bugün

Insanin yalnizligini , yapmacik hareketlerden nasil biktigini anlatan bir kitaptır.
bir oğuz atay şaheseridir. erdem şenocak tarafından oynan tiyatro oyunu da mutlaka izlenmelidir ancak önce kitabı okunmalıdır. tutunamayanlardan daha sade korkuyu beklerken den daha karışıktır. anlamak için okuyunuz.
Oğuz Atay'ın hatta dünyanın en iyi romanıdır. Herhangi sayfasını açıp herhangi bir bölümü okuduğunuzda mutlaka bir şeyler hissettirecek tek kitap olma özelliği taşır benim için.
--spoiler--

Fakat Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor Albayım. Öyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu Albayım? Yok. Peki Albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat Albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size, nasıl kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayım Albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum Albayım. Kelimeler… Kelimeler Albayım, bazı anlamlara gelmiyor...

--spoiler--
Kafa açan kitap.

Sonucu hiçbir şeye bağlanmayan şeylerden nefret ediyorum.
aslında hikmet benol tutunamamış, kaybetmiş bir adamdan çok, hayata karşı her şeye karşı olan hırsını naif bir tavırla aktaran yalancı bir adamdır.

yalnızlığının ve anlatma ihtiyacının altında bu tür sebep yatar. kimsenin iyiliğini gerçek anlamda düşünmez. birini yanında istiyorsa bu sırf kendi içindir. tekil bir mutluluk hikmet benol'u hikmet benol yapar. her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüp tartmış olması da bu bencillikten kaynaklanır. hikmet benol iyi bir adam değildir aslında. müflistir. bu yüzden her şeye karşı öfkelidir. öfkesini ajite edebilecek kadar yalancılık konusunda yeteneklidir.
iletişim yayınlarından çıkan baskısında, kitabın sonu hakkında bilgi verdiği için önsözünün kesinlikle okunmaması gereken oğuz atay başyapıtı.
Allahın cezası kulak herseyi duyuyor.
okumak istediğim kitap, bir bilim adamının romanını bitirir bitirmez ulaşmaya çalışacağım.
"Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor".
" mesela karanlıktan sonra birdenbire nasıl aydınlık olur albayim?
siz hiç görebildiniz mi? herhalde bir süre, hiç kımıldamadan beklemeliydim; sonra hayata yavaş yavaş atılmalıydım. "
-yaz bakalım: gerçek, başkalarının bize uygulamaya çalıştığı tatsız bir ölçüdür.
-birimi var mı hikmet amca?
-birimi insandır.
çok güzel kızlar varmış ve kant'ı da su gibi okuyorlarmış diye söylentiler çıkarıyorlar, doğru mu acaba? onları ne yazık ki karşıdan karşıya geçerken ve vapurda bacak bacak üstüne atarken ve piyasa caddelerinde gözlerini ilerde bir noktaya dikmiş yürürken göremiyoruz, nerede saklanıyorlar dersin, bak ben ortadayım, onlarda kim bilir ne isterler? kant'ın kendisini isterler, hem de güzel bir kant isterler, kirli çamaşırlarını bile kimselere koklatmazlarmış öyle mi? beni şimdiye kadar otuz yedinci sayfaya kadar okudular, sıkılıp ellerinden bıraktılar, o sayfam açık öylece kaldım, o sayfada sarardım, bizim bir arkadaş vardı, kadınlara kendini acındıracaksın diye öğüt veriyordu bana, çok üzülüyorum
– ne yapacağımı bilmiyorum – yalnız kaldığım için intihar etmeyi düşünüyorum diye dert yandı mı bütün kadınlar ağına düşüyormuş, sonra bir yanlışlık oldu: bu arkadaş -başımız sağ olsun- intihar etti, benim de korktuğum anlar oluyor, insan bu güven olmaz, pencere bu kadar yakınken ve iki adım daha atınca denize düşmek ihtimali varken, korkmayın canım şey, sizi elde etmek için yalan söyledim, ben ölür müyüm? ha- ha, vicdan azabı rolünde yaşamak niyetindeyim, kendimden bahsettiğime bakmayın, asıl mesele sizsiniz, ben yaşlanıyorum, siz hep genç kalıyorsunuz, yıllardır vapura binerim, yıllardır geniş caddelerde karşıdan karşıya geçerim, yıllardır yollarda yürürüm, gördüğüm kadarıyla siz hep gençsiniz, hep güzelsiniz, yirmi yaşında kalıyorsunuz her zaman, bir bayrak yarışında olduğu gibi gençliği birbirinize devrederek ilerliyorsunuz, ben benzetme için özür dilerim, sizi yerinizden oynatacak kadar heyecanlı bir benzetme yapmayı ne kadar isterdim, bizi iyi yetiştirmediler, hep ukalalık öğrettiler, öğretenleri bir elime geçirebilsem, sizin yanınızdaki delikanlılar da yaşlanmıyor, ne garip ne karışık bir düzen bu, bazen yanınızda yaşlıları da görüyorum, sakın paraya kıymet vermeyin olur mu? sizi onlarla gördükçe daha çok üzülüyorum, beni kırmayın olmaz mı?
çok çok değişik kitap. bir bölümü iki defa okuyarak net anlayabiliyorsun. garip bir şekilde çok hızlı akıyor. garip hissettiriyor.
hep kendimizden bir şeyler bulduğumuz kitaplardandır oğuz atay'ın kitapları. tehlikeli oyunlar da onlardan biridir. ayrıca erdem şenocak hocam, bir güzel de sahnelemiştir, izlenilesidir. ama önce okuyunuz.
tutunamayanlar'ı ilk okuduğumda, 'artık buraya kadar', demiştim. 'bir okur olarak gelip dayanacağım son kapı bu. buradan sonrası her gün yürüdüğün bir yolda gezinmek kadar sıkıcı olmalı. adam aradığım ve aramadığım, aramayı aklımdan bile geçirmediğim her şeyi bir kitapta vermiş bana. bu göğün altında anlatılacak ne kaldı ki başka?'
uzun süre bu düşünceyle yaşadım. o kapının yanından bir türlü ayrılamadım. bazen biraz uzaklaşıyor ama çok değil birkaç kitap sonra tekrar tutunamayanlar'a dönüyor, kutsal kitabımın sayfalarını saygıyla çeviriyor, rastgele bir yerden okumaya başlıyordum. bu durum takıntılı bir manyağa dönüştüğümü fark edene kadar sürdü. durum yeterince endişe verici bir hal alınca, 'yeter!', dedim kendi kendime. 'artık bu takıntıdan kurtulmalısın. okunmaya değer başka kitaplar da olmalı mutlaka. etrafına bak biraz.'
tavsiyem işe yaradı, bir gün kitapçının birinde okunmaya değer bir kitap daha buldum. adı tehlikeli oyunlar'dı. şimdi artık etrafında dolaşıp durduğum yeni bir kapım var ama bu beni daha az takıntılı biri yapmıyor sanırım. n'apalım, hayat bu... üstadın dediği gibi, 'insan bir günde aziz olmuyor, düşünceler insanın canını acıtmıyor, kelimeler her zaman istediğimiz anlamlara gelmiyor vs.'
okumaya başlamamla alıp kenara fırlatmamın bir olduğu oğuz atay kitabıdır.

