korenin world starı. oyuncu, şarkıcı, kareograf, ceo, prodüktör, bestekar, tasarımcı... liste alır başını gider. ha unutmadan, time 100 listesinde de 2 kere birinciliği var.
akraba günlerinde kesinlikle açıklanamayan meslek. neyi danışıyorlar şimdi sana sorusuna verilebilecek cevap önerilerine açığım çok net. ben en son çareyi endüstri mühendisiyim ben teyze demekte buldum çünkü.
canan tan'ın efsane kitabı. kitabı okurken,özellikle baş kısımlarında, "olm okuldaki herkes bu kıza niye evlenme teklif ediyor lan?" diye kendi kendime düşünsem de, kitabın sonlarına doğru içim acıdı resmen. o sonu hatta kaç defa okudum hatırlamıyorum.
kitaptan çıkarılacak en önemli sonuç ise şudur: "erkeklere güven olmaz hacı!"
kadıköy nazım hikmet kültür merkezi'nin kafe kısmıdır. fiyatları tam olarak öğrenci işidir. ve tadları falan da güzeldir hani. sınav dönemlerinde mekanın her köşesinde ders çalışanları görmeniz de bu yüzdendir zaten. bahçesi yaz ayları için muazzamdır özellikle. tavsiye edilir.
uyurken yataktan fırlatmıştır. 12 kasım'ın yıldönümü yeni geçmişken, tüm sinirleri gergin bünyede şok etkisi yaratmış, anında 1998 adana depremini hatırlatmıştır.
üzerinden 11 yıl geçmiştir. unutmaya ya da alışmaya çalışmayı bırakmak zaman aldı biraz. ama başardım sanırım.
çünkü geç de olsa biliyorum artık. sil baştan olamaz bunda, ah keşke olsa...
her deprem başlığını gördüğünde salya sümük ağlamaktan bıktım zira, her haberde yüreğimin ağzına gelmesine dayanamıyorum artık. şu an istanbul'da her an yaklaşan depremi bekliyorum sadece, korkarak, acı cekerek...
korkum ölüm değildir kesinlikle.
yalnızlık...
ailem 14 saat uzaktayken, en yakın akrabamla aramda 4 saat varken, su aşık oldum sehirde tek başıma kalmak korkum, depremden sonra. binanın önünde tek başıma kendine gelmeye ugraşmak. dışarıda bekleyenim olmadığını bilerek enkazda kalmak...
korkuyorum, hem de deli gibi, hic olmadığı kadar, kanatırcasına...
her hatay meyhanesine gidildiğinde farklı gelir yanı başında duran çantasının kokusu bile, tıpkı şiirlerinin her okunuşta farklı yerlere iyi geldiği gibi.
mika'nın harikalar yarattığı parçalardan sadece bir tanesidir. bi kere dinlediniz mi, loopa sarmaktan kaçışınız kalmaz. etrafta deli gibi zıplayıp dans etmek istersiniz, twist bile yaparsınız eğer kendinizi kaptırırsanız.
"i've been crying for so long,
fighting tears just to carry on,
but now, but now, it's gone away."
lastfm application'ı sayesinde gönülleri fethetmiştir. kendi arşivimi silmeme ramak kaldı o derece. ah bi de playlistteki şarkı sayısını 25ten daha fazla yapsalar tadından yenmeyecek.
bu seneki oyunu galata'da düzenlenmiştir. sayesinde istiklal'in göbeğinde gündüz vakti yerlerde süründüm, koşturdum, haritayla cebelleştim.ha tabi "bacım bunlar ne? niye koşuyosunuz siz?" diye soran teyzeler amcalar olmasa, hızımızı kesmeseler daha iyi olacaktı. gerçi eylemin orta yerinden bana yer açıp, geç kızım koş koş diyen polis amca, öpüyorum seni burdan. bi soru öne geçtimdi sayende.
asmalı mescitte şu duvarında frühstück yazan mekanın garsonu, oteller sokağında midilli restoranın karşısındaki yerin sahibi, bir de son olarak paşabahçe tarafındaki metro çıkışının oradaki amca, sizi seviyorum! verdiğiniz kopyalar ve yardımlar iyi işime yaradı valla.
dream tv, seni bir daha izleyeni de izleteni de napsınlar e mi. ulan orada yere yatmış soruyu çözmeye uğraşıyoruz, terlemişiz de zaten, soru da zor, galatanın yokuşları ağzımıza sıçmış, siz gelmiş röportaj yapalım mı diye mikrofonu burnumuzun dibine sokuyorsunuz! size söyleyecek tek lafım var: "yörü git lan!"
sorulara gelirsek, zevklilerdi baya. son iki soru hariç öyle çok zorlayanı da yoktu. tek kötü tarafı, baya bi yokuş koşmanın gerekmesiydi. şu para sorusunu bulmak baya bi vaktimizi aldı, ona da bulmak denilirse tabi.* baktık yapamıyoruz, oturduk dinlendik biz de, diğer arkadaşların çözmesini bekledik, aferin bize.
o etabı geçtik, aha da şimdi bitiyor derken, son etaba geldik. işte orada sıçtık! yaklaşık 1 saat uğraşmışızdır, sonra da bıraktık zaten.
