- enteresan bir yazı, yerinde tespitler, çamur güzellemesi, çamur eleştirisi
- iyi tasarlanan dialoglar
- güzel türkçe, iyi tasarlanmış ve uğraşılmış cümleler
işlenen konu çok derin. sadece kendi toplumumuzun değil insanlığın yumuşak karnı ve aynen hikayemizde bahsedildiği gibi çoğu kadında da durumu kabullenmişlik hali var. insanın inanası gelmiyor doğrusu ama kabul edilmesi gereken, acı bir gerçek olarak tüm heybeti ile karşımızda duruyor.
öyle ki bu, eğitimsizlik ve cehaletin de ötesinde bir konu. yapılan araştırmalar türkiye'de lise ve üzeri eğitimli erkeklerin %35-38* oranında kadına/eşlerine şiddet uyguladığını gösteriyor.
avrupa'da da bu oran düşük değil; %28-30. norveç'de ise %45 gibi şaşırtıcı bir rakam var *, şimdi sıkı durun! abd'de inanılması güç bir istatistiki değer çıkıyor karşımıza; eyaletlere göre %37-42* arasında değişen bir kadına yönelik şiddet oranı ile birlikte, ölen hamile kadınların %85'inin koca dayağı sonucu ölüyor olduğu bilgisi*. iç eyaletlerde ve güneye gidildikçe bu oran daha da yükseliyor.
uzmanlar, aslında bu rakamların anketler sonucu tespit edilen rakamlardan da 3-5 puan yüksek olduğunu zira, kimi kadınların utandıkları için gerçeği gizlediklerini de belirtiyorlar.
bu ağır tablo ile yeterince can sıktıktan sonra dönelim hikayemize;
okuyucuyu güldürmek, ağlatmak, düşündürmek ve sonuçta; dikkatli bir nabız ayarlaması sonucunda his serumunu damara enjekte etmek, her yazarın birincil amaçları arasındadır. gariptir ama kimi yazar; çok ağlattığı için, kimi ise güldürdüğü için sevilir. düşündürenler ise her iki gurup tarafından da pek sevilmez. gerçekte, açlıktan sürünen yazarlar gemisinin değişmez tayfasıdır onlar. iyi yazarlar, doğru yazarlar, dolu yazarlar, gel-gelelim yazdıkları; okuyucuyu düşünmeye, analiz etmeye, sonuçlar alıp bunları yorumlamaya zorlar. konuları da dert, sıkıntı, haksızlık ve şiddet olunca okuyana hepten ızdırap verir.
işte! realist bir yazarın tam da bu nedenle, bulduğu az sayıda okuyucuyu elinden kaçırmaması, onları hikayelerine bağlayıp bir solukta okumalarını sağlaması gerekir ama bunu nasıl başaracaktır? elbette ki donanımıyla, bilgi birikimiyle ve tecrübesiyle, dahası ve en önemlisi yeteneğiyle. sonra, koyversin gitsin! okuyucunun, aldıklarını sindirmesi kolay olmaz, ne de olsa ağır gıdalardır bunlar, kolay hazmedilmezler.
realist yazarın işi aslında çok zordur. okuyucunun, günlük yaşamında baktığı, algıladığı ve yaşadığı şeyleri; gördüğü, öğrendiği ve hissettiği şeyler haline dönüştürebilmek, bunu hikayeleri ya da romanları ile başarabilmek, okuyucunun kafasına bir bilgi notu olarak çakabilmek hiç de kolay değildir.
gerçekte, hayalden farklı olarak; gökte süzülerek uçtuğunuz beyaz kanatlar yerine, böğrünüze saplanmış bir pala veya başınıza saplanmış bir balta vardır mesela. pembe bulutların ipeksi dokunuşu yerine; dayak vardır, şiddet vardır, kan vardır, sakatlanan el vardır, baş vardır, dolu-dolu yaşamak varken yitip giden hayatlar vardır aynen hikayemizde olduğu gibi.
mevcut tabloyu ağırlaştırmak, durumu olduğundan daha trajik hale getirmek için verilen gayretlerde, limitlerin gereğinden fazla zorlanılmamasına dikkat edilmelidir. aksi taktirde okuyucuyu, hikayede inandırıcılık aramaya başlayacaktır.
bu manada şöylesi bir ifade;
" kan kaybından ölmüştü kadınlığı, insanlığı, dünyaya dair tüm umutları. "
tehlikelidir.
sanatsal anlatım yapacağım derken, kocasını mutlu edebilmek için dayak dahil her türlü eziyetine katlanan, dahası bunun normalliğine kendini inandırmış zavallı bir kadının kadınlığı, kan kaybından nasıl ölebilir?
kastedilmek istenen kadınlık bu anlamda değilse ne tür bir kadınlık dır. bu noktada ifadede ciddi bir sislenme var. az önce onu döven ellerin, şimdi saçlarının arasında gezinmesi dahi onu duygusallığın doruklarına taşıyıp gönlünü fethetmeye yeterken, bu kadının kadınlığının ölmüş olduğundan nasıl söz edilebilir?
sonra 'insanlığı'nın ölmesi. eziyet çeken bir kadın, ailesi ve çocukları için dahi bu evliliğe katlanıyor ve ses çıkarmıyor olsa* insanlığı nasıl oluyor da ölüyor. kastedilmek istenen 'insanca bir yaşamının olmayışı' ise bu böyle ifade edilmemeli.
