zengin bir adamın mutsuzluktan kafasını duvardan duvara vuran bir evladı varmış. adam parayı pulu halı eylemiş evladının yüzünü bir türlü güldürememiş. en sonunda bakmış iş para değil bilgi işi göndermiş uzak yerlerden birindeki bir bilgeye. delikanlı yıllarca süren bir yolcluğun sonunda bir vadinin göbeğinde bilgenin sarayını görmüş. saray dediysek lafın gelişi değil. hemen oraya varmış ve bilge ile görüşmek istediğini söylemiş. yanlız dda değil üstelik, bilge kişiyle görüşmek için sırasını beklemekte olan bir sürü insan. sıra kendine gelince delikanlı bilgeye;
"mutluluğun sırrı" nedir diye sormuş.
Bilge;
"şu an anda sana bunu öğretmeye zamanım yok, sen şimdi çık sarayı dolaş gez etrafa bak iki saat sonra gel"
deyip çocuğun eline bir demir kaşık vermiş içine de yağ koymuş.
"sarayda dolaşırken bu kaşığı elinde tutacak ve yağı dökmeyeceksin"
demiş.
Delikanlı sarayın merdivenlerini inip çıkarak bahçeleri ağılları gezerek türlü türlü çiçekleri koklayarak sarayın içini dışını bir güzel gezmiş, bu sırada gözünü elindeki kaşıktan hiç ayırmıyor, yağın dökülmemesi için çok dikkat ediyormuş. iki saat sonra bBilgenin yanına gelmiş.
Bilge:
"Sarayı gezdin mi"
Genç;
" Evet gezdim. alabildiğine büyük, iki saat bile yetmedi. geç kalmayayım diye yarım bıraktım gezimi."
Bilge;
" Peki salondaki iran halılarını, duvardaki tabloları, bahçıvanların ömürleri boyunca çalışarak düzenlediği bahçeyi, rengarenk çiçekleri, kütüphanede kitapları, hayvanların eğerlerindeki pırlantaları, ağıllardaki gümüş yalakları...bunların hepsini gördün mü?"
Sorular karşısında delikanlı bunları görmediğini itiraf etmiş.
"bana verdiğiniz yağı dökmemek için uğraştım hep, başka bir şeye dikkat edemedim."
Bilge;
"öyle ise tekrar çık. çevrendeki harikaları daha dikkatli incele."
Delikanlı içi yağ dolu kaşığı tekrar eline alarak sarayı gezmeye çıkmış. ama bu defa her şeyi inceden inceye süzmüş. bahçeyi, çiçekleri, duvardaki tabloları, halıları, gümüşlükleri, bütün sanat eserlerini büyük bir zevk ve heyecan ile incelemiş. Bilgenin yanına dönünce gördüklerini tüm detayları ile anlatmış.
Bilge;
" Peki sana emanet ettiğim yağ nerede?"
Kaşığa bakan delikanlı kaşıktaki yağın dökülmüş olduğunu görmüş.
Bilge;
" işte oğlum dünyanın bütün harikalarını görerek,elindeki tüm değerlere hakkını vererek, o içinde bulunduğunun anın sana getirdiği imkanları değerlendirerek ancak mutlu olabilirsin. ama kaşıktaki yağ ile uğraşırsan bunları gerçekleştiremez, mutlu da olamazsın. elindeki yağ sana diğer mutlulukları görmede engel olmasın."
çevirip sorsanız aleviye sizin peygamberiniz kim dense, kafası çalışan "ali" ile "muhammed"e olan sevgisinden bahseder.
bu noktada en çok gözlemlediklerim,
- aleviliği islamın mezheplerinden sayanlar
- modern, çağdaş bir yaşam tarzıdır diyenler
- bir yaşam felsefesi olarak adlandıranlar
- bir de alevilik hakkında zerre katrince bilgisi olmadığı halde alevileri savunan ve nufüs cüzdanındaki "islam" ibaresinden rahatsız olanlar.
ben alevilik dindir diyeni duymadım arkadaş. duyan varsa beri gelsin.
ilk 3 maddenin eleştiriye ve tartışmaya açık olduğu da kesin. hak mezhep midir sorusuyla başlar, hüseyin üzmez ile biter o tartışmalar. kesmez ise laiklik ve başörtüsü ile devam edip chp ve akp şakşakçılığı ile demlenir hatta tunceli-dhkp-c ve alevilik tartışması ile soslanıp sabiha gökçen'in tunceliyi bombalaması ve atatürk karşıtlığıyla pembeleşinceye kadar kavruladabilir.
son olarak alevilik bir din olarak ntelenmesi aklı başında birçok alevi tarafından daha en başından reddedilecektir sanıyorum. reddetmeyen, bilakis "evet alevilik dindir" diyenler için ise adres mehmet ali ağca'dır.
adam incili yeniden yazmaya niyetlendi, iki satır da size kitap döktürür.