daha önce de tutunamayanlar aynı akıbeti yaşamıştı. bir yazarın dili bu kadar mı karmaşık, anlaşılmaz, boğucu olur ben anlamadım. resmen okuyucuyu nasıl boğarım gibi bir düşünceyle yazmış kitaplarını.

kısaca çöptür..
(bkz: ben buradayım sevgili okuyucum sen neredesin) derken aradığı sen değilsin demek ki okuyamayıcı.
popüler kültürün şişirdiği balon bir kitap.
bunu söyleyince " git pucca oku yeaa" yahut " senin ne haddine yeaa" gibi cevaplar alıyorsunuz..

daha tek bir cümle eleştiri bile yapamıyorsunuz.

bahsi geçen bu kitaptan daha ağır kitaplar okudum/okuyorum. burada sorun bu kitabın "dil yönünden boğucu" olması. bu kitabı bana ödünç veren arkadaşım da bunun ikazını yapmıştı. pek ciddiye almamıştım. ama dediği kadar varmış.

yani mesele; bu kitabın derinliği, felsefi duruşu vs değil. dili.
oğuz atay'ın bence ikinci değil, tutunamayanlar'ın gölgesinde kalmış birinci başyapıtı.

bilinç akışı anlatım tekniği ile içine çeker, yalnızım diye düşündüğünüz her ana lanet edersiniz.. yalnızlığın diplerinde dolaşırsınız.

hikmet'e üzülür, albay'a konuşur, bilge'ye, sevgi'ye aşık olursunuz..

--spoiler--

"olmadi, kismet degilmis albayim, mutfak temizligiyle olmuyormus. uyaninca boynuma sarilmisti uykulu kollariyla. ben de butun is bundan ibaret diye sevinmistim, tabaklarin sulari bile akmadan onlari kurulamistim, beni azarlamisti, cunku kurulama bezleri hemen islanmisti, ondan azarlamisti, beni bu kadar seven ve ikide bir kollarini boynuma saran kadin neden boyle onemsiz bir mesele icin beni azarlamisti? iyi niyetlerle iyi eserler verilemeyecegini neden hatirlatmisti? neden neden neden albayim?"

--spoiler--
Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım?
Yok.
Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? sorarım size: Nasıl? kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.
Kelimeler... Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor.

Oğuzcum atay, hayatımın kısa özetini çıkardı.
Erdem Şenocak üstadın tek başına üç saate yakın sergilediği oğuz atay romanı. Erdem bey oyuna başlamadan önce 'ilk perde 85-90 dk sürüyor ikinci perde de 55-60 civarı' şeklinde uyarmıştı.
"""Bu ülkede çocuklara yer yok. Başka ülkelerde varmış, her tarafı yeşil ülkelerde. Biz, büyük bir sabırsızlıkla çocukların büyümelerini bekliyoruz. Onların kafalarına vuruyoruz, adam olmaları için. Seniyezitseni olarak görüyoruz onları. Kafalarını tıraş ediyoruz çabuk büyüsünler diye. Benim içimdeki çocuk büyümedi. (Yirmi üç Nisan'da onu da bir saatlik başbakan yapsalardı belki büyürdü. Hayır, büyümezdi.) Yıllardır taşıyorum içimdeki çocuğu; yaşamadığı için büyümedi hiç, amcası."""

"Senisevmiyorsevseydi sen kitap okurken sırtını çevirip uyumazdı;
senisevmiyorsevseydi sen o filmi anlatırken, ceketinin dışına çıkan gömlek yakasını düzeltmezdi."

"""Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim,çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum, ben Van Gogh'un resimi değilim, öldükten sonra beni müzeye koyamazsın...."""

"""Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır."""

"""Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun?"""

"Beynimi yıllık izne çıkarmak istiyorum."
Beklenen hep geç geliyor; geldiği zaman da insan başka yerlerde oluyor.
Oğuz atay/tehlikeli oyunlar.
görsel