Yüksek müsaadelerinizle sözlükten ayrılan yazar.
Bana sözlükte ben tarafından ayrılan sürenin sonuna geldik. Size iki şey bırakıyorum, bunlara sımsıkı sarılırsanız doğru yoldan şaşmazsınız: (i) martin heidegger sözlüğü Başlığındaki kısa ama değerli bilgiler ve (ii) sizlerdeki hatıram. Birçoğunun aksine sözlük ile aram hakikaten iyi. Zaten sözlükten şikayetçi olduğum tek husus her zaman herkesin şikayetçi olduğu husustu -ki bunun o kadar da önemi yok.
Aslında herhangi bir veda yazısı bırakmak istemiyordum lakin bu seferki terkim, öncelerdeki -ruh hastası- gibi kısa bir süre sonra dönüş barındıran türden bir terk değil. Kısa bir boş zamanım kaldı: 1,5-2 hafta kadar. Bu sürenin akabinde hayat pratik açıdan da teorikte olduğu kadar olmasa da yoğunlaşacak benim için. bu bahsi geçen kısa süreyi oldukça dolu bir şekilde geçirmem ve yapacaklarıma ilişkin hazırlıklar yapmak için gitmem gerekiyor.
Öyle ya da böyle varlığı bilincimde anlam kazanmış; müspet ya da menfi yönde eleştiren veya eleştirecek, saygı duyan, seven, nefret eden, kayıtsız olan herkese teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.
Tavsiyede bulunma cüretimi mazur görür iseniz, rasyonel ilişkiler ile duygusal ilişkileri her vakit ayrı tutmanızı öneririm.
Kibirli, ukala ve ahlaktan diğer tüm değerle alakalı şeylere kayıtsız bir insan olarak kayda değer ender şeylerin, var-oluşumuz ve bu var-oluşumuzla var-olabileceğiz şeyler olduğunu söylüyorum. Hiçbir yasa arzularımızın üstünde değil. Hiyerarşinin olduğu her yerde en tepe de "kendim"iz varız. ideolojiler, yegane amaçlar, en küçüğünden büyüğüne davalar kendisine yetmeyen bir insan olduğumuz sürece sadece aptallığımız tescili olur. "iyi" "doğru" "hak" -artık ne diyorsanız- olanı yapmak için ideolojilere ihtiyaç yoktur. Bu kadar emin konuşuyor olmam da cehaletimden ileri geliyor.
Martin heidegger, kırsal bir kesimde yetişmiş ve özünden hiçbir zaman kopmamıştır. Varlık ve zaman adlı eserinden sonra güney-kuzey amerika'da, avrupa'da, japonya ve diğer birkaç asya ülkelerindeki şöhretine karşın giyiminden konuşmasına dek hala köyünün insanıydı. Bu görenleri oldukça şaşırtırdı. "Kitaptaki adam bu mu?" Diye soran onlarca insan olmuştur.
Üniversitedeyken kendisine şehirden uzak bir yere kulübe yaptı. Ve şehir hayatı ile bağlantısını kesti. Çünkü şehir veya kalabalık insanın kendisine yabancılaşmasına sebep oluyordu. Eşi ve çocuklarıyla o kulübeye yerleşti, odununu kendisi kırar birçok aleti kendisi yapardı. Onu orada ziyaret edebilen tek kişi öğrencisi gadamer idi.
Bilim ve felsefeyi ayrı olarak ele alıyordu. Bu yönden heidegger'in bilim karşıtı olduğu sanılsa da o "benim bilime/tekniğe herhangi bir karşıtlığım yok, sadece felsefe metafizikçilerin ve pozitivistlerin söylediği gibi değil." Gibi bir şey söyleyerek konuya açıklık getirdi bir röportajda.
Ve kendisinin kısmen yanlış ve yarım bıraktığını söylediği işin doğrusunu ve devamını kendisinden sonra bir "düşünür"ün getireceğini ve o kişinin önünde eğildiğini söyledi. Ona düşünür demesinin sebebi felsefenin yöntem ve konusu bakımından artık felsefe olmadığını bu yüzden kendisine de felsefeci derse kendisini de eleştirdiği şeylerle aynı kefeye koyacağını düşünüyordu. O çok daha geniş anlamda düşünmek dedi. Burada düşünmek elbette oldukça ayrıntılı "düşünmek ne demektir" eseri bunu anlamak için yararlı olacaktır.
