ayrıca habertürk'e dün iki saat, ondan öncede yiğit bulut'la birer saatten iki ayrı yayına çıkmıştır. etti dört saat. çok bariz bir konuşma stili var, 'kardeşcağızım', 'evvela'ları söylerken ki aksanına da dikkat çekerim.
kabul ettiği konuşmalarda aynı şekilde. kabul etmedikleride.
fikri akyüz'ün de dediği gibi, canlı yayında çıkıp da 'bunların hepsini ben söyledim' diyecek değil herhalde?
terbiyesizin önde gidenidir. postal ruhundan hala kurtulamamış ki, dün habertürk'te fikri akyüz'e 'susun!' diyerekten çıkışmalar yapıyor.
hala daha 28 şubat'ı savunabiliyor. aczmendilerden bahsediyor, bunları piyasaya süren adam.
siyasetçileri uyarma yetkisini kendinde görüyor, ve ses kayıtlarınıda kabul etti dün canlı yayında.
ve dün ki canlı yayından bir ayrıntı, tsk'nın dinle bir sorunu olamaz gibilerinden cümleler kurup ardından yayının sonlarına doğru ''bazı albaylar, askerler bakıyorsunuz emekli olduktan sonra sakal bırakmışlar bazı yayın organlarında boy gösteriyorlar...'' demeye başlayarak bunuda kendi görüşü olaraktan sokuşturuveriyor araya.
büyük çelişkiler içerisinde, suçluluk psikoloijsiyle kendini ele veriyor. ki sana ne paşa? sana ne? adam emekli olduktan sonra istediği hayatı yaşar. en azından senin gibi muvazzafken böyle 'harb oyunları' adı altında 'planlar' yapmamış.
Karanlığı senin kadar iyi bilemem ama
Aydınlığı gördüğümden bazen emin değilim
Sessizliği senin kadar iyi bilemem ama
Bakışların neler söyler anlar gibiyim..
Belki ne söylerim anlamazsın
Seni çok sevdiğimi hissedersin bilirim
Eğer koşmak sarılmak gelirse içinden
Bil ki ben de öylesine hasretim! ama olsun..
Herşeye rağmen herşeye rağmen
Ayakta kalma savaşı bu engellere engellere rağmen
Herşeye rağmen herşeye rağmen
Varolma savaşı bu, hayat bu engellere engellere rağmen..
Kelimeler pes eder de isyanların yenilirse gerçeğe bir gün
Kendini yitik bir savaşçı gibi hisssedersen eğer
Kaç kez yıkılsak da kaç kez baştan başladık yolu yok!
Dalıp dalıp da gitsen de kimbilir nerelere sessizce..
Koca dağlar konuşmazsa ne farkeder
Durgun sular akmaz ama derindir bilirim
Sen kimbilir hangi kavşakta bir başına
Yüreğini al git kimseler olmazsa da yanında
Herşeye rağmen herşeye rağmen
Ayakta kalma savaşı...
Yüzünde mutluluk çizgileri görmek isterim endişe yerine
Sen gül ki güller açsın benim de gönlümde
Ah şu engeller engelleri yıkmak geliyor içimden!
Boş sözlere gerek yok seni yanımda istiyorum!
Herşeye rağmen herşeye rağmen
Ayakta kalma savaşı...
an itibariyle sansürsüz'de ''medyada ifade özgürlüğü'' konusunu tartışmaya açarken can ataklı'ya ''bu ülkede kendinden olmayanları davetlere çağırmayan genel yayın yönetmenleri oldu. kendinden olmayanları kötü sayfalara, kapı önüne koyan genel yayın yönetmenleri oldu, bunlardan birisi de sizsiniz!'' diyen ve can ataklı'Nın ağzını tıkayan genel yayın yönetmeni.
Ayrılmamışız gibi avuttum kendimi
Unutmuş saydım bütün derdimi
Aynaya baktığım o an geldi mi
Gördüğüm sadece senden ibaret
Kördüğüm sadece senden ibaret
O kadar gün geçti
O kadar gece
Ne söyledin kalbin beni sorunca?
