mutlu bir günde izlenmemesi gereken filmdir. izledikten sonra yirmi dakika boyunca boş ekrana baktığım ardından da hiç bi eylemde bulunmadan yatağa uzanıp on beş saat uyumuş olduğum bir gerçektir.
daha önce böylesine gerildiğim bir film hatırlamıyorum. ha beni içine almış mıdır, almıştır görüldüğü üzere. bütün karakterleri öldürüp, "ölün daha iyi" diyesim geldi filmin son sahnelerinde. birer saniye aralıklarla değişen görüntüleriyle, kuşku ve korku dolu müzikleriyle beni gerim gerim germiştir efendim. girilesi bir hayattır, izleyiniz.
durumuna ve ruh haline göre değişmek üzere manuş baba-istanbul'dur. "masada bol rakı bol roka" ve "anamız ağlıyor istanbul" sözleriyle beni benden almıştır.
dostoyevski'nin beyaz geceler adlı yapıtında, sinirlerimi her sayfada okşayan çevirmenin bana işin değerini hatırlattığı şeydir. şöyle açmak gerekirse, yapıtta adam sevdiği hatuna "gel hele otur şuraya" diyerek beni derinden sarsmıştır. özetle, her insanın yapmaması gereken bir iştir
hayatında hiç olması gerektiği kilonun üstünde bulunmayan bir birey gece yediklerinin kilo yapacağını aklından bile geçirmez, beynine bunu hatırlatmaz. bu nedenle yedikleri kilo yapmaz. fakat hayatının bir döneminde kilo vermiş, fazla kiloları aklından çıkmayan yahut kilo vermeye çalışan bir birey akşamları korkarak yer üstelik yedikten sonra da uyuyana kadar kuruntularıyla kendini yer bitirir. mutsuz uyur. sonrası da sabah tartıda görülen +200 ler +500 lerdir. vücudunun hiç bir suçu yoktur, ne ettiyse kendi etmiştir, üzücüdür
iki günde tüm serisini bitirdiğim, üçüncü gün en yakınımı kaybetmiş tadında bir özlem bırakan, öylesine hayatıma işlemiş, mütemadiyen kısa sahnelerini açıp izleyip izleyip kederlenmeme sebep olan film ve serisidir. sigara eksikliğinden dolayı sürekli bi şeyler yiyerek yaşayan han karakterinin cazibesiyle beni benden almıştır.
içsel mevzudur bu nedenle çözümü de böyle olmalıdır. ilaçlara sığınılmamalıdır. ruh dinlendirilmeli, doğal şeylere sığınılmalıdır.
mümkünse içinizdeki tüm teneke kesiği gibi acıtan şeyleri kağıda kusunuz. iyi şeyler yazmanıza gerek yoktur. olanı olduğu gibi yazsanız kafidir. bu dönemde insanlardan uzaklaşırız bu nedenle kağıt kalem yegane bir çözümdür. içinizden cümle kurmak gelmiyorsa eğer, hissettiğiniz şeyleri kelime kelime yazıp yuvarlak içine alabilirsiniz.
bir parka gidip, çocukları izlemek güzel bir dokunuştur ruha. sevme konusuna girmiyorum çünkü depresyondaki kişinin muhtemelen buna hali yoktur.
güzel filmler, güzel şarkılar, güzel kitaplar... başka hayatlara girmek sizi bir süreliğine kendinizden uzaklaştırabilir ve bu da kalıcı çözüm için en başta gerekli olanlardandır. muhtemelen film izlerken beşinci yahut onuncu dakikasında kopup, ekrana dalmış olarak yine kendinizi kendi hayatınızla meşgul bulacaksınız. hatta kitap okurken sayfada canınızı acıtan kişilerin resmini görüp dalacaksınız fakat pes etmek yok. sürekli başa alın.
en önemli nokta ise, köpeklere dokunun, köpekleri sevin, öpün. nedenini köpeğe dokunduktan sonra anlayacaksınız.