bilinir ki bir filmin iki vurucu noktası vardır birisi başı ikincisi sonu. [[bunun içine ah belinda da dahil]] lakin osman konuk yazgımızın filminin reji koltuğuna oturduğunda ne ilk sahne ne son sahne gözetmemiş ve aykırı bir biçimde ikinci sekansta[[dizede]] tüm izleyenlere sürprizini açık etmiştir. bundan şunu anlıyoruz ki osman konuk hollywood filmlerine mesafelidir, klişelere mesafelidir, aldatmacalı alengirli sonlara mesafeledir.
lakin karanlıkta çırpınan hayatımıza yerlerde sürünen hayatımıza ışık tutmaya/el vermeye ya da daha iddialı bir ifadeyle hayatımızın karanlık yerlerinde deniz feneri olmaya namzet dizeler yazmaktadır. ki ''kendi en yükseğinden itilince herkes incinir'' gibi müthiş bir kahramana sahip bir filmden de bu beklenir.
sekanslar çoğaldıkça anlıyoruz ki bu osman konuk şiiri hünerli bir devinim, afili bir isyandır. tüm çirkinliklerimizi bakın ben ne kadar güzelim şeklinde gözümüze sokmaya çalışan alegorik betimlemeler karşında herkese benden şiiri aksi istikamette hızla giden bir jettir. yani demem o ki tüm çirkinliklerimizi yüksek perdeden kulağımıza bağıyor bu şiir. yoldan geçenleri çeviriyor, işaret ediyor, işaret ediyor ve klimasını kapatıp birazcık sıcak olsun evin içi nolacak canım desin istiyor. ama kimse demiyor.
osman konuk kırık kalan plakları onarmada usta tamircilerin sonuncusu gibidir şiirde. dolayısı ile şiiri yalnızdır, şiiri ustadır, şiiri değerlidir. değerlidir çünkü size hayatta dinleme şansınız olmayan sesler sunar. kıymet bilip kulak kabartırsanız o ordadır. [[gerçi kıymet vermenin hüner sayıldığı bir çağdayız değil mi]]neticede siz bakmasanız da duymasanız da o ordadır. ve söyledikleri ile hayatımıza çivi gibi nağmeler göndermektedir.
biri bana söylesin
geldiysem ordaysam gerçekten
bitirelim şu işi
herkese benden
...
tüm sırları tek bir şarapnel parçası ile buluşturup hayatımızı buruşturup çöpe atan bir şiirdir bu. zaman geçer ve vicdan yaşa/yaşlanmaya olan hislerini değiştirirse insanın elbette pencereden esen yaz serinliği hesaba dahildir. değilse her şey bedavadır dostlar ölmek bile bir ilkokulun bahçesinde seken tankla.
[[aynştayn amca bir yerde bir zaman ''önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur'' benzeri bir şey söylemiş. doğrudur.]]
türk dizilerinden çok haberdar değilim arada televizyon izlediğimde denk gelirsem fragmanlarına bakarım yalnızca. fırtına dizisinden de bu şekilde haberdardım ve elbette türklere özgü o meşhur burnu kalkıklıkla dizinin müziği hakkında söylenen tüm olumlu şeyleri sarkastik bir biçimde savuşturdum. ve bunu yaparken garip bir şekilde ha bu ander sevdaluk şarkısını hiç dinlememiştim[[türklere özgü burnu kalkıklıktan bahsetmiş miydim]].
neyse gel zaman git zaman myspace'de alakasız bir şekilde gezerken bu şarkıyı söyleyen aytekin g. ataş'ın sayfasına ulaştım. şarkılarını [[ha bu ander sevdaluk hariç]]dinledim ve aynştayn amcaya selam ettim. çünkü kendisi aytekin g. ataş'ın sesinden bu şarkıyı dinlemiş olsa idi eğer atom ve önyargıların parçalanması minvalinde şekillenmiş aforizmasından bahsetmezdi bile. aynştayn amcanın tek talihsizliği aytekin g. ataş'ın çağdaşı olamamasıdır.
ha bu ander sevdaluk şarkısını sona saklamıştım. iyi de yapmışım zira bu şarkı insanın kendi kader örgüsünün kronolojisini birkaç saniye içinde listeliyor. yaşadığınız tüm o güzel/kötü anlar bir anda hatırınıza düşüveriyor; unuttuklarınız dahil...varolsun!
