erkeklerin kadınları etkilemek için kullandıkları birtakım gaslighting meslayting yöntemleri var ya hani... ifşa etmeyeyim şimdi ama karşındakine iltifat ederken özgüvenindeki gedikleri kaşımak gibi şeyler; ne yazık ki insanoğlu savaşçı bir tür...
işte buna benzer bir mekanizma da kadınlarda var ve bu "hiçbir şeyi beğenmeyen zor kadın" numarası da bunun bir parçası olabiliyor bazen. gözlerim lacivert'te masaya gelen havyarı beğenmeyen (kuru gibi komik bir yorumla) kadın dahi gördüğü için gülüp geçiyorum genel olarak. çiftleşme dansımız böyle bizim insanlar olarak. Ancak her dans gibi bu dansı becerebilen var, apaçi gibi komikleşen var.
O sebeple er kişilere nacizane tavsiyem, hemen yüzlerini düşürmeyip bunu flörtün bir parçası olarak görmeleri. Bir nevi "benim için mamut avlamadın mı?" diyen proto-kadın için ne yapacaksa bugün de bir benzerini yapması gerektiğini unutmamaları. Kızlarımız da yine naçizane bu hiçbir şeyi beğenmeme halini iyi kalibre etseler hayırlı olacak gibi. bokunu çıkarmadan yani.
ps: kendi içinden, bizzat rahminden, kendisinden daha iyi bir canlı çıkarma potansiyeline sahip insanlar için anormal olmayan bir durum.
Yorsa da vazgeçilemeyen bir meslektir hayal edildiği için. Hayalimdeki mesleği yapan biri olarak buna alternatifim Profesyonel futbolculuk olurdu. Galatasaray’da başlayıp kesintisiz emekli olana kadar oynamalı cinsten.
yüzde yüz doğru önerme. doğru olması tüketilmemesi anlamına gelmiyor elbette bu abominasyonun.
bir şeyin kepazelik olduğunu anlamak için dörtlü test yapmak yeterlidir.
1. fazla baharatlı mı? cevap evetse bu bir kepazeliktir. fazla baharat, ter kokusu üstüne sıkılan parfüm gibidir. bastırsın diye ordadır, beter eder. hindistan'a bakın.
2. fazla salçalı mı? eğer herhangi bir besin maddesinde overdose salça var da orası beş kişinin kılıçla can verdiği bir cinayet mahalli gibiyse, pas!
3. gençken daha mı güzel? gençken, insan ayı gibi oluyor. on bira üstüne iki ıslak bir açık ayran aynı gecede tüketilebiliyorken herhangi bir güzellikten bahsedilebilir mi? bir şey gençken daha güzel geliyorsa (seks hariç) o şey tırttır.
4. sarhoşken daha mı güzel? söylememe gerek var mı... sakatlanmış bir muhakeme estetik yargılarda bulunmamalıdır (seks dahil)
schipol havalimanı tuvaleti... taharet musluğu yok tabii. günlerce bisiklete binip, galonlarca bira ve orada yasaklı olmayıp burada yasaklı olan maddeler tüketmekten artık götümün şaftı kaymış... basur demek bile istemiyorum... kısmet kapıya dayanmış arkadaşlar, rahmet yolları kesmiş... anlıyor musunuz?
kötüyüm, dardayım ya, canımın içi bana hava alanındaki marketten ıslak mendil alıyor getiriyor rahat edeyim diye. def-i hacet eyliyorum, mendili götüme sürüyorum ve arkadaşlar... o an... mehmet ali birand seslendiriyor o anı... çizgi filmlerde roadrunner coyote'nin anasını belliyor ya hani, coyote infilak ediyor falan... işte öyle oluyor. çünkü üzeri felekmenkçe yazan ıslak mendil bir ıslak mendil değil, bir yüzey temizleme mendili.
o an papatya kadar hassas, sauron'un gözü kadar aşikar, azer bülbül kadar yaralı götüme izmirlilerin klorak, sıradan insanların çamaşır suyu dediği bir karışım duhul ediyor çünkü. ölüm gibi bir şey oluyor, bence ben de ölüyorum... dönüş uçağı, üç saat, domestoslu götümün üstünde ecel terleri dökerek vatan toprağına iniyorum...
meriç şey değil mi, insanın sevgilisine yakınlık gösteren ama yatma imkanı olmayan asalak...