şimdi tarihle bakınız...mph idamı istemiyordu diyenlerin sunabildiği en geçerli belgenin tarihi 12 ocak 2000, ki anlama dürtüleri aktif beyinler metni okuduklarında devlet bahçeli'nin idamı istemediği değil, aihm süreci tamamlandıktan sonra meclise getirilsin ifadesini sunduğunu görecektir.
12.01.2000 tarihinde aihm süreci tamamlansın, tbmm'ye yasa getirilsin denilerek atılan bir imza var. buna karşı süreç tamamlandıktan sonra tam da denildiği gibi olmuş, 02.08.2002 yılında meclise gelen bir yasadan bahsediyoruz. bu yasaya onay vermemiş 100'ün üzerinde milletvekili var. bunun da listesi var.
soru 2: mhp idamı istemiş midir? istememiş midir?
soru 3: mhp idam kararı çıkmayınca koalisyondan neden ayrılmadı?
asıl soru bunlar sanırım...empati yapıyorum devlet bahçeli'ye, aklıma tek şey geliyor, mhp meclisten çıkmamış kanun dolayısıyla koalisyondan ayrılmış olsaydı bu neyi değiştirecekti? hangi koalisyonda her karar aynı anda 3 partiyi memnun etmiştir? her kararda mutabık kalan 3 parti neden ayrı ayrı parti olsunlar ki?
#5718343 nolu entrynin müsebbibi olan güler zere'ye af çıkartan makamların bunun karşılığında gözünü kırpmadan şehit ettikleri vatan evlatlarına da can vermesi olayıdır.
bu ayıbı temizlemenin başkaca yolu da yoktur.
buradan tüm şehit ailelerine sesleniyorum; yürüyün, afiş asın, sloganlar atın ve hükümet ile cumhurbaşkanından şehitlerinize tekrar can vermeleri için baskı yapın.
her tarafına açılımlar bulaşan erk eninde sonunda bunu da başaracaktır.
bir suçlunun dışarıya çıkartılması onu benim vicdanımda aklamayacaktır. zamanında necmettin erbakan'ı affeden abdullah gül'e ağız dolusu küfredenlerin güler zere'yi salıverecek belgeyi imzaladıktan sonra ne tavır takınacaklarını cidden merak ediyorum...
cebinde ise, tedavisini gerçekleştirmiş ve sağlıklı bir birey olarak topluma karışan güler hanımın yüzüne tüm şevkimi toplayarak tükürme jokerimi taşıyan bana sakın olaki hastalığın son evresi zaten ölecek demeyin.
1979 yılından beri kanser belasını vücudunda taşıyan birinin torunuyum ben...
öldürmeyen allah öldürmüyor yani...güler hanımı süründürmesi dileğiyle!
sonra inançları değiştirdiniz. bizim şafi olmanız ile saygı duyduğumuz sistemin yerine önce ılımlı sonra keskin alevilik monte ettiniz. şimdi de zerdüştlükten serpintiler yaptınız ve kendinizi ayırdınız.
sonra devlete göz diktiniz. kendinizi mazlum beni zalim ilan ettiniz. devletini aihm'e şikayet eden cumhurbaşkanı eşini eleştirirken benim vergilerimden tazminatlar alarak euro zenginizi oldunuz, kendinizi ayrıştırdınız.
sonra ortak değerleri hedef tahtasına koydunuz. ne şehit kavramımıza saygı duydunuz ne de hubbul vatan minel iman deyişimize. size göre vatan bizden aldığınız olacaktı, bana göre vatan dedem ile dedenin yanyana yattığı yerdi. vatan anlayışınız ile de ayrıldınız.
benim şehidime üzülmenizin ardında sizin leşlerinizin kederi yattı hep. "benim leşim çoğalmasın" diyemediğinizden "ben de üzülüyorum ölenlere o halde tsk silah bıraksın" dediniz. bilemediniz ki düşmanı sevindirmemek için şehidini ağlamadan defneden nice hatun kişiler sizden daha er, daha erkek idi. acımızı da paylaşmadınız, sevincimizi de. kederimize sevindiniz hep içten içe.
içine sıçtığınız kabın sahibine "neden benim yemeğim temiz değil?" diye sormaktan ne ar ne de haya ettiniz. "ben kendimi türk hissetmiyorum" dediniz ve sonra devletten "hani öğretmen, hani doktor, hani hastane, hani yatırım" diyerek ibnelik ettiniz.
