istanbul'un zaptından, yani 553 yıldan bu yana, il kez duyulan garip bir ihtiyaçtır bu; hem de istanbul'un azgın bir taşra yağmasına uğrayarak, "çarpık ve çirkin kentleşme"ye berbat bir örnek olduğu bir sırada...***Sanki Boğaz'dan geçen yabancı gemilerle, istanbul'u gezen turistlere gönderler ve bayraklar boyunda bir mesaj verilmekte:- Gördük görmedik demeyin, burası bizimdir ha!..Böyle bir mesaj vermeyi doğuran refleks, nasıl bir kuşkuyla tedirginliğin meyvesi olarak serpilmekte acaba; çünkü pek normal değil.***Normal değil, çünkü insan kendi evinin içindeki her odanın kapısına, kendi adını büyük harflerle yazmaya kalkmaz; bu oda da benim, bu oda da benim, der gibi...Başkent Ankara'nın her tepesine, 36 metre yükseklikteki gönderlere 150 metrekarelik bayraklar çekmek, biraz garip kaçmaz ve tuhaf karşılanmaz mı?***Evrensel ekonominin Türkiye üstündeki etkileri; köylülerin sokaklarda yalınayak dolaştığı, tarlalarda kara sabana insanların koşulduğu ve okullarda "çıktık açık alınla on yılda her savaştan" marşlarının söylendiği yıllardan; günümüzün "7 kişiye 1 araba" düştüğü bir döneme getirdi ülkeyi.Ve köylü ağırlıklı taşra insanı böyle bir değişime hiç hazırlıklı değilken; bir anda çok daha zengin olma hırsına kapılmaya başladı.***Zengin olma hırsı, yerel siyasetçi kadrolarıyla da kolkola girip; kadastrosuz Hazine arazisi talanından, kaçak elektrik yolsuzluklarına kadar köpürüp köpüklenedursun...Kadınsız kahkahasız erkek erkeğe kahvelerinin simgelediği "köylü" formasyonu, keseler şişkinleşse dahi, mesleki bir kimlikten yoksundu.Hiyerarşik payelenmede "makam" sahipliğinin önde geldiği "oligarşik" bir yapıda; özellikle kasaba sermayedarı, TÜSiAD düzeyinde evrenselleşme rotasının çok dışında kaldı.Ve ya siyasal milliyetçiliğe kaydı, ya siyasal tarikat müritliğine...***1947'de ABD'nin baskısıyla başlayan "karayolları seferberliği" sonucu, istanbul, tam bir taşra yağmasına uğrayınca...Beyoğlu-Harbiye-Nişantaşı-Maçka-Bebek-Moda-Kadıköy-Suadiye alafrangası; öncelikle gitgide minareleri de iyice uzayarak pıtıraklaşan taze camilerin gölgesinde erimeye yüz tuttu...***Bir yandan ekonomide dışa açılma, bir yandan Kopenhag kriterlerinin içeriye doğru uzanması ve resmen kabul edilen "Kürt sorunu", oligarşik yapıyı da örselediğinden; Hazine'den geçinmeliler kanadında da can havliyle "siyasal milliyetçiliğe" sarılma, iyice yele kabartmaya başladı ve istanbul'da minareler paralelinde, bayrak direkleri de boy atıp uzayıverdi.***Türkiye'de; kendine göre bir kalkınma temposunun nabız atışları duyulmada... ihracatın 83 milyar dolara, turizm girdilerinin 20 milyar dolara çıkmasıyla övünenler gırla...Ama "gelişme" ayrı bir kalite ve birikim istiyor.O nedenle de gerek "kışla" parfümlü, gerek "cami" parfümlü siyaset; küreselleşme sürecinden kaygılanıyor ve istanbul'a uzun minareli camilerle, uzun direkli büyük bayraklar dikerek:- Burası bizim ha...Deme ihtiyacını duyuyor.