bugün
- buluşunca sürekli derslerden konuşan erkek8
- bu başlıkta konya'yı övüyoruz16
- filistin'in türklere ihanetleri sıralı tam liste22
- yemek yemeyi sevmeyen insan8
- ileride evleneceğiniz kişi şuan ne yapıyor9
- anın görüntüsü18
- nişanlı kalmanın saçma olması13
- bir müslüman olarak filistin benim meselem değil20
- icardi190514
- akp chp yakınlaşması12
- tayyip erdoğan'ın israil anadolu'ya girecek demesi21
- beni özlediniz mi8
- okula bikiniyle gelen kız8
- kahverengi gözlü olmanın hiç bir işe yaramaması16
- 19 mayıs 2024 galatasaray fenerbahçe maçı21
- 15 mayıs 2024 türkiye japonya voleybol maçı13
- karşı cinse giyim önerileri16
- iyi bir insan olmak için ne yapmam lazım20
- türklerin çok kolay devlet kurması9
- karadeniz bölgesinde yaşamak11
- maca sekiz13
- türklerin ingilizce konuşamama nedenleri22
- en obez özelliğiniz17
- mauro icardi'nin karısı9
- larisalisa'nın parayla şukulatması8
- namuslu erkek bulmanın çok zor olması16
- herkesin merak ettiği o piç erkeğim soru alayım18
- 13 yaşındaki kıza tecavüz eden 28 kişi16
- sütyen takmaktaki inanılmaz mantık hatası19
- şampiyonluk için yanak okşatmak52
- gençler iş beğenmiyor8
- sevdiğiniz sözlük yazarları16
- kızılcık şerbeti dizisi12
- iki adım atınca kan ter içinde kalmak8
- embesil yazarlar8
- en nefret edilen yazarlar8
- hangi sözlük yazarı ile uyumak isterdin14
- kaç yaşındaki insan evde kalmıştır14
- larisalisa15
- sözlük erkeklerinin bugünkü kombinleri16
- aç karnına poğaça yemek11
- otoyol ve köprü geçiş ücretlerinin zamlanması19
- jose mourinho28
- en dindar özelliğiniz12
- chat sitesi kurmak9
- yaz aşkı varda kış aşkı neden yok11
- en taşaklı kızların bizim sözlükte bulunması16
- en havalı erkek meslekleri16
- her erkeğin unutamadığı bir kadın vardır10
- burçlara inanmak9
sevdiği entry'ler
daimi bir aman tadımız kaçmasın modundalar bunlar genellikle. şöyle ağız tadıyla kavga edemezsiniz, uzak durun.
hayatımın son yedi yılında sürekli aynı motif kendini tekrar ediyormuş gibi hissediyorum. biraz yüzüm gülmeye görsün, biraz hayata karışıp bütün bulantılardan azıcık sıyrılmayayım hemen bir şeyler açar mısınız efendim kapıyı diyen uğur Dündar gibi kapımı tıklıyor, tekme tokat girişiyor sonra bana. bu kabus döngüsü bu sefer kırılacak umarım. lütfen kırılsın.
bir kere en temel özellikleri barışçıl bir burç. insanlara sevğiyle yaklaşıyorlar, insanlara değer veriyorlar, önemsiyorlar, ilgileniyorlar.
sanata, güzelliğe, estetiğe düşkünler. bunun içine kızlar da giriyor tabii. güzel kızları -ayrımcılık yapmadan tabii- takip etmekteler. sadece güzellik de yetmiyor, zeka da önemli onlar için. zeki olmalı sevdiği kız ama güzel de olacak.