Her şarkıda senden bir şeyler bulunca
Gördüğüm sadece senden ibaret
Kördüğüm sadece senden ibaret
Kendini haklı buluyor musun?
bir gün bir sahabi, allah resûlü'nün huzuruna gelerek cahiliye devrine ait bir canavarlığı şöyle dile getirmiştir: ''Yâ resûLALLAH! BiZ CAHiLiYE DEVRiNDE KIZ ÇOCUKLARIMIZI DiRi DiRi GÖMERDiK. BENiM DE BiR KIZ ÇOcuğum vardı. annesine, 'bunu giydir, dayısına götüreceğim.' dedim. (kadın bunun ne demek olduğunu, bilirdi. ciğerpâresi, evlâdı biraz sonra bir kuyuya atılacak ve orada çırpına çırpına can verecekti. ne var ki, kadının böyle bir canavarlığın önüne geçme hak ve salâhiyeti yoktu. yapabileceği tek şey, için için ağlayıp gözyaşı dökmekti.) hanımım dediğimi yaptı. çocuk hakikaten dayısına gideceğini zannediyor ve cıvıl cıvıl koşuşuyordu. elinden tutup daha önce kazdığım bir kuyunun yanına getirdim. ona kuyuya bakmasını söyledim. o tam kuyuya bakayım derken, sırtına bir tekme vurdum ve onu kuyuya yuvarladım. fakat her nasılsa, eliyle kuyunun ağzına tutundu. bir tarafdan çırpınıyor, diğer taraftan da: 'babacığım üzerin tozladı.' deyip elbisemi silmeye çalışıyordu. buna rağmen bir tekme daha vurdum ve onu diri diri toprağa gömdüm.''
adam bunu anlatırken allah resûlü ve yanındakiler hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. orada oturanlardan birisi: ''be adam, resûlüllah'ı hüzün içinde bıraktın!'' deyince, efendimiz adama: ''bir daha anlat!'' dedi. adam hâdiseyi bir kere daha anlattı. iki cihan serveri'nin gözlerinden süzülen yaşlar mübarek sakalından aşağı akıyordu. *
allah resûlü hâdiseyi tekrar ettirmekle sanki şunu anlatmak istiyordu: ''işte siz islâm'dan evvel böyleydiniz. tekrar tekrar anlattırdım ki, islâm'ın size kazandırdığı insanlığı bir kere daha hatırlamış olasınız!''
düşünün ki cahiliye devri bu kadar aşağılıkların, iğrençliklerin olduğu bir dönem. ve buna rağmen günümüz sözde modernistleri, çağdaşları islâmiyet'i kadına değer vermemekle şuçluyor. tarihi içinde bulunduğu konjoktüre göre değerlendirmemiz gerektiğini elbette onlar da biliyorlar. fakat islamiyet'i karalamak için günübirlik tezgahlar hazırlıyorlar. yoksa bu kadar iğrençliklerin olduğu cahiliye devri'nde islamiyet kadına toplumda yer verebilmeminin en mükemmelini yapmıştır, onlara yaşama hakkı vermiştir o içinde bulunulan dönem için.
--spoiler--
Herkesin karşı çıktığı aşklar vardır. Herkes karşı çıktığı için daha da derinleşen, pekişen... Ama kim ne derse desin, komşular ve etraf ve dünya ne kadar dedikodusunu yaparsa yapsın, bir fil ile bir güvercin pekâla birbirlerine aşık olabilir... Zaten aşk dediğin, ardında ne olduğuna kimsenin akıl sır erdiremediği kadife bir esrar perdesidir.
--spoiler--
Öyle bir sevdaydı ki biz bir nefesdik
Hayat bize toz pembe güler geçerdi
Sonra birden bire kaybolup gittin sen
Savrulan bir yaprak gibi
Aramaz oldun çağırmaz oldun
Benim canım yandı haberin mi vardı
Telefonlara bile cevap vermezsin
Bir ihtimal daha kaldı seni eller aldı
Bu gönül merak eder söyle nerdesin
Öyle bir sevdaydı ki biz bir nefesdik
Hayat bize toz pembe güler geçerdi
Sonra birden bire kaybolup gittin sen
Savrulan bir yaprak gibi
Aramaz oldun çağırmaz oldun
Benim canım yandı haberin mi vardı
Telefonlara bile cevap vermezsin
Bir ihtimal kaldı seni eller aldı
Bu gönül merak eder söyle nerdesin
''harun gibi gelip, karun gibi gitmeyeceğim.'' jargonunu siyaset sözlüğüne ekleyen genel başkan. olaylara ezber bozan yaklaşımı var, klasik saadet partisi tabanına rağmen. bence şimdiye kadar kaliteli bir duruşu var. bu aralar kendini geri plana almış olmalı, herhalde seçime kadar her an göz önünde bulunup kredisini tüketmek istemiyor. ha unutmadan eşi kemal alemdaroğlu yüzünden profesör olamamıştır, üniversiteden uzaklaştırılmıştır. sebep malum, başörtüsü!
