Türkiyede cocuk bakmak annenin sorumluluğunda görülür, altını bezler, kreş bulur, taksidi öder, kıyafet seçer, banyo, giyim, kişisel bakımı hep annededir en modern ailede bile. Ama bosanirken velayet anneye verilince de ühühü ama o benim de cocugum diye ağlar erkekler yalansa yalan deyin.
3 üz kızlar beni bölüşemiyorlar benim ablam o tamam mı diye biri bi kolumdan diğeri birinden tutuyor 3. tutacak kol bulamayınca ağlıyor ben de 3. kol yaptıracağım.
kin ve nefretle kalbini yormayan, ışıl ışıl bakışlarla karşısındakini süzen yegâne varlık.
buarada insanların çocuklarından bahsederken büründükleri çocuk-su hallerine olan hayranlığım,bir gün çocuk sahibi olma isteğimin en büyük etkenlerindendir.
Kotu dusunceleri olmayan Yuregi sevgi dolu masum. Tek ihtiyaci olan şey sevgi ve şefkat olan, candan can.
anne babasina aşık küçük insan.
O kadar guzeller ki.
Allah hepsini kötülüklerden korusun.
Hayatım boyunca bıkmadan ilgilenebileceğim, saatlerce sohbet edebileceğim küçük insanlar.
En büyük mutluluğum da ağlayarak girdikleri klinikten kahkahalarla ayrılmalarını sağlamak. O kadar saf o kadar masumlar ki, çürük temizlediğim aletin dişlerini gıdıkladığına inanıp bir de gülme krizine giriyorlar.
Çok seviyorum sizi çocuklar. Sizsiz bu dünya iğrenç bir yer olurdu.
dün odtü cozone'daydım. teknokent bünyesinde bir yer bu, serbest çalışanlara veya çalışma yeri arayanlara yönelik. herkes okumuş yazmış, serbest meslek sahibi, yazılımcı, tasarımcı, mühendis, böyle şeyler. "smart casual'lıktan" ortalık yıkılıyor.
işte oradaki bir ton çalışma alanının içinde çocuklar için de bir köşe var. ikea'nın çocuk masası, renkli yastıklar, peluş hayvanlar falan.
tam göremedim ama en fazla 4 yaşında bir kız çocuğu, o köşenin dibinde tek başına uyumuş, uyurken de kendi boyundaki bir aslan mıydı fil mıydı hatırlamıyorum ona sarılmış. allahım delirten bir tatlılık.
derken bu sabah,
operasyon savaş bilmem ne bir ton manasız haberle uyandık. "olan çocuklara olacak yine allahım sen koru..." diye izlediğim haberlerde soma'ya geçildi.
kıdem tazminatlarını alamayan maden işçileri ankara'ya yürüyüşe geçti fakat birkaç kilometre sonra durduruldu. duymuşsunuzdur. işte o işçiler, durduruldukları yerden dönmeyip orada çadırlar kurdular. ankara'ya gidemiyorsak geri de dönmüyoruz diyerek çadırlarda sabahlıyorlar.
onlardan birinin kızı. kaç yaşında olduğunu söylemişlerse de hatırlamıyorum dikkat etmedim.
yol kenarında, yağmur altında, bir çadırın içinde, sözlük anlamıyla 3 kuruşun peşinde, annesi tarafından, elinde oyuncak bebeğiyle uyutulacak yaştaydı.
çocuğunu teknokent'te uyutan ailenin de, bir ekim gecesi yağmur altında bir çadır köşesinde uyutanın da yapacak başka bir şeyi yoktu.
fakat? ailelerin yapacak başka bir şeyleri olmama eşiğinin arasındaki fark nasıl böyle olabiliyor?
teknokent'te büyüyen çocuğu karaya vuran kardeşinden daha önemli kılan bir şey mi var?
haber izlerken yediğim börekten utandım. tam şu anlarda, 9 yaşında bir çocuk kendini mezarlık girişine asmayı tasarlıyor olabilirdi.
ya bak gerçekten, ama gerçekten, allah peygamber aşkına, lütfen, artık gerçekten "kahrolsun bağzı şeyler."
bu dünyaya ait değiller. onları sadece seyretmek bile içinizin yıkanmasına sağlar.
ben çevremdeki kötülüklerden bunalınca, kendi karanlığımdan, kötü duygularımdan arınmak isteyince oynayan çocukları seyrederim. terapi gibidir, iyi gelir.
-o eve ne yap et gireceksin.(zeynep arabada saç baş dağıtır tam profesyonel göz yaşı sulandırır araba aynasından ayarlar gözünün altına)
Zeynep:
-o iş bende merak etme
Ve tabi ki zeynep eve kapağı.. (14).