zamanında baba evi adlı dizinin jeneriğiydi.
ki sırf jeneriği saatinde diziyi açtığımı bilirim.
--spoiler--
ah bu akşamlarda ne var
ihlamur kokuyor odam
radyo sesi ilk ışıklar
sabah faslında bir hüzzâm
yüreğimle bilendikçe hepten incelir incesaz
pişmanlıklar gelir geçer
sevdayla hesaplaşılmaz
yatak döşek yatırır da bu sevda
uyandırır en tatlı yerinde
gün ortasında sabah seherinde
hatırlanır yeniden
kanat takıp uçurur da bu düşler
uyandırır en tatlı yerinde
gün ortasında sabah seherinde
hatırlanır yeniden
parlak bir inciydim önce
derinlerde saklanırdım
baba evi kabuğumdu
hayat çok uzak sanırdım
düşlerimle yandım sonra
sevdalarımla kavruldum
düşlerimin peşi sıra kendimi yollara vurdum
yatak döşek yatırır da bu sevda
uyandırır en tatlı yerinde
gün ortasında sabah seherinde
hatırlanır yeniden
kanat takıp uçurur da bu düşler
uyandırır en tatlı yerinde
gün ortasında sabah seherinde
hatırlanır yeniden.
fizyolojik acılar çekmiyorum evet.
kimse kadar büyük dertlerim yok, belki anlatacak bir derdim bile yok düşününce.
var da işte.
karşı taraftan kıymet görmez diye dilime gelesi yok hiçbirinin.
otur oturduğun yerde diyorum, neler çekiyor insanlar, sabırlı ol.
iş bu sebepten sabrediyorum sözlük. bu yüzden ağlamıyorum bile.
dilime geliyor ismi birinin, yetti gari diyorum.
eskiden efkarlanıp türkü söyleyemezdim.
utanırdım söylerken, sesim çatallaşırdı.
şimdi yemek masasında, orada burada çekinmeden başlıyorum, "...böyle bir kara sevda kara toprakla biter..."
ama gariptir ki, birileriyle konuşmaya başladığımda kızarmaya başladım son zamanlarda. yanaklarım al al oluyor, sinir oluyorum.
yav desem ki, konuştuklarım üç beş günlük insanlar, hayır. gayet de yıllardır tanıdıklarım.
çözemedim ama sinir bozucu bir durum.
biri tutsa elimden, hadi dese gidiyoruz.
hiç düşünmeden çıkar gidermişim gibi.
ama öyle biri hiç olamadı.
zaten ben de kendimden korkuyorum, sevmeyi becerebilseydik böyle mi olurduk deyu.
o yüzden sanırım epeydir ağırlık vermediğim kpss denen zımbırtıya abandım.
soranlara, aşk hayatım berbat bari düzgün bir iş hayatım olsun diyorum.
gülüyorlar.
gülsünler.
yıllarca insanlara komiklik yaptığım için sanırım, her söylediğime gülüyorlar.
geçen dönem millete zoraki gülücük dağıtırdım. öyle lazım geliyor gibiydi. o zamanlar çalıştığım yerde elif diye bi kadın vardı, o kadar gülücük dağıtmama rağmen enerjin düşük derdi.
şimdi gülmüyorum lan, bildiğin somurtuyorum.
umrumda olmuyor kimse.
kadın geliyor yanıma, "çok enerjiksin nazarım değmesin. valla ne yiyor ne içiyorsan bana da söyle" diyor.
şaka gibi.
hayallerim vardı eskiden. neler neler.
hayat garip bi şeymiş, çözemedim. hayal kurmuyorum. hepsi can yakıcı şeyler.