hala bu gün bile atatürk'ün ettiği laflar ile siyaset yapmaya çalışmaktır. atatürk de bir insan ya hu, aradan 80 yıl geçmiş dünya değişmiş hala o'nun sözleriyle bir şeyler üretmeye çalışmaktır. her yere büstler koyuluyor, bu da bir alaya dönüşmüş durumda iyice. dün ali şen anlattı, ihtilal zamanı fenerbahçe'nin tesislerinden birisi kapatılacak duruma geliyor asker! istanbul belediye başkanı yüzünden. ali şen gidiyor tesisin önüne bir atatürk büstü yaptırıyor. mantığı hiç bir asker yıkın şu büstü diyemeyeceği için gidip böyle yapıyor.
kısacası her yere büstler koyarak, atatürk'ü oraya buraya kazıyarak bu işler olacak mı? atatürk'e saygı durarak atatürk huzur mu bulacak? hangi atatürkçü, kemalist atatürk ahirete intikal etmiş, bir on kasımda da onun sevdiği şarkıları, türküleri söylemektense, saygı durmaktansa toplanalım bir fatiha okuyalım dedi? çünkü hazmedemiyorlar atatürk'ün günahı olabileceğini. onun da önce cehennemden geçme sonra cennete gitme ihtimali olabileceğini düşünemiyorlar, düşünmek istemiyorlar. çünkü onu putlaştırıyorlar, ilahlaştırıyorlar.
dünya harikası olarak görüyorlar, başka bir şey düşünmek istemiyorlar. müslümanım demiyorlar önce, atatürkçüyüm diyorlar. ya da ikisi arasında bir tercih yapmayı marifet biliyorlar. halbuki ikisinin kıyaslanacak hiç bir tarafı yok. velhasıl her yere atatürk heykelleri dikerek, ve insanları o beton parçasına saygı, selam durmaya zorlayarak atatürk'ü putlaştırmış oluyorlar. bir inek atatürk büstünü devirdi diye sürgüne gönderiliyor bu ülkede, daha ne olsun?
dinci değil liberal dindar demek daha hoşuma gidiyor. din mi satıyor bu adamlar, ne alaka? liberal dindar, anlamıştır ki sadece müslümanlara özgürlük istemenin, sadece dindarlara ''şu olsun, bu olsun'' demenin, gayrimüslimleri dışlamanın, oruç tutmayanı anlayıp dinlemeden kınamanın, bir bakıma vakit gazetesi gibi konuşmanın, düşünmenin kimseye faydası yoktur. zira peygamber gayrimüslimlere eziyet etmenin iyi bir şey olmadığını söylemiştir, hadislerde rivayet edilir. velhasıl-ı kelam, liberal dindar bir hoşgörü insanıdır. her şeyden önce diyaloğa önem verir. anlayıp dinlemeden hüküm vermez. insanlara karşı peşin hükümlü olarak kendinden soğutmak istemez. aksine liberal düşündüğü anlaşıldıkça insanlar zaten o halkaya dahil olmak için can atar.
liberal dindar; insanlık için düşünür, konuşur ve kurtuluşun da islamiyet'ten başka bir şeyde olamayacağını da haykırmaktan geri durmaz.
ayrıca dindarlığı liberallikle güçlendirmek gibi anlaşılıyor ama ne haddimize. belki dinimizde liberal bir tutum sergiliyor ha, bizim hala görmekte zorlandığımız liberallik?
edit: liberal dindarlardan da rahatsız olanlar varmış memleketimizde..
sakalları bir başka, soruları daha bir başka olan hocamız. sınavları el kadar kağıttan ibarettir. girersiniz sınava bakarsınız sorulara, aradan beş dakika geçer o kağıdı cebinize koyar çıkarsınız. ayrıca yazdığı kitapları da var. *