hassaslar, duygusallar. bu yönleri insanı şaşırtıyor, sanki bir kadın hassasiyeti var üzerlerinde. sevilmeye muhtaç insan portresi çiziyorlar hep. seviceksiniz onları hep, ilgileneceksiniz. ilgilendiğinizi görünce bi hoşlaşıyorlar, sanki biraz da şımarıyorlar. * *
kızların gönlünü çelmek kolay onlar için, ya peki sonra? sonra ne yapacaklar, bu kızla yola devam mı, yoksa... yoksa kafalarında bitmeyen bir soru gibi. gönlünü çelmeye çalıştığı kızla uğraşırken bunları hiç düşünmüyor, çünkü amacı gönül çelmek. ilgi hastası olduğu için kendisiyle ilgilenen arıyor. sonra eli ayağı dolaşıyor.
herkese bir ümit vermekte, hani derler yaa, geleni getiriyo, gideni götürüyo diye. veya herkese bir mavi boncuk dağıtıyo diye. belki bunu amaçsız, belki farketmeden...artık siz koyun adını. öyle don juan halleri. çapkın birazcık. kızılcık sopasıyla dövülmeyi hakediyorlar.
zeki ve azimliler. çevrelerinde de zeki ve azimli insanları görmekten hoşlanıyorlar. çalışkanlar, çalışkan istiyorlar. sanatı seviyorlar. eğer ilgisini çekmek istiyorsanız sanat faaliyetleriyle ilgilenebilirsiniz. bu zayıf tarafları sanki.
arkadaşlarına düşkünler. dostluk arkadaşlık önemli onlar için. affediciler, arabulucular, hoşgörülüler, sempatikler, empatikler.
kararsızlar. birşeye karar vermekte zorlanıyorlar. iki şey arasında kalınca bocalıyorlar. bir terazi erkeğine yapılacak en kötü muamele onu iki şey arasında tercih yapmaya zorlamaktır zannımca. karar veremeyecekleri için perişan olurlar.
en iyisimi biraz emredici bir şekilde yaklaşmak ona. şunu yapacaksın, yapmalıyız, olmalı şeklinde. kontrolü ve insiyatifi ona bırakmamak lazım. her iki taraf içinde hayırlısı bu olur.
birazcık da dengesizler. terazinin kefeleri bir inip bir çıkar. ama dengeyi bir tutturdu mu dünyanın en hoş insanları olabilirler.
bu insanın dikkatini çekmeniz için ilk önce güzel olmalısınız, sonra zeki olduğunuzu kanıtlamalısınız. ayrıca yeteneklerinizin olması size sevgisini artıracaktır. kararlı bir tutum takının, tahakküm edici değil fakat kararlı olun. çünkü o kaypaktır, ucucu kaçıcı bir hali vardır. onun kaypaklığına müsaade etmeyin, üzmeyin kaçıp gidecek diye. eğer onu kontrol etmesini bilirseniz duygusal, akıllı, çalışkan, romantik, yüksek estetik zevki olan entel bir sevdiceğiniz olur.
sanata, güzelliğe, estetiğe düşkünler. bunun içine kızlar da giriyor tabii. güzel kızları -ayrımcılık yapmadan tabii- takip etmekteler. sadece güzellik de yetmiyor, zeka da önemli onlar için. zeki olmalı sevdiği kız ama güzel de olacak.
hassaslar, duygusallar. bu yönleri insanı şaşırtıyor, sanki bir kadın hassasiyeti var üzerlerinde. sevilmeye muhtaç insan portresi çiziyorlar hep. seviceksiniz onları hep, ilgileneceksiniz. ilgilendiğinizi görünce bi hoşlaşıyorlar, sanki biraz da şımarıyorlar. * *
kızların gönlünü çelmek kolay onlar için, ya peki sonra? sonra ne yapacaklar, bu kızla yola devam mı, yoksa... yoksa kafalarında bitmeyen bir soru gibi. gönlünü çelmeye çalıştığı kızla uğraşırken bunları hiç düşünmüyor, çünkü amacı gönül çelmek. ilgi hastası olduğu için kendisiyle ilgilenen arıyor. sonra eli ayağı dolaşıyor.
herkese bir ümit vermekte, hani derler yaa, geleni getiriyo, gideni götürüyo diye. veya herkese bir mavi boncuk dağıtıyo diye. belki bunu amaçsız, belki farketmeden...artık siz koyun adını. öyle don juan halleri. çapkın birazcık. kızılcık sopasıyla dövülmeyi hakediyorlar.