- varlık ve zaman
- metafiziğe giriş
- düşünmek ne demektir?
- Zaman ve Varlık Üzerine
- Nedir Bu Felsefe?,
- Hümanizmin Özü
- Metafizik Nedir?
- Tekniğe ilişkin Soruşturma
- Bilim Üzerine Iki Ders
- Zaman Kavramı
Martin heidegger, felsefenin uzun zamandır yalnızca metafizik ve ontoteoloji olarak varlığını sürdüren bir faaliyet olduğunu, bu yüzden özünden uzaklaştığını, bilimler içerisinde çözünüp gideceğini/gittiğini söyler. Ama düşünme yoluna devam eder.
Vatandaşlık hakkı hususundaki tahminin tutmaması ile tanınır. Tabii buradaki tahmini, marshall'ın o an bulunduğu bağlamda ele almak daha doğru olacaktır, zira artacağını iddia ettiği vatandaşlık hakları hususunda düzen değişikliğinden ötürü yanıldı. Zaten sonuç itibarıyla onun vatandaşlık dediği şey, bugün vatandaşlık anlayışımızda yer ediyor.
Bir de zaman var diyerek arz-talep hususuna başka bakmış ve çok sevdiğim keynes beyin hocası. Hakkında birçok şey söyleyebilirim ama iktisad felsefe gibi hakkında çok konuşma cüretini gösterebileceğim bir alan değil.
dasein'a bu aşamada "burada insan" demekte yanlış yoktur. evet, sadece ya da doğrudan dasein'ı tanımlasaydık hatalı olurdu ama burada onun karakterlerine vurgu yapılıyor. zaten heidegger'in burada-olan olarak kullandığı dasein, insanı diğerler varolanlardan ayırt etmek içindir. insan varlığını-varoluşunu ifade eder.
dasein'ın her-günkülüğünden bahsederken ve hep-benimkiliği söz konusu iken -bakın vurgu yapıyorum- "bu aşamadayken" dasein'ın inceleme nesnesi olarak hep-benimkiliğinden ötürü "insan varoluşu" olarak ele alınmasında bir mahsur yoktur. zaten henüz bu aşamada dasein'ı böyle almaz da onun eksistensiyallerinden ya da varlık belirlenimlerinden önce kendisini tanımlarsanız insanlar gülmez bile.
Martin heidegger'in dasein'ın (dasein: burada insan varoluşu diyebiliriz) analitiğinde bahsettiği dasein niteliğidir.
Bu her-günkülük veya vasatilik'in dasein'ın bir niteliği olmasının sebebi var-oluştur. Yani dasein, varoluş içindedir, daha doğru bir ifade ile var-oluşur. Bu var-oluş gereği; dasein her-zamanki dasein değil, her-günkü dasein'dır. Gayet kolau anlaşılabilir. Buna aynı zamanda vasatilik diyoruz.
Latince "ismin -in hali" demektir. ismin -in hali; ev-in, kadeh-in, ben-im vb. Şekillerde genetif ya da sahiplik belirtir. Bu türkçede de böyledir Lakin genitivus objectivus, yani ismin -in hali, türkçede ismin hallerinden biri olarak sayılmaz, hal ekleri arasında değildir.
Bu başlıkta heidegger'in başta varlık ve zaman olmak üzere eserlerinde kullandığı kavram, deyiş ve en geniş anlamda kelimelerin tanımları yapılacaktır. Hemen tamamı yazılmadan mevcut olanlar yazılıp üzerine eklenecektir, ben gidene kadar. Malum heidegger kelimelerin çok-anlamlılıklarına vurgu yaparak terminolojide değişikliğe gider.