şimdi sıra dile geldi. önce çok dilli belediyecilik kavramını icat ettiniz, sonra icadınıza paha biçemediniz.
bugün kalkmış "bu ülkeyi 5 tane harf mi bölecek" diyorsunuz. "evet" diyene faşist diyorsunuz. bu ülkeyi 5 harf değil ardındaki puştluklar böler. yanılıyor da olabilirim. özür dilerim.
türk hukuk sisteminin ivedilikle gerçekleştirmesi gereken olay. harekete geçmeyen her hukukçunun gün be gün ortak olduğu suçtur efendim.
sınırdan içeri sokulup, ifadeleri alındıktan sonra "örgüt yöneticisi olmadıkları" savıyla salıverilen pkk'lılar ile hasım olmuş, can vermiş, can almış olan şehitler ve kalan gazilerimizin, pkk'lıyı salıveren hukuk dahilinde mantıken yargılanması ve ciddi şekilde ceza almaları gerekmektedir.
kavga taraflarından her ikisinin de masum olamayacağı kadar büyük ve kanlıdır. şu durumda yasalar masum olanı salıvermiş ise suçlu olanı içeri atmalıdır ki, hak yerini bulsun, bunun devamında adalet ülkeye yayılsın ve elbette tüm bölgelerde topyekün bir kalkınma hareketi başlasın.
hukuk duygu ile değil kanun ile, politik olarak değil süreklilik ile yükselir sayın cemaat. emmeye gelmiyorsunuz madem buyrun gömmeye gelin.
unutmayın ki, bu hıyaneti tarih yazacak. sorumluları ise şüphesiz vicdan mahkemelerinde yargılanacaktır.
diyarbakırlıdır. kendisi "kürt değilim" dese de kürt olduğu iddia edilir. *
okuyunuz. ben böyle kürdün daşşağını yerim!
---alıntı---
Milliyetin tâyini, keyfe tâbi' bir mes'ele değil, ilmen halli lâzım gelen bir mes'eledir. Ben gençliğimde tahsil için, ilk defa istanbul'a gittiğim zaman, bu ilmî tahkikata (soruşturmaya) başlamak mecburiyetinde kaldım: Çünkü orada eskiden kalmış fena bir itiyada tebean, bütün Karadeniz Arnavut dedikleri gibi, benim gibi vilâyet-i şarkiye ahalisinden bulunanlara da Kürt milliyetini izafe ettiklerini gördüm. O zamana kadar, kendimi hissen Türk sanıyordum. Fakat bu zannım, ilmî bir tahkike [araştırmaya] müstenit değildi [dayanmış değildi]. Hakikati bulabilmek için, bir taraftan Türklüğü, diğer cihetten Kürtlüğü tetkike başladım. Evvel emirde lisandan başladım.Diyarbekir şehrinde, ana lisan Türkçe olmakla beraber, her fert biraz Kürtçe de bilir. Lisandaki bu ikilik, iki suretten biriyle açıklanabilirdi: Ya Diyarbekir'in Türkçesi bir Kürt Türkçesiydi yahut Diyarbekir'in Kürtçesi bir Türk Kürtçesiydi. Lisanî tetkiklerim gösterdi ki, Diyarbekir'in Türkçesi, Bağdat'tan ta Adana'ya, Bakû'ya, Tebriz'e kadar imtidat eden (uzanan) tabii bir lisandan, yani Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türklerine mahsus bulunan Azerî lehçesinden ibarettir: Bu lisanda hiçbir sunî'lik yoktur. Binaenaleyh, Kürtlerin tahrif ettiği (bozduğu) bir Türkçe değildir. (Diyarbekir lisanının Azerî Türkçesi olması, şehirlerin Osmanlı Hükümetinin tesiriyle Türkçe konuştuğu iddiasını da esasından çürütür. Çünkü öyle olsaydı, bu şehirlerde konuşulan lisanın, Osmanlı lehçesi olması lâzım gelirdi).
Diyarbekirlilerin mahdut kelimelerden ibaret olarak söyledikleri Kürtçeye gelince, bu lisanın köylerde konuşulan fasih Kürtçeden farklı olduğunu gördüm. Kürtçe, Farisînin akrabası olduğu hâlde, nahiv [sentaks] itibariyle hiç ona benzemez. Çünkü Farisîde bulunmadığı halde, Kürtçede, hem tezkîr [erkeklik] ve te'nis[dişilik] hem de Arapçada ve Lâtincede olduğu gibi, i'rab [kelime sonunda harf değişmesi] vardır. Demek ki, Kürtçe, Türk lisanına nispetle daha mürekkep, daha karışıktır. Türkler, kendi lisanlarında tezkîr te'nis, ı'rab gibi ahvale müsadif olmadıklarından, Kürtçenin bu gibi hususiyetlerine nüfuz edememeleri iktiza ederdi. Filhakika, vâkıalar bu suretle cereyan etmiş, Diyarbekirliler Kürtçenin tezkir, te'nis, ı'rab kaidelerini tamamıyla hazır edip, Kürt nahvini Türk sarfına [dilbilgisine] uydurarak, sunî bir Kürtçe icat etmişler. Bu Kürtçeye "Türk Kürtçesi" namını vermek gayet doğru olur.
Lisaniyat (Lengüistik) nokta-i nazarından gayet mühim olan bu vakıa, Diyarbekirlilerin Türk olduğuna en büyük bir delildir.