'dünyaya dair tüm umutları'na ise hiç girmeyeceğim.
bu hikayenin üzerinde neden bu kadar hassasiyetle duruyorum? çünkü konusu, işleniş biçimi, cümle kurgularında gösterilen özen, yazarın, yaptığı işin güzel ve etkileyici olmasına yönelik ciddi bir emek sarf ettiğini gösteriyor. sonra alabildiğine duygu var. hatta, yazarın eserini kaleme alırken yaşadığı aşırı duygusallık hali var ki bu durum maksadını aşan ifadeler ortaya çıkarmış.
yazılan hikayenin kurgusu, teması, diyalogları ve vermek istedikleri ne olursa olsun birinci öncelik, o hikayenin okuyucuya sunulmadan önce, sunulabilir bir hale gelip gelmediğini eni-konu ölçüp-tartmak ve elden geldiğince özen gösterildiğini okuyucuya hissettirmektir.
bir yazar;
- zamanın okuyucu için çok değerli olduğunu,
- ona sunduğu eserine gösterdiği özenle, aslında okuyucuya olan saygısını yansıttığını,
- okuyucuyu hafife alan bir tavrın, onun tarafından asla affedilmeyeceğini,
kesinlikle unutmamalıdır. aksi taktirde, yazdıklarını okuyacak bir kitle oluşturamaz ki bunu önemsemiyor ise o vakit neden yazıyordur.
her yazar, yazım hatası yapabilir ve aslında profesyonel yazarların eserleri dahi ciddi bir redaktör incelemesinden geçmeden basıma girmez. buna mukabil en amatör yazarın dahi şöyle bir hatayı, hikayesini yazdıktan sonraki ilk okuyuşunda ayıklayabilmesi gerekir;
"... Eve girdiğinde hemen ayaklarını yıkadı Özkan ve çoraplarını kirli sepetine attı. Hemen içeri gidip televizyonun başına geçti, kardeşi Yasin çizgi film izliyordu;
" tekrar eve girdiğinde abisinin yanına gitti hemen."
"Hemen her çocukta olması muhtemel davranışlardı bu(nlar)."
bir paragraf içerisinde ve üstelik yanlış yerlerde kullanılmış dört 'hemen' sözcüğü.
- Doğrusu, insanın hemen gözüne batıyor.
Uzun paragraflar okuyucuyu yorar ve strese sokar. Hele bu paragraflarda çok sayıda diyalog da geçiyor ise yazı içerisindeki diyalogları seçmekten, okuyucunun hikayeye motivasyonu kaybolur. Bu nedenle, karşılıklı diyalogların yoğunlaştığı bölümleri ikili-üçlü konuşma metinleri halinde vermek, okuyucunun işini çok kolaylaştırdığı gibi bunun doğal sonucu olarak ortaya çıkan parçalanmış paragraflar; yazılı metinlerin görsel anlamda da güzelleşmesini sağlar.
"...Özkan ve Selim dışarıdaydı, öğretmenin geldiğini gördüklerinde hemen sınıfa girip yerlerine geçtiler. Öğretmen: "Özkan, Cafer, Selim ayağa kalkın bakalım, dün istiklal Marşı'na kalmayıp neden kaçtınız?" dedi. Cafer hemen: "Özkan söyledi öğretmenim, onlarla gelmezsem beni döveceklerini söyledi" dedi. Selim: "yalancı" diye bağırdı Cafer'e. Özkan ise: "öğretmenim özür dilerim" dedi yalnızca. Öğretmen: "bu yaptığınız çok ayıp beni hayal kırıklığına uğrattınız" dedi ve onları tahtaya kaldırdı, on dakika tek ayak üzerinde kalmalarını tembihledi..."
ve Düzenlenmiş metin :
"...Özkan ve Selim dışarıdaydı, öğretmenin geldiğini gördüklerinde hemen* sınıfa girip yerlerine geçtiler.
Öğretmen - "Özkan, Cafer, Selim ayağa kalkın bakalım, dün istiklal Marşı'na kalmayıp neden kaçtınız?"