***Geçenlerde Murat Belge, yüksek direkli büyük bayrak gösterisinin, ırkçı bir faşizme doğru meyillenme işareti de olabileceği üstünde duruyor ve iç çalkantıları koyulaştırma sakıncasına dikkati çekiyordu.Velhasıl 553 yıldan bu yana ilk kez istanbul'a dikilen o 35 metre uzunluğundaki 150 metrekarelik bayraklar, çok doğal görünmüyor 21. yüzyıllı bilimsel bakışlara...***Yavuz Selim, 1517'de aldı Mısır'ı... Mısır, 300 yılı aşkın bir süre Osmanlı egemenliği altında kaldı.Kimsenin aklına düşmedi eski Mısır hiyerogliflerini çözme merakı.***Napoléon Bonaparte, 1798-99 arasında şöyle bir uğradı Mısır'a...Birden Mısır hiyerogliflerini çözme merakı başladı Paris'te.Ve 1824'te Champolléon, hiyeroglifik yazının da fonetik olduğunu saptadı.Bu konuda BBC'nin hazırladığı ayrıntılı bir belgeseli, NTV kanalı yayınlıyor şimdilerde...***Ta lise yıllarından bu yana, bizim sultanların neden hiyeroglifi hiç merak etmemiş olmaları yüreğimi çimdirir.Şayet merak etselerdi, kim gerek duyardı ki, istanbul'da tepelerle burunlara upuzun gönderli büyük bayraklar dikerek:- Gördük görmedik demeyin, burası bizim ha, demeye...***Sorun, istanbul'a büyük bayraklar dikmekte değil, onun doğal güzelliğiyle tarihsel kimliğine "uzay çağı"nda da evrensel bir kalitede layık olabilmekte... c.altan@prizma.net.tr Küreselleşme sürecinin hızlandığı yeni bir çağın başında, doğup büyüdüğüm istanbul'da ilk kez; Selimiye Kışlası'nın öncülüğünde, nedense çeşitli tepelerle burunlara upuzun direklerde 150 metrekarelik bayraklar dikme ihtiyacı duyuldu...
acısını paylaşıyoruz.
Ayrıca hayran olunacak bir adammış. Hukuk okuyup, kendisini yazıya verip gazeteci oluşu, doğal olarak hapse girişi(düşünce özgürlüğümüz),
huzurla yatsın.
Paşa torunu, Galatasaray Lisesi'nin Nallı Böcek'i, istanbul Hukuk'un iyi öğrencisi ve hiç hukukçuluk yapmayanı, gazeteciliğin haşarı evladı, Türkiye parlamentolarının bugüne kadar gördüğü en aykırı vekili, türkiye mahpushanelerinin bir avuç gökyüzü'sü, türk dilinin en kıvrak kalemi, insanlığın ortak gül bahçesine bir değil binlerce gül dikeni, hayatın hep katanı ve güzelleştireni, güncelin prangasını her gün kırabileni, edebiyat dendi mi adı yeter'i... Çetin Altan. Güle güle git... Senle, Dünya gözüyle tanışıp iki söz edemedim ya, ona yanarım.
Hayal ettiği ülkeyi torunlarına bırakamadan yeryüzünden göçüp gitmiş, güzel çocuklar yetiştirmiş aydın gazeteci. Allah rahmet eylesin. Bu da son yazısı,
Ülkemizin; ilerici düşünen ve bu uğurda da çok çileler çeken usta kalemlerindendir. göç etti "Soluk Mavi Nokta"dan. Güzel yürekli cesur insanların ölmediği bir dünya kurgusu daha güzel olabilirdi. En güzel Türkiye tasvirini de o yapmıştır aynı zamanda:
Gazeteci: "Bugün dönüp baktığınızda 'Keşke başka bir ülkede doğsaymışım.' der misiniz?"