murat menteş ve samed karagöz ikilisinin tv net'te yeni başlayan programları. cumartesi geceleri 23.30'da izleyici ile buluşacak olan programın dün yayınlanan ilk bölüm konuğu şair ah muhsin ünlü ve yönetmen onur ünlü'ydü. gayet eğlenceli ve keyifli geçen program cumartesi gecelerimizin vazgeçilmezi olmaya namzet görünüyor. kültür sanat edebiyat ve dahi bir çok konuda eğlenerek bilgi almak istiyorsanız murat menteş'i takip etmeniz yeterli.
30 mayıs 2009 pazar günü şampiyonluk kutlaması yapmış takım/takımım.
herşey bizden yana gibiydi şölen öncesi. güneş taraftarlarımızın sıcağının yeteceğini düşünüp bulutların arkasında kısa bir tatile girmişti. arada sırada kafasını çıkarıp napıyor bu adamlar diye şöyle bir baktı. sadece ay bizden yana değildi ama onu da affedebilirdik çünkü o kadar kusur kadı kızında da olur.
saat 16.15 gibi kapalının kapıları önünde biriktik. kapılar saat 16.00'da açılacaktı fakat biraz gecikmeli olarak açıldı. hemen yanıbaşımda duran arkadaş kendi kendine söyleniyordu''bunları yazacaksın işte'' bende bana diyor sandım döndüm şöyle tam soracaktım neyi nerde yazacaksın diye baktım bana bakmıyor bile adam. sonra kapıların açılması geciktikçe eleman aynı şeyleri tekrar etmeye devam etti. sonra soru bile beklemeden beni dürtüp forzabeşiktaş.com'un adminiyim ben. yazacağım tüm bunları yer yerinden oynayacak dedi. gülecektim ama beni dövebilirdi vazgeçtim.
kapılar açıldı ve yine hepimiz bir elektronik mağazası açılsa ve çok ucuza ürün satsa nasıl ezilebileceğimizi bir çırpıda öğrendik. içerde(kapalıda) yer bulmak çok zor oldu. bulduğunuz yer korumak ise daha zordu. herkes birilerini yerinden edip kendisi sevinmek istiyordu. yani taraftarlık duygudaşlık gecikmiş bir kupanın gölgesinde yitip gidiyordu. tüm bunların üzerine kapalının üst tarafında yer alan elemanlardan birinin yaktığı meşalenin aşağıdakilerin gözüne gelmesi ve bu elemanları uyarmasının ardından o meşalenin tüm ateşini olduğu gibi aşağı atmaları tuzu biberi oldu. eğer bu adamlar beşiktaş taraftarıysa ben değilim. zaten uzunca bir müddet kapalıda olan olaylar herkesin malumuydu fakat şampiyonluk kutlamasında bunu yapmasaydınız bari. o aşağı attığınız ateş küçük çocuğun üzerine geliyordu babası son anda çekmese. bununla yetinmeyip saldırmaya çalışmalarına ise diyecek bir şey bulamıyorum.
marşlar, şarkılar, tezahüratlar arasında çoşarken yine o melun sloganı attı kapalı. beşiktaşlı olunmaz beşiktaşlı doğulur beşiktaşlı olmayanlar o.çocuğudur. inönüye bir arkadaşımı da davet etmiştim ki kendisi galatasaray taraftarı idi son anda işi çıkıp gelemedi. allahtan gelemedi. o tezahüratı duymasını istemezdim. duysa ben utancımdan yerin dibine girerdim. aynı tezahüratı mustafa sandal çıktığında da yaptılar ve mustafa sandal buna tempo tuttu, sevindi. hayır anlamadı diyeceğim ama mümkün değil.
mustafa sandal demişken şampiyonluk organizasyona da bakalım. organizasyonun aceleye getirildiği belliydi. burdan yönetimde kimsenin şampiyonluk fikrine pek inanmadığı intibaı uyandı bende. anadolu ateşi gibi bir topluluğun bu tip bir organizasyonda sahne alması fikri gayet yanlıştı. demet akalın çıkmadan önce güzel günler göreceğiz güneşli günler diye bağıran kitlenin birden popüler kültürün ikonlarından birinin şarkılarına eşlik edecek seviyeye gelmesi ise şaşıtırıcıydı. bu level atlama olayı mustafa sandal çıktığında tavan yaptı. programın sunucusunun tonlama/vurgu gibi kavramlardan uzak oluşu diğer bir ayrıntı idi.
