bugün

Neşemi kaybetmemek için direniyorum.
Nolursa olsun seni seveceğim sırf sen daha az üzül diye beni kötü bilmene izin verdim. Kötü olmaya katlanabilirim sensiz olmaya da dayanmaya çalışıyorum ama senin yeşil gözlerinden akacak bir damla yaş beni yerle yeksan ediyor. Seni hep çok güzel ve aşkla hatırlayacağım güzel gözlüm.
biraz biraz anlayabiliyorum artık. kendime çöp kadar bile değer vermediğim için bana çöp muamelesi yapan adamlara çekiliyorum sürekli. değer göreceğim, sevileceğim, sarılıp sarmalanacağım yerlerden tüm bunların ihtimalini sezip anında topuklamam boşuna değil. biliyorum derinlerde bir yerde bir sebebi var bu değersizlik hissinin ama ben çözeceğim bunu. kendime söz.
Sen bana aklımla başım arasındaki mesafe kadar yakınsın
Sen bana aklımla başım arasındaki mesafe kadar da uzaksın… şarkı eşliğinde sabaha kadar işebilirim mi?
Eski resimlerine bakıp sana hakaret ediyorum.

Resimlerini silemiyorum. Suratını Görünce sinirlenmekten de kendimi alamıyorum ama. Aptal. Hala beraber olabilirdik.“Biz” olabilirdik. Gerizekalı. Acaba Bir gün seni unutur muyum tamamiyle? Resimlerini telefonumdan silebilecek kadar? Aklıma geldiğinde sana hakaret etmeyecek kadar silebilir miyim seni kalbimden?

Salak.

Henüz değil.
escort mu çağırsam diyom bir ara...
Bugün sevdiğim kadına çok benzeyen birisini gördüm, içim tekrar kıpır kıpır olmaya başladı. Böyle içinde kelebekler uçuşuyormuş gibi.
Yanındayken hep heyecanlanıyorum, elim ayağıma dolaşıyor.
Böylesi bile yeniden umutlandırıyor insanı.
Seni unutmak için kaç yıl gerekli?
1 yıl? Çok az.
3 yıl? Yetmedi.
5 yıl? Yetmedi.
6 yıl oldu daha da yetmiyor.
^Göğnüm hep seni arıyor neredesin sen^
Kaç defa iğne oldum hala kan vermeye alışamadım. koskoca ülke anasını satim sevmiyorum yapmıcam desem fick dich deyip reddecekler başvuruyu.
tuvalette uyuya kalmışım amk.
uzun zamandır gitmek istediğim bir şehre yapacağım iş seyahati için çin virüsü aşısı olmam gerekiyor. Bu konudaki tavrımı bilmelerine rağmen üst kademeden baskı yiyorum. Rest çekmek ile siktir etmek arasında gidip geliyorum.

bana bir çıkar yol göster Rab.
aslında hu hikayeyi daha öncesinde pek çok kez yazmış silmiştim. korktum hep. kendime ihanet ettiği sandım. sildim. ama şimdi biraz daha kararlı gibiyim.

zorlu bir çocukluk yaşamıştım. hani bazı eski yeşilçam filmlerinde, çocuk kahramanlar yaşar ya, işte aşağı yukarı öyleydi. daha henüz 13 yaşlarımda, çocuklukla ergenlik arasında bir şeydim. komşumuzun bir kızı vardı. çok güzeldi. yani bana öyle geliyordu. gülüşü, duruşu, ses tonu, bana, gözlerime bakışı, hepsi ayrı birer mucizeydi benim için.

o dönmelerde öyle fakirdik ki, o günleri hatırladıkça içim sızlar, canım acır. hiç unutmam doğru düzgün bir şey yiyemez belki de bazen yemezdik bile. kıyafet bilmez, bunu dile getirecek kadar telaffuz dahi etmezdik. çünkü alınamaması bir yana, birde ana babamı üzme durumu olacaktı.

tam bu günler bir sorun daha patladı. aslında belki de düğüm buydu. ve babam yaptığı bir kabadayılıktan sonra cezaevine girdi. çok sıkıntılı ve sancılı bir döneme girmiştik. işler daha da karışıyordu. artık babamın kazandığı üç kuruş da ortadan kaybolmuştu. ama annem öyle düşünmüyordu. güçlü kadındı. babamın yokluğunu aratmamak için köyde türlü işlere gitmeye başladı. bizde kardeşlerimle onun işten gelmesini bekliyorduk.

bu günlerden birinde bir olay yaşadım. bir öğle üzeri evimizin önündeki duvara otırmuş, bir süredir bisikletiyle bir o yana, bir bu yana gidip gelen komşunun kızını izliyordum. öyle güzeldi ve öyle güzel sürüyordu ki bisikleti, hayran hayran dalıp gidiyordum.