Benim de hayatımda vardı böyle bir sülük. f*tö'nün altın çağında yae'ci olarak gazetelerde yazdı çizdi hatta. iki sene boyunca beni sevgilime/eski sevgilime (bunun yalnızca bir yılında beraber olduğumuz ortalama bir ilişkiydi bu arada) kötülemiş. genel ahlaka mugayir hareketlerim sevgilimce bilinmiyormuşçasına... ben bunun orta sınıf ahlakına uymadım diye buna koşacak kız çünkü. siyasal islamcı kırığı işte, ne anlasın iletişimden. seneler sonra o dönemki sevgilisi ile denk geldik. yattık. tek gece. böyle şeyler çiğlik biliyorum ama sırf ibret olsun diye yapmıştım. özetle, çok meriç'i çok sikerler. meriçlik yapmayın.
"ne olacak her gün böyle,
sevmediğimiz tamam da sevdiğimiz de ölecek mi?
deme durup durup bana hayat böyle.
bir değil her gemi batıyor biliyorum,
gidecek olan her şeyi daha çok seviyorum,
kimse çıkıp bir şakadır ölüm de hayat gibi demeyecek mi?"
rahat uyu irfan alış. gençliğimin sana, flulaşan bir gecede, metruk bir apartman önünde sarhoşça soluklanan son sözleri yukarıdadır.
doksanların meşhur gothic, doom grubu. saat sabaha karşı dört değilse, metal barların dışlanan çocuğuydu. bunları dinleyenler öldü mü diye hep merak ederim. son entry tarihine baktığımda korkularım yersiz değilmiş diye düşünüyorum. bir kıssaydı geldi geçti gerçekten.
reel düzlemde hiçbir manası olmayan sahibinden com filtreleri gibi bir şey.
rengin, kökenin, genitalin, liyakattan daha yukarıda bir ehemmiyeti olduğunu düşünenler kısacık bir an condoleezza rice'ın abd başkanı olduğu bir dünya hayal etsin. cehennem kısaca. kaldı ki harris'in "colored" olduğu aşikar ancak siyahi olup olmadığı muallak. hintli diyen de var malum.
yedi günlük haftada dokuz gün çalışıyor, dokuz günde bir yarım gün tatil yapıyor, çok iyi para kazanıyor, ekseriyetini aileme harcıyor, harika bir çocuğu elimden gelenin en iyisiyle büyütüyor, iyi yerlerde iyi yemekler yiyor ve artık nadiren alkol aldığım için harika purolar içiyorum. hak ettiğimden daha mutlu ama kirletilmiş zihnim yüzünden kısmen tatminsizim. bunu da aşmam için beklediğim son bir şey var, iki seneye o da hallolur diye düşünüyorum.
sadece dışarıdan gözlemlediğim bir durum. Ancak... bir gözlemim çok çok çok iyi bir şey olmayabileceği ve insan psikolojisini kötü etkileyebileceği yönünde. anektodal bir vaka elbette bu yazacaklarım.
bir arkadaşım var. çok güzel. öyle böyle değil. biraz ünlüce de. ama güzellik dediğin şey bir pencere, aşağı yukarı 16-36 arasında iş gören bir fırsat. Ancak arkadaşımın kıyas kabul etmez güzelliği, benim on yılına şahit olduğum bu yirmi yıllık pencerenin sonlarına yaklaşmak üzere artık. Bildim bileli de yalnız ve mutsuz. zira o kadar güzel ki sıradan insanlar için gerçek ve ulaşılır gibi görünmüyor. dört başı mamur gönül eşi adayları için ise her seçtiği erkek yüzünden kaçıracağı başka iyi bir erkek olduğunu düşünmeye başlıyor. ya da bu dört başı mamur adaylar da onun gibi, çok seçenek arasında, tek seçeneğin kıymetini bilemez hale gelmişler. sayesinde çirkin şansı dediklerin şeyin aslında tevazu ve tamah etmek olduğunu öğrendim.