şampiyon olduk ve kanserli organın sadece bir parçası alındı. ama buna rağmen coşkulu bir taraftar vardı stadda. her şey unutulmuş gibiydi.
kısa bir not: sevgili ozon tabakası dün seni biraz üzdük. ama o kadar olsun diğer taraftarlar en kötü iki yılda bir seni rahatsız ediyor biz ise 6 yılda 1. bizi artık mazur görürüsün. sevgiler.
sevgili günlükyıldırım demirörenbüyük başkanlığa terfi etmiş. dün stadda herkes onu alkışlayıp çılgın atarken gördüm ki kapalıdan yükselen yıldırım demirören yeter çığırışlarının tümü kişisel hırslar bütünüymüş. çok mutsuzum be günlük. beşiktaş taraftarı bir şampiyonlukta her şeyi silmiş olabilir mi?
bir gün içimizdeki tüm o öfke nöbetlerini boşaltan, hayatımızda hiç olmamış [ve bir daha da olmayacak] derin boşuklarla uyandığımızda yalnız olduğumuzu anladığımızda ve artık bundan sonra hep yalnız olacağımız fikri keskinleşmeye ve netleşmeye başladığında, bilinç denilen şeyin kaybedilebileceğini ve geri gelmesinin uzun zaman sürdüğünü tecrübe ettiğimizde, tüm o kontrollülük, hissizlik, vurdumduymazlık halleri birer birer buharlaşırken kendinize susacak bir an ararsınız işte o an bu şarkının başladığı andır. tüm kemikleriniz kırılırken içinizdeki boşluğun sebepleri bu şarkının sözleri ile birleşir ve hayatınıza altyazı olur.
hiç bilmediğiniz dilleri bir sabah kalktığınızda öğrendiğinizi farketmek gibidir anne ve ölmek.
bahçesinde hiç solmayan çiçekleri düşündüğünüzde içinizdeki tüm çiçekler kurur/dökülür. ve hatta şarkının bir
yerinde
ilk nefesimde ben senin
son nefesinde sen benim kollarımda
dediğinde yolda kenarda durup araçların geçmesini seyreden bir deli olabilirsiniz. hayat kadar kısadır bu şarkı. kısadır işte hayat gibi. neyse..
açıkcası bu tip etkinliklere hep çekinerek yaklaşırım ki bu da onlardan biriydi. özellikle fiktif eserler üzerine düzenlenmiş aktiviteler daha sorunlu olmaya meyyaldir. çünkü fiktif eserleri kişi kendi kabiliyetince yorumlar ve bununla mutlu olur. çünkü her şeyden cevval olan kendi düş gücüdür. lakin bir başkasının aynı fiktif eseri yorumlamasıyla karşılaşınca kendi yorumunu beğenmeyebilir ve bu beğenmemezlik halinde kişi düşük kalibreli bir rasyonaliteye sahip olduğunu düşünmeyeceğinden esere karşı olumsuz tepkimelerde bulunabilir. hatta bir başkası tarafından yapılan yorum kişininkinden kötü ise bu defa da kişi ''arkadaş bende de ne hayal gücü varmış yazarı bile geçtim'' fikriyatı ile yazardan soğumanın eşiğine gelebilir. bu sempozyumda da bu tip olasılıkların mevcut olduğu kanısındayım. ki örnekleri mevcuttu sempozyumda.
ben bu sempozyuma giderken açıkcası kitaptaki gibi eğlenceli ve farklı etkinliklerle karşılaşacağımı umuyordum. yanılmışım. ihsan oktay romanını kendi kurgusal ve fiktif havasından sıyırıp rasyonel ve reel düzleme çekilmeye çalışılması can sıkıcıydı. organizasyon kötü tertiplenmişti(buraya döneceğim) ve katılımcıların bu kötü tertibe ayak uydurmasıyla iyice çekilmez bir hale büründü etkinlik. ihsan oktay hakkında en afili/düşsel konuşmayı elif şafak yaptı. onu nasıl gördüğünü ve ondan nasıl etkilendiğini anlattı. elif şafak dışındakiler en temel ipucunu(hayalgücü) es geçip daha çok reel düzleme çekmeye çalıştılar. kimi kadınsızlıktan dem vurdu kimi metinlerdeki tekrarlardan kimi çıktı kitab -ul hiyeli meddah!! gösterisi ile anlatmaya çalıştı. bunların hepsi aslında ihsan oktay'ın sabık okurlarını yaraladı diye düşünüyorum.