bir takihsizlik oldu ve komşunun kızı ansızın az ilerime düştü. düştüğü yerden toz kalktı. korkmuştum. koştum yanına. ağlıyordu. onu ayağa kaldırmaya çalışırken, attığı çığlıkları duyan babası geldi gürültüye. ve ne olduğunu sordu. kız beni işaret ederek:
- o yaptı baba dedi.
yutkunmaktan başka bir şey gelmedi elimden. ne diyeceğimi bilemiyordum. kız ise ulumaları eşliğinde bana giydirmeye devam ediyordu.
- arkamdan koştu beni bisikletten itti baba. bisikletime bindirmediğim için yaptı. nefret ediyorum ondan. uzak da duruyordum. sen geçen gün " onun babası mahkum, yanına gitme" demiştin çünkü.
daha başka şeyler de sıkıştırdı araya. babası beni dinlemedi hiç. hoş bende kendimi izah edecek güç ve cesaretten yoksundum zaten. beni ayağa kaldırdı babası ve yüzüme sert bir tokat vurdu. yere yuvarlandım. geldi başıma küfürler ederek tekmeledi beni.

bu olaylar yaşlanıp son bulana kadar bir kez olsun gözümden yaş akmadı. kalkıp eve gittim, kanayan burnumu yemizledim. aynada bir süre iç çeken yüzüme daldım. ve kendi kendime bir daha birini sevmeyeceğimi söyleyip durdum. o kızı da artık daha az görmeye, hatta görmemeye başladı.

aradan yıllar geçti. yollar geçti. o komşu köyden ahlaksız, kötü karakterli, ayyaş birine kaçtı, evlendi onunla. bir kızı oldu. bense ortaokuldan sonra oralarda duramadım, babamın ceza evinden çıktığı yıl köyden ayrıldım. yatılı olarak okudum, üniversiteden sonra askere gittim. asker dönüşü sınavlara girdim memur oldum. orta karar bir hayat sürmeye başladım. kadınlarla takıldım, bazılarının kendime aşık ettim, ama ben hiç birine hiç bağlanmadım. tam benimle ilgili duygusal bir hale bürünmeye başladıklarında kaçtım hep.

günlerden bir gün köyden bir haber geldi. babam ağırlalmıştı. durumu pek umutlu değil diyorlardı. apar topar yola çıktım, köye geldim. babam iç odada yerde yatıyordu. çoktan ölmüştü. hayatımın kötü diye tabir edebileceğim sayılı sıkıntılı anlarındandı.

ertesi gün babamı toprağa verdik. evde bir kenarda sigara içiyordum. odanın kapısı açıldı. gelen oydu, komşumuzun kızı. yıllar ondan pek çok şeyi almış götürmüştü. güç tanıyabilmiştim. kilo almış kendini kapıp koyvermişti. bir zamanlardan aklımda kalan sadece koyu kahverengi gözleri kalmıştı. birde iki yanağında birden gülünce çıkan gamze. epey konuştuk onunla o gün. kocası mahpusa düşmüştü. ve daha önünde yılları vardı. tıpkı bir zamanlar benim duyduğum kadar acılı bir bakışı vardı anlatırken. annesinin yanına taşınmıştı, eski evlerine. çok dokunaklınve manidardı anlattıkları. öylemki ikimizde ağladık. çok ağladık. yıllardır içimde biriktirdiğim özlem o anda dalga dalga gün yüzüne çıkıyordu. o yaşlı gözlerine uzanıp dokunmamak için nasıl çabalıyordum.

kısaca benden özür diledi. o çocuk halimde bana attığı iftira ve yediğim dayağı hiç unutmamış, hep utanmıştı. bunu gözlerinden anlayabiliyordum. ve bundan dolayı da affettim onu. bağışladım. tam gidecekti ki, geri döndü. gitmeden bir kez daha görüşmemiz gerektiğini söyledi. o kadar masumane bir bakışla söylemişti ki bunu, tamam dedim. ve köyden ayrılmadan bir gece önce babasının evinin alt katındaki avluda seviştik onunla.

ve o gece hem ona yeniden aşık oldum, hemde içimde bir ömür gizli kalan yanımı çıkardığı için kızdım ona.

sonra ne mi oldu? bir daha yapmadık bunu. ama birbirimizden kaçmadık da. ne intikam, ne nefret yoktu ikimizde de.