zeki ve azimliler. çevrelerinde de zeki ve azimli insanları görmekten hoşlanıyorlar. çalışkanlar, çalışkan istiyorlar. sanatı seviyorlar. eğer ilgisini çekmek istiyorsanız sanat faaliyetleriyle ilgilenebilirsiniz. bu zayıf tarafları sanki.
arkadaşlarına düşkünler. dostluk arkadaşlık önemli onlar için. affediciler, arabulucular, hoşgörülüler, sempatikler, empatikler.
kararsızlar. birşeye karar vermekte zorlanıyorlar. iki şey arasında kalınca bocalıyorlar. bir terazi erkeğine yapılacak en kötü muamele onu iki şey arasında tercih yapmaya zorlamaktır zannımca. karar veremeyecekleri için perişan olurlar.
en iyisimi biraz emredici bir şekilde yaklaşmak ona. şunu yapacaksın, yapmalıyız, olmalı şeklinde. kontrolü ve insiyatifi ona bırakmamak lazım. her iki taraf içinde hayırlısı bu olur.
birazcık da dengesizler. terazinin kefeleri bir inip bir çıkar. ama dengeyi bir tutturdu mu dünyanın en hoş insanları olabilirler.
bu insanın dikkatini çekmeniz için ilk önce güzel olmalısınız, sonra zeki olduğunuzu kanıtlamalısınız. ayrıca yeteneklerinizin olması size sevgisini artıracaktır. kararlı bir tutum takının, tahakküm edici değil fakat kararlı olun. çünkü o kaypaktır, ucucu kaçıcı bir hali vardır. onun kaypaklığına müsaade etmeyin, üzmeyin kaçıp gidecek diye. eğer onu kontrol etmesini bilirseniz duygusal, akıllı, çalışkan, romantik, yüksek estetik zevki olan entel bir sevdiceğiniz olur.
hayatımda bazı şeyler rast gitmedi evet.
kıyametler koparcasına bir hayat mı yaşadım?
bilemiyorum. ama bazı fırtınalar bir kıyametten alıntı gibiydi. kendi kıyametim demeli miyim? diyelim hadi.
ben ana rahmine düştüğümde o doğalı bir ay falan olmuştu. ardından ben de doğdum tabi, ne var ne yok bakayım diye. 4 yaşına geldiğimde gazetelerdeki yazıları taklit ederek yazmayı öğreniyordum ki, onun varlığından haberim yoktu. aradan biraz zaman geçti, ana okuluna yazdıldım. hayatımın aşkıyla tanışmaya 13 yıl kala, her erkek gibi ana okulu öğretmenime aşık oldum. tabi o zamanların bıçkın delikanlısı, yakışıklı ve bakımlı erkeği olduğumdan en güzel oyuncaklarla ben oynuyordum. ya da oyuncaklar çirkindi de benim ilgimi çektiğinden oynuyordum. bunların önemi yok ki. önemli olan o oyuncaklarla benim oynamam ve kimsenin elimden almaya kalkışmamasıydı.
ailem "dur bu çocuk bi' okumayı öğrensin" dediğinde ana okulumun bağlı olduğu ilk okula yazdırdılar, bütün ana okulu arkadaşlarım da o sınıfa yazılmış. tabi okul başlamadan deprem olduğundan çadırda falan okumuştuk. bilen bilir, silgin düşerse bir daha o silgi sana geri dönmez. çamurun üstündeki tahtalardan çok korkuyordum.
onla tanışmama 12 yıl kala hiç tanımadığım bir okula verdiler beni. her erkek gibi sıra arkadaşıma aşık oldum. okumayı öğrendim bu sefer yazmayı biliyordum zaten. birkaç şeyler daha öğrettiler derken 3. sınıfta altıma işediğim için özgüven eksikliğimi hayatımın geri kalan 15 yılında da hissettim. bakın, bu bir krizdir. ama şimdi psikososyal kurama girip kafa şişirmeyeceğim.
tarihler onla tanışmama 9 yıl kaldığını gösteriyorken yine hiç tanımadığım, daha doğrusu çok iyi tanıyıp yabancılaştığım bir yere sürüklendim. burada da biraz defter yazıp kitap okuduktan sonra lise adlı hayvansı mahzene attılar beni. orada saçma salak ve eksik bir eğitim gördüm.
lise bitti, biraz zaman geçti ve şükür ki onla tanıştım. belki maya takvimi o gün bitmiyor, belki diyanet takviminde çocuklara koyulacak isimlerde bizim isimlerimiz yazmıyor belki dünya 1 saniye ileri alınmadı belki de iphone'un yeni seri lansmanı yapılmadı ama bizimki de en az o kadar güzeldi.
hikayenin özeli, güzeli, biraz tutkulu biraz vurdulu kırdılı kısmı da burada başlamıyor mu zaten?
gözlerine yandığım, gamzesine öldüğüme bak sen. özgüveni ile dağları deviren, sevimliliği ile kalpleri fetheden, ele geçirmez olur muydu beni? öyle bir ele geçiriyordu ki güzelliği ile. o dans eden saçları, süt kadar berrak bedeni. başım döndü demiş miydim? tasvir ederken bile insanın gözünde canlanıp sanki yine kalbi sökecek gibi.
sevdirdim kendimi. o da ne şans ki ana okulu öğretmeniydi ama eski. sevdirdim kendimi demiştim. sevdi. seviyor oluşumu, akıllı olduğumu, ona göre yakışıklı olduğumu sevdiğini söylemişti bir keresinde çimenlerin üzerinde ara ara etrafı kollayıp öpüştüğümüz günlerde.
bence sadece seviyor oluşumu sevmişti. çünkü ben de onu seviyorken aynı zamanda onu seviyor olmamı seviyordum. tabi bu kulağa ne kadar hoş gelse de; iki kişilik sahiplenip, iki kişilik kıskanıp, iki kişilik bağırıyordum ona. insanlara bağırmak kolay da, ağlarken sesinin çıkmaması ne kadar zor değil mi? Öyle gerçekten.
Bazen susman gereken yerde susmazsan, geri kalan ömründe konuşamazsın. hem de susman gereken bir kişiyken, tüm dünyaya susmak zorunda kalırsın. kulaklarını tıkasan da, kulağının dibinde bağırsalar da susturamazsın ve sesini çıkaramazsın hayata karşı. bir kere sevdiğini söylesen, her şey düzelecek sanırsın, senin sevginden tiksinen bir zamanların aşığı o insan bunu duymak istemese de.
yaptığım yanlışlarda boğulurken, hayatı zehir ettiğim insanların gülüşmesi benim kalbime, beynime, gözlerime saplanan bir mızrak gibiydi. o çok özlediğim hayatı düşlerimde yaşıyorken, her sabah uyandığımda karşılaştığım gerçekler, kafamı lavabo mermerine vura vura geçmeyeceğini fark edeli çok değil, 15 saat oldu.
insanları düşlerine hapseden bir hastalık olmalıydı aslında. ya da adı en azından şizofreni olmamalıydı.
insanların geçmişini silecek bir hastalık olmalıydı ya da. ama onun da adı alzheimer olmamalıydı.
insanın geçmişinde onun kadar yüce olmamalı mesela. ya da olacaksa da gitmemeli.
insanın uğrunda öleceği bir insan olmalı ki hayatta, uğruna yaşadığı da bilinmeli.
insanın hayatında onun gibi biri olmalı dünyada, toparlarken seni, sana bile katlanabilmeli.
Özlememeli insan, üzülür. Seven her zaman ölür.
benden nefret etme. kaybeden insanın hırsı büyük olur ve sonunda hırsında boğulur. beni sevdiğin gibi başkasını sevme. bir başkasını sevme hatta. mutlu ol, gülümse ama sevme. sana beni sevmek yakışır, bir başkasını değil. sana benle aşık atmak, benle öpüşmek, benle sevişmek yakışır. sana ben yakışırım. başkaları değil. o güzel ellerinin, kocaman kocaman gözlerinin, o gülünce beni saran gamzelerin bana yakışır. teninin ve ruhunun yakıştığı kadar.
ben sadece senin kalacağım. sen beni öldürüyorken bile seveceğim. her daim, dönmeni, sevmeni ya da acıyarak baktığın gözlerini bekleyeceğim. ha aklım sensizliğe vurmuşken, ha mezarda dayama tahtasına kafamı vurmuşken. ben yine seni bir şekilde göreceğim.
bir sabah uyandığında telefonun çalacak. ailemse aç, sana o mutlu olacağın haberi verecekler.
eğer arayan bensem bil ki sonraki sabah yine deneyeceğim.
ben bir gün öldüğümde mutlu ol. ama senin için öleceğimi de unutma.
kıyametler koparcasına bir hayat mı yaşadım?
bilemiyorum. ama bazı fırtınalar bir kıyametten alıntı gibiydi. kendi kıyametim demeli miyim? diyelim hadi.
ben ana rahmine düştüğümde o doğalı bir ay falan olmuştu. ardından ben de doğdum tabi, ne var ne yok bakayım diye. 4 yaşına geldiğimde gazetelerdeki yazıları taklit ederek yazmayı öğreniyordum ki, onun varlığından haberim yoktu. aradan biraz zaman geçti, ana okuluna yazdıldım. hayatımın aşkıyla tanışmaya 13 yıl kala, her erkek gibi ana okulu öğretmenime aşık oldum. tabi o zamanların bıçkın delikanlısı, yakışıklı ve bakımlı erkeği olduğumdan en güzel oyuncaklarla ben oynuyordum. ya da oyuncaklar çirkindi de benim ilgimi çektiğinden oynuyordum. bunların önemi yok ki. önemli olan o oyuncaklarla benim oynamam ve kimsenin elimden almaya kalkışmamasıydı.
ailem "dur bu çocuk bi' okumayı öğrensin" dediğinde ana okulumun bağlı olduğu ilk okula yazdırdılar, bütün ana okulu arkadaşlarım da o sınıfa yazılmış. tabi okul başlamadan deprem olduğundan çadırda falan okumuştuk. bilen bilir, silgin düşerse bir daha o silgi sana geri dönmez. çamurun üstündeki tahtalardan çok korkuyordum.
onla tanışmama 12 yıl kala hiç tanımadığım bir okula verdiler beni. her erkek gibi sıra arkadaşıma aşık oldum. okumayı öğrendim bu sefer yazmayı biliyordum zaten. birkaç şeyler daha öğrettiler derken 3. sınıfta altıma işediğim için özgüven eksikliğimi hayatımın geri kalan 15 yılında da hissettim. bakın, bu bir krizdir. ama şimdi psikososyal kurama girip kafa şişirmeyeceğim.
tarihler onla tanışmama 9 yıl kaldığını gösteriyorken yine hiç tanımadığım, daha doğrusu çok iyi tanıyıp yabancılaştığım bir yere sürüklendim. burada da biraz defter yazıp kitap okuduktan sonra lise adlı hayvansı mahzene attılar beni. orada saçma salak ve eksik bir eğitim gördüm.
lise bitti, biraz zaman geçti ve şükür ki onla tanıştım. belki maya takvimi o gün bitmiyor, belki diyanet takviminde çocuklara koyulacak isimlerde bizim isimlerimiz yazmıyor belki dünya 1 saniye ileri alınmadı belki de iphone'un yeni seri lansmanı yapılmadı ama bizimki de en az o kadar güzeldi.
hikayenin özeli, güzeli, biraz tutkulu biraz vurdulu kırdılı kısmı da burada başlamıyor mu zaten?
gözlerine yandığım, gamzesine öldüğüme bak sen. özgüveni ile dağları deviren, sevimliliği ile kalpleri fetheden, ele geçirmez olur muydu beni? öyle bir ele geçiriyordu ki güzelliği ile. o dans eden saçları, süt kadar berrak bedeni. başım döndü demiş miydim? tasvir ederken bile insanın gözünde canlanıp sanki yine kalbi sökecek gibi.
sevdirdim kendimi. o da ne şans ki ana okulu öğretmeniydi ama eski. sevdirdim kendimi demiştim. sevdi. seviyor oluşumu, akıllı olduğumu, ona göre yakışıklı olduğumu sevdiğini söylemişti bir keresinde çimenlerin üzerinde ara ara etrafı kollayıp öpüştüğümüz günlerde.
bence sadece seviyor oluşumu sevmişti. çünkü ben de onu seviyorken aynı zamanda onu seviyor olmamı seviyordum. tabi bu kulağa ne kadar hoş gelse de; iki kişilik sahiplenip, iki kişilik kıskanıp, iki kişilik bağırıyordum ona. insanlara bağırmak kolay da, ağlarken sesinin çıkmaması ne kadar zor değil mi? Öyle gerçekten.
Bazen susman gereken yerde susmazsan, geri kalan ömründe konuşamazsın. hem de susman gereken bir kişiyken, tüm dünyaya susmak zorunda kalırsın. kulaklarını tıkasan da, kulağının dibinde bağırsalar da susturamazsın ve sesini çıkaramazsın hayata karşı. bir kere sevdiğini söylesen, her şey düzelecek sanırsın, senin sevginden tiksinen bir zamanların aşığı o insan bunu duymak istemese de.
yaptığım yanlışlarda boğulurken, hayatı zehir ettiğim insanların gülüşmesi benim kalbime, beynime, gözlerime saplanan bir mızrak gibiydi. o çok özlediğim hayatı düşlerimde yaşıyorken, her sabah uyandığımda karşılaştığım gerçekler, kafamı lavabo mermerine vura vura geçmeyeceğini fark edeli çok değil, 15 saat oldu.
insanları düşlerine hapseden bir hastalık olmalıydı aslında. ya da adı en azından şizofreni olmamalıydı.
insanların geçmişini silecek bir hastalık olmalıydı ya da. ama onun da adı alzheimer olmamalıydı.
insanın geçmişinde onun kadar yüce olmamalı mesela. ya da olacaksa da gitmemeli.
insanın uğrunda öleceği bir insan olmalı ki hayatta, uğruna yaşadığı da bilinmeli.
insanın hayatında onun gibi biri olmalı dünyada, toparlarken seni, sana bile katlanabilmeli.
Özlememeli insan, üzülür. Seven her zaman ölür.
benden nefret etme. kaybeden insanın hırsı büyük olur ve sonunda hırsında boğulur. beni sevdiğin gibi başkasını sevme. bir başkasını sevme hatta. mutlu ol, gülümse ama sevme. sana beni sevmek yakışır, bir başkasını değil. sana benle aşık atmak, benle öpüşmek, benle sevişmek yakışır. sana ben yakışırım. başkaları değil. o güzel ellerinin, kocaman kocaman gözlerinin, o gülünce beni saran gamzelerin bana yakışır. teninin ve ruhunun yakıştığı kadar.
ben sadece senin kalacağım. sen beni öldürüyorken bile seveceğim. her daim, dönmeni, sevmeni ya da acıyarak baktığın gözlerini bekleyeceğim. ha aklım sensizliğe vurmuşken, ha mezarda dayama tahtasına kafamı vurmuşken. ben yine seni bir şekilde göreceğim.
bir sabah uyandığında telefonun çalacak. ailemse aç, sana o mutlu olacağın haberi verecekler.
eğer arayan bensem bil ki sonraki sabah yine deneyeceğim.
ben bir gün öldüğümde mutlu ol. ama senin için öleceğimi de unutma.