önümüzdeki sene cadde de yapılsın, dümdüz alan alabildiğine koşalım, yokuşlar olmasın, evet bunu istiyorum.
velhasıl, seneye olanı dört gözle bekliyoruz, yeeay!
zeynep çavuşoğlu tarafından yazılmış, 1 mayıs 2010 tarihinde de piyasaya sürülmüş roman.
pek bir etkili arka yazısı vardır;
"aşk kadar kolay değildi hikâyemden çıkan hisler. bir ileri, bir geri savurdu bedenimi yıllarca. onsuz olmak, onunla olmaktan çok daha güzeldi. ne de olsa aşk dediğin, şu yüklediğimiz anlamlardan ibaretti. belki onu gerçekten tanımış olsam bu kadar sevemezdim. pinokyo'mdu o benim. görüntüsünü bulup, içerisine bir ruh yerleştirdiğim herkesten ve her şeyden en kolay kaçtığım yerimdi benim. ne gereksiz hırslara, ne de anlamsız egolarıma karıştırdım onu. olduğu gibi sevdim, olduğu kadar tattım. o beni sevdi mi diye çok fazla düşünmedim. benim onu sevmemle, onun sevgisinin ne alakası olabilirdi?
o benim sonsuzluğum, ben ise onun için hiç bilemediği biri olmuştum. sesimi duyuramadım, boğuldum. sevgimi paylaşamadım, yoruldum. aşkla beslenip, her seferinde ondan doğru doğdum. aşkla büyüdüm ve sonunda yoğruldum. eksileceğim korkusuyla adım atarken çoğaldım. bu kadar sevebilmenin cesaretiyle ben ben oldum. bir şey gördüm onun gözlerinde. çok sıcak, tanıdık, aşktan ve varoluştan. hiç inanmadım biteceğine. bunu her nefeste dile getirmekten korkmadım. benim aşkım o olduğu sürece değil, ben var olduğumca vardı anlamadı! seni seviyorum demekle, yanında durmakla aşk olur sandı. bana bir gün inanmadı, benim sevme tarzıma alışamadı."
öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
ellerimde koparmaya çaıştığım zincirlerden kalma yara izleri
yeni yeni iyileşmeye yüz tutmuş olsun.
gözlerimde öyle bir karanlık olsun ki, gören kör oldum sansın.
yanaklarım kurumuş olsun göz yaşlarımdan, dudaklarımsa çatlak çatlak.
öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
belki bin tane aşktan geçmiş olayım ve hiçbiri olmasın gözümde.
hiçbiri tamamlayamamış olsun cümlelerimi,
hiç biri bağlayamamış olsun geceyi sabaha.
hiçbirinin gülüşünün her anı senin kadar aklıma işlenmemiş olsun.
hiçbirinin hayali en güzel haliyle barınamamış olsun beynimde.
hiçbirinin izi kalmamış olsun bedenimde.
öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
sessizce ağladığım anları kimse çığlık çığlığa hıçkırıklara dönüştürememiş olsun.
ellerim kimsenin üzerinde eriyip gitmemiş olsun, gezinse bile.
dudaklarım senin adını söylerkenki gibi kıvrılmamış olsun hiç bi ad'a yeterince.
yerine koymaya çalıştığım her beden yok olup gitmiş olsun kumlar aktıkça tane tane.
unuttuğumu sandığım, vazgeçtiğimi sandığım,
sevmediğimi sandığım öyle bir zamanda gel ki
yerçekimine karşı koysun damarlarımda beni yaşatan her zerre.
öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın...
hayır bay senarist, senin insanoğluna kastın mı var annem? nedir bu paranoyak tavırlar? senin yüzünden her şeye şüpheyle yaklaşır olduk be!
önce gittin 91den mesaj gönderdin, eyvallah dedik. sonra geldin bilmem kaç yılında oynanmış satranç maçından mors alfabesiyle yazılmış telefon numarası çıkardın, bi de gittin oradan mesaj verdin, hadi her şeye eyvallah, güvendiğimiz dağlara neden karlar yağdırdın be adam!
--spoiler--