ömür hanımla güz konuşmaları

entry11 galeri0 video1
    11.
  1. “Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
    yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var
    göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. in-
    cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
    Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
    keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
    bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
    yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
    engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
    hanım?

    Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
    görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
    kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
    umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
    meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
    şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
    böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
    anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
    başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
    mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
    aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
    sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
    olur tükenmek değil de?

    Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
    boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
    bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
    diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
    tından?

    Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
    çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
    kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
    lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
    Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
    görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
    nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
    Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
    avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
    binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
    bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
    öğrendik böylece.

    Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
    Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
    Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
    yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
    yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
    karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
    ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
    içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?

    Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
    özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
    oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
    eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
    avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
    yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
    eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
    rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...

    Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
    eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
    dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
    ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
    gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
    perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
    kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
    Ömür hanım?

    Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
    konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
    kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
    reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
    Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
    ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
    toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
    saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
    hangi gözle?

    Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
    nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
    Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
    mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
    bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
    yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi
    anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
    işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
    nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
    olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
    muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...

    Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
    aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
    Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
    sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
    iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
    puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
    akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
    izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
    kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
    bizi değişmek çirkinleştirir de.

    Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
    adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
    olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı
    yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
    şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
    ne yerinde ne yersiz...


    Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
    çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
    nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
    kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
    gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
    ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
    küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
    cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
    ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
    içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
    bu ezbere yaşamla.

    Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar
    iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
    yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
    dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
    nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
    geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
    acıların anasıdır, de...

    Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
    söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
    lıplarından. Beni duy ve anla.


    Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
    yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
    ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
    atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
    kurşuni-külrengi mi yoksa?

    Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
    dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
    maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
    rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
    aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
    değil mi? Kim ne diyebilir ki?

    Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
    içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
    ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
    olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
    ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
    saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
    ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
    rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
    ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.


    Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
    yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
    at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
    kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk,
    yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
    umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
    yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?

    Ankara, Güz/1983”
    1 ...
  2. 10.
  3. Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?

    Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?

    Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?

    Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?

    Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama… Değil mi yoksa?

    Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım?

    Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük…Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım… Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?

    Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki… Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?

    Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı?

    Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi?

    Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda?

    Yerini bulur mu gerçekten?

    Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?

    Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim. Benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim.

    Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?

    Bilmek, bütün acıların anasıdır.
    1 ...
  4. 9.
  5. susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir beni konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...
    0 ...
  6. 8.
  7. göz açıp kapanıncaya kadar okunan bir şiire bir ömrü özetleyen şükrü erbaş şiiri.
    0 ...
  8. 7.
  9. kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan bir ben geçtim.
    içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim
    benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim...
    yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı
    beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile...

    ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde.
    saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum.
    bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında,
    örtüyor ömrümün ilk yazını.
    içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru,
    binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek.
    sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
    yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?
    şükrü erbaş
    0 ...
  10. 6.
  11. öncelikle dinlemek isteyenler için şöyle bırakalım.
    https://www.youtube.com/watch?v=aSYZwIi9UIQ
    arkadaşın evine gittim. perdeyi sonuna kadar açmıştı, çam ağaçlarıyla dolu bir ormana bakıyordu pencere, havada sağanak bir yağmur vardı. bilgisayarda bu şiiri dinliyordu. birer kahve yaptık, oturduk beraber, en baştan sonuna kadar dinledik çamları ve yağmuru izlerken.
    açıkçası dinleyince verdiği anlam, dinlediğiniz ortama göre değişiyor.
    ben bu şiirden orada o an aldığım tadı hiçbir zaman alamadım.
    hiçbir şiirden alamadım.

    Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
    yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var
    göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. in-
    cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
    Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
    keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
    bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
    yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
    engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
    hanım?
    ---
    Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
    yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
    ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
    atlasından. Ne aldanış!
    1 ...
  12. 4.
  13. gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil
    dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan.
    delilik mi dedin? kim bilir...belki de yerde sürünmenin
    bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
    aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim
    değil mi? kim ne diyebilir ki?

    çok güzel beeeeeeeeeeeeee.
    şükrü baba.
    4 ...
  14. 4.
  15. tekrar tekrar seyredilen filmler misali tekrar tekrar okunması gereken şiir.
    5 ...
  16. 3.
  17. zaman zaman okunması ve unutulmaması gereken şükrü erbaş şiiri.
    6 ...
  18. 2.
  19. "ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.
    yağmur ha yağdı ha yağacak. incecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür hanım?
    her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
    göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? bir güz düşünün ki ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?
    yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
    yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
    dönelim...dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...olsun dönelim biz yine de. bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım. büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
    yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım. bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir göz bebeklerimden. sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?
    yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa?
    öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise, bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
    oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben'e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. kim kimi ne kadar anlayabilir ömür hanım?
    susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir beni konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...yalnızım ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...sularım toprağa sızıyor bak. yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş saklanıyor içimde. kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?
    kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? yerini bulur mu gerçekten? sözü yasaklamalı ömür hanım yasaklamalı...kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?
    olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. yanılıyor muyum? olsun. yanıldığımı biliyorum ya...
    yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.
    kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz.
    biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...
    kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde...o kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.
    dünya bir testidir, de, ömür hanım, ömür bir su...sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. ve bir gün ölümün balkonundan...dökülür toprağa el içi kadar bir su. yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık...ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...
    sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. yıldım ömrümün kalıplarından. beni duy ve anla.
    yağmur dindi ömür hanım. gökyüzü masmavi gülümsedi yine. doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. ne aldanış! bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?
    gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. delilik mi dedin? kim bilir...belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? kim ne diyebilir ki?
    kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim...yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm.
    ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım? "

