüyorsun? yatıya mı kalacaklar, hemen orda s.kişicek mi yani bu 100 kişi? sapık sapık işlere gark olmayın.
5. sizin listenizle ne demek istiyor, anlamış değilim. tamam, hepimizin 1001 dosya ardına gizli porno arşivleri, porno sitelerden çeşitli hastalıklar kapmışlığı var; amma hiç liste yapmamıştım, hemen yapmak istedim. bu eziklik içimde müthiş bir acı bıraktı.
birinci olarak seçilenler ise beren saat ile kıvanç tatlıtuğ imiş. tabii gerisi hazırlayanların seksi tahayyülleriyle oluşturulmuş. allah sonumuzu hayır etsin.
not 1: erkek, listesine bakmadım, bakmam da. ben var mıyım diye bile bakmadım, artık düşünün gerisini.
not 2: eğer kadın listesinde 48 numarada bulunan melis birkan'ın fotoğrafı gerçekse ben de burada yaşar nuri öztürk olduğumu açıklıyor; fake hesap kullandığım, herkesi yanıltıp haram işlere karıştığım için herkesten özür diliyorum. bi bak hele yiğenim: http://fotoanaliz.hurriye...806&p=48&rid=4369
1936-1979 yılları arasında yaşamış, yaşadığı süre içerisinde fransa'ya, fransız polisine bela olmuş suçlu, soyguncu, katil. hapisteyken L'Instinct de Mort* adını verdiği otobiyografisini yazdı. iki defa hapisten kaçtı. ünlü bir fransız zengini kaçırıp soyunca fransa'da L'Ennemi Public Numéro Un (bir numaralı halk düşmanı) ilan edildi. 1979'da gerçekleştirilen operasyonda polis tarafından öldürüldü.
orhan seyfi orhon'un osmanlı devleti'nin yıkılış döneminde büyüyen bir çocuğun, o dönemin sıkıntılarının hikayesini anlatan romanı. everest yayınları tarafından tekrar basılmıştır.
bu yöntemle sizi sadece facebook'tan takip eden, "aha doğum günüymüş yarın, duvarına bişeler yazayım" insanlarına facebok'un sosyalliğinin ne derece yalan bi şey olduğu gösterilebilir.
not: sözüm size değil kötü gündostları, siz duvara yazın, işeyin, çöp dökün hiç sorun değil. sözlerim facebook'un sanal arkadaşlarına.
1- "sana değer veriyorum* ama ilişkimiz yürümüyor, olmuyor, bebek!" demeye getirmektir. karşı tarafın üzüntüsü bir nebze hafifletildiği düşünülür ama tam tersi tutkuyu harlandırır. soru işareti=soru ve seven için cevaplanamayacak soru yoktur; bu da umut kelimesini tekrar seyircilerimize hatırlatır.
2- ayrılanın "seni artık sevmiyorum" demeye dilinin varmadığını gösterir ya da o g.t onda yoktur, korkağın tekidir pek çok insan gibi ya da ayrılıklar da sevdaya dahil.
3- zaman kazandırır. neyin zamanı, ben de açıkçası bil(e)miyorum. ama kazandırıyor işte. bu cümlenin kazandırdığı zamanla phelps kaç madalya taktı boynuna, haberin var mı genç?
4- bu cümleyle başlayan konuşmalar, mesajlaşmalar saçma bir karmaşıklığa boğulur. sonra insanlar bu ilişkilerden edindiği bu boş tecrübelerle insanların ve ilişkilerin ne kadar karmaşık olduğundan bahseder. konu, bahsettikleri arkadaşlarına da karmaşık geldiğinden, olabildiğince karmaşıklığa olan inançlarını savunarak pis bir sinerji oluştururlar. tüm dünyadaki kaosun kaynağı işte bu cümleyle başlayan zincirleme tepkilerdir.