haber muhabirleri son gelişmeler için olay mahalinden ana haber bültenine bağlandıkları esnada arkada gördüğümüz, kameraya el sallarken cep telefonuyla konuşan, akabinde kameraya doğru gülümseyen kişi bu kişidir işte. konuştuğu şahıs da sevgilisidir. kahramanımız "sevgilim tv'yi aç arkadayım, el sallıyorum" demektedir kendisine.
bünyesinde birden fazla isim barındıran erkek ismidir;*
hüdaverdi
hüda
hüdaver
daver
(içindeki isimlerin hepsi bulunamamış olabilir, o konuda garanti verilmemesi gerekir. ancak araştırmalar devam ediyormuş son duyumlara göre)
nolmuş yani? tepkisi verilecek durumdur.
sevgili olmadan önce arkadaş olunması normal deiğildir de nedir? diye sorulmalıdır akabinde. yoksa ilk görülen kişiye "gel biz bi ilişkiye başlayalım, allah korusun arkadaş falan oluruz ne me lazım" denilerek mi başlanıyor sevgililik evresine diye düşünmekteyimdir.
büyük bir acının karşısında hiç acımadığını, yaş bile dökmediğini farkettiği an. "ağlamam, üzülmem, hatta kafayı kırmam gerek normalde. oysa ben? napıyorum lan ben?" dediğinde kişi çoktan şoka girmiştir. şoktan çıkınca geç kalmış tepkilerini verecektir ancak.***
"uyuyum, sabaha belki mesaj ya da çağrı gelmiş olur" şeklinde ümit bağlanarak dalınan uykudur. bu yatılan uykunun sabahı uyanıldığındaysa ilk akla gelen şey "telefonda bir değişiklik var mı ki?" sorusudur. cevaplamak için çevik bir hareketle telefona saldırılır. olan ya da olmayan değişikliğe göre bir yüz ifadesi yerleşir surata. ağlamak, sinirlenmek, sövmek, özür dilemek arasındaki tereddüt evresidir o an.
kendisi gibi kalp doktoru olan mustafa öz'ün oğludur. ikisiyle de haklı yere gurur duyabiliriz.
ayrıca, az önce (saat 20.00 suları) atv ana haber bülteni'ne katılmış ve, diğer bir konuk olan mehmet okur'la birlikte bir egzersiz hareketi göstermiştir bu selebirıti* doktorumuz. burdan da anlaşıldığı gibi gayet alçakgönüllü biri olmalı bu doktor. zira, nerde görsem kasıntılıktan birkaç ışık yılı uzaktaymış gibi davranışlar sergiliyor bu adam.
hem başarılı, hem eğitimli, hem de ünlü, üstüne üstlük sevilen biri. ancak kibir sıfır. (bkz: valla bravo)
dolce gabbana çakması* kotunu sivri burunlu, yüksek topuklu çizmesinin** içine sokan hatundur bu da. kotu dapdar olmalıdır, tayt kıvamında. bir de boynuzlu tokalı bir kemer takılmalıdır kotun üzerine.
tamamlayıcı unsur olarak, dip boyası gelmiş sarı saçlar tercih edilir.
bu tarzı benimsemiş kişileri sürü halinde görmek mümkündür.
80 kişilik bir insan topluluğunun onca işlerinin ve koşuşturmalarının arasında kimin uzun saçlı kimin kısa, ya da ne kadarınınki uzun ne kadarınınki değil gibi konuların üzerinde pek durmayacaklarından, kişinin rahat olması, paranoyaya mahal vermemesi gereken durumdur.
burada görülen ne varsa son derece gerçek insanlar ve olay mahalleridir aslında.
şöyle ki; aslında oyuncu olmayan oyuncular ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, oyunculuk yapamıyorlar, o denli gerçekler yani.
ayrıcana sahnelerin çekildiği mekanlar film setleri falan değildir, bildiğin ev, oturma odası, yatak odası banyo tuvalet. hepsi gerçek işlevlerini gören mekanlardır.
hatta yönetmenin, ışık şefinin, kameramanın falan o evin ahalisinden olduğunu düşünüyorum.
görüldüğü gibi son derece gerçekçi bir yapım.
tebrik etmek lazım.
çok mu düşünülerek çekildiği merak konusu olan reklam filmi ve sloganı.
insan düşünmeden edemiyor; bilerek mi bu kadar salaklığa yer veriliyor çoğu reklamda? zira, ne kadar salaklık olursa, o kadar akılda kalıcı ve dikkat çekici oluyor.
sabaha kadar uyunulmayacağının habercisidir.
etraftaki kitaplara saldırılmalı, varsa nete girilmelidir. hala fayda etmiyorsa, gündüz vakti yapmaya üşenilen işleri yapmakla zaman öldürülebilir. toz almak, temizlik yapmak, çamaşır makinasına çamaşır atmak vs.
deli gibi sevdiğiniz,* güvendiğiniz,* üzerine titrediğiniz,* çok özlediğiniz* bir insanla* yaptığınız takdirde, hiç de ele yüze bulaştırılmayacak hatta "neymişim lan ben böyle?" dedirtecek öpüşmedir.
ancak, daha önce planlanmamış ve aniden gelişen bir şey olması gerekmektedir. öyle "yarın öpüşelim mi?" deyip saatini mekanını ayarlamakla olmayan bir şeydir, o zaman ele yüze bulaşır işte. işin sırrı doğru anın gelmesini beklemektedir.
arabayla memleket yollarına düşen gurbetçi vatandaşlarımıza sınır kapılarında, otoban girişlerinde her türlü zorluğu uygulayan şahsiyetsiz memurlara sahip ülkemsi.
pasaporta bakar şahsiyetsiz sırp memurumuz, eğer türkse karşıdaki insan, "bu pasaportun şusu yok türko, arabayı arıcaz" gibi sudan sebepler sunularaktan üstü kapalı rüşvet istenir. böylece her otoban girişinde, sınırlarda gurbetçi vatandaşlar soyup soğana çevrilir. karakter yoksunu, aç gözlü sırp memurları da ceplerini doldurur. bunu da sadece türk vatandaşlarına ya da türk uyruklu olan avrupa ülkesi vatandaşlarına yaparlar.
demem o ki, gurbetçiler de olmasa aç kalacak insanları barındıran bir ülkedir bu. uzmanı oldukları türk vatandaşlarından yok yere rüşvet alma işinden o kadar çok gelir elde ettiklerini düşünmekteyim. zira her yıl sırbistan üzerinden türkiye'ye gelen gurbetçilerin sayısı hiç de küçümsenecek gibi değildir.
"ayıp ayıp. bu kadar mı açsınız. boşanın da semerinizi zıkkımlanın" diyesim geliyor!