Öğretmen - "bu yaptığınız çok ayıp! beni hayal kırıklığına uğrattınız." dedi ve onları tahtaya kaldırdı, on dakika tek ayak üzerinde kalmalarını tembihledi..."
aslına bakarsanız, bir yazar için en zor şeylerden biri tema yaratmaktır. Mo ni fe 'nin böyle bir sıkıntısı yok! Bu açık-seçik belli ama zor olanı başarıp sadece biraz dikkat ve özen gerektiren kolayı başaramamış olmasını kabul edebilmek mümkün değil doğrusu.
- Nasıl desem? sen tut! 'Koca okyanusu geç, sonra derede boğul' Durumu.
çamurdan hayaller -mogosog
güzel bir kurgu, akıcı bağlayıcı kısa ve net ve gerçekci diaologlar
güzel tasvirler, göndermeler.
yazar tüm karakterleri kendi öyküleri ile hikayenin içine sokmuş. karakterlerin bilmedikleri şey hepsinin birbirleri ile olan etkileşimleri.
bu gerçek hayata çok yakın bir betimleme. bazen yoldan geçen hoş bir hatuna bakakalmak gibi. onun umrunda değil. o hatun başka şeyler düşünüyor o sırada, sen ise kendi sevgilini ya da eski sevgilini aklına getiriyorsun.
şahsen bu tip kurguları çok sevdiğimi belirtmeden geçemeyeceğim. hikaye yazarken yapmaya özendiğim kurgudur.
ve
değişik de olsa bir intihar hikayesi olmakdan kurtulamıyor. söykü de çok fazla intihar hikayesi yeraldı şu ana kadar.
en beğendiğim hikayelerden biri oldu. bence eleştirilere rağmen başarılı bir kurgu olmuş. fakat yazar düşündüğü ve kurguladığı hikayeyi yazıya dökerken pek araştırmamış ve bariz hatalar olmuş. bu da can sıkıcı. biraz daha dikkatli olsa sayının en önde gelen hikayelerinden biri olurdu.
--spoiler--
1916 da trablusgarp da bir savaş durumu yok. Osmanlı 1912 de trablusgarbı terkederek italyanlara bıraktı. (bkz: 1911 1912 italya osmanlı savaşı)
yüzbaşı ile onbaşı uzak bir eşleşme. aradaki rütbe farkı çok büyük. birlikte saldırı planı yapmaları mümkün değil.
alman general sanırım birinci dünya savaşından akılda kalan bir detay. trablusgarp ta almanlar yoktu yanımızda. ( bu konu ile ilgili yanlışlıklar sanırım yazarın trablusgarp savaşını birinci dünya savaşının içinde ki bir muharebe olarak görmesinden kaynaklanıyor. halbuki değil. bunlar iki ayrı savaş)
mektuplar devlet arşivinde değil özel koleksiyonlarda olur. devlet arşivlerinden resmi yazışmaları bulabilirsiniz. askerlerin özel mektupları ya şimdiki varislerinde ya da özel olarak bunları toplayan tarihi koleksiyonculardadır. murat bardakçı gibi.
--spoiler--
şu entride ki ipucu sanki öyküye de yansımış;
(#14988798)
bu gerçekten de yazarın başından geen bir anı mı yoksa kurgu mu bunu bilemem ama yazar anlatmak istediği şeyi çok güzel cümleler bularak anlatıyor bu kesin. Neredeyse tümü süslü cümlelerden kurulu bir öykü ama çok kısa. beğendiğim hikayelerden biri oldu yazarın eline sağlık.
başı güzel, sonu çarpıcı hikaye. ortaların başı ve sonuyla ilintili bir şekilde derinlemesine gitmesi gerekirken biraz dikkat dağıtıcı ve deneme tarzına yaklaşmış şekilde gereğinden fazla çeşitlendirilmiş örneklerle dolu olduğunu düşünüyorum.
genel kurgu güzel, okuduğuma değdiğini düşünüyorum.
harika olmuş. süper olmuş tebrikler.
ilişkiler zordur. anlatmak zordur, kurgulamak zordur, anlaşılmak zordur.
bu hikaye bunların hepsini en basite çevirmiş. ders diye okutulur.
evet kadın - erkek ilişkileri işte bu kadar basit dengeler üzerine kurulu. ve bu hayatımız hep gözümüzden kaçan gerçeği.
mizah da hikayede çok dozunda kullanılmış.
başlangıçtaki tarzı çok sevdim ve daha fazla şey umdum hikayenin devamıyla ilgili derken şimdi ve önceler arasında klasikleşen bir hikayeye dönüştü birden ve sonu da son derece klasikti. hani benzer hikayelerin çamura bağlanmış haliydi. yalnız kesinlikle bu yazarın hikayeleştirme konusunda oldukça marifetli olduğu belli, ömer seyfettin tarzı olay hikayesinden ziyade durumların derinliğiyle ilgilenmesinin faydalı olabileceğini düşünüyorum. sait faik gibi uçarı yazmayı denese birde. belki de deniyordur bilemem tabi de.