Bundan başka, Diyarbekirliler bu lisanı yalnız Kürtlerle konuştukları zaman kullanırlar. Kendi aralarında yalnız Türkçe konuşurlar. Diyarbekirlilerin gûya bildikleri bu düzme Kürtçenin kelimelerine gelince, bunlar da gayet mahduttur. Bu sebeple, boşlukları Türkçe kelimelerle doldururlar. Zaten, Birçoğunun bildiği Kürtçe kelimeler "gel, git" gibi birkaç tabire münhasırdır.
Diyarbekirlilerin Türk olduğunu ispat eden delillerden birini de mezhep sahasında buldum. Diyarbekir'in hakikî ahalisi bütün Türkler gibi Hanefi'dirler. Kürtler ise, umumiyetle Şâfiîdirler. Bu iki alâmet-i mümeyyize, yalnız Diyarbekir halkına mahsus değildir. Şark ve Cenup vilâyetlerimizdeki bütün şehirlerin ahalisi Kürtçeyi Diyarbekirliler gibi tahrif ederek söylerler ve Hanefî olmak alametiyle Şâfiî Kürtlerden ayrılırlar. Bunlardan başka, elbise, yemek, bina ve mobilya gibi harsa veâdetlere taalluk eden hususlarda da, arada derin farklar
vardır.
bir dönem atatürk milliyetçiliği ile ırkçılığı birbirinden ayırmada türkiyenin satılık aydınlarının pek sık vurguladıkları söz.
öyle ya, atatürk "ne mutlu türk olana" değil, "ne mutlu türküm diyene" demiştir. olanı değil hissedeni övmüştür.
şimdi o amaca ulaşıldı, artık gözümüze batırdıkları içindeki "türk" kelimesi. onu da kaldırırız. sonra bayraktaki hilal filan...ne kadar sakıncalı değil mi? kardeşlik vurgusuna ne kadar da muhalif duruyor bayrak... (bkz: türk bayrağı alerjisi)
sırada yaşı otuzdan küçük hatunları düzdürmek olsa gerek. maksat orospu çocuklarının geneldeki oranı yükselsin. belki içinden yazar çizer, akademisyen hatta parlamenter filan çıkar.
fena mı olur?
düzeltme: akademisyen veya parlamenterlere orospu çocuğu denmemektedir. her kesimden sütü bozuk insan çıkabilir zira. burada akademisyenler ve parlamenterler orospu çocuğudur denmemektedir. gelecekte bir gün o. çocuklarının da akademisyen veya parlamenter olabileceği vurgulanmaktadır. sözlüğü yasal yönden zor bırakabilir diye yorum yapan gammaz arkadaşlar bilmelidir ki anayasa ve ilgili içtüzüklerde bir insanın nesebi onun mevki veya makamları işgal etmesine veya bir noktaya atanmasında veya seçilmesinde kriter değildir.
- atatürk müslüman değil idi diyen kemalistlerin bu savunmaları atatürk'ün yalancı bir adam olduğunu mu ifade ediyor? atatürk'ün ağzından verilen "arabın dini" vb. ifadelere itibar etmek yerine meclisi açarken iki eli allah'a açılmış dua eder haldeki fotoğrafları bana daha muteber gelmekte.
- kemalistliğin şartları arasında dincilik olmaması mevcut kemalizm anlayışının tam ve doğru olduğunu mu ifade etmektedir. yoldan çevirdiğimiz her kemalist bugün ülke batsa atatürk gibi düzlüğe çıkartabilecek kapasitede midir? yoksa her kemalist biraz çakma, her kemalist biraz eksik, her kemalist biraz ateist falan mıdır? bu kemalistleri tornadan çıkmış halde tek tip gezdiren şey fabrikasyon olmaları mıdır?
- atatürk bir put değil bir liderdir denmesi ama ona her defasında "münci" sıfatının layık görülmesi bir çelişki midir? döneklik midir? yoksa tüm bu hayat yalan da adı da matrix midir?
-atatürk'ü lider ve model bellemiş bir insan illa ki alkol tüketmeli midir? atatürk sirozdan öldüyse sirozdan ölmeli miyiz türünden sorular ile mevcut çelişki ortadan kalkar mı? kemalist isen saçlarını sarıya boyatacak, gözlerine mavi lens takacak hatta tam da 57 yaşında "aleykumesselam" diyerek öleceksin arkadaş.
