serüven tam olarak şöyle başlar: Muhsin Ertuğrul ilk özel film şirketi olan Kemal Film'de film yapma şansına kavuşmuş, daha sonraki yıllarda ve başka film şirketlerinde de (bkz: ipek Film) batıdaki teknolojinin aynısına sahip olarak 17 yıl boyunca Türkiye'de tek rejisör olarak görev yapmıştır. * Fakat Faruk Kenç isimli genç bir adamın ki kendisi Enver Paşa'nın yeğenidir * Taş Parçası isimli film ile ki "Muhsin Ertuğrul'un başına düşen taş" diye o yılki gazetelere haber olmuştur, Muhsin Ertuğrul Dönemi kapanmış (Geçiş Dönemi olarak da isimlendirilir) sinemacılar dönemi başlamıştır. Aslen geçiş döneminin bitişini simgeleyen film: Lütfi Akat'ın Kanun Namına isimli filmidir, 1952'dir tarihi. Muhsin Ertuğrul sinemasından farklı olarak sinemacılar döneminde yetkin kamera kullanımını ve yıldız oyuncuların doğuşlarına şahitlik ederiz. 50'lerden itibaren yılda ortalama 300 film çekilir. Bu sayının giderek artmasında Demokrat partinin elektriği sübvanse etmesi de etkili olur. Aynı zamanda bu yıllarda sansür de sektörde önemli bir faktör olmuştr, nitekim film sayısı çoğalmış devlet bunlara bir göz atmak istemiştir.
Sinemacılar döneminden itibaren yapılmış filmler Mimar Sinan Üniversitesi'nin arşivindedir.
özellikle 80´lerde cüneyt arkın´ın dövüşlü filmlerinde kavga ederken çıkan sesler hep aynıdır. 'pisst ahooo', 'isis ahooo', 'pua, pua puaa', 'pink' ve 'piynak' diye sesler vardır.
figüran yetersizliği kafalarına maske geçirilirerek * çözülmüştür. dikkat edin o filmlerin çoğunda düşman maskelidir. cüneyt abiyle film çevire çevire figüranlarda trampolinle atlamayı öğrenmiş olacaklar ki onlar dahi bu filmlerde trampolinle atlayıp, zıplayıp kahramanımıza fantastik hareketler çekebilmektedirler.
birilerinin sessiz sedasız kenardan kenardan sanat filmi, dönem filmi, gerçek hikayelerden alıntılarla, kaliteli türk romanlarının uyarlaması gibi gişe hasılatı beklenmeden yapacağı filmler ile büyük bir özveri, sabır, inanç yardımıyla kurtulması muhtemel, şimdilerde olmasada umutla bakılması gereken bir geleceğe sahip olan sinemadır.
bu sene 60a yakın filmin filmin oynayacağı sinemadır. her geçen yıl gelişme gösterdiği kesin. kaliteli yapımların sayısı artıyor. sadece * ve türevleri olmasın yeter.
yıl 2009 hala 3-5 güzel filmden öteye gidememiştir, bütün sınırlarımı zorladım 8 güzel film olsun. bahane hazırdır her zaman maddiyat yok şu yok, bu yok, ya iyi güzel de 12 angry men 1957 yapımı, siyah beyaz bir film 10 metrekare bir oda içinde çekilmiştir ve büyük bir zevkle izlemekten çekinmiyorum bu film için ne kadar para gitmiştir ki. bu film den aldığım hazzı bana hala yaşatmamıştır. pek de yaşayacağımı düşünmüyorum bu kadar mı zordur, bir film için aaaa nasıl olur yahu şaşdım kaldım! demek. demek ki zormuş diyorum ve kendimi avutuyorum.
gelişen, ilerleyen sinemadır. ejder kapanı adlı filme yorum yazarken benzer şeyler yazdım ama yine de yazayım. sinema bir ülkeye her anlamda faydalı bir sanattır. kültürel yönü ortada, orayı anlatmama gerek yok. bunun yanında işin siyasi-kültürel ve ekonomik boyutu da var. sinemanız ne kadar güçlüyse propagandanız da o kadar güçlü olur. oyuncularınız ne kadar iyi, bilinir , yakışıklı/güzelse ülkenize de o kadar sempati duyulur . sinemanızla birlikte ürünlerinize de talep artar. dolaylı ekonomik katkılarının yanı sıra sinema sektöründen ekmek yiyen insan sayısı artar, bu sektörden kazanılan para artar. yurt dışında daha çok izlenmesiyle yurt dışından bizim film yapımcılarımıza akan para, dolayısıyla bize akan para artar. ben güzel bir istikamette gittiğini düşünüyorum türk sinemasının. özellikle son yıllarda neredeyse her konuda film yapabilecek duruma geldik. güzel güzel. daha da iyi olacak inşallah. holywood olmak çok zor ama avrupa'nın en iyi sineması olmak zor değil.
gelin bi boşluk doldurmaca oynayalım hep beraber, ne dersiniz? nasıl olur?
tamam o zaman başlayalım.
türk sineması ......