Kendisinin (t)ürettiği şeylerin de varlığını düşünürsek onun üzerine en azından ufak çapta bir sözlük gereklidir. Zaten heidegger'in anlaşılması güç filozof olarak nitelendirilmesinin sebeplerinin başında onun terminolojisini tanımlama güçlüğü gelir.
internette heidegger'in kullandığı kavramlara yüklediği anlamlar üzerine veya (t)ürettiği şeyler hakkında bilgilendirici ya da açıklayıcı yazı, site sayısı oldukça az. Olanlar da yalnızca bir makalenin, yazının içinde barındırıyor. Bu açıdan da oldukça gerekli ve -her ne değin saçma olsa da bu amaç- faydalı olacaktır.
Burada sözlükte yer alacak kelimeler ve kelime grupları ya önceden entrysi girilmiş ama düzeltme gerektiğinden bu başlıkta serimlenecek ya da bakınızlar ile verilecek, kelimeye ve kelime gruplarının tanımlara veya üzerine açıklamalara ya da işaret ettiklerine bu bakınızlar ile yönlendirilecektir.
Yakında sözlüğe veda edeceğimden son olarak -yalnızca sözlük çapında değil, tüm internet aleminde- önem arz edecek bu çalışmayı bırakacağım. Çok kapsamlı olmasa da temel kavramlar yer edinecek.
Not: alfabetik ya da önemlilik olarak herhangi bir sıralama yoktur. Heidegger ile hiç tanışmamış değil, belli düzeyde ilgisi olanlar için faydalı olacaktır. Öteki türlü bir iddiam yok. Kafama göre yazdım. Herhangi bir telif hakkı talep etmiyorum, dileyen yazılanları alıp bir kitap oluşturabilir. Çok satacağından emin olabilirsiniz. Zaten idea yayınevinden heidegger sözlüğü adında bir kitap basılmış, oldukça faydasız ve heidegger'in kendisinden daha zor anlaşılıyor ama yine de iyi sattı. Her neyse.
Buyrun başlayalım.
- temporal belirlenim: heidegger'in ontolojik ödev olarak nitelendirdiği çalışma "varlığın temporalitesi üzerine çalışma"sını kapsayıcıdır. varlığın temporal belirleniminde "zaman"ın varlığın çeşitli sahalarını ayırt etmede bir ölçüt oluşundan yola çıkılmış, "zamansal" ifadesinin felsefi ve önfelsefi açıdan sahip olduğu anlamlar göz önünde buludurulmuştır.
aslında zaman'ın bu ölçütlüğü bütün önceki ontolojilerde de geçerliydi. lakin zamana ilişkin, daha önce neden onun bir ölçüt olduğu ve onun neden böyle safiyane bir ontolojik kullanıma sahip olduğu sorgulanmamıştır. bu konuyla ilgili sorular sorulmasa da tüm ontolojilerde zaman hemen hemen belirleyicidir. kendiliğinden anlaşılır/kabul edilir halde tabii.
işte yine zamansallık ifadesinin belli bir tür anlamlara sahip olmasından, varlığın asli anlam belirlenimine ve onun zamandan doğan karakter ve hallerine "varlığın temporal belirlenimi" adı verilir.
heidegger varlık ve zamanda üzerinde ısrarla durduğu bu hususta bir şeyin altını çizer: "varlığın anlamına ilişkin sorunun zemini üzerinde, 'bütün ontolojilerin merkezi sorunsalının, doğru biçimde görülen ve doğru biçimde açığa kavuşturulan zaman fenomenine dayandığı ve bunun nasıl böyle olduğu' gösterilmek zorundadır."
- zamansal ve zamansal olmayan varolan: varlığın çeşitli sahaları vardır ve bunları birbirlerinden ayırt etmede ontik ölçüt zamandır. henri bergson'un zaman anlayışı ile karıştırılmamalıdır. zira bergson zamansallık derken aslında mekanı kastetmektedir.
zamansal varolanlar: doğada görülen olaylar ve tarihte yaşananlar olarak söylenebilir. burada zamansal varolanlar derken zaman içinde varolanlar gibi bir anlam çıkabilir lakin bu aynı şey değildir fakat tamamen farklı şey de değildir. ama bunu açıklamadan söyleyebilirim ki burada zamansal varolanların incelenmesinden öte zamanın ölçüt olarak kullanımının sabitliği işlenmektedir.
zamansal olmayan varolanlar: öncelikle bunlar zamansal varolmayanlar değildir. bu çok farklı bir ifadedir. zamansal olmayandan kastımız rakamsal ve mekansal ilişkilerdir.