şart mıdır? şarttır!
sen her başı kapalıyı şeriatçı, her allah diyeni laiklik karşıtı bellerken, bunu da sözlükte başlık başlık sıçarken böyle bir kural yok, atatürk müslümandı sen neden değilsin diyince "siktir git" ha?
kelime-i şahadet getir evladım...sike sike müslüman olacaksın. ötesi yok.
yaklaşan kurban bayramı öncesi hazırlıklarına başlayan panter emel ve saz ekibinin hal-i pür melalidir efendim.
ne öğrettiler bize ortaokul yıllarımızda?
canlılar üçe ayrılır. insanlar, hayvanlar, bitkiler.
biz ki bitkilerin canlı olduklarını, onların da nefes alıp verdiklerini hatta boşaltım filan yaptıklarını öğrenmedik mi? kurbanlık koyunların, ineklerin, develerin, keçilerin haklarını "bir canlının diri diri kesilip* etini yemek çok vahşice. hayvanların yaşam haklarını böyle ellerinden almak çok ayıptır, tu'dur, kaka'dır" diyerek savunan sen karalahana dolması kılıklı teyzem!
her akşam gözüne gözüne vurduğun, zeytinyağına bulayıp kocaman kocaman yuttuğun brokolinin, suyundan selüleitlerine şifa umduğun semiz otlarının, dilimleyip dilimleyip gözüne yapıştırdığın salatalıkların canı yok mu?
yazarlar tarafından hazırlanan cümlelerin moderasyon tarafından onaylanması ile artık sözlüğümüze değişik karşılama cümleleri eklenebilmekte.
bu cümle de onlardan birisi ve "de bağlacından" habersiz yazarı tespitten muzdarip moderasyon için şu dakikadan itibaren tek "de bağlacı kullanım hatası" konulu gammaz yapmam. yaparsam s.ksinler.
atatürk tarafından türkiye sınırları dahilinde bulunması istenmemiş patrikhanedir. arzu eden arar bulur bu konudaki söylemlerini.
birazcık onun vefatı sonrasına bakalım...
21.şubat.1946'da maksimos fener rum patriği seçilir. ancak günümüzde bile devam eden istanbul-moskova arası katolik kilise güç mücadelesinde o dönem yine abd galibiyeti ile sonuçlanır ve moskova yanlısı olan maksimos görevinden istifa ettirilir. yerine abd yanlısı athenagoras seçilir. ama sorun şu ki; atatürk zamanında patriğin t.c. vatandaşı olması şartı getirilmiştir ki gerektiğinde anayasa gereği vatana ihanetten yargılanabilsin.
bu yeni patrik ismet inönü tarafından imzalanan bir kararname ile 26.ocak 1949 yılında t.c. nüfus cüzdanı sahibi olur. artık son engel de ortadan kalkmıştır. harry truman'a ait özel uçakla istanbul'a iner yeni patrik. kendisini havalimanında karşılayan koskoca başbakandır. bu abd vatandaşı patriğin elini sıkan ise lozan antlaşmasına imza koyan eldir. atatürk'ün nutuk'ta esip gürlediği mavri mira cemiyetinin üyesi olan patrik ismet inönü tarafından kutlanarak görevine başlar.
ancak iç cephenin gaflet ve delaleti bununla da bitmez. abd'ye öptürmek için kıyasıya bir yarış vardır. adnan menderes iktidar olur olmaz evvela bu patriği ziyaret etmiş ve saygısından el bile öpmüştür.
tayyip erdoğan ise üzerine düşeni yapar ve imam hatip liselerinin önünü açmaya çalıştığı kanunun içerisine bu okulu da sıkıştırıverir. atatürk'ün defetmeye çalıştığı heybeliada ruhban okulu artık faaldir haberiniz ola!
akp'nin bir seçim afişi vardı, hani demokrasi kahramanı olarak adnan menderes, turgut özal, tayyip erdoğan resiminin yanyana olduğu. akla bu poster gelmesin de ne yapsın?
fener rum patriği ise durumdan gayet emnun olsa gerek. öyle ya, memnun olmasa hiç 22 temmuz seçimleri öncesi "akp bizim isteklerimizin gerçekleşmesi noktasında en uygun adrestir" der miydi?
* bu durumun farkında olmayan vatandaştır. türkiyeli dedik ki üzerine alınması gerekenler benden mi bahsediyor acaba diye şüpheye düşmesinler.
efendim buluşulan ortak payda milliyetçilik karşıtlığıdır.
"milliyetçilik sadece düşmanlığa, tahrike, ırkçılığa ve savaşa neden olur. milliyetçiliğin yapıcı bir yöne sahip olması bile imkansızdır. öyleyse milli devlet anlayışı yıkılmalıdır ve yerine dünyanın tüm insanlarını kucaklayan bir oluşum kurulmalıdır." bu satırların sahibi solcu bir türk aydını filan değil, george soros. ilgili olarak (bkz: yeni dünya düzeni)
japonya'da ikinci dünya savaşı sonrasında kalkınma için tüm kamu kurumlarında yapılan mesai sonu duyurusu.
alalım türkiye'ye uyarlayalım.
70 milyon nüfus. 10 milyon kamu personeli. herbiri 5 dakika fazla çalışsa
10 milyon x 5 = 50 milyon dakika--> 833.334 saat---> 34.722 gün---> 1157 ay---> 96 yıl.
bir memur 25 yıl çalışıyor diyelim, bu fazladan çalışılan 5 dakikalar yaklaşık 4 memurun işe alınmasını engelleyebilir. dur ama hemen kızma zaten işsizlik var kimi işten çıkarıp neden iş imkanını kısıtlıyorsun deme.