evet organizasyona gelelim biraz gecikmeli de olsa. taksimde servisi beklerken başladı terslikler. beklediğimiz yerin uzağına konuşlanan servisi son anda farketmemiz ve akabinde servise gidip binme teşebbüsümüz şöförce bertaraf edilmeye çalışıldı. lakin bir kaç arkadaş ısrar edip tartıştı ve neticede bindik servise. santralistanbul'a vardığımızda organizasyon içinde en çok merak ettiğim bezmara dinletisi için salona dolu olduğu gerekçesi ile alınmadık. sonrasında sempozyum konuşmacılarını aynı salonda alt alta üst üste dinleyince bezmara dinletisine alınmama bahanesi havada kaldı. hatta biz yerde otururken üstümüze basıp geçebilecek durumda bir kalabalık vardı ve bu duruma gülmek durumundaydım ki güldüm zaten. 10 dakika meddah!! gösterisi yapılacak denilip 10 dakinanın çok üzerinde bir vakit geçince bir arkadaş alkışlayarak elemanı indirme girişiminde bulundu ama başaramadı. elbet bu da eksi hanesine yazıldı organizasyonun.
neticede başarısız ve ihsan oktay anar kitaplarındaki kurmaca gerçeklik algısından uzakta bir sempozyum izledik. yazar iyi ki gelmemiş yoksa çok sıkılabilirdi. ayrıca verilen arada açılan kitap standı ile ihsan oktay anar'ın kitaplarının satıldığını görünce hayretler içinde kaldım. ki hatırı sayılır bir kitle burdan kitap edindi. demek ki gelenlerin büyük kısmı çok az kitabını okumuş ya da eşten dosttan alıp bir bakmışlar kitaplarına. bu da sempozyuma gelen kitlenin pekte ihsan oktay anar takipçisi olmadığı intabı uyandırdı bende.
böylesine delici sözlerin olduğu bir şarkı çok az bu rap dedikleri türde. hakikaten çok az. ah muhsin ünlü dizesinden mülhem bu şarkı mükemmeliğin sularında yüzen bir gemi. saian dinledikçe giderek büyüyen bir uçurumu betimlemiş.
selahattin yusuf tarafından kaleme alınmış şiir. öyle samimi/öyle naif ki uzun süre bakıp kalıyor insan şiire. şiire bakılıp kalınır mı demeyin, oluyor sevgili romalılar, hayatta her şey oluyor.
iyiyim, bir şeyim yok
sade bir hayatım var şimdi
camiden terapiste - terapistten camiye
doktor beni gözlerimin de olduğuna
inandırmaya başladı
dünyayı benimsedim, yadırgamadım çok
evim gibi hissediyorum
ellerim titremiyor o kelimeyi duyduğumda
müzik susuyor ara sıra.. olsun
acıdan çarpılmış suratlar, anna akhmatova
evim gibi hissediyorum
göğü bir şey kırıp geçiriyor boydan boya
boyun eğdiriyor papatyaya ilk damla
papatya da iyi,
bir şeyi yok aslında
sade bir hayatı var onun da
kımıldanıyor ilk damladan sonra
parmaklarım titriyor
benimsedim hayır;sıcacık da yazları ayrıca..
hem o da burada yaşıyormuş artık.
değil mi, niçin üzülelim umut yoksa
niçin gömülmesin ölmüş olan toprağa
parmakları da gömülmesin;peki niçin?
sıkılmıştır, gemiye göbeğinden bağlı astronot gibi
ve kopmuşsa bağ, canlı da olsa aşk
canlı da olsa değil mi, niçin gömülmesin cesedi
camisi de olan bir uzaya..
insanın içindeki sızıya nereye gitmesi gerektiğini gösteren bir kılavuz aslında sesi. bir süre dinleyince tamam diyorsunuz artık bütün sızılar yerine oturdu ruhumda. varolsun!