sonuç itibari ile okuyup eleştirmeyebilirdim ama geri dönüt olsun ve derginin okunduğu belli olsun diye yazıyorum özellikle bunları.
yoksa böyle emek verilmiş edebi denemeleri özellikle çok itici gelen şeyler olmadıkça eleştirmeye yaklaşmam.
bu sayıda böyle bir hikaye olmasına çok memnun oldum. bu şimdiye kadar tüm saylarda yapılmış en değişik deneme. kendi içinde sağlam bir kurgusu bağlayıcı ve akıcı bir tarzı var. uzun olması okunabilirliğini azaltmıyor. bir şekilde akan hikaye, her seferinde katil bu hissi.
enteresan bir deneme olmuş yazarın emeğine sağlık.
ve
--spoiler--
bu espriyi yapmazsam ölürüm. türkiyede cinayetler böyle çözülmüyor. türkiyede olan şey şu :
- alın bunları alın, alın...
--spoiler--
Tamamında süslü cümleler kullanılmış bir yazının çoğu zaman okunması da zordur. Ama bu yazıda yazar bu tabuyu yıkmış ve tüm şatafatına rağmen akıcılığı sağlamış. Buna şaşırmadım desem yalan olur, çünkü böyle bir örnek pek sık karşılaşılır türden değil. Bu anlamda tebrik etmek isterim gicir bey'i.
imla konusunda da başarılı buldum kendisini, eksiltili cümle kullanımları hariç... Şöyle ki;
"bir canlıya ait olamayacak kadar çamurdan bir kalp..."
"öyle çok ağlıyordu ki, bir çiçek olsaydı ellerinde, o an yeşeriverirdi. kin çiçeği..."
"biraz daha yağsın istiyorum. senle beni arındıracak kadar... bizi ayıran her neyse, alıp götürecek kadar..."
şeklinde, eksiltili cümle sonlarına üç nokta konduğu vakit hatasız bir yazı olacaktır şüphesiz.
hikaye'de her şey normal seyrinde, duygusal bir minvalde sürüp-giderken " ne oluyoruz! " bile demeye fırsat kalmadan;
- kahramanımız elif'in engelli olduğunu,
- her çocuk gibi koşmak-oynamak ve kirlenmek istediğini,
- bu isteğini gerçekleştirmek için kendisini çamura attığını,
- başını taşa çarptığını,
- ve ebedi aleme adım attığını,
son bölümdeki iki paragrafta öğreniyoruz.
açık yüreklilikle şunu söyleyeyim; bu iki paragrafı ardı-ardına üç kez okudum. hani, gözümden kaçan, 'cümle aralarını gizlenmiş ve kaçırmış olduğum başka bir olay daha var mıydı acaba' diye.
aslında, kimi profesyonel yazarların sevdiği bir üsluptur bu. adeta, son dizeleriyle okuyucuyu mest eden bir şiir tadında, sağlı-sollu yumruklarla okuyucuyu ringe serip, hal-i pür-mealinde* seyre dalmak. lakin, onlarda dahi böylesine bir sürat yoktur.
- gel-gelelim öylesine içten ki! anlatılanların, sanki yaşanmışlıklara dayalı olduğunu düşündürüyor insana. şu cümledeki ifadelere bakar mısınız;
" onun beline dokunmak, kapşonunun yanlarından taşan uzun siyah saçlarına bu denli yakın olmak tarifi imkânsız, masumane ve tertemiz şeyler hissettiriyordu ona. tıpkı bir peri kızı gibiydi."
hep söylüyorum ve söylemeye de gücümün yettiğince devam etme kararındayım;
- evet! yazarlık, teknik bir iştir. ne denli alışılmadık, kural-dışı bir yazar olma hevesiniz olsa da yine de bu işin, uymanız gerekli belli kuralları ve izlenmesi gereken yolları vardır. ancak, her şeye rağmen en önemli husus daima içtenliktir. okuyucu, okuduğu her paragrafta, satırda, cümlede ve hatta kullanılan sözcüklerin ardında, mecaz anlamlarında içtenlik arar.
- hımmm! evet, yazar bunu demiş ama acaba kendisi bunun böyle olduğuna gerçekten inanıyor mu? amacı, gerçek hislerini dile getirmek mi yoksa, evrensel doğrular üzerinde gezinerek süslü cümlelerle popüler olma sevdasında mı?
okuma esnasında, yazara yönelik bu sınamalar devam edip dururken şöyle bir parçayı okuduğunda;
"...yarısı yenmiş çikolatasından bir parça koparıp kıza uzattı.