ontolojik sorgulamanın tam burasında zamanın müstesna bir ölçüt olduğunu görmekteyiz. pek haklı olarak heidegger, bunu "varlık ve zaman" adlı eserinde belirtmektedir
logos: antik yunancada “legein” fiili “söylemek” anlamına gelir. logos ise bu fiilden (legein) oluşturulmuş isimdir. kelimele anlam olarak “söz”dür. temel anlamı “söz” olan logos, ne yönden bir “söz” anlamı taşımaktadır? heidegger’in ifadesi ile “logos, platon ve aristoteles’te çok-anlamlıdır.” (varlık ve zaman, 33. sayfa)
heidegger bu soruya cevap verirken aristoteles’ten bir hatırlatma yaparak “aristoteles nutkun (logos) bu işlevine ‘apophainesthai’ diyerek onu keskin bir biçimde dile getirmiştir.” (varlık ve zaman, 33. sayfa) gerçekten de aristoteles “metafizik”te logos’un işkevini apophainesthai olarak ifade etmiştir.
apophainesthai, “apo-” ve “phainesthai” ögelerinden oluşan ve “sözü edileni sözü edilenin kendinden hareketle görünür kılmak” anlamına gelir. phainesthai “bir şeyi görünür kılmak” demektir ve apo- ise “hareketle, ondan hareketle” gibi bir anlam taşır. dolayısıyla logos, yani söz; bir şeyi kendisinden hareketle görünür kılan (apo-phainesthai) nutuk, sözdür.
not: logos bundan başka, görünür kılan söz, açık hale getiren beyan gibi anlamlarından ötürü “akıl” anlamında da kullanılır ama biz fenomenoloji açısından logos’un apophainesthai işlevini ele alıyoruz.
yukarıda açıklanan apophainesthai işlevine sahip logos, “apofantik nutuk” olarak ifade edilebilir. apophainesthai onun birincil işlevidir.
Not: bu tanım bir bağlamda öteki bağlamını ilave edeceğim.
phainomenon Ve fenomen: fenomenolojinin anlamını tefhim etmede sıra “phainomenon”dadır. fenomenoloji’nin diğer temel ögesi olan fenomen, yani phainomenon “phainesthai” fiilinden türetilmiştir. önceki bölümden (logos) hatırlanacağı üzere phainesthai, söz konusu olan şeyi görünür kılmak anlamına gelir. bu fiilden (phainesthai) türetilen phainomenon ise -basit bir biçimde- “kendini gösteren” demektir. fakat burada phainesthai fiilini daha yakından incelediğimizde, bahsi geçen fiilin kökü olan pha- (phos gibi) ışık, aydınlık anlamına gelir. en basit şekilde düşünüldüğünde ışık, içinde bir şeyin kendisini gösterdiği şeydir. dolayısıyla phainomenon (fenomen) yalnızca kendini gösteren değil, “kendini-kendinde-gösteren” anlamına gelir.
burada fenomen, yani “kendini kendinde gösteren,” “görünüş” kelimesinden ayırt edilmelidir. fenomen bir kendini-gösterendir, görünüş ise bir şeyin ya da kendini-gösteren bir şeyin görünüşüdür.
fenomenolojinin anlamı: (formal)
logos ve phainomenon kavramlarını inceledikten sonra bu kavramlarla anlamının açıklanacabileceği “fenomenoloji”nin ne demek olduğunu şöyle ifade edebiliriz:
artık fenomenoloji ifadesini antik yunanca olarak formüle edebiliriz. “legein ta phainomena,” yani “fenomenler üzerine konuşmak.” bu ifade fenomenolojinin antik yunanca formüle edilmiş halidir. fakat biz -bölüm 1, logos’tan- biliyoruz ki “legein” apophainesthai olarak legein demektir. çünkü logos’un birincil işlevi “bir şeyi o şeyden hareketle görünür kılmak” yani “apophainesthai”dir.
bu ufak hatırlatmadan sonra “legein ta phainomena” ifadesinde, “legein” yerine “apophainesthai” yazabiliriz. böylece “apophainesthai ta phainomena” yani kendisini göstereni (phainomena) ondan hareketle (apo-) görünür kılma (phainesthai) ve yani “fenomenolojinin anlamı”na ulaşmış oluruz.
bu şekilde de “fenomenolojik ontoloji” ifadesini meydana gelir.
