nazan bekiroğlunun "Yusuf ile Züleyha" adlı eserinde ele aldığı destansı aşk. Sözü yazarımıza bırakıyorum:
"Kim düştü kuyuya, Yusuf mu, Yakub mu, Züleyha mı? Zindan kimin kaderi, Yusuf'un mu, Yakub'un mu yoksa Züleyha'nın mı? Yusuf, Yakub ve Züleyha yok aslında. Hepsi bir, hepsi O bir, hepsi tek bir."
"Siz, yazgınızda iffetli, çaba harcamayacaksınız eteğinizdeki çamuru akıtmaya. Ben yazgımı yükleneceğim önce sonra yargımdan iffet çıkaracağım. Bu yüzden Yusuf'un arka taraftan yırtılan gömleğinden Züleyha'nın önden yırtık eteğine kadar uzanacak yolum, adım adım, AŞK BENiM HAKKIM."
"rabbim, dedi, Yusuf, sen bana, kendi isteğimin dışında şu iklimde ve şu odada bulunduğum şu anda, Züleyha'yı istememeyi isteyebilmeyi nasib et. Katından bir esirgeme ver. değilmi ki isteğe yaklaşınca, istememeyi istemek artık imkansızlaşır. Bu yüzden değil mi Rabbim, senden gelen yasaklar "yapma" ile değil " yaklaşma" emriyle başlar. Yaklaşırsam eğer şu içimdeki doğal olan akışla Züleyha'nın ırmağına, yaklaştıktan sonra "yapmam" diyemem. Üstelik yaklaşırsam eğer yapmamayı da artık dua edemem. daha kolay olan "yapma" değil "yaklaşma" "
dünyalar güzeli yusuf'a sordular:
ey zeliha'nın gönlünü alıp onu perişan hale koyan. o senin yüüzünden acze düştü de derdine derman olmadın; hasta bıraktın onu. gönlünü kaptın ve geri vermedin. geri versen ne olur; sen buna kadir değil misin?
"ben onun gönlünü çelmedim de, çalmadım da. ne onun bana gönül verdiğinden haberdarım, ne böyle bir kastım oldu. onun gönlüyle bir işim yoktur benim."
o dostlar sonra zeliha'ya sordular:
sözüne sadıksan, yusuf senin gönlünü nasıl çalmıştı; dosdoğru söyle bize. yok eğer gönlün hala sendeyse ve yusuf'tan gönül istiyorsan bu, naz yapıyorsun demektir."
zeliha yeminle söyledi:
"bedenimdeki her kıldan gönlüm habersiz. neden ve nasıl aşık oldu, aşık olunca nereye gitti, bilmiyorum."
sonra o dostlar düşüdüler:
gönül yusuf'ta değiil ama zeliha'da da değil. ne biri gönül almış, ne diğeri bir gönle sahip!... peki ama nasıl kayboldu bu gönül, nereye gitti? bu bir sihir değilse nedir?" *
âh benim! âh benim!
ey adım adıyla yazılacak olan.
sularıma dökülen karanlık, yoklarımı örten aydınlık
tezatlarım benim, benim tekrirlerim
ama muhabbetinden asla rücu etmediğim
gün geçtikçe çoğalan benzetmelerim
sözcüklerim, lugatim, lisan hacmince vasıfladığım vâsifim.
züleyha yusuf'a bir mektup yazmaya başlayınca, gördü ki hitaptan öteye geçemedi. anladı ki aşkın namesinde ser-nameden öte kelam yok. ve züleyha'nın lugatinde yusuf'tan öte sözcük yok.
yusuf, dedi, kelamım artık sende hükümsüz. ama kelamımın hükümsüz kaldığı bu yerde beni küçümseme. bil ki kelamdan da ötede sadece âh var, âh ki dünya onun üzerinde durur, gökkubbe onun hararetiyle döner..*
Anlatırlar ki; zeliha Yusuf'u zindana attırdığı vakit onun ayrılığıyla ardından yanıp yakılmaya başlamış. Hem kendisinden ayırmış, hem hasretini çeker olmuş. Bu yüzden zaman zaman zindanı ziyarete gider, sureta "hükümlüm kaçmış olmasın!" diye kontrol eder, ama içten hasret giderirmiş. Eğer Yusuf'u uyurken bulursa hücresinin önünde bekler, seyreder, uyanık bulursa azarlar, böylece yüzüne bakarmış.