- altından, ısırmadığım yerinden kopardım. "
bir anda dağılı-verir. hayır! bir de ciddi ciddi suçluluk hissi kaplar içini;
- görüyor musun! neler düşündüm hakkında ne çıktı. negatifim ben abi! negatif. optimist olmayı başaramayacağım hayatta.'
gibilerinden kuruntulara gark olur. kendi iç-sesleriyle tartışmaya koyulur, forumlar düzenler. bu arada, hikayenin o andan sonraki bölümünü, üç kez mi okur yoksa beş kez mi bilinmez. 'benim oğlum bina okur döner döner yine okur' hesabı. kafası, kendisiyle girdiği iç hesaplaşmadadır, zira.
duygu yüklü bir hikaye. başlangıç aşamasında kullanılan cümlelerin fazla girift olmamasına dikkat etmek gerek. malum, okuyucu hikayeye yeni başlamış ve henüz tanışma döneminde iken sıkıp-bunaltmayalım onu. hakkımızda; 'hemen artistliğe başladı!' gibi düşüncelere kapılıp tatsızlık çıkarmasın.
yazarın, kendi görüşlerini ya da yorumlarını içermeksizin, belli bir kişiye, topluluğa, yere, döneme ya da olaya ait bilgi ve belgelere dayalı yazıları, hikaye değil 'inceleme yazısı' olarak adlandırılır ve birçok edebiyatçı tarafından da edebi bir eser olarak değil, bu tür çalışmalar çoğunlukla akademisyenler tarafından yürütüldüğü için 'akademik araştırma çalışması' ya da 'uzman araştırması' olarak değerlendirilir.
burada ise durum biraz daha farklıdır. yazar, kaleme aldığı eserinde, yaşamını incelediği kişiden kalan belgeler ve bu belgelerde geçen olaylara ilişkin bir değerlendirme veya yorumda bulunmamakla birlikte, kendisini hikayenin kahramanı haline getirerek o kişinin başka bir kişinin geçmişteki yaşamı hakkında yaptığı araştırmaya yer vermiştir. bu durumda, ortaya koyduğu eser 'durum hikayesi' şeklini almıştır.
bu noktaya kadar pek bir sorun yok! ancak, yazarın hikaye kahramanı olan kişi bizzat kendisi olduğundan, hikayesinde bu noktadan sonra gelişen olaylardaki mantıksal kurgularda hata yapmak gibi bir şansı kalmamıştır. zira o, artık bir hayal kahramanı olmaktan çıkıp bizlerle birlikte bu dönemde yaşayan gerçek bir kişi halini almıştır. o vakit okuyucu, o'nun ağzından çıkan her sözün gerçeklere uygunluğunu sorgular hale gelmekte haklı olacaktır.
dolayısı ile hikayesine başlamadan önce, konu edeceği kurumlarda yapması gereken işlem ve o kurumların yasal uygulama prosedürleri hakkında önceden bilgi sahibi olması, tarihsel gerçeklerle çelişen ifadelere yer vermemesi, bu bağlamda söyleyeceği her sözün, en az kendisi kadar gerçekleri yansıtması,
örneğin;
- devlet arşivlerinde kişiye özel belgelerin bulunmayacağını,
- trablusgarb savaşında almanlar'ın fiili olarak hiç bulunmadığını, bu savaşın; italyan ve kurmay albay neşet komutasındaki osmanlı silahlı kuvvetleri arasında geçtiğini,
araştırıp öğrenmesi gerektiği açıktır. aksi taktirde, bunları bilen okuyucu karşısındaki inandırıcılığını yitirir ve bu andan itibaren o okuyucu, hikayeye olan motivasyonunu kaybederek hikaye içerisinde yeni çelişkiler aramaya koyulur. mevcut durum, sevimsiz ve hiç de istenmeyen bir hal alır.
aslında, hikaye'nin kurgulanma biçimine, anlatım dilinin akıcılığına ve okuyucunun bir gizemin çözülmesine yoğunlaştırılarak hikaye'ye zekice bağlanmasına bakıldığında, başarılı bir çalışma olduğu rahatlıkla söylene-bilir.
özellikle kahramanın asistan ile yakınlaşması, diyalogları, hikaye'ye ayrı bir renk katmış ve onların, araştırılan askerin eşiyle olan duygu dolu yaşanmışlıklarının, sanki ikisi arasında yaşanıyormuş gibi resmedilmesi, okuyucuyu etkileyen, akıl dolu bir girişim olmuş.
ciddi bir emek verildiği her halinden belli olan böylesine alışılmadık tarzdaki bir hikaye'nin, alıcı-gözle bir kez okunması durumunda dahi rahatlıkla filtre edilebilecek çok sayıdaki yazım hatalarına, biraz araştırmayla düzeltilebilecek bilgi kirliliklerine kurban edilmesi ne acı!
her şeye rağmen ben, kaideyi taciz eden istisna'nın bu huyundan vaz geçmesi durumunda, tadına doyum olmayan hikayeler çıkarabileceğine yürekten inanıyorum.