istanbul'un üzerine çökmüş olan gri havanın renklenmesinde etkisi olacaktır elbette. kemal kılıçdaroğlu ve kadir topbaş birbirlerini yerken tavşan ve kaplumbağa hikayesi mehmet bekaroğlu için vuku bulabilir siyasi arenada.
kendisinin siyasi fikri bellidir. solcu/müslüman etiketi ile bekaroğlunu farklı zeminlerde kategorize edip karikatür haline getirmeye çalışmasın kimse.
amerikan filmlerine ait basit bir klişe ama önemli, şöyle ki amerikan filmlerinde bir planda konuşurken gördüğümüz kahramanlarımızın arkasında kalan bölümde bilgisayar kullanan biri vardır ve genelde bu mac'tir.
imdi bu çok basit amerikan filmi klişesini alıp kendi filmine koymak neden. özen/öykün ama bu tip basitliklere değil. gerçi ıssız adam baştan sona amerikan klişeleri ile dolu bir film. bende neye takıyorum kafayı.
yönetmenliğini mesut kara'nın yaptığı fantastik/avantür türk sinemasına emek veren oyuncu/yönetmen ve senaristlerle yapılan söyleşilere yer veren belgesel. türün önemli yönetmeni yılmaz atadeniz, sinema tarihçisi giovanni scognamillo ve metin demirhan belgeselin proje danışmanlığını yapmışlardır.
uzaktan çok uzaktan biraz kısık gözle bakınca istanbul diyor insan buraya. biraz zorlasanız galatayı da görebilirsiniz. hayal gücü şart azizim istanbul'u özleyince.
sıradışı çizgilerin sahibi, yoksul dergahlarının vazgeçilmez dervişi çizgi ustası hasan aycın'ın bir feryadı. iz yayıncılık etiketi ile basılmış hasan aycın çizgilerinin olduğu kitap adından da anlaşıldığı üzere kudüs ve filistin minvalinde yayımlanmış çizgilerinin bir bileşkesi. edinin/edindirin.
yüreğimizin en eski yerlerine yeni ve buruk darbelerini iliştiriyor ibrahim tenekeci. şiirlerini okurken yüzümüze aslında hüzünden kaynağını alan bir gülümseme oturuyor, zaten kitabın adı ağır misafir. yokluk/yoksulluk/çocuklar ve hep o masumiyet kendini/kendi anlamlarını buluyor şiirlerinde.
ibrahim tenekeci için aslında söylenecek çok fazla söz yok ki kendisi: kaçan bir gol kadar üzülmedik değil mi? ölürken o güzel çocuklar afrika da gibi bir dizeyi kazımıştır gönüllerimize.
mugayir şiirlerin mugayir şairi ibrahim tenekeci yine masumiyet/hüzün/buruk bir gülümseme dolu dizleri ile kök salıyor içimizde. bu onun ektiği yeni bir ağaç. hayırlı olsun.
ağır misafir
Öpmezdi, koklardı, dedem beni
içine çekerdi, temiz hava gibi.
Ziyan olmayan emek, derdi bizlere
Emek neydi?
Bilirdi, ne geçer, bir elmanın aklından
Alınmak isterdi, düşmeden yere.
Aklı yoktu elmanın, bize kalırsa
Okulda öğretmişlerdi...
Yakındı Üsküp ona, çok uzaktı Bomonti
Bir sürü örnek, bunun gibi.
Acıkmak tok tutar kimi insanı,
Bilirdi, kimde, imza yetkisi.
Yeterdi, artardı, normal süre
Namazdandı, dizindeki yamalar.
ikindi miydi, neydi, şimdi unuttum
Durmadan ağlıyordu kadınlar...
200 metre elemelerinde kendini zorlamadan yarı finale yükselen atlet. 200 metre çeyrek final elemelerinde son metrede hızını azlatıp arkasından gelen rakibinin kendisini geçmesine izin vermiştir. koşulacak 200 metre erkekler finalinin altın madalyadaki en büyük adayı.
200 metre erkeklerde dünya rekoru kendisine ait olmadığı için büyük ihtimalle bu yarışta efor sarfedip rekoru eline geçirmeye çalışacaktır. yok eğer rekoru kıramazsa mert aydın'ın da dediği gibi önümüzdeki günlerde erkekler 200 metre dünya rekorunu mutlaka kıracaktır. böyle bir sprinterin şu an için geçilmesi çok zor görünmekte.
ismet özel'in hızla ilerleyen bir fırtınayı andıran muhteşem şiiri. bir yusuf masalı'ndan demir alan gemisi hızla karasularımıza doğru ilerliyor ardında büyük fırtınalar ile.
hazırlıksızız evet. kendimizi kaybetmek/bulmak/yoketmek/kurmak/yıkmak için hazırlıksızız. ama ismet özel buna yaşadığı sürece izin vermeyecek gibi görünüyor. tüm hazırlıksızlığımızı giderip bizleri vurgun yemiş bir dalgıca çeviriyor. dalgıçlığa yeni merak salanlar içinse bir rehber olabilir elbette. korkmayın. kelimeler sizi içine çekecektir. girdap!
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil.
"Üstümde yıldızlı gök" demişti Königsberg'li
"içerimde ahlâk yasası".
Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?
ister gözünü oğuştur, istersen tetiği çek
idam mangasındasın içinde yasa varsa.
Girmem, girmedim mangalara
Yer etmedi adalet duygusu
içimde benim
çünkü ben
ömrümce adle boyun eğdim.
Yıldızlı gökten bana soracak olursanız
kösnüdüm ona karşı
onu hep altımda istedim.
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız.
Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek hepimiz, herbirimiz gizli bir isimle adaşız
yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi aşkımızla başlardık
bilmediğimiz bu isim, hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üzerine kendim yazarım.
- sen ne utanacaksın lan ar damarını almışlar senin estetik ameliyatla.
okan bayülgen'in her dizi projesi gibi bu da fiyasko ile sonuçlanmıştır. aslında proje olarak şahane düşünülmüş bir iştir. hasan kaçan bu projeye el atarsa uygun oyuncu seçimi ile dört dörtlük bir dizi çıkabilir ortaya.
film klasik gibi görünen zengin kız/fakir erkek minvalinde ilerler. yakup * sünger avcılığı ile geçinirken marmaris'ten istanbul'a gelir ve bir plajda çalışmaya başlar. plajın sahibinin * kızı belma * bir gün arkadaşları ile öylesine babasının plajına uğrar ve yakup * ile karşılaşır. daha sonra yakup'la bir süre eğlenmek isteyen belma'nın oyununu anlayan yakup belma'yı kovar. belma'nın erkek arkadaşı yakup/belma ilişkisine sinirlenir yanına arkadaşlarını da alıp yakup'un çalıştığı plaja gelir ve yakup'u döverler. bundan sonra iki sevgili yeniden bir araya gelir.
bu arada topal kız rolünde gördüğümüz sevda aktolga*tarık akan'a * aşıktır. doktor tavsiyesi ile geldikleri yerde yakup ana/kıza ilgi gösterir ve onlara yardımcı olur. bu ilgiyi yanlış algılayan serpil giderek daha da bağlanır yakup'a. fakat serpil'in annesi yakup'un kızını sevmediğinin farkındadır ve kızını yakup'tan uzak tutmaya çalışır.
başrolünde müjdat gezen'in olduğu fantastik türk sineması örneklerinden sayılabilecek film. bu filmde tamirci çırağı rolündeki müjdat gezen dünyaca ünlü kung-fu ustası wang -çu'ya benzeyen araba tamircisi muttalip rolündedir. türkiye'ye bir turnuvaya katılmak için gelen wang-çu ölünce tamirci çırağı muttalip * para için wang-çu'nun yerine geçer ve olaylar gelişir.
filmin önemli rollerinden birini patronun oğlu demircan rolünde yavuz selekman oynamıştır. wang-çu'nun yardımcısı tong rolünde şener şen'in diğer yardımcısı pong rolünde zeki alpan'ın performansları da gayet doyurucudur.
birçok filmde rol almış merhum yeşilçam oyuncusu. genelde tarihi filmlerde rol alan selekman'ın başrol oynadığı film 3 dev adam adlı türk sinemasının fantastik filmlerinden biridir. bu filmde *el santo adlı bir kahramanı canlandırmıştır.
