bugün

Bu kitap beni ürkütüyor. Her insanın kendine benzettiği karakterler olmuştur ama ben bizzat hikmet benol olduğumu düşünüyorum. Başından geçen çok detay şeyleri bile bizzat tecrübe ettim. Uyku sorunlarımın olup rüya ile gerçeği ayırt edemediğim dönemde bu kitabı okumuş olsaydım muhtemelen kitabı kendimin yazdığını falan düşünüp sarı binalık olurdum. 4 kere bitirdim ama her bitişte tekrar başlıyorum ve sonumun hikmet ile aynı olmasından korkuyorum.
askeri ücretle kirada oturmak.
Sevgi'nin lanetini bilge'ler çeker.
Kendimi bulduğum, kendim olduğum oğuz atay şaheseri. Bence yalnızlıkla savaşan herkesin okuması, kütüphanelerinde bir sonraki nesil için hediye olarak tutmaları gereken efsane eser. En sevdiğim pasajı;

''sevgili bilge,
bana bir mektup yazmis olsaydin, ben de sana cevap vermis olsaydim. ya da son bulusmamizda buyuk bir firtina kopmus olsaydi aramizda, ve bircok soz yarim kalsaydi, bircok mesele cozume baglanamadan buyuk bir ofke ve siddet icinde ayrilmis olsaydik da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konusmak kacinilmaz olsaydi. sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydim. butun meselelerden kactigim gibi uzaklasmasaydim senden de. insanlari, eski karima yapmis oldugum gibi, buyuk bir bosluk icinde birakmasaydim. kendimden de kaciyorum gibi beylik bir ifadenin icine dusmeseydim. bu mektubu cok karisik hisler icinde yaziyorum gibi basmakalip sozlere basvurmak zorunda kalmasaydim. ne olurdu, bazi sozleri hic soylememis olsaydim; ya da bazi sozleri hic soylememek icin kesin kararlar almamis olsaydim. sana diyebilseydim ki, durum cok ciddi bilge, aklini basina topla. ben iyi degilim bilge, seni son gordugum gunden beri gozume uyku girmiyor diyebilseydim. gercekten de o gunden beri gozume uyku girmeseydi. hic olmazsa arkamda kalan butun kopruleri yiktim ve simdi geri donmek istiyorum, ya da donuyorum cinsinden bir yenilgiye siginabilseydim. kendime, soyleyecek soz birakmadim. kuvvetimi buyutmusum gozumde. aslina bakilirsa, bu sozleri kullanmayi ya da boyle bir mektup yazmayi bile, ne sen ne ask ne de hicbir sey olmadigi gunlerde kendime yasaklamistim. sen, ask ve her seyin oldugu gunlerde boyle kararlar alinamazdi. yasamis birinin olu yargilariydi bu kararlar. simdi her satiri, bu satiri da neden yazdim? diyerek ofkeyle bir oncekine ekliyorum.''
Harvey Keitel ve Madonna'nin oynadigi abel ferrara filmidir.
Neden herkes benden kaçıyor albayım? Yaşamasını bilmiyorum da ondan mı?
"hayalimdeki günleri bile böyle küçük hesaplarla geçirdim işte albayım. aklımın içini örümcek ağları sardı; kafamın sandalyelerinde elbiseler, gömlekler, çoraplar birikmeğe başladı; kurduğum hayaller, bir bekar odasının dağınıklığına boğuldu. düşüncemin duvarlarına resimler asmak istediğim halde bir türlü olmadı. belirli noktalara biriken eşya, odanın çıplaklığını daha çok ortaya çıkardı."
Ne kadar seni anlamak zor olsa da sevgili Hikmet.
Sana yetiştim ve hiç kaçırmadım.
Kendini öldürecek kadar karışık olduğunu bilmiyorduk, eğer bilseydik elimizden yine bir şey gelmezdi sanırım.
doom 3, tehlikeli bir oyundur her an kalp krizinden gidebilirsiniz.
Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.
"seni görmek istiyordum kısacası. insan görmekle bile bazı şeylerin ağırlığına dayanabilir, avunabilir. hayal kurmağa devam edebilir. sen anlamazsın tabii, anlamak için insanın bazı eksik yönleri olmalı."
Bütün insanlığı kucaklamak isterken, neredeyse bu dünyanın altında eziliyordum. der bu kitabında oğuz atay.
Yine düştük Oğuz Atay çukuruna, Allah kurtarsın. Tutunamayanlar kitabına bir türlü tutunamamıştım okurken çok zorlanmıştım umarım bu da böyle olmaz.
“Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.

insanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde
bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine
düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi Bilge, aklını başına topla.