Bu organizasyonun içinde olamadığım için o kadar hayıflanıyorum. Ama işlerden dolayı yoğunlaşıp bir şeyler karalayamıyorum.
Bu çalışmalarda emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkürlerimi sunuyorum.
Elbette bir gün benim de bir yazım burada yer alacak.
Çok güzel ve çok takdir edilesi bir iş yapıyorsunuz.
hikaye ve romanlarda, kahramanların sıkıntılı ruh hallerinin tasvir edildiği bölümlerdeki karmaşıklık, bilinen bir durumdur. üstelik, bu yetmezmiş gibi yazarlar; bu bölümleri, süslü-püslü, incir reçeli kıvamındaki cümlelerle bezeyip okuyucuya sunmaya da pek bir bayılırlar.
zavallı okuyucu! gücünün yettiğince kendisine kurulan bu tuzaklardan kurtulup olayın özüne vakıf olmaya çalışırken, bir de yazım hataları ve üzerine-üzerine devrilen cümlelerle baş etmeye zorlanırsa, bıkar ve kaçar!
"...cansu, kadına doğru düşe savrula koştu, yardım etmek istiyordu. uzatıverdi elini. elleri kirlendi. çamurdan bir tokat yedi. benden nefret ediyor, diye düşündü. ve kadın bunu söylediğinde koca bir şehrin çamuru bir anda akmaya başladı..."
yukarıdaki metni birlikte anlamaya çalışalım;
- cansu, kadına doğru düşe-savrula koşuyor ve yardım etmek istiyor. problem yok!
- ellerini uzatıyor ve elleri kirleniyor. bu nasıl oluyor? kadının eli mi kirli yoksa, cansu elini çamura mı uzatıyor da kirleniyor; meçhul.
- çamurdan bir tokat yedi. elleri çamurlu olan kadın mı tokat attı? yoksa, çamurun kendisi mi tokat olup yüzünde patladı? müphem.
- benden nefret ediyor diye düşündü. evet de kim düşündü? tokatı yiyen cansu'nun düşünmesi normal olan ama sonrasında "kadın bunu söylediğinde" deniyor. bunu söyleyen kadın ne söyledi? kendinden nefret ettiğini mi? kimin? tokat yiyen cansu'nun mu?
yazar, eserini kaleme alırken; okuyucunun, dayanma sınırlarını zorlamamaya özellikle dikkat etmeli, bir kısmı gerçekten öyle olsa dahi tümünün mazoşist eğilimlere sahip kişiler olduğu kanısına asla kapılmamalıdır.
- şöyle düşünün! çok karmaşık ve alabildiğine süslenmiş bir cümle kurdunuz;
"...bir çığlık duyuyordu* derinlerden. arkasına döndüğünde birini gördü. kadın, kocaman gözleriyle* çamura bulanmış elleriyle tuttuğu kalbine ağlıyordu..."
hadi! güzel diyelim, en azından etkileyici ama okuyucuyu ne dediğinizi anlamak üzere uğraştırdınız, yordunuz, bir emek harcattınız, sonra? ne oldu o ballandıra-ballandıra tasvir ettiğiniz kadına? oysa, hikayenin kahramanını bile böylesine derin bir anlatımla sunmamıştınız bize. lunaparklardaki korku tunelinde ilerlerken bir an karşımıza çıkıp sonra kaybolan ürkütücü bir görüntü gibi girdi ve çıktı hikayeye. neden girdi? neler kattı? belli değil.
bakın sizlere, büyük üstat'dan çukurova'da bir yağmur tasviri;
"...Uzaktan, kuzeyden, Toros üstünden, kapkara zifiri bir gece gibi kesilmiş bir bulut geldi. Bulut bütün göğü örtmüş, dolu dizgin Akdeniz üstüne doğru sağılıyordu. Göğü baştan başa kesen birkaç şimşek çaktı, yeri sarsarcasına gök gürledi ve ilk damlalar iri, sıcak, tap tap diye Çukurova toprağına düştü ve her damla düştüğü yeri oydu. Sonra yalım gibi bir sıcak yel geldi. Onun arkasından soğuk, buz gibi bir yel. Yağmur başladı. Gökten bir anda seller boşandı. Gökten su duvarları iniyordu.