Oldukça fazla bağlamda var olan ve her bağlamda belirli derecede anlam değişimine, daralması ya da genişlemesine uğrayan kavram. Elbette eidos denilince akla gelen ilk kişi platon'dur. Her zaman söylendiği gibi idea yerine kullandığı bir kavramdır.
Eidos -eski yunanca- görmek anlamına gelen (e)id kökünden gelir. Eido, görmek kökünden görünüm anlamını sabitler. Lakin eido kelimesi hiçbir eski yunanca Metinde bulunmamaktadır. Bu yüzden geçerli kelime "eidos" olur. Etimolojik olarak gösterildiği üzere "eidos" görünüm(ler) demektir.
Laki görünüm kelimesi ziyadesiyle müphem kalır, daha doğrusu içi anlamla tam doldurulmuş değildir. Zira görünüm bir şeyin sahih görünümü, sahte görünümü, kendinden görünümü vs... Olarak çok fazla anlama gelebilir.
Platon, eidos'a "biçim" olarak görünüm anlamını verir, yani biçim der. Burada biçim anlamı şu şekilde verilir: "duyusal dünyada görünümü sezgiyle kavranabilir biçim."
Aristoteles'e geldiğimizde eidos daha etraflı ele alınır. Kullanmadan önce açımlanır. Şöyle ki aristoteles, eidos kelimesinin en yukarıda bahsettiğimiz müphemliğini; görünümün içsel mi dışsal mı olduğu sorunsalına bağlar. En sonunda aristoteles eidos'a biçim dese de platon'un biçim anlamında demez.
Aradaki fark cins ve tür farkıdır. Platon idea yerine gerçekten de etimolojik olarak bağlantılı eidos'u kullanır ama aristoteles idea yerine başka bir biçim anlamına gelen kelime olan "morph"u kullanır.
Hülasa platon'da eidos idea iken ve soyut anlamlara sahipken, aristoteles'te eidos hep bir maddenin biçimidir. Burada kalan boşluğa, yani idea yerine kullanılacak kelime boşluğuna Aristoteles zaman zaman morph(e) kelimesini getirir.
Kimse açıklamadığına göre ve bazılarının edepsizce dalga geçmesine tepki olsun diye kısaca açıklayayım:
Burada çataldan kasıt zoraki iki seçenek olduğudur. Yani bir önermenin yalnızca iki türde olabileceğidir. Buna çatal derler ya da sapan diyen de var.
Peki nedir bu iki önerme? Kim sordu bunu? Harika bir soru. Cevaplayalım:
Bir önerme hume'a göre ya ispatlı (matematiksel önermeler) ya da ihtimal veya olasılıklıdır (yani deneyle doğrulanmaya muhtaç)
Şimdi burada şunu demek istiyor hume:
Hiçbir önerme bu ikisi dışında değildir. Ya 7*7=49 tarzı bir önermedir ya da deneyle doğrulanmaya muhtaçtır. işte bu iki zorunlu seçenek hume'un çatalıdır.
Marksist felsefenin temel ilkeleri ismiyle yayınlanmış olması daha doğru olurdu. Açıkça genel anlamda felsefeyi materyalizme indirgeyen bir eserdir. Tanıdığım marx sever akademisyenler bile bu kitabın çok ciddiye alınmamasını söyler. Ama genel anlamda felsefe olarak okunmaz, sadece politzeroşun kastettiği anlamda okunursa pekala faydalı bir eserdir. Her felsefi eser taraflıdır ama bu taraflılık bu şekilde değildir.
Hakkında eleştiri yapmanın ve yapılan eleştirilerin kendisinden daha yaygın olan şeylerdir.
Örnek:
Kürk mantolu madonna adlı eserin popüler kültür malzemesi olmasından daha popüler olan şey "bu kitap popüler kültür malzemesi oldu iyice" eleştirisidir.
Ya da kahve, kitap, kazak, kız dörtlüsünden daha popüler olanı bu dörtlüyü eleştirmektir.