şöyle bağıra bağıra da ağlayamadım ki hiç, içimde kuruyup giden şeylere.
sözlüğe bazen müzik dinlemek için giriyorum. malum youtube yok. fizy'dir dailymotion'dır falandır filandır. sevmiyorum ben oraları.
eskiyi severim ben nostaljiyi. alıştığımı severim.
o yüzden düsturumdur, alışmak kötü bir şey.
kötü işte, sonra vazgeçme işine gelince çat diye bırakamıyorum ben.
bir kere daha demiştim yine diyorum.
biri tutup kafamı kırsa, sonra da karşıma geçip dudak bükse; olsun diyorum olur öyle şeyler üzülme.
bi insana çocukluğundan beri "safsın" derlerse, saf olur tabi.
bi şeyi kırk defa söylersen olur, diye bi laf var di mi ama...
--spoiler--
ucurumun kenarındayım hızır
bir dilber kal'asının burcunda
muhteşem belaya nazır
topuklarım boşluğun avucunda
kaldım parmaklarımın ucunda
bir gamzelik rüzgar yetecek
ha itti beni ha itecek
uçurumun kenarındayım hızır
cihan hazır
divan hazır
ferman hazır
kurban hazır
uçurumun kenarındayım hızır
güzelliğin zülme çaldığı sınır
başım döner, beynim bulanır
el etmez
gel etmez
gülce'm uzaktan dolanır
uçurumun kenarındayım hızır
gülce bir davet
mecaz degil
maraz degil
gülce bir afet
peri degil
huri degil.
gülce bir beyaz zehir
gülce en vahim haz
buram buram zehir
yâr gözünde infaz
bir gamzelik rüzgar yetecek
ha itti beni ha itecek
güzelliğin zülme çaldığı sınır
uçurumun kenarındayım hızır
ben fakir
en hakir
bin taksir
ateşten
kalleşten
mızrakla gürzden
dabbet-ül arz dan
deccalden
yedi düvelden
korku nedir bilmeyen ben
tir tir titriyorum gülce'den
ödüm patlıyor gülce'ye bakmaktan
nutkum tutuluyor
ürperiyorum
saniyeler gözlerinde birer can
her saniyede bir can veriyorum...
hani evdesinizdir, hava aşırı rüzgarlıdır.
camdan bakıyor, dışarıda rüzgarın etiklerini seyrediyorsunuzdur. uçuşan tozlar, çöpler, vs vs. insanların yürürken zorlandıklarını görüyor, rüzgarın sesini duyuyorsunuzdur.
ama siz bunların hiçbirinden etkilenmiyorsunuzdur, çünkü evin içinde bunu hissetmek zor.
işte bu hali, kendi içinizde düşünün.
kalbiniz bir kenara çekilmiş olanları seyrediyor.
acılarını seyrediyor, sevinçlerini seyrediyor, geriye dönüp bakıyor yaşadıklarını seyrediyor. ama hiç etkilenmiyor. tam içlerinden biri gelip kalbinize dokunmak istiyor ama izin vermiyorsunuz.
çünkü yorgunluk var. yolu değiştirme isteği.
belki bu hal geçince mutlu olma isteği.
sevme isteği.
sevilme isteği.
işte öyle bir hal.
genellikle türkiye'deki ebeveynlerin çocuklarında bunu fark ettikleri an görmezden geldikleri ya da bir şekilde bastırmaya çalıştıkları ve bu gibi nedenlerden çocuklarda ağır travmalar oluşturabilen durumdur.
evet efendim, oturup akşamlara, akşamlardan sabahlara, sabahlardan akşamlardan da sabahlara kadar ağlayabiliriz birlikte.
ama aynı formatta, oğlak burcu erkeği de vardır ki, o da en az bu adam kadar ağlar.
yengeç burcu erkeği ağlamaz.