Velhasıl çok güzel olmak, az sayıda çok güzel insanın olduğu bir dünyada yanında tamahkarlıkla gelmezse çok yalnız olmakla sonuçlanıyor bence.
ikisi david cronenberg'e (videodrome ve the fly) biri john carpenter'a (the thing) ait üç film ile aşağı yukarı özetlemenin mümkün olduğu, bilhassa seksenlerde ve video kaset döneminde altın çağını yaşamış korku alt türü. vücut deformasyonlarını görsel merkeze alır. zombi filmleri de bu alt türe dahil olsa da çoğu daha politik olduğu ve bu filmlerde dramatik merkezdekiler zombileşmeyenler oldukları için zombi filmlerini ayrıca saymak da mümkün.
dominikli, el yapımı üç purodan (signature no:2, signature 2000 ve aniversario special r) müteşşekkil davidoff kutusu seti. çeşitli çap ve kalibrelerde ele geçirilmiş bir set yani.
çoğunu net hatırladığım bir çocukluk geçirdim diye cevaplayabileceğim soru. ancak gözlemlediğim bir şey var çevremde. çocukluğunu detayıyla hatırlayan, o günlerden çok hatırası olanlar mutlu. muhtemel ki tatsızlıkları baskılayarak unutanlar kötü çocukluklar geçirmişler. kendimde de hayatımın çok az hatırladığım gençlik dönemi için bu geçerli misal.
velhasıl oyun vardı, sevgi vardı, korku azdı. mühim olan kendi çocuğumn çok daha iyi bir çocukluk geçirmesi şimdi, onu da başardım çok şükür.
seneler sonra, "dur bir kadeh bir şeyler koyayım, rastgele bir şey çalsın arkada, youtube'a bırakayım" deyip de çalmasıyla beraber uzuuuuun zamandır artık hiç "yine yazı beklemediğinizi" fark ettiğinizde şöyle bir çarpan şarkı. yaşlanmak, insanlığın başına gelebilecek en kötü şey. şimdi mecburen ilk fırsatta gidip karaokesini yapmak gerekiyor tabii.
Davidoff’un sedir baskın tadında, üç kısmında da hafif ve orta sertliği asla geçmeyen lezzetli purosu. Tadı değil yapısı ve içimi itibarıyla en sevdiğim davidoff signature 2000’e benzetiyorum. Tanesi kırk sterlin gibi bir piyasa fiyatına sahip olduğu için pahalı olsa da özel günlerin hakkını veren bir keyif purosu benim için.
Bana çok sert gelen ama herkesin bayıldığı el yapımı dominik purosu. Davidoff’un tubos serisinden signature 2000’e ayılıp bayılırken aynı seriden bu ağır lezzeti tüketirken yoruluyorum. Beğenmediğime de memnunum çünkü kutusu neredeyse 700 dolar oldu.
eskiden karışık kasetti, şimdi spotify playlist. eskiden "bunu gör" idi, muhteşem bir şeyi sevdiğin birileri de duysun bilsin diye; şimdi "beni gör" oldu, bak gör ben neler biliyorum, nelerden anlarım sev beni diye.
bu cümlenin bir dakika öncesinde onyekuru taç çizgisine yakın bir yerde yorgunluktan kendini yere bırakmış, şarj olmuştur. magsafe, kablosuz. oradan aldığı enerjiyle de gol geldi. ikonik bir cümledir.
ucuz havuzlu rezidansları, keyif verici maddelere ulaşımda kolaylık, sayısız (saplı/sapsız) escort seçeneği, vividentli nargileleri, vasat üsüt kebapçıları ve piyasa fiyatının altında araç satan (allah allah) galericileriyle bazı hayat tarzları için gerçekten de kusursuz olan esenyurt'u tanımlamakta kullanılan cümle. insanlarına değinmeyelim bile.
Entrylerinin yarısını beğendiğim sözlükçü. Yazdığı entrylerin sayıca yarısı değil ama. Mesela uzun bir entry yazmış, yarısı çok hoşuma gidiyor. Kalan yarısını sevmiyorum. Yarım artı oy verilebilse bir sürü yarım artı verirdim.