Koca kartal olduğu yerde ıslak, kocaman kanatlarıyla süzülüp duruyordu. Sel gibi yağan yağmura aldırmıyordu bile..."
ne kadar gerçek ve ne kadar yalın. sizce de öyle değil mi? yağmur öncesi sıcak yeli, yağmur sonrası serin yeli adeta teninizde duyar gibisiniz. nerede ise içiniz ürperecek, o derece gerçek.
şüphesiz! sanat için sanat yapıyor olmak da takdir edilesidir ama yaptığınız şeyin amacını, eyleminizin niyetini açıklamak, en azından bunu okuyucuya hissettirmek şartıyla. yoksa, yaptığınız o ağır tasvirler; ağır ve hantal bir avize gibi havada asılı kalı-verirler.
bu hikaye bana, aslında yazarın çok daha farklı ve güzel şeyler yapmak isterken, zamansızlıktan mı desem, sıkıldığından mı desem, bilmem ki ne desem! bambaşka bir mecraya girdiğini ve ortaya da böylesine tuhaf bir hikayeciğin çıktığını söylüyor.
'hikayecik' zira, böylesine karmaşık bir anlatıma okuyucu daha adapte olup havasına giremeden hikaye bitiyor. bitiyor ama hiç bir şeyin olduğu da yok! yani kahraman kafeteryaya girmese, uyumasa, kabus görmese ve uyanmasa hikayede olan-biten bir şey yok!
tuhaf zira, kahramanın bir kafeteryaya girip orada uykuya daldığı, bir kabus gördüğü ve daha sonra da uyandığı sıralaması yapılmasa; neresinin giriş, neresinin gelişme ve neresinin de sonuç bölümü olduğunu anlamak mümkün olamayacak.
- sanki, pasaklı bir delikanlının yatak odasındaymışız gibi, her şey her yerde.
neden bu kadar asabiyim?
- kızgınım?
- yıkıp-döküyorum ortalığı?
elbet önemli bir nedeni var;
- bu üslup,
- bu boş-vermişlik,
- bu adam-sendecilik,
" bu gece de yine sokaklar var gözlerimin önüne serilmiş. gündüzleri çocukların top oynadığı, manavın renkli meyve sebzelerini çıkardığı neşeli sokaklar. mecbur kalmayan kimsenin hiçbir zaman girmeyeceği, savaşın durağan hali dar ve hüzünlü sokaklar. evet, her gece... inişli çıkışlı, çiçekli, çöplü, tozlu, karlı, kaldırımlı sokaklar..."
ayrılığın nedeni, bardağı taşıran son damla olan çamurlu ayakkabılar mıydı? yoksa, boş olan bardak; kahramanımızın partnerinin bam teline basması ya da çok önemsediği hijyen takıntısını hiçe saymasıyla mı doldu?
- okuyucuya bırakılmış.
herkesin yaşayabileceği cinsten, rahat okunuşlu, kolay anlaşılır, düzgün türkçeli, bir çırpıda biten, yaşandığı gibi aktarılmış izlenimi veren bir hali var.
- iddiasız fakat konusu ve samimiyeti ile hoş bir durum hikayesi.
" babasının sorduğu şey onun canının yanıp yanmadığı değil. babası için daha önemli olan şey onun namusuna bir leke gelmiş miydi? "
- ne acı, değil mi?
toplumsal bir gerçek, bir tokat gibi yüzümüze çarpılmış. bir babanın-kızına; 'canının yanıp-yanmadığını değil, öncelikle namusuna zarar gelip-gelmediğini sorması'. neden, çünkü birincisi zamanla geçer ama ikincisi, yağlı bir dövme gibi yapışıp kalır kızına. dededen, babadan, doğup büyüdüğü toplumdan böyle görmüş ve böyle öğrenmiştir o baba; 'kadının, iki bacağının arasındaki namusu her şeyden daha önemlidir, canından dahi'.
yeni binyılın başında*, 191 Ülkenin liderleri, Birleşmiş Milletler'e ve bu örgütün temel değer ve ilkelerine olan bağlılıklarını yinelemek için New York'taki Birleşmiş Milletler merkezinde bir araya geldi. Liderler, yayımladıkları yeni Binyıl Bildirgesi'nde, insan onuru, eşitlik ve özgürlük gibi evrensel değerleri ayakta tutmak konusunda ortak sorumluluk taşıdıklarını kabul ettiler.
Dünya liderleri, 'özgürlük kavramı'nı;
" kadın ve erkeklerin kendi hayatlarını yaşama, çocuklarını onurlu bir şekilde; açlık, şiddet, baskıdan uzak, adil bir biçimde yetiştirme hakkına sahip olabilmesine duyulan inanç. "
olarak tanımladılar. 'Eşitlik kavramı' da;
" kadın ve erkekler için eşit haklar ve fırsatların sağlanması gerektiğinin kabul edilmesi."
olarak tanımladı.