herkesin hatırlayacağı rol ise kemal sunal filmi sahte kabadayı'daki hamdi rolüdür. bunun dışında yine fantastik türk sineması örneklerinden sayılabilecek müjdat gezen'in başrolünde oynadığı aptal şampiyon filminde demircan adlı zengin patronunun karateci oğlunu canlandırmıştır. geçmiş yıllarda kanal d 'de yayınlanmış karaoğlan adlı tv dizisinde delice bey rolünde oynamıştır.
aynı zamanda olimpiyatlarda yarışmış eski bir güreşçi olan yavuz selekman 2004 yılında aramızdan ayrılmıştır.
filmde sadri alışık* ve feri cansel* dışında diğer rolleri muzaffer tema*mualla sürer* oynamışlardır. çevresince çok sevilen osman *, kirli işlere bulaşmış abisi * ve elindeki kolye yüzünden peşinde mafya olan meral * etrafında şekillenen olayların anlatıldığı güzel bir yeşilçam filmidir.
sadri alışık'ın annesi rolünde mualla sürer şahane bir performans sergilemiştir. kendisine baktığı halde osman'dan * nefret eder gibi davranan bunun yanında zengin ama hayırsız oğlu zekeriya'yı * seven dırdırcı anne rolünde gerçekten izlenmeye değer bir oyunculuk sergilemiştir.
bunlar dışında filmde akılda kalıcı olan sanıyorum nubar terziyan'ın mahallede mafya tarafından dövülen osman'a yardım toplama adına more osman'ı dövüyorlar demesidir. nubar terziyan'ın bu lafı çocukluğumuzda bizim mahallede bir ara dilimize pelesenk olmuştu. gerçi bizim mahalle ve çocukluğumuz sabıkalıdır itibar etmeyiniz (bkz: #3565938)
evlidir ne yapsa yeridir filminde balonları ve şiirleri ile yer bulmuş merhum şarkıcı. kendisinin hatırladığım tek sinema filmi budur. bu filmde karacaoğlan adlı kimilerince ''deli'' olarak nitelenen sevdiğine kavuşamamış bir adamı canlandırmıştır. ki bu rolünde sürekli şiir okuyan/aşktan bahseden adam rolünde başarılı bir performans sergilemiştir.
evlidir ne yapsa yeridir filminin afişinde ''ve balonları ile ibo'' şeklinde geçmesi ise ayrı bir güzelliktir. uzun yıllar norveçte yaşayan balonlu ibo'nun mezarı altınoluk'tadır.
büyük ses tracy chapman tarafından can katılmış müthiş şarkı. bu kadının sesi/şarkıları masmavi gökyüzünün altında yeşil kırlarda koşuyormuş hissi uyandırıyor insanda. sözleri ne derse desin hep gökyüzü var sanki şarkılarında alabildiğine mavi gökyüzü ve uçurtma.
şarkıda ''kelimeler kolayca söylenmiyor'' demesi sanki kendisini betimliyor. büyüleyici bir sesten/büyüleyici bir şarkı. gerisi gökyüzü...
Years gone by and still
Words dont come easily
Maybe if i told you the right words
At the right time youd be mine
filmde leyla ile mecnun/kerem ile aslı/ferhat ile şirin isimleri üzerinden evlilik ve aşk göndermeleri yapılmıştır. yer yer siyasi göndermelerin de olduğu filmde bir ayrılıp bir barışan leyla ile mecnun'un yılın ailesi seçildikleri tv programında kavga etmeleri ülke genelinde büyük bir infiale neden olur ve kadınlar ile erkekler ikiye ayrılırlar. kadınlar leyla* taraftarıyken erkekler mecnun* taraftarıdır.
kadir inanır'ın leyla ile barışmak için ıslıkla leyla melodisi çalması ve balonlu ibo'nun * karacaoğlan adlı sevdiğine kavuşamayan ve sürekli şiir okuyan adam rolü hatırda kalan önemli anektodlardandır. hatta filmin afişinde ''ve balonları ile ibo'' olarak da geçmiştir ibrahim sesigüzel'in adı.
birçok filmde oynamış aynı zamanda yönetmelikte yapmış oyuncu. hep dini içerikli filmlerde oynadığı karakterlerle hafızalarımızda yer etsede türkiye'nin renkli olarak çekilen ilk filmi halıcı kız'da da başrolde oynamıştır. fakat elbette asıl ününü dublaj sanatçılığına borçludur.