öte yandan ikizler burcu erkeği azıcık duygusal olsa da konuşmaktan ağlamaya fırsatı olmaz. aslan burcu erkeği dönersen benimsin, dönmezsen ellerinsin havasında bir adam olduğundan, an'ı yaşayan vur patlasın çal oynasın durumunda takılırlar. kova burcu erkeği duyduğumuza göre iki yıldır nişanlıymış, umarım evlenmiştir. başak burcu erkeği en son aradığımda uyuyordu, "kalk olm bu saatte ne uykusu" dedim, kalktı. her neyse. terazi burcu erkeği evet açıklıyorum, dengesizdir. akrep burcu erkeği ise yaşadıklarına dair bir iz bile belirtmezler. koç burcu erkeği inatçıdır efendim, dediğim dediktir. ben burnumun dikine gitmeyi severim havasındandır. boğa burcu erkeği en son duyduğuma göre, kpss çalışuyormuş.
falan falan.
not: yazar burada ironi yapmaya çalışmıştır.
ne burcu allaseniz demeye getiriyordur. valla hiç anlamam. *
"aman akşamları dizim kaçmasın" diye kendini paralayan teyzeler modunda takip edilen, heyecanı dorukta, merakla devamı beklenen hikaye.
--spoiler--
akşam olur.
koşa koşa eve gelinir.
hemen sözlük açılır.
başlık kontrol edilir, bir şey yazılmış mı diye.
bir çırpıda heyecanla okunur ve şu tepki verilir:
normal kuru boya gibi görünen kalemlerdir.
yani bildiğiniz, sulu boya paletindeki renkler, kalem şekline getirilmiştir.
boyalarınızla resminizi boyarsınız, ardından suya batırdığınız fırçanızla boyadığınız resmin özenle üstünden geçersiniz ve sulu boya resminizi yapmış olursunuz.
şöyle bir şeydir.
"...git, ayrılığı kabullendim..." diyen bir ferhat göçer şarkısı.
"Aramızda görünmeyen duvarlar var
Bilmediğim caddeler, bulvarlar
Yabancısın hanidir, söylesem yeridir
Kavuşmuyor hiç dudaklar
Yavaş yavaş eritiyor, bizi bu yalanlar
Bir hesap ki tutmuyor, elde kalanlar
Son durak dedi aşk, birimiz inmiyor
izliyor bak uzaktan, uzaklar
Git, hevesini al gel, nefesini al gel
Belki de bulduğun aşkından
Git, tutamam zaten, dağ gibi dursam
Kendine bir tünel kazarsın
Git, bana benzeyen ya da benzemeyen birini
Belki de çok seversin
Git, ayrılığı kabullendim
Ben seni, sen olmadan da severim, git."
cisimlerin ışığın içindeki farklı dalga boylarındaki ışın demetlerinin bir kısmını soğurup, bir kısmını ise geri yansıtması işlemi sonucunda yansıtılan bu ışının gözümüze ulaşması sonucu gördüğümüzdür.
beyaz ışığı prizmadan geçirdiğimizde, ışık prizma içerisinde enerjisi farklı olan renklere ayrılarak prizmadan çıkar.
bu beyaz ışığın aslında farklı renkteki ışıkların birleşmesi ile oluştuğunu göstermektedir.
beyaz ışık cisimlerin üzerine gönderildiğinde, cisim özelliğine göre bu ışığın içerisindeki farklı renklerden birini yada bir kaçını yansıtır. ve bu yansıma sonucunda gözümüze o yansıyan ışığın rengi gelir.
misalen renk çemberinde cisim sarı ışığı soğuruyor yani emiyorsa, kendisine 180 derece açııda konumlanmış olan mavi ışığı yansıtır ve biz cismi mavi görürüz.
yine aynı şekilde cyan dediğimiz rengi soğuruyorsa cisim, çemberde tam karşısında duran kırmızıyı yansıtır ve biz cismi kırmızı görürüz.
tabi ki kırmızı cyan dışında başka renkleri de soğurduğu aşikardir.
öte yandan yine ne olursa olsun renk oluşumunu açıklamak oldukça zahmetlidir. çünkü gözümüze ulaşan bu farklı renkteki ışınların beynimizde algılanışı da başkadır.
piaget'ye göre 3-7 arasındaki çocukların akıl yürütme biçiminin ayırt edici temel özelliğidir.