1 memur ortalama 1000 ytl maaş alıyor desek; 1000 x 12 = 12.000 ytl---> 25 yılda 12.000 x 25 = 300.000 ytl eder. 4 memur için rakam 1.2 milyon ytl ( 1 trilyon 200 milyar) bir bu kadar da aile ve onlara da sağlanan sosyal güvenlik masrafını ekleyin, eder yaklaşık 2.5 trilyon.
bu parayla iki fabrika kurulur mu? kurulur. hergün bu fabrikalardan iki tane kurulabildiğini düşünün. her fabrikada 20 kişi çalışsa. eder 40 kişi ve aile 4 kişi olsa 160 kişinin karnı doyar. türkiye'de işsizlik var değil mi?
aferim. ama tespitçi siyasi değil tedavici siyasi istemek de hakkımız. sanırım seçimler de bu isteklerimizi duyurmak için varlar.
şahsen ülke için 5 dakika çalışırım. ama birileri bana güvence versin mutlaka. desinler ki bu elde edilen gelir başkasının cebine gitmeyecek. namuslu kişiler tarafından ülke insanı için harcanacak. hayal gibi.
görüyorsunuz işte, öyle bir ülkedeyiz ki, namuslu olmak ülkeyi sevmekten çok daha zor !
hemen hemen tüm dünya kulüp ve milli takımlarının eski forma örneklerinin görülebileceği bir nevi arama motoru.
ilk görülen eksiklik ise, beşiktaş'ın eski adıyla şampiyon kulüpler kupası'nda afc ajax ile yaptığı maçta giydiği eflatun formadır. gözler miyoptur belki de ondan görülememiştir.
iki tip okuldan bahsediyorum. birisi imam hatip lisesi diğeri yabancı okullar.
ilkinde en çok atıp tutanlar kemal gürüz ve kemal alemdaroğlu gençliği. temel argüman ise imam hatip liselerinin dini kurumlar olduğu ve laik türkiye cumhuriyetine yakışmadığı şeklinde. üstüne bir de akp iktidarı varken epeyce bir argüman ortaya koymaktalar. burada medyanın konu üzerindeki etkileyici tavrı da gözden kaçmıyor. hürriyet gazetesinin "içinde doğru haber var mıdır yok mudur" sorusuna özne olduğu hemen herkes tarafından kabul görmüş iken bu gazete ve diğer grup gazetelerinin görsel ve yazınsal medyadaki fırıldaklıklarına ben alıştım. siz de alışın derim.
ulan sütten çıkma akkaşık mı bu ihl'ler?
değil. bilhassa mevcut iktidarın uygulamaları tam da dinin siyase alet edilmesinin tarifine uymakta. "ihl lerde zulüm bitecek" diye başlayan meydan konuşmaları aslında halkın büyük bir kesimini rahatsız etmekte. alnı secdeye varmayan ancak dilindeki imanından da vazgeçmeyen bir topluluk olarak bizler için laiklikten ve bunun getirilerinden daha mükemmel bir düzen yok. bir an için şeriatın geldiğini düşünüyorum da kolu kesiklerden *, sırtı kırbaç izinden dünya haritasına dönmüşlerden ** mürekkep bir topluluk olurduk gibi bir his var içimde.
ama el insaf bilader!
bu okullar aslında o kadar da tu kaka değiller be. varlıkları bu kadar büyük bir tehlike arz ettiği sanılan bu okullar atatürk zamanında devrim yasaları arasında yerleştirilmiş tevhid-i tedrisat kanununun 4. maddesinde adıyla sanıyla geçiyor. kurulsun deniyor. denmekle kalmıyor sadece 1938 yılına kadar* 29 tane açılıyor. bu okulların eleştirisini yaparken atatürk'ün arkasına saklanmak bu noktada çok büyük ibnelik olarak günyüzüne çıkıyor.
bir de katsayı mevzusu var. aslında film iki bölüm. birincisi 28 şubat dönemi. diğeri de sonrası. 28 şubat döneminde bu okulların katsayı düzenlemesi yapıldı. şimdi ehl-i vicdan sözlük yazarı bir soruma cevap versin; "eğitim alanında kuş kondurmuş mudur bu düzenleme?" ihl'liler üniversitede din işleri dışındaki bir bölüme gidemeyerek ve diğerlerinin önünü kesmeyerek bilime nasıl çağ atlatılmıştır? bilimsel yayınlarda en daşşaklı üniversitelerimiz dünyadaki akranları arasında ilk 500'ün kaç basamak üzerine çıkmıştır ve beyin göçü tersine dönmüş müdür?