-Derim tabii. Aklı başındaki herkes de der ama Türkiye’den vazgeçemiyoruz... insan doğup yaşadığı yere âşık oluyor bir şekilde, yanlış bir aşk gibi, tarif ettiğinde âşık olacağın kadın o değil ama onu seviyorsun... Ne yapacaksın?..
daha bir hafta önce mina urganın kitabında adını duyup ön yargıya kapıldığım adam. mina urganın eskiden bizdendi şimdi döndü dediği adam hatta şöyle bir entry girmiştim
--spoiler--
Çetin Altan’ı Kanal 7’de programa çağırırlar; şiir okuması meşhurdur ya, programın sonunda şiir okuması istenir. Çetin Altan’da kurt tabii, madem öyle Necip Fazıl’dan birşeyler okuyayım bari der; programdaki tipler de “Çetin abi jest yaptı” diye keyiflenirler.
Gelgelelim, Çetin Altan, kadın bacakları şiirini okur!
Şiir de şöyledir;
Her kadının bastığı yerde sanki kalbim var
Kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden
Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü,
Gözlerinden ziyade bacaklarına yakın.
Bir lisandır onların duruşu, bükülüşü
Kadınlar!Onlar varken konuşmayınız sakın.
ince sütunlardaki ilahi güzelliğe
Bacakların ruhudur şekil veren diyorum
Bacakları bir kalın örtüde saklı diye
Mermerde kalbi çarpan Venüs’ü sevmiyorum
Ömrümüzün geçtiği yolda, bana sorsalar
Gidiyorum bir kadın bacağının peşinden.
Boynuma doladığım güzel putu görseler.
insanlar öğrenirdi neye tapacağını
Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler
isa’nın eli diye bir kadın bacağını
Tabi ilk dizeleri duyunca suratlar morun tonları arasında gidip gelir, araya hemen müzik kapaklar, Altan okudukça sesi de dibe dayarlar. Lakin, rakı ve sigara ile pişmiş Çetin Altan’ın ses telleriyle sidik yarıştırmak kolay değildir; Çetin Altan’da yükseltir sesini.
--spoiler--
akp ve cemaat ile işbirliği yapıp orduya, ulusalcı aydınlarımıza her türlü iftirayı atmaktan çekinmeyen iki evlat yetiştirmiş gazeteci yazar yine de allah rahmet eylesin ölmüş evlatları ile düşünceleri ortak mıydı bilemiyorum bilenler zaten yazar.
günaydın gazetesinde tek parmağıyla daktilo yazan yazardır. gazetede hademe sanmıştım. bomboş masada tek parmağıyla taktilo parmaklıyordu. ergun köknarıda müdür sanmıştım. nehar tüblegi yazar sanmıştım. yazgülü erdoğanı sayfa sekreteri sanmıştım. ugur cebeciyi fotografçı sanmıştım. birden ortalıga çıkıp sonra kaybolan adamdı ugur cebeci.
ordaki çalışanlar beni ofisboy sanmışlardı.
günaydın gazetesi ozamanlar son demlerini yaşıyordu. pikajerler sokaktaki ayakkabı boyacının çok para kazandığını görünce (boyacı paraları sayarken onlarda saymayı tekrarlıyorlardı.) iş bırakma eylemi gerçekleşti. çetin altan yukardakiler okumuş aşagıdakiler okumamış bu yüzden işi bırakmışlar demişti. bu olaydan sonra bilgisayar sistemine geçiş oldu . bilinçli bir gazete olsaydı şu an haladaha iş yapıyor olacaktı. gazetenin bulunduğu binayı otoparka çevirmişler. birde hürriyet gazetesinin elemanları var. aldıkları maaşlar çok yüksekti. gazete bilinçli bir manevra yapsaydı kayalıklara toslayıp batmazdı. direksiyon ellerinde kaldı.
günaydın gazetesi binası kapıda güvenlik görevlisinin olmadığı sorup sorgulamayan özgür bir yerdi. şimdi bakıyorum her yerde güvenlik görevlisi var.