Örnekler çoğaltılabilir.
Edit: Şekerparem (şekerpareden nefret ederim) zoraki başlık değil. Burada popülarite denilen şeyin tek taraflı bakış açısını eleştiriyoruz. Tabii kimlere sunuyoruz, orası başka.
Bu adam hakkında saatlerce, sayfalarca yazabilirim. Felsefeyi bana takdim eden ilk filozoflardan. 13 yaşında tanıştım. Düşüncesi, aklı çağının ötesinde olup zaten çağının sonrasındaki felsefenin yapıları içerisinde hareket ettiği filozof.
Öyle ki onun kategori görüşü tüm Ortaçağ ve alman idealizmin temel taşı olmuş, zaman görüşü kant'ta dahi etkisini büyük oranda hissettirmiş; sanat alanındaki düşünceleir diğer anlayışların ortaya çıkmasında kaynak görevi görmüş son derece karizmatik bir filozof.
Bugün kendisi üzerine etik dışında neredeyse çalışma yürütülmez. Hakkında söylenecekler bittiği için mi? Kesinlikle hayır. Geçenlerde bir akademisyen ile otururken neden Aristoteles üzerine çalışılmadığı sordum, o da "benim profesörlerim daha çok prim yapacak şeylere yönelmemi söyledi" dedi. işte akademi dünyasının içinde bulunduğu felsefeye aykırı rezil durum.
Aristoteles'in metafizik başta olmak üzere birçok görüşü bugün hala ancak diğer filozoflardan dolaylı olarak açıklanır. Bu adam üzerine gerçekten çalışılmadı. Tamam, ben de fazlaca eleştiririm: kategori-eksistensiyal, bilgi-temsil, zaman-mekan, fenomen-öz vs... Hususlarda sürekli bir eleştiri hedefimdir ama bu onun saygınlığı ve felsefi anlamda yetkinliğinden bir şey kaybettirmez.
Eğer felsefe ile ilgilenen ya da ilgilenecek olanlar varsa kesinlikle Aristoteles'e yönelsinler. Katılsın ya da katılmasınlar ama bu adam çalışılsın.
Çok etki uyandırmayan (belki fazlaca değişik hallere bürünmesinden ötürü) ama varlık-bilgi önceliği hususundaki görüşleriyle -belki cehaletimden ötürü- bana yakın gelen bir filozof.
Yeni ontoloji vs... Her yerde bulunabilecek bilgiler de benim bahsetmek istediğim onun episteme ve gnosis ayrımı.
Daha öncelerdeki hesabım ile özdeşleyim kelimesinden bahsetmiştim. Bu kelime kişinin kendisini yöneldiği nesnede bulması ile bilgisini edinmesidir. Aslında husserl fenomenolojide algıyla edinilen bilgi ve sezgiyle edinilen ayrımını buna benzer biçimde yapar. Kısaca husserl'e göre algıyla bilebileceklerimi sadece fenomenlerdir. Şeylerin özüne dair bilgi ancak sezgi ile mümkündür. Ben burada sezgiden kastının özdeşleyimin bir başka hali olduğunu düşünüyorum.
Nicolai hartmann'ın varlığın bilgiden önce geldiği düşüncesinin en önemli sonucu, tek yönlü bakış açılarını eleştirmesidir. Yani bir nesnenin sadece algılandığından var olduğu görüşünü eleştirir. Ona göre nesne algılandığında var olmaz, fark edilir. Ki bu basit görünen ama temellendirmesi fazlasıyla zor görüşü kendisi de çok tutarlı bir biçimde temellendiremez. Metafizik artık, kant'ınki olmayan kendi şeylik vs... ile açıklamaya çalışır.
Nicoloai hartmann hususunda söylenmesi gereken en mühim şey gnosis ve episteme ayrımıdır ki ben bununla ilgili gerçekten çok çok zor bulunan bir entry girmiştim. Bundan dolaylı olarak da kişisel bir entry girdim. Onlar okunursa bu adamın düşüncesini kavramaya yaklaşılabilir:
Ethica adlı eseriyle çok tanınsa da bana göre teolojik politik inceleme Adındaki kitabı ethica'dan çok daha fazla etkileyicidir.