- ne tatlı, değil mi?
adeta, insanın ruhunu okşuyor bu sözler. keşke diyor insan, keşke... ama nerdeee...
bu durum, bana ajda pekkan'ın güzel bir şarkısını çağrıştırdı;
"...
belki tatlı, tatlı bu yalanlar
Gül kokan rüzgarla, nasıl geçermiş-gelecek yıllar
yere iner mi gökteki yıldızlar
dinleyemem, bunlar hep boş laflar
aşk bitince, sözler neye yarar
"...ne kadar güzel uyuyor. melek gibi. kızıl saçları camdan giren ışıkta nasıl parlıyor. yuvarlanmış yatakta sırtı açık kalmış. öpsem mi? sırtından. tam bir hayvanım ben neler düşünüyorum böyle. üstünü örtsem mi acaba, uyanır kesin. ya da yanına uzansam bir son 10 dakika. yok hayır gitmem lazım. geç bile kaldım..."
- " evet! evet! ben bu anı daha önce yaşamıştım."
denilecek kadar gözler önüne serilmiş bir sahne, tanımlamalar, hisler, iç-seslerle diyaloglar, kararsızlık halleri, kısacası; eksiksiz bir anlatım. hani, eskilerin; '32 kısım tekmili birden' diye ifade ettikleri türde.
çarpıcı konusu, ilginç kurgusu, hoş ve sürükleyici anlatımı ile bu sayının en sevdiğim hikayelerinden biriydi 'ben gittikten sonra'.
günlük yaşamımızda, varlıklarını sürdüren kimi durum ve kavramların, kullanılan sözcüklerle tam olarak ya da hak ettiklerince betimlenemediklerini görürüz. diğer bir deyişle bizler, bunları belli sözcüklerle ifade etmeye çalışırız ama yaptığımız, ne bizi ne de konuştuğumuz insanı tatmin etmeye yeter.
- kötü! ama mükemmele yakın düzeyde bir kötüyü ifade edeceğiz. buyrun bakalım! ne diyeceksiniz?
- evet! berbat ama bu yeterli mi? değil zira, bahsettiğimiz mükemmele yakın bir kötülük.
- boktan! ya da bombok!
- çok güzel! ne oldu şimdi? yeni bir evreye geçtik. yani, formal konuşma dili ile bu işin üstesinden gelemedik ve argo sözcüklerden yardım almaya başladık.
akşamdan kalmayız. gözler kanlı, kafamız binbeşyüz, mide desen; sahibinin yedi ceddine sövmekle meşgul, bağırsaklar keza. gözlerini açmadan, el yordamıyla, çalan telefonunu aramaktasın. zar-zor bulup kulağına taşıdığın telefondaki ses soruyor;
- günaydın birtanem! nasılsın?
ne diyeceksin?
- kendimi pek kötü hissediyorum.
- ay! yesinler seni, kibarcık.
- köskötü!
- pekiştirmeler her zaman isteneni vermez. ne o öyle! ağaç kökü söker gibi.
- berbat!
- evet! ama samimiyetsizlik var sanki, çok resmi.
- bombok!
- samimi olmasına samimi de karşısındakine, kısa kes! gibi bir mesaj da veriyor sanki.
- pekiyi! o vakit sana; " kanalizasyonda yuvarlanan harikulade bir bok parçası gibi" desem.
- ay! inanmıyorum. işte! bu, işte! bu...
günlük konuşma dilinde kullanılan deyimlerin büyük bölümü, buna benzer güzel ifadeler ve tasvirlerden doğmuş ve dilimize yerleşmişlerdir.
- ben, bandini'nin hayal gücünü, tarzını ve yeteneklerini sadece sevmekle kalmıyor, aynı zamanda kıskanıyorum da. yani, bende de neden şöyle bir hayal gücü oluşmamış diye hayıflanıyorum, kendi kendime;
"...müstehzi bakışların ona verdiği güvenin farklı olmanın kıvancı olduğunu tahayyül ederdi. kalabalığa sürtünürken kibiri kabarır, ona değen et parçalarından iğrenmenin zeminlerini hazırlar, zifiride berrak bakışa, zemheride ılınmış temasa sahip olurdu. zamanı çoktu daha. henüz yer altındaydı..."
ya da şöyle;
"...birbirlerine sarılmış yağlı yılanlar gibi hareket ediyorlardı. dans ediyor gibi de olmayan ilginç bir görünümleri vardı. yağlı fıçıya benzeyen orta yaşlı elinde metal bir yıldız tutuyor ve arada göğsüne götürüp tekrar havaya kaldırıyordu. siyahlar küçük ölümü aralarına almış baldırlarını sıkarak mırıldanıyor, kız ise iki elindeki zift gibi tozu bir elinden diğerine döküp duruyordu..."
bu tür hikayelerde, yazarın neler düşünