bugün

entry'ler (7)

taare zameen par

Öncelikle şu konuda bir anlaşalım. Sinemadan mükemmel anlamıyorum, hatta nazarımda anlıyor bile sayılmam. Sadece anlamaya çalışıyorum. Bunun için de araştırmalar yapmaktayım. Benim için 2 saatlik filmin uzunluğu asla 2 saat değildir. Film bittikten sonra filmle ilgili araştırmalar yaparım. Bazısını 10 dakika araştırırım, bazısını günlerce. Alfred Hitchcock’un Psycho filmini izledikten sonra çok etkilenmiştim ve herhalde en uzun film uzunluğu benim için o filmdir. En uzun olmasa bile ilk 5'e girer. Filmi izlemeyi bitirdikten sonra yaklaşık 10 gün filmle ilgili araştırmalar yaptım. Freudyen bakış açılarından tutun uzun uzun çekim tekniklerine kadar her şeyi notlar aldım. Tabii bunu kişisel bir hobi olarak yapıyordum. Sonra dedim ki neden yazmıyorum ki bu notlarımı? Başlıktan da anlayacağınız üzere bu yazma olayına başladığım film ilgimi çok çeken bir sinema türü değil. Hatta çoğu insanın garipsediği, beğenmediği film. Bakalım ben nasıl buldum?

Filmin açılış sahnesinde, ana karakterimiz olan Ishaan’ı su oluğundaki balıkları yakalamaya çalışırken görüyoruz, üzerinde okul kıyafeti var. Okul servisindeki görevli ona bağırmasına ve korna sesine rağmen dikkati balıkta. Daha ilk sahneden çocukta zihinsel bir problem olduğu seyirciye anlatılmaya çalışılıyor. ilerleyen sahnelerde dikkatinin çok çabuk dağıldığını, çoğu konuda dikkat eksikliği çektiğini, okuldaki başarısızlıklarını, kimseyle anlaşamayıp otist bir yaklaşım sergilemesini, diğer çocuklarla kavga ettiğini, babasından şiddet gördüğünü görüyoruz. Fakat burada çok önemli bir ayrıntı var: Ağabeyi.

Yahu şu kısmı da atlamak istemiyorum: Çoğu sahnenin çekimi gerçekten kötü. Hayır, hayır merak etmeyin. Bu filmde klasik Hint filmlerinde olduğu gibi bir anda garip bir tonla başlayan müzik ve o müziğin etrafında dostuyla düşmanıyla dans eden insanlar yok. Bu filmde de müzik var fakat öyle iyi kotarılmış ki benim hoşuma gitti. Yani şöyle hoşuma gitti: illa müzikli sahne olacaksa böyle olsun. Yoksa hiç istemiyoruz böyle bir şey. Şaka şaka. Aslında çok da bilgim yok. Genelde izlediğim Hint filmleri gereksizce uzun ve Türk dizisi kıvamında uzun bakışmalar ve müzikle geçen dakikaları içeriyor. Bu filmde özellikle annenin evdeki 3 eril için nasıl didindiğini gösteren klip buna güzel örneklerden. Aamir kaptın buradan puan he. Haydi yine iyisin.

Neyse konumuza dönelim. Bu bizdeki çok çalışkan, çok zeki komşu çocuğu var ya bu filmde bu çocuk Ishaan’ın öz ağabeyi. işte burası çok kritik. Ağabeyi okuldaki başarıları, spor faaliyetlerindeki başarıyla ailesinin göğsünü kabartıyor iken Ishaan ağabeyinin tam tersi. Sürekli bir sorun, sürekli bir disiplinsizlik hali. Babanın da canına tak ediyor: Hop yatılı okula. Yatılı okulda da aynı şeyler falan fıstık. Ta ki nereye kadar: Aamir Khan is coming folks.

Zaten filmin yarısı bitti. Uzun bir süre çocuğun okulda yaşadığı sorunları izledik. Aamir Khan gelince çocuğu fark eder, disleksi olduğunu öğrenir, kendisi de disleksidir zaten, empati yapar, çocuğa yardımcı olur bla bla. Dur dur dur, ne yapıyorsun sen ya? Herhalde filmde herkesin sevdiği kısımlar bu kısımlar. Fakat ben şimdi bu kısımları bir cümleyle anlatınca sorun olabilir galiba. Ama bunu yapma sebebimi şimdi açıklıyorum.

Bir çırpıda bitmesi ve çocuğun bir hastalığı olduğundan itibaren zaten böyle bir olaylar silsilesinin yaşanacağını bilmemiz. Çocukların hayatını değiştiren öğretmenler gibi bir konu çerçevesinde güzelce ve uzunca işlenmiş. Bunu izleyip de heveslenmeyen öğretmen yoktur. Çünkü çok güzel bir duygu bir çocuğun hayatına pozitif bir katkıda bulunmak. Öğretmen değilim fakat zamanında özel ders vermişliğimiz vardır, bu da böyle biline. Çok goygoy yaptım, farkındayım. Hemen devam ediyorum.

Bizim insanımız tarafından beğenilmesinin sebebi ise toplumsal normlarımız olabilir. Küçüklükten itibaren ilerideki hayatı için yetiştirilmeye başlanan, çocukluğu hiçe sayılan, kafasını test kitaplarından kaldıramayan, aileleri tarafından sürekli yarıştırılmaya, ders çalıştırılmaya zorlanan bir nesiliz biz. Sadece bizim neslimiz değil, bizden öncekiler de bizden sonrakiler de öyle. Filmin anlattığı “ulan her şey matematik, fen değil, sanat var lan sanat”, “her çocuk özeldir” gibi şeyler aslında film kendi matematiğinde kotaramıyor. O çocuk yine matematik, fen öğrenmek zorunda kalıyor. Çünkü sistem onu gösteriyor. Film zaten bu konuları kör göze parmak şeklinde anlatıyor. Film bittikten sonra saatlerce psikolojik çıkarım yapacak derinlikte değil. Sosyolojik çıkarımlar yapılabilir ama zaten hali hazırda bilinen, film çıkmadan öncesinde de çoktandır bilinen konular filmin anlattığı konular. Mesele Türk yapımı Sınav diye bir film var. O da bu konulara farklı bir şekilde değiniyor. Şimdi düşünüce o film bu filmden iyi bence.

Yazı çok uzun oldu ve bir bok anlatmadım. Şuna da değinmek istiyorum. Resim yarışmasının sonunda Ishaan kazanıyor ve Aamir Ağabeyimizle sarılıyorlar ya, bitir işte şu filmi orada. Kardeşim neden mutluluk mastürbasyonu yapıyorsun? Ailesi Ishaan’ın durumunu öğrenmek için okula gelir, mutlu olurlar, tüm öğretmenleri mutludur, ailesi Aamir Khan’a karşı mahcuptur falan. Ne gerek var? Resim yarışmasının son hali zaten bize onların olacağını düşündürtüyor, tamam filmi uzatmak isteyebilirsin ama bu bildiğin mutluluk mastürbasyonu. Duygusallaşan seyirciyi filme daha da çok çekmek için. Seyirci zaten o sonda o tatmini alıyor. Bırak seyirci hayal etsin sonunu.

Aklıma gelmişken de yazayım. Matematik sınavındayken çocuğun hayal gücünün yansıtıldığı o sahne, o gezegenli sahne gerçekten güzeldi. 3x9'un nasıl 3 çıktığını çok güzel bir şekilde açıklıyor film. Şunu da es geçmeyeyim, çocuk uzaya aşık gibi bir şey. Hayalinde sürekli uzay, evinin odası gezegenler, yıldızlar. Film ilerledikçe ona dair bir şey bulmak istedim fakat ikinci yarısında ona dair hiçbir şey yoktu. Senin canın sağolsun Aamir Khan.

Filme puanım: Meeeeh!

https://medium.com/@rigga...%87ncelemesi-4a86e4752753

dante exum

sakatlık yaşayan utahlı basketbolcu. utah jazz, dante exum’ın avustralya milli takımı’nda sol dizinden sakatlık yaşadığı açıkladı. yapılan tetkiklerle utahlı oyun kurucunun sol dizinde yırtık olduğu tespit edildi ve büyük olasılıkla 2015-2016 sezonunda oynayamayacak.

salı günü slovenya ile avustralya hazırlık maçında karşı karşıya geldi. önceki günkü maçı slovenya 79-70 kazanmıştı. oyuncular birbirine adapte oluyordu maçlar ilerlerken. ikinci maç hemen ertesi gündü. salı formaları giyen avustralyalılar, yeşilleri kuşanmış slovenyalılarla oynuyordu. maçın normal süresi 51-66 avustralya liderliğinde bitmişti fakat avustralya ve jazz çok önemli birini kaybetmişti: dante exum. dante exum gelecek vaat eden ve yeni oyun için uygun bir oyun kurucuydu. exum slovenya maçındayken boyalı alana doğru girdi, her zaman yaptığı gibi şut için zıplayacaktı ve topu elinden çıkaracaktı. fakat işler istenildiği gibi gitmedi. şut için zıplarken ayağını burktu. hiçbir müdahale olmamıştı şutunu atarken sonrasında ise yere yığıldı. jazz’ın genel menajeri olaydan sonra: “önceliğimiz oyuncumuzun uzun süreli sağlığıdır.” açıklamasını yaptıktan sonra sakatlığın boyutu az buçuk öğrenilmişti.

daha geçen ay 20 yaşına giren exum için bu oldukça ciddi bir sakatlık. fakat bu sakatlığın asıl darbesi, üç senedir playoff yapamayan utah’ın playofflara dönme şansını azaltmasıydı. fakat 2014’ün ilk beş draftından seçilen exum olmadan da sezonun ikinci yarısı gibi bir momentum yakalanabilirse batı konferansında ilk sekiz onlar için hiç sürpriz olmaz.

sağlıklı bir exum olsaydı ilk sekiz onlar için kaçınılmaz olurdu. iyi bir koç, defansif anlamda enes’in gitmesiyle göze çarpan pozitif değişiklik, oyuncuların birbirine alışması ve ligin ikinci yarısında ortaya konulan oyun jazzlı taraftarları sevindirmiştir. all star arasından sonra 19-10 gibi bir performans sergilediler. bu da takımın ne kadar doğru yolda olduğunu bir kanıtı.

bence exum potansiyeli yüksek olan bir oyun kurucu. jazz yönetimi doğru planlama yaparsa hem jazz hem exum daha iyi yerlere gelecektir ve ben bunun olmaması için bir neden göremiyorum.

freema agyeman

sense8'deki rolüyle şaşırtmış oyuncu. doctor who çizgisinde devam edeceğini ve hep bu rollerde oynayacağını düşünmüştüm. merak edip de bakmadım ne yapıyor diye. fakat sense8'de görünce tanıdım. bizim martha ne kadar değişmiş yahu. wachowski kardeşlerle çalışması belki kariyerinin akışını değiştirebilir.

avery bradley

müthiş bir savunmacıyken şutunu geliştirerek savunmasının yanına şut tehdidi de eklemiş basketbolcu. fakat şut tehdidi şimdilik o kadar yüksek potansiyelde değil. fakat yaşını da göz önüne alırsak ilerisi için potansiyeli olduğunu söyleyebiliriz. bazı maçlarda savunmayı unutup antrenmanda şut çalışması yapar gibi şut atsa da severiz kendisini. smart ile beraber savunmada güzel bir ikili uyum da yakaladılar.

marcus smart

attığı sayılarla değil yaptığı savunmayla ünlenen buna karşı birkaç maçta son saniye basketi bulan basketbolcu. draftlarda 6. sıradan seçilmiştir. bence şutuna geliştirirse westbrook tarzı bir oyuncu olur.

ksenophanes

yaşadığı dönemdeki insanların tanrıları hakkındaki görüşlere karşı çıkan filozof. ayrıca evrene de ilgi duymuştur ama pek fazla değil. dünyanın düz olduğunu, güneşin gökyüzünde bir doğru üzerinde hareket ediyor olduğunu ve her hece batıda bir hendeğe düştüğünü, ertesi sabah ise doğudan yeni bir güneş doğduğunu düşünür.

gabriel garcia marquez

büyülü gerçekçilik türünde muhteşem eserler çıkarmış yazar. ama yazarlığının dışında gazetecilik, hayatında çok önemli bir yere sahipti. araştırma duygusu onun her tarafını sarıp sarmalamıştı. bu yüzden 1940'larda gazeteciliğe atıldı. gazeteciliğin yanında öyküler de karalıyordu. yazmış olduğu eserlere bakılırsa; bir bölümün başında, ileride olacak olan bir olaydan bahsedilir ve okuyucu "bu nasıl olur" diye merak duygusuna kapılır ve sayfalar ardı ardına çevrilir. kendi yaşamış olduğu merak ve araştırma duygularını okuyucuya bu yolla iletmek istemiştir belki.