Ben iyi değilim Bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. Hiç olmazsa arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi de geri dönmek istiyorum, ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. Kendime, söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslında bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen, aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. Yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu
kararlar. Şimdi her satırı, “bu satırı da neden yazdım?” diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum. Aziz varlığımı son dakikasına kadar aynı görüşle ayakta tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. Çünkü başka türlü bir davranışım, benimle küçük de olsa bir ilişki kurmuş, benimle az da olsa ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. Oysa, sevgili Bilge, aziz varlığımı artık ara sıra kaybettiğim oluyor. Fakat yaralı aklım, henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. Biliyorum ki, bu akıl beni bütünüyle terk edinceye kadar gidip gelen aziz varlık masalına kimse inanmayacaktır.

Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak
durumundadır. Bu bir çeşit alın yazısıdır. Bu alın yazısı da başkaları
tarafından okunamazsa hem ölünür ve hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez; bu da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. Bir alın yazısı da ölümün anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı müelliflere göre bu durum daha acıklıdır. Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum.

Bu nedenle, sevgili Bilge, mutlak bir yalnızlığa mahkum edildim. (insanların kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. Durup dururken insanlara saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim.) Hiç kimseyi görmüyorum. Albay da artık benden çekiniyor. Ona bağırıyorum. (Bütün bunları yazarken hissediyorum ki, bu satırları okuyunca bana biraz acıyacaksın. Fakat bunlar yazı, sevgili Bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor.)

Geçen sabah erkenden albayıma gittim. Bugün sabahtan akşama kadar
radyo dinleyeceğiz, dedim. Bir süre sonra sıkıldı. (insandır elbette
sıkılacak. Benim gibi bir canavar değil ki.) Bunun üzerine onu zayıf
bulduğumu, benimle birlikte bulunmaya hakkı olmadığını yüzüne bağırdım. (Ben yalnız kalmalıyım. Başka çarem yok.)”
Unutulmazlarım arasında yer alan Oğuz Atay romanı. Daha önce kitaptan paylaşılan cümleler güzel olsa bile bir bütün halinde çok daha güzel oluyor. O yüzden okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Karakter isimlerinden yaşananlara kadar incelikle işlenmiş bir roman. Ama bence romanın en güzel tarafı, içinizde olan ve bir türlü tam olarak anlatamadığınız duygulara tercüman olması. Okurken “evet işte tam olarak bu” demekten kendinizi alamıyorsunuz.

“Bizi bu incelikler mahvetti” diyorsanız kitabı okudukça daha da üzüleceksiniz.
"Fakat Allah kahretsin!
insan anlatmak istiyor albayım, öyle budalaca bir özleme kapılıyor.
Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor.
Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor.
Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım?
Yok.
Peki albayım.
Ben de susarım o zaman,
Gecekondumda oturur anlaşılmayı beklerim.
Fakat albayım, adresimi bilmeden nasıl bulup anlayacaklar?
Sorarım size, nasıl kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı?

Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek.
Bir yandan da gözucuyla ölümümün nasıl karşılacağını
seyretmek istiyorum.
Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan,
Bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor.
Küçük oyunlar istemiyorum albayım.

Kelimeler, kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor."
Karım güzel değildi albayım. Ben de değildim. Fakat nasıl anlatsam, 'benim' karımdı; canlı bir varlıktı. insan, evine bir biblo alınca bile kendisini bir başka hisseder değil mi? Üstelik bu yumuşak biblo, konuşuyor: 'kocacığım' diye çevremde dönüp duruyordu.
tutunamayanlar'ın gölgesinde kalmış oğuz atay eseri. son derece değerli ve güzel olmakla birlikte okunması zor, ağır bir metin. özellikle ilk bölüm böyle. hikmet'in koptuğu yerlerde metne dahil olmak, onu takip etmek epey güçleşiyor.
Dün başladım dili ve anlatım tarzı nedense çok yabancı geldi. Ve Hikmet benol’ün sürekli olarak yalnızlığı içinde monologları ve albay Hüsamettin bey ile tartışmaları yordu. ilk bölümü biraz zorlanarak da olsa bitirdim. Bu gün daha fazla ilerleyebilecek bir gücüm kalmadı. Ama genel olarak beğendiğimi söyleyeceğim.

Ne diyorum amk?
Bir Oğuz Atay kitabıdır. Oğuz Atay imgelemleri ve düşünce tarzı hakkında bilgi olmadan okumak, kitabın gerçek değerini göstermemektedir.

Ayrıca poyraz Karayel dizisinden sonra popülaritesi artmıştır.
oğuz atay'ın en sevdiğim kitabı. yalnız bi kısmı aklımda yer etmiş, tekrar okumak istiyorum ama bi türlü bulamadım. hani yatıya kalanlar yüzünden gelişemedik felan diyordu. küçük bi kısımdı ve çok popüler değil. bu yüzden nette de bulamadım. bilenler yardımcı olabilir mi?
5 tane hikmetin bir arada olduğu asıl hikmetin ise sevgi ile bilge arasında kaldığı oğuz atay kitabı.
" Şu dünyadan bir gideyim, bir daha gelirsem ne olayım. ''
Oğuz atay'in eşsiz romanı.
Akil oyunlari..