kıstasınız "imam hatip lisesine giden kişi nasıl doktor olur?" ise ben sorarım adama düz liseye giden nasıl doktor olur? trafik ve ilkyardım bilgisi dersinden başka bir temeli olmayan bir anadolu liseli neden doktor oluyor? sayısal derslerin yoğunlaştırıldığı bir fen lisesinden mezun olan adam neden türkçe öğretmeni olabiliyor? ve anadolu ticaret lisesi mezunu olan benden eğitimci ortaya çıktıysa memleket bundan ne zarar görmüştür? alayınızı eğitim bilimlerinde cebimden de çıkartırım üstelik! kıstasınızın "onlar din elemanı olmak için ders gördüler kardeşim" olduğu yerde bok kokusundan başka bir şey yükselmiyor. bu kişisel kanaatimdir.
ihl mevzusunu atatürk temelinde bir dayanağa bağladık sanıyorum. ama başlığın diğer bölümü tam bir facia.
yabancı okullar!
daha önceden vakıf staüsünde bulunan yabancı okullar/azınlık okulları imam hatiplerin açılmasını sağlayan tevhid-i tedrisat kanunu ile denetim altına alınmıştır. bu kanunda da atatürk'ün doğrudan müdahalesi vardır. hatta bu konu o kadar boktan bir hal almıştır ki; lozan görüşmelerinde bile kendisine hatrı sayılır yer verilmiştir. atatürk bu okulların devletten izinsiz arsa yağmalama, kondum çıkmam tarzı emr-i vakilerine çözüm bulmak amacıyla net ifade etmiştir ki "bu okullar devletten izinsiz değil mal mülk alıp satmak, çivi bile çakamayacaklar, tek katlı binaya ikinci katı bile çıkamayacaklardır". tedbir sert ama gerekçesi gayet gerçekçi. istiklal savaşında memleketin amına koymaya meyilli azınlık çetelerinin neredeyse tüm beyin takımı bu okulların hocaları, silahların saklandığı yerler ise kilise ve okulların depolarıydı. huzur içinde yatasın paşam diyorum buradan.
gelelim başlığın toptan eleştirisine!
bu imam hatip okuıllarının önünü açan akp iktidarıdır. doğrudur! ama azınlık okullarının şu sıralarda yedikleri herzeler de, devrim kanunlarına kocaman kocaman baltalarla saldırmaları da bu iktidar döneminde. heybeliada ruhban okulu'na değinmek bile istemiyorum. temelinden sökülüp meriç ırmağının karşı kıyısına bırakılmasından yanayım.
siz çok laik yazar arkadaşlar. imam hatiplerin önündeki katsayı mevzusunu çözen/karmaşıklaştıran akp iktidarını bu yönüyle de eleştiriyor olsaydınız açıkçası zerre kadar samimiyetinizden şüphe etmeyecektim. ama şimdiki halinizle samimi bir vatandaştan çok meclisteki chp'nin sözlükteki tetikçileri gibi görünüyorsunuz.
obejektif olun ve dini siyasete alet edenleri eleştirirken siyaseti eğitime sokmayın. bu ülkenin topu diktiği dönemlerin hepsinde, siyaset ya kışlaya ya okula ya da camiye girmiştir.
2009-2010 sezonu formaları arasında beşiktaş taraftarının en çok eleştirdiği formadır. dizaynının altındaki hikaye tüpçüden beklenmeyecek şekilde bir jesti taşır.
bir maç öncesi Şeref Stadı'nda takım olarak fotoğraf çektiriyor Beşiktaş. Karakartallar'ın üzerinde beyaz uzun kollu formaları var. Baba Hakkı*, formanın üzerine baklava dilimi desenli bir kolsuz kazak giymiş. kendisine uzakta olan hakem necdet gezen * baş ve işaret parmaklarıyla kendi gömleğini gösteriyor. hakkı nedir o kazak gibisinden. Baba da eliyle havanın ne kadar soğuk kendisinin de ne kadar hasta olduğunu anlatıyor kısaca. hakem tamam diyor başıyla...
yumurta kırmak deyiminin bir benzetme olduğunu anlamayan feminist arkadaşlar ile "ulan acaba bir menfaat gelir mi" diyerek karşı çıkacak erkek arkadaşlar selam eder devam ederim.
evet net ifade ediyorum ki bu kızlar evde kalmalı, "erkeeek! erkeeeek! birazcık erkeeeeek!" diyerek duvarlara tırmanmalı fakat yine de yağmurlu havada bir damla su verilmemelidir.
kim dedi sana öğrenci evindeyken her gün hazır çorba kaynat diye?
kim dedi sana pizzayı al at fırına doyur karnını diye?
kim dedi sana hazır sarmaları dolmaları misafire ikram et diye?
kim dedi sana patates soyma, git markette hazır dilimlenmişini al diye?
ama elin oğlu yemez kızım! patatesin kilosu 75 kuruş, dilimlenmiş hazır olanınınki 4 ytl. adam seni mi doyursun çıplak kıçına don mu alsın? e o kadar güzel de değilsin ki geceden geceye kullanma niyetiyle de bir zengin oğlan alsın seni!
elinizden gelse bekleyeceksiniz hazır büyütülmüş bir çocuk olsa da marketten alsak diye. tüm bunlardan sonra herif size dese ki "seni ne yapayım hazır s.kilmişi var markette" ne düşecek payına senin?