çocuk telefonda karşısındakine, "bak babam nasıl güzel çanta almış bana" der ve telefonda konuştuğu kişinin çantayı gördüğünü sanır.
ya da işte, resim çizerlerken deniz çizdiklerinde içinde balıkları ve görmek istedikleri diğer canlıları da çizerler.
aynı şekilde bir evin dışarıdan görünümünü çizerken, evin içindeki ışığı masayı, televizyonu vs. çizime dahil ederler.
yine aynı şekilde çocuk gelip, haydi evcilik oynayalım, dediğinde, ben merkezcil düşünceden ötürü sizin de onun gibi her an oyun oynamaya müsait olduğunuzu zanneder.
listeleri boyle uzatabiliriz.
insanlarin sevmeme hakki vardir.
bunu hepimiz biliyoruz.
ama bu kadar, bu derece nefretle dile getirir hale ne ara geldik?
bu kadar nasil olduk?
dahasi, bundan sonra bu sekilde nasil devam edecegiz?
Biri beni sevsin, ben de onu seveyim...
boyle bir ihtiyac hissetmiyorum.
hatta istemiyorum, kalbim buz gibi...
Sonra bazen kendimi cok yalniz hissettigim anlar geliyor. Kucuk bir an.
dusecek, bogulacak gibi oluyorum.
biri var hayatimda, sevgili. Iste o anlarda beni ariyor, bu durumumu kotariyor.
ote yandan kalbimi buz gibi hissettigim anlarda degil aramak, tek bir nokta koyup mesaj olarak gondermiyor.
cok garip.
ama sorun su, bencillik etmek istemiyorum cunku o beni seviyor.
bense onu bogulacak gibi oldugum anlarda seviyorum gibi geliyor.
mesela tam su anda seviyorum onu.
oysa sabah olmaz bu is diyordum.
ne olacak boyle bilmiyorum. Bilmiyorum bilmiyorum bilmiyorum!!!
soludugumuz oksijenin metobolik olaylara katilmasi sonucunda bir kisminin radikalik oksijene donusmesi olayidir.
dogrulugu kanitlanmis bilimsel bir gercektir.
bir kırmızı buğday,bir incecikten kar yağar söylüyor, dünya bulutların altında bir yerlerde kalıyor.
pek bi esprisi yokmuş gibi geliyor düşününce.
ama söylerken kendisi için de dünya bulutların altında bir yerlerde kalıyor olmalı ki, bu kadar duru, bu kadar su gibi olabiliyor o türküler.
türkü söylerken kendini yormayan, dinleyeni hiç yormayan sanatçı.
gerçekten bir sanatçı.
"incecikten bir kar yağar
tozar elif elif, diye
deli gönül abdal olmuş
gezer elif elif, diye
can sana kurban
yar sana hayran
derdime derman bulamam
aşktan el aman
elif kaşlarını çatar
gamzesi sineme batar
ak elleri kalem tutar
yazar elif elif, diye
can sana kurban
yar sana hayran
derdime derman bulamam
aşktan el aman
karac'oğlan eğmelerin
gönül sevmez değmelerin
iliklemiş düğmelerin
çözer elif elif, diye
can sana kurban
yar sana hayran
derdime derman bulamam
aşktan el aman"
yeşilçam filmlerinde esin engin'in seslendirdiği, aynı şekilde dilek türkan'ın oldukça güzel söylediği şarkı.
zeki müren seslendirmesi biraz daha haydi oturmaya mı geldik havasında ama hoş.
elinde olanın değerini, elinde olduğunda anlayabilmektir.
ama nedense, geçmişte yaşamaktan ya da gelecekteki mutluluğu düşlemekten, elinde olanın değeri genelde anlaşılamaz.
sonrası işte, keşkeler, amalar, isyanlar.