Kendisinin bilgiyi üç tür olarak, birincisine vakıf olmanın aşamalı bir biçimde ta üçüncüsünden dolayı olması oldukça başka bir bakış açısıdır.
Bilindik ortaçağ tanrısını o kadar etkisizleştirmiş ve yerine o kadar farklı bir tanrı anlayışı getirmiştir ki ona göre ahitler aslında içerdikleri bakımından peygamberlerin hayal gücünün tecellesi ve yasaları bakımından pozitif hukuk örneğidir.
Yanlış anlaşılmamalı spinoza musevidir ama ona göre tanrının anlatımı ve gerçekte hali başkadır.
Her ne kadar fichte ve kant'tan etkilenmiş olsa da "idea" düşüncesiyle gerçekten başka bir şey yapmıştır. Bundan daha önce bahsettim.
Marx ve Kierkergaard ile arasının açık olmasının sebebi yalnızca nesnel idealist olması değildir. Hegel'in monark sevdası ve insanın özgürleşmesinin aslında vâzi (pozitif) bir şey olmadığı görüşü ve en başta bireyselliğin toplumsallığa zarar verdiği gerekçesiyle dışlanması başta Kierkergaard olmak üzere kendisinden sonra gelen birçok kişiyi kızdırmıştır.
Yine de marxist ya da marx sevginiz varsa hegel ile onun arasındaki ihtilafı iyi öğrenmeniz gerek. Zira hegel'i eleştireyim derken marx'ı eleştirebilirsiniz -ki bu bugün oldukça yaygındır.
Bir şekilde dönüp dolaşıp çarpmak zorunda kaldığımız filozof. Eğer sezgiyi temellendirmek isterseniz onun "sezginin arı formu"na başvuruyorsunuz, düşünmeyi sınırlandırma ya da tasavvur etme yoluna giderseniz ona veya Wittgenstein'a çarpıyorsunuz. Öyle ya da böyle bir şekilde rastlıyorsunuz.
Kendisine gelene kadar ve kendisinden sonraki görüşlerin tamamı müspet ya da menfi bir biçimde sınırlandırılabilirken onun "aşkınsal felsefe"sinin sırf şu "aşkınsanlık"ı oldukça karmaşıklaşırıyor.
Yine de mekan görüşünün zaman görüşü kadar sağlam olmayışı tüm bu diğer düşüncelerini hırpalamaya yarıyor. Şimdiye kadarki çalışmalarıma büyük darbe vursa da kendisinin içinden çıkacağım.
Ponçirik müslümanlar toplanın;
kindî'nin temel eseri olan kitab fi'l felsefeti'l-ûla adlı kitapta bulabileceğimiz varlık anlayışıdır. buna ontoloji yerine metafizik diyen felsefe tarihcilerinin gerekçesi ise aristoteles'in metafik yorumudur. konu bu değil.
kindi üzerinde aristoteles'in etkisinin oldukça rahat görüldüğünü söylebilsek de bu etki kindi'yi aristoteles'e bağımlı halde değildir. bir yerde kindî'nin bağımsızlık ilan ettiğini görebiliriz.
kindî temele aldığı tanrı'nın varoluşu için onun tarafından sunulmuş birtakım argümanlar görürüz. bu argümanlardan birisi "nizam/ düzen delili", diğeri ise kozmolojik delilin islami versiyonu olan hudus delilidir.
düzen delili oldukça kısa bir şekilde şudur: "evren birbirine uygun bir sebepler ve gayeler sistemi arz eder. böyle düzenli bir sistem ancak akıllı bir yaratıcının eseri olabilir. "
benim ilgilendiğim ise kozmolojik delildir. bu delil ile yunan felsefesinden tamamen ayrılır. ona göre evrenin zorunlu olarak meydana getirilmiştir ve her meydana getirilenin bir meydana getirici olması gerekir. yaratıcı-yaratılan, birlik-çokluk, zıtlık-uyum gibi öğretiler üzerine inşa etmiştir delilini.
fiilen var olan ve bütünü (evreni) oluşturan cisimler ona göre sonludurlar. bu sebeple sonlu olan bir şeyin yaratılmamış olamayacağını söyler. buradan bu cisimlerin sonsuz olan tanrı tarafından meydana getirildiği sonucunu çıkarır.