hala ara sıra köye gittikçe görürüm onu. o da beni. ve ben hala kimseye aşık olmadım. ona olan hislerimse şu an için bilmediğim bir boyuta evrildi. benim geldiğimi anladığı günler bazen balkonda, onu görebileceğim bir yerde bakar durur bana. gözlerinin kahvesini ve gamzelerini görür gibi olurum. gülümserim...
birinin duygu dünyasında su damlası kadar yer kapladığını fark etmek hangi tarafta olursanız olsun her açıdan ezici bir his. ya da ben bozuğum.
"çocukken sandığınız yanlış şeyler" derken aklıma geldi... oraya değil buraya yazayım dedim.

nasıl masıl diye sormayın... es geçicem oralarını da...

ilkokul 5 falan... bebeklerin... kızın kukusuna erkeğin büllüğünden gelen bir şeyle olduğunu duymuşdum bir kaç yaş büyük birinden.

o soyunuk ben soyunuk... kızın üstüne işemeye çalışmıştım bildiğin.
Aski meski unutali cok oldu amk.
şuan beni belki de hiç sevemeyecek birine başkasını seviyor diye teselli veriyorum. 26 yaşındayım hala böle şeyler yaşadığıma inanamıyorum.
82 senelik yazarım, şu başlığa 1 entry bile girmedim. çok da sikinizdeydi tabi. saygısız ibneler.
tekel bayiye ağız alışkanlığı ''selamün aleyküm abi'' diyerek girdim, adamla 5-6 saniye bakıştık.
Bu yazar bir salaklık yaptı ve karşılık alamayacağını bildiği halde gitti dedi ki ben senden hoşlanıyorum. Çocuk ben Amerika'ya gidicem hayat planlarım var kimseye beni bekle diyemem dedi bende diyemedim ki ben seni beklerim.
ispatlayamam ama yemin edebilirim bunun bir dönüm noktası olduğunu.
Anladım ki benim benden başka kimsem yok.
Bazen diyorum. Acaba yalnız mı yaşasam sonra amcam aklıma geliyor adam yaşlandı bir kapısını çalan yok diye. Vazgeçiyorum.
Lise yıllarımda hani derler ya "fikri var beyni yok" diye, he işte o kategoride biriydim. Ne bir kitap ne bir makale okurdum ne bazı şeylere farklı açılardan bakardım. Dünyayı siyah ve beyaz gören, gri nedir bilmeyen boş beleş herifin teki idim. Ah be sözlük, çok zor günleri geride bırakmışım. O cahillikle bu zamanlara gelişim adeta bir mucize.
Az önce platonik aşkıma bir kızla takılacağı için iyi eğlenceler diledim. Siz deyin malsın ben deyim gerizekaliyim.
Hes koduma ÖSYM bloke koymuş bir ay önce. Bugün o blokeli kodla hastane, AVM, gözlükçü ne bulduysam gezdim. hayat eve sığar başta olmak üzere her yerde risksiz ve temassız görünüyorum. Neden bloke konmuş anlamadım. ÖSYM'nin internet sitesine bile girmedim.
Benim günahım tembellik. Son 3 senedir bir koza evresindeydim. Sancılı bir değişim yoluna gittim ve yeni şeyler denedim. Enstrüman yabancı dil insan film iş psikoloji vücut geliştirme kalistenik ilgimi ne çekiyorsa sardım başıma ve belli bir seviyeye gelmek için çabalamaya çabaladım.
Az önce Türk japon vakfının sitesinden öğrendim jlpt n2 derecesinden 2 puanla kalmışım.  Geçmen durumunda Japoncada profesyonel çalışma yetkinliği kazandığını ve 1000 küsur kanji bildiğini gösteren bir belge veriyorlar sana. Ve 1 soruyla kaçırdım ben bu belgeyi. Kötü, bununla beraber birkaç ay sonra aynı sınava girip çok rahat geçicem demek bu. Bir düşündüm. Nasıl oldu bu? Aynı soruyu bana soranlara verdiğim cevaplar genelde klişe ve kendi tecrübelerimi içermeyen türdendi, çünkü asla kimseye anlatabileceğim bir sistemim ve somut tarif edebileceğim bir çabam olmadı. Her alanda vaziyet böyle. Hepsinin de ekmeğini yedim işin ilginci. Gene de eğer gerçekten kıçımı kaldırıp disiplinli bir şekilde çalışsaydım 4 değil 6 dil biliyor, 5 değil belki de 6 haneli bir aylık gelir sağlıyor (tamamen doların kerameti) ve aylar önce 1-2 hafta çalıp bıraktığım kemanda şu anda hiç olmazsa arpej çıkarabiliyor olurdum. Re zero gerçekliğinde yaşasaydım ölmeden önce duyduğum son şey betelgeus'un  "taida, desu ne" sözleri olurdu.
Mutlu sayılmam, mutmain hiç değilim çünkü olmaması gereken bir yorgunluğum var ve ben miskinim. Yolun bitişini göremezsem sonum miskinliğimden olacak.