nereye koşuyor mu dedin, evet bildin. inanın ki çoğu insan da bunu senin gibi tamamlamakta. peki bu kadar insan bu boşluğu böyle tamamlıyorsa, türk sinemasının halini konuşmaya gerek var mı? bencede yok.
cok fazla turk filminin vizyona girdigi bu sene, elle tutulur kac turk filmi olduguna bakarsak, aslinda turk filmi sektorunun gelismedigini, seyircinin begeni zevkinin daha da dustugunu soylebiliriz. bu durum yurt disinda cekilen guzel filmlerden de mahrum kalmamizla sonuclaniyor. turk sinemasinin ileriye dogru gider gibi gozuktugu su zamanlarda aslinda yerinde saymasi bile bir basari sayilabilir.
ilk dönem, sinemacılar dönemi, genç yeni sinemacılar dönemi * gibi farklı akımları yaşayan ve son yıllarda niteliği tartışılır olsa da niceliksel olarak yeniden atağa geçen sinema.
aşkı filmlerde ''orospu'' gibi kullanan sinemadır, tabii farklı olan yapımlara değildir sözüm ancak aşk saçma sapan şekillerde salt kelime anlamıyla aktarılmamalıdır...
hiç bir zaman kullanılabilecek konu sıkıntısı çekilmeyecek kadar zengin bir tarih ve kültürümüz olduğu halde amerikan sinemasının etkisinde fazla kalıp çoğu kez saçma sapan filmler yapılan sinemadır.
1897'den bugüne kadar türlü acılar, eziyetler çekmiş sinemadır. şu sıra en acayip yıllarını yaşamaktadır. sigmund weinberg, alexandre promiyo, muhsin ertuğrul, faruk kenç, baha gelenbevi, aydın arakon, lütfi akad, metin erksan, orhan aksoy gibi isimlerin elinde yoğurulduğu dönemlerini çoktan geçmiştir. söz konusu isimler bir dil arayışında iken, bugün hala bir ulusal türk sinema dili yoktur. söz konusu dil şöyle anlaşılabilir: bir italyan ya da fransız filmini sesini kapatıp izlerseniz o filmlerin ülkesini anlarsınız. ancak türk sineması'nda böyle bir durum 1960larda oluşsa da, çeşitli etkilerle bugün yoktur. çok geç, ancak kendi dilini oluştursa hiç fena etmeyecek sinemadır.
27 mayıs ihtilali sonrası; özellikle sendika; grev, dernek kurma; söz ve düşünce toplantı ve yürüyüş haklarını sağlayan; 61 anayasası nın yürürlüğe girmesi ile, sinemacılarımızda yeni bir anlayış baş gösterdi. gerçi: bakarsak bu dönemde özgürlüklerin gelişine karşın; mussolini italya'sının sansürcü birkaç maddesi de, sinemamızda yürürlükteydi. bu dönemde; metin erksanyılanların öcü ve susuz yaz fimleri ile geniş sükse sahibi oldu. halit refigharem'de 4 kadın ile göz doldurdu.
sonraki dönemlerde yıllık film sayısı 150-200'ü buluyordu. tabii bunların pekçoğu avrupai filmlerin birebir kopyasının çekimiydi. özellike alman ve italyan olanlarının. sonrak idönelerde 60'lı ve 7
'li yıllarda ömer lütfi akad'ın filmleri ise; belirli bir kalitenin ardına düşmedi.
gereksiz yapımlar oldugu kadar çok kişinin gözden kaçırdıgı bir çok güzel film var. ben sadece tek bir örnek vermek istiyorum '' barda '' filmi. bu film dünyanın başka bi yerinde bu tiplerle çekilse efsane diye liste başını zorlardı. reklam ve bakış açısı daha çok recep ivedik modeline baglı oldugu için bu ülke masumiyet, kader, yazgı ve bir çok hayata dair filmleri de yok etmedi degil. üst sıraları zorlayan yapımlar yokmu ortalıkda olmaz mı çok güzel işler var. evet aksiyonu beceremiyoruz, zaten de gerekmez bize hayata dair anlamlı işler koysunlar yeterli. olay var, tarih var, konu var, ama tek eksigimiz oyuncuların manken olması ve devletin verdigi fon destek.
Yalan uzerine kurulan bir sinemadir.
Zengin adam fakir kiz. Arada yalanlar. Sevgilisiyle tatile cikan genc kiz ailesine konustugu yalanlar. Babanin, annenin evladina soyledigi yalanlar vb.
Yabanci hatta ozellikle abd sinemasi söz uzerine kurulur.
Adam sozunu tutmak icin neler yapar ne badireler atlatir.
Cocuguna, karisina, anasina, babasina, ulkesine bir soz verir onu tutmak icin filmin sonunda helak olur ama tutar...
Ama ya bizimkiler anaya, babaya ve bir cok seye mahcup olmasin diye yalanlar soyler.
Bu sanat anlayisinin halkin uzerindeki etkisi de ayni oluyor.
Bizim insanimiz cok rahat yalan soyluyor.
Bir abd veya avrupali sosyal yasamda yalan konusmaz.