belki de söyledikleri arasındaki en önemli olan şudur: varolanlar ancak ve ancak hareket ve zaman birbiriyle eşzamanlı oldukları takdirde var olabilir. evren sonlu olduğu için onlar da sonludur. diğer bir ifade ile varolanlar sürekli bir değişim halindedir. ve her değişim bir başlangıç ve bitiş noktası arz eder. dolayısıyla değişen şeyler sonsuz olamaz.
zaman da -varolanların- hareket ölçüsü olduğuna göre, evrenden önce zamanın varlığını düşünmek çelişki arz eder.
daha sonra tanrı hakkındaki bilgimiz için mutezile okulunu baz alır. burada önemli olan ise via negativa, yani tanrının yalnızca olumsuz bir tarzda tanımlanabileceğidir: tanrı şu değildir, bu değildir gibi.
Nasıl yani başlığı açılmamış dediğim spinoza eseri. Değerli kardeşlerim, siz ne yapıyorsunuz ecem hotoğlu'nun bile kitabının başlığı açılmışken eski-yeni ahit'in teolojik ve politik serimlemesini yapan bu harikulade eserin başlığı neden açılmış değildir?
Spinoza'nın bu eserde musa ve isa'dan nasıl bahsettiği, tanrının mitolojik ögelerle anlatımının sadece insanların anlayacağı dilden olduğu için vuku bulduğu ve daha birçok muazzam düşüncesi okunmalıdır.
Sadece eski-yeni ahit boyutunda değil, tüm dinler boyutunda bir incelemedir.
Bir dinin veya daha geniş anlamda tanrının teolojik bağlamda farklı politik bağlamda farklı olduğunu ileri sürer.
Okuyun, hem ucuz da bir kitap.
Bu kitabı ilk okuduğumda yarısına falan gelmiştim ki kapı çaldı. Babam gelmiş. Babam felsefeye olan ilgime karşı dururdu. Her neyse kitabın ne'den bahsettiğini sorması üzerine verdiğim cevap onu bile şaşırtmıştı. Sonra ponçirik kel kafasını sağa-sola salladı. O da okudu.
Söylemeyi unuttum. Ayrıca spinoza bu kitapta bilgi türlerini de ele alır.
Ya da peri phuseos. Parmenides'in "doğa hakkında" adlı şiir kitabının eski yunancasıdır. Peri "üzerine, hakkında" demektir.
Fakat burada bir hususu belirtmem gerek phuseos/physeos "açığa çıkan şeyler" demektir ama malum filozoflarımız bunu latinceye anlamını daraltarak "doğa" olarak çevirmiştir. O yüzden kitap;
Vernunftige wesen yani "rasyonel varlık" ile ahlak ve toplum açısından insan tanımını geliştirmiştir. Bu tanımda immanuel kantcığımın koşulsuz ahlak yasasının (koşulsuz buyruk, maxim; artık her ne derseniz) etkisi vardır. Ya da bazılarına göre aynı şeyi düşünmüşler. Her neyse.
Eğer hegel ve alman idealizmini anlamak isteniyor ve fransız ihtilalinin etkisi görmek arzulanıyorsa kesinlikle uğranması gereken filozof.
Fransız devriminini fazlasıyla eleştirmiş filozof. Ona göre Fransız ihtilalinin "özgürlük" fikri geçersizdi. Çünkü bu özgürlük fikri öncelikle diğer düşünce ve grupların değillemesine ve yok edilmesine dayanıyordu. Dolayısıyla söylendiği gibi doğru değildi. Öte yandan insan bu ihtilal ile zaten özgürleşmeyecekti, daha da kötüsü özgürleştiğini sanarak tutsak olacaktı.
Bu son cümle marx'ın fransız ihtilali yorumunun temelini teşkil eder.
Fransız ihtilaline getirdiği bu yorumu ancak şunu söylersek anlayabiliriz:
Özgürlük ideası, özgürlüğün ideali değildir; özgürlük fikri ile onun gerçekleştirilmesinin bütünüdür. Dolayısıyla gerçekleştirilemeyecek bir özgürlük fikrini barındırır fransız ihtilali.