Nihayet bir keresinde sesini de çok özlediğini fark etmiş ve bir köle çağırtıp "hemen şimdi, Yusuf'u yere yık, adamakıllı kamçıla! Öyle vur ki; ta uzaktan ah ettiğini duyayım. " Demiş. Köle emre itaate niyetlendiyse de Yusuf'un güzel yüzünü görünce kıyamamış. Hücrede bir post varmış, onu yere sermiş ve başlamış vurmaya. Kölenin her kamçısında Yusuf mahsustan feryat etmekte , çığlık atmaktaymış. Zeliha ise bağırmaya devamda:
"daha hızlı vur, adamakıllı vur!"
Nihayet köle Yusuf'a yalvarmış:
" a güneş yüzlü, zeliha gelir de sırtında kamçı izi göremezse şüphesiz beni öldürür. Omzunu aç, dişini sık, bir kerecik olsun kamçıya dayan! "
Yusuf elbisesini sıyırmış, köle öyle bir vuruşla vurmuş ki Yusuf yere kapaklanmış. Zeliha, bu sefer Yusuf' un ah edişini duyar duymaz bağırmış:
Yusuf yazar züleyha sayfanın ortasına. Hala hitaptaydı kalemi bir satır ileri geçemedi.
Bir satır ileri geçsem hitaptan, yanacağım. Ses verdi içinden bir ses: yan o zaman, yan o zaman!
Ah benim yusuf'um ah benim ah senim dedi başka bir şey diyemedi.
Züleyha yusufa bir mektup yazmaya başlayınca yusuf diye başladı yusuf diye bitirdi. Gördü ki hitaptan öteye geçemedi. Anladı ki aşkın namesinde ser-nameden öte kelam yok. Ve züleyhanın lügatinde yusuftan öte sözcük yok.
Yusuf, dedi, kelamım artık sende hükümsüz. Ama kelamımın hükümsüz kaldığı bu yerde beni küçümseme. bil ki kelamdan da ötede sadece ah var, ah ki dünya onun üzerinde durur, gök kubbe sadeve onun hararetiyle döner.
uğruna dağlar delinen olmaktı şirinin kaderi dağları delen değil,
Açılıp kapanan düğme aslı boyundan ayağa, yanıp küle dönmek keremin hakkı. Aslıya kalan en fazla ah felekleri tutuşturmak.
Züleyha ise önce yazgısını yüklenmiş sonra yazgısından iffet çıkarmış. Aşkı ne aslı, ne şirin, ne leyla haketmiş. Aşkı enn çok güzeller güzeli yusufun ayaklarına mısırın dillere destan güzelliğini, aşkını, ömrünü, iffetini seren züleyha haketmiş...
Züleyha Yusufa bir mektup yazmaya başladı.
Yusuf diye yazdı.
Durdu.
Yusuf diye bitirdi.
Gördü ki hitaptan öteye geçemedi.
Anladı ki aşkın namesinde sernameden öte kelam yok.
Ve Züleyhanın lügatında Yusuftan öte sözcük yok..
'varlığım ve mahiyetim, nasibim ve görevim o'nun içinse
ondan gelen ışığa gözlerimi nasıl kapayayım.
ne senin adın yusuf, ne de ben züleyha'yım...
sanma ki ellerimden yırtılacak gömleğin... lakin bir gün züleyha olup gelirsem sana;
yusuf gibi karşıla; asil, iffetli, serin. '