elbette bağıracaksın; "erkeeeeek! erkeeeeek".
yok sana erkek. git lezbiyen ol!
ekleme: ulan ne çok evde kalmış varmış. msn gönderin lan. hepinizle evlenecem. söz.
milliyet gazetesindeki yazı dizisi ile cevabını bulmuş olan, memlekete yakışır bir alanda okur zeka düzeyini zorlar nitelikte araştırma konusudur.
mevzuu şudur ki;
mezkûr gazete yönetimi, yaz aylarının başlaması, televizyonlarda güneşten kızarmış popoların daha fazla görülmeye başlaması, ekran başındaki erkeklerin kışın yiyemedikleri ete bu görüntüler ile doymaları ve nisa taifesinin de ucundan bucağından relaks hale gelmesiyle kendisini hissettiren fukara ülke gündeminin, meclisin de tatile girmesiyle hepten sefilleri oynamasıyla bir gündem peşine düşer.
verir sedat ergin abimiz bir miktar a4 kağıdı ile bolca tükenmez kalemi muhabirlere "ordular ilk hedefiniz 7 bölge erkekleri ve dahi dişileridir. ileri!" emri yankılanır gazete koridorlarında. *
erkeklere soru: zekerden ne haber? çavuş emre itaat etmekte mi?
kadınlara soru: garaja giriş çıkışlar nasıl? kriz sizi de vurdu mu?
izmirin andropozluları ile egenin bilimum menopozları "i'm speaking şakır şakır ingılış" edasıyla cevap verdikçe muhabir kızların kikirdediklerini ve cevapları kağıtlara kodladıklarını düşünüyorum.
araştırma sonucuna göre izmirin erkekleri ile hatunları rektefiye geçirmiş 56 chevy'ler gibi gürül gürül çalışmakta bilhassa anadolu ve taşranın erkek ve hatunları ise geceleri odalarına çekilince eldiven, bere filan örmekteymiş.
yesinler sizin anketinizi.
uzak diyarların bir kamu hizmeti veren hatununa sormuşlar "şu alemde hayranlık duyduğun erkek taifesi hangi milllettendir? mesela alaman cinsi nasıldır?" hatun "ooooo indi bach. almanınki kısadır ama kalındır, iyidir" demiş. ingiliz uzundur, incedir, fransız orta ölçüde ama kibardır falan derken bomba soruyu sormuşlar, ulan kürdünki nasıldır meâlinde. hatun cevap vermiş pişman, canı yanar bir halde; "lanet olsun kürdünküne, lanet olsun!"
şimdi milliyetin tepesinden aşağısına soruyorum, ünü dünyayı aşmış bir tek bu ülkenin cemiyet hayatında* rüştünü ispatlayamamış anadolu erkeğinin helaliyle geceleri bere ördüğünü nereden çıkardınız?
siz ki fildişi kulelerinizde annelerinizin kucaklarında milupa marka mamalarınızı ve lactat sütlerinizi içerken bizler mahalledeki kızların eteklerini kaldırıp kaldırıp çimdik atıyorduk azizim.
herkes haddini bilsin yerinde dursun!
biz de bilirdik kadayıf olmuş tenasül uzuv kıllarımızı kaşıya kaşıya "işler nasıl?" sorusuna, "hiç boş durmuyor abla, her gece git gel, git gel, belimize ağrılar girdi" yalanını söylemeye.
izmirliler! sözüm size;
anadolu kendisini taaa kurtuluş savaşında ispatlamıştır. her bir yunan tohumunun içine kendi özünü katmıştır. milliyet gazetesine takım taklavat işliyor, işleyen demir ışıldıyor manşetiyle çıkmak sizi ayrıcalıklı kılmaz.
gelin deplasmana, giyelim kıspetlerimizi, dalalım çayırlara. 648.ye yetişemedik ama kırkpınar'ın 649.sunda yerimizi ayırtalım, peşrevi çalalım.
--- alıntı ---
erler çıktı meydane, biri birinden merdane, biri ak, biri kara, mevla'm her birine kuvvet vere
--- alıntı ---
evrimcilerin araştırmalarına konu olması gereken şey.
inebildikleri/inebilecekleri son canlı "x" olsun. ben soruyorum "x" neyin evrimleşmiş halidir?
5000 yıl sonra "y" canlısına inmiş olsunlar. sorulacak; "y" neyin evrimleşmiş halidir?
eninde sonunda ilk canlının yoktan varedildiğine inanacaksınız. ve ilk canlıyı yoktan varedenin de aslında bahsettiğiniz tüm evrim zincir ve halkalarını da yaratmış olabileceğine.
bu kuşkuyla yaşanmaz. benden söylemesi!
edit: şimdi "yaratıcıyı kim yarattı?" sorusuna cevap vermek isterdim. ama önce "tanrı kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi?" şeklindeki okulöncesi zekasına hitap eden sorunun cevabını bulmak lazım.