    şükrü erbaş şiir-yazısı. her okunduğunda başka bir yeri alır götürür insanı uzaklara.
    7 ...
  20. 1.
  21. şükrü erbaş şiiri.

    ...ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını
    yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var
    göğün maviliğinde. yağmur ha yağdı ha yağacak. incecik
    bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
    hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir
    keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce
    bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
    yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
    engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür
    hanım?

    her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı
    görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
    kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
    umuttan, sevinçten ne anlar? göğü görmeden, denizi görmeden
    maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki
    ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
    böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir
    anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
    başlangıcı olmak değil midir? yaşamı düz bir çizgide tutmak
    tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
    aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
    sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
    olur tükenmek değil de?

    yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
    boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...ve ben sonsuz
    bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum.
    seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?

    dönelim...dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
    çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
    kabuklarına sığınmaktır...olsun dönelim biz yine de. bilincinde
    olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
    evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
    görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim.
    ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım.
    büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük
    avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
    binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik
    bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
    öğrendik böylece.

    yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım.
    bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
    sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık
    yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
    yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut
    karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
    ne ki? yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
    içine alan kocaman bir yanılsama... değil mi yoksa?

    öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
    özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. koşullarım beni
    oluşturdu ben acılarımı buldum. herkes gibi yaşasaydım
    eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
    avutmaya beni. bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
    yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
    eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya,
    'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...

    oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
    eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
    dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. öyle bir tüketmek
    ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan
    her döndüğümde...bir ben ki tüm ilişkilerin
    perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına
    insanların. kim kimi ne kadar anlayabilir
    ömür hanım?

    susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir, beni
    konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben,
    kaynağını kuruttum. geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde,
    kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...yalnızım
    ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar
    içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...sularım
    toprağa sızıyor bak. yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş
    saklanıyor içimde. kim kimin derinliğini görebilir, hem
    hangi gözle?

    kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...
    bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
    dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? düşlerinden
    mi yoksa gerçeğinden mi? ve kaç kapıdan geçip yerini
    bulur bir başka insanda? yerini bulur mu gerçekten? sözü
    yasaklamalı ömür hanım yasaklamalı...kimsenin kimseyi
    anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
    işe yarıyor ki? olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi
    dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
    olurdu. aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. yanılıyor
    muyum? olsun. yanıldığımı biliyorum ya...

    yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. kurşun
    aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
    belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. sessizlik
    sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
    iç zenginliği verir insana. dünyanın usul usul ağaran o
    puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
    akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. anlık
    izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
    kalıcı ömürlüdür...alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
    bizi değişmek çirkinleştirir de.

    kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
    adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
    olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı
    yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek yaşamın
    kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
    ne yerinde ne yersiz...

    biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız
    kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hünerimiz
    kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
    kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...kıyılarımız duygularımızın
    boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
    ufuklarımızsa sisler içinde...o kıyısız gökyüzü nasıl sığar
    küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pencereye...
    nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? ve nedir
    ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
    içimize. çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
    bu ezbere yaşamla.

    dünya bir testidir, de, ömür hanım, ömür bir su...sızar
    iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
    yudum mutluluk için. ve bir gün ölümün balkonundan...
    dökülür toprağa el içi kadar bir su. yerde birkaç damla
    nem, bir avuç ıslaklık...ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
    geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
    acıların anasıdır, de...

    sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler
    söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. yıldım ömrümün kalıplarından.
    beni duy ve anla.

    yağmur dindi ömür hanım. gökyüzü masmavi gülümsedi
    yine. doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. umudun
    ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
    atlasından. ne aldanış! bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
    kurşuni-külrengi mi yoksa?

    gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil
    dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan.
    delilik mi dedin? kim bilir...belki de yerde sürünmenin
    bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
    aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim
    değil mi? kim ne diyebilir ki?

    kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
    içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
    ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
    olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
    ben geçtim...yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
    saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
    ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kırıklarıyla
    anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
    ve dağınıklığı ile... yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

    ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak
    yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir
    at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında,
    örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk,
    yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
    umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
    yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?

    ankara, güz/1983
    7 ...
© 2025 uludağ sözlük