bugün

bir eski zaman ruhu.
sadece saat ustası değil, aynı zamanda çağdaş türk edebiyatının en yetenekli, dikkat çekici yaratıcılarından biri.
şu aralar bu hanımefendiyi okumaktan gözüme uyku girmiyor. kanımca tanpınar'dan sonra yine tanpınar'ın üslubuyla yazıp da sırıtmayan ilk yazardır kendisi. hayri irdal'ın kadın hali sanki.
okumak iptiladır, müptelalara selam olsun. hu diyoruz onlara huuu!

http://kitap.radikal.com....egil-ama-cok-derin-251919
Oğuz atay'ın üslubunu sevenler için günümüzün kaçırılmayacak yazarıdır kendisi.
iyi bir başlangıç yapmak isteyenler Zamanın Farkında adlı eseri alıp okuyabilirler. Zaman kaybı değildir, mutlaka okunması gerekir.

" [...] kendini bir kez çıplak gözle görebilse insan, bir bakabilse yapamadıklarına değil bu hali ile yapabildiklerine şaşar. bir kez gerçekten görebilse olmuşu, verilmiş, olabilecek her şeyin aşinası olur artık. aşinası olunan artık tiksinilen ve inleten değildir. sadece kime ne kadar gösterileceğinin tedbiri alınır; aşinalık tedbirleri. kırgın değilim. gördüm ve önümdekinden başka bir şeyim olmadığını anladım. önümdeki bir parça zaman, farkına varabildiğim kadar."
der ki:
Öğrendiğim her şeyi yalnızlıktan, ıssızlıktan, sessizlikten ve çok fazla bakmaktan öğrendim."
çoşkuyla ölmek isimli kitabı 2012 yılının en iyi 10 kitabı arasındadır.
"ben peygamber olmak istiyordum, ya da hiçbir şey. ama olamadığım peygamber olamamak olsun istiyordum bir yandan da."
sevgili şule ;

bu sabah lucio battisti'nin io vorrei non vorrei ma se vuoi adlı şarkısını dinlerken birden aklıma geldin. italyanca bilir misin? ben de bilmiyorum. ama şarkının manasının ''istiyorum, istemiyorum, eğer sen istersen'' olduğunu biliyorum. bir şarkının namesini söze dökmek kolay değil. daha doğrusu ben bu iş için edebi açıdan kifayetsiz sayılırım ama tarife cüret edecek olursam dalgaların bir sahile vuruşu gibi geri çekiliyor, kabarıyor, yükselip kıyıya vuruyor ve tekrar ric'at ediyor. aşağı yukarı hayatımız gibi birşey. resimlerine, daha doğrusu senin suretinin suretine baktığımda bu şarkıdaki dinginlik halini andıran bir ifade görüyorum. kendini herkesten ve her şeyden geriye çekmişsin. onların, yani hür iradenle hayatına dahil ettiğin sayılı kişilerden gayrısının seni incitmesinden mi korkuyorsun ? belki dünyana onları ortak ettiğinde senin soylu gördüğün şeyleri anlamayacaklarından, ona gereken değeri vermeyeceklerinden endişelisin. seni de eteğinden tutup yanlarına çekmelerinden korkuyorsun. ya da bunlardan hiç biri değil. sadece dilediğin gibi yaşama özgürlüğünün tadını çıkartmak isteyen egoist birisisin.

şimdi dünyana girmeden, sen beni farketmeden uzaktan izlemedeyim. tek başına atölyede tıkırtıların arasında bitirmek için kendine mühlet koyduğun o saatin parçalarını yerine monte ederken, dudağının büküldüğü anı zihnime kaydettim. öğle vakti biraz geçmiş ve sen hala gün doğduktan kısa bir süre sonra yaptığın hafif kahvaltıyla duruyorsun. acaba çilekeşler, acıktıklarını duyumsarlar mı ? sonra vakit ikindiye doğru eğilip, sırtında kadınlara has o ağrıyı hissettiğinde etrafına şöyle kaçamak bir bakışla bakıp göz gezdiriyorsun. ne tuhaf ! her yanın saat dolu ama sen saatin kaç olduğunu merak edip de bakmadın. insan kendinin şuurunda ise hayatını saatlik hesaplara göre pay etmesine ne gerek var ? sen kendinlesin ve o çalıştığın süre içinde, özünle ne muhavereler yaptın. şimdi kaşımda o kadar gerçeksin ki yalan makinesi fotoğraf bile bakışlarındaki hüznü gizleyemiyor. hep bir şeyler arar gibi uzaklardasın veya gelmeyecek bir şeyin, birisinin umutsuzluğunda. ama nedense çok azı objektife doğru ve en az gerçekçi olanlar objektife baktığın kareler.

bu sabah o şarkıyı dinlerken seni hayal ettim. senin kadar güzel ifadelerle olmasa da bir şarkının ilhamıyla seni birleştirerek kafamda bir şule yaratıp, kaleme döktüm. benim orada olmamı bilmeni bile istemem, öyle saatlerce seni senleyken izlemek daha güzel olur. işte bu yalandı. beni farketmeni istemesem niye orada olayım ki? sonra sen birden farkıma var. ben en aptal halimle yakalanayım. yanakların önce biraz pembeleşsin ve tebessümünle tatar gözlerin biraz daha kısılsın. utanma sırası bana geçsin. bu gülümsemeye karşı koymak ne de zor. ben burada ne mi arıyorum? bir insan. acaba aradığım siz misiniz?
coşkuyla ölmek gibi bir kitabı vardır.

“Hayata sığmak kolay değil, elin kolun sığsa tuttukların sığmıyor, ayakların girse hayallerin girmiyor, belin dönse gözün arkada bıraktıklarında kalıyor, hep bir darlık, darlık, sıkışma, sonra da bakılıyor ki, insan gire gire daha giriş kapısında durmuş, orayı da tıkamış, ötesi bomboş, yiğitsen ilerle. Bilinen beylik şeyler, evlenmek, işe girip çalışmak, yorulmak, hastalanmak, yaşlanmak, umduğunu bulamamak ve gitmek istemek…’”
"devir öyle bir devir ki insan kalkıp da "şuyum" diyemiyor; iyi bir şey zannedip "ben de" diyorlar.

şöyle gönül rahatlığıyla bir içimi döküp "yahu ben şizofrenim galiba" desem "aa devir şizofren devri kim değil ki, sen beni bilsen," diyorlar..."
'Öyle miymiş?' Adlı beklenen Kitabı 11 martta çıkıyor.
"Başkalarının perişanlığını görmek beni hayata ısındırmadı, hepi topu buymuş demek soğan ekmeğe iştahlandırmadı. Ölüler ve ölenler hayata bağlamadı. Balığın suda kayışı da, tavada yanışı da gayretle acıklı idi de, ummanın buna ses çıkarmayışı niye idi?"
Kelimeleri ince ince işleyip eski zaman hikayeleri anlatan, ölüm ile hatta en çok da kendisi ile ilgili dertleri tasaları handikapları olan tuhaf insan iyi yazar.
"Bir şeylerin, insan soyunun devamı olmak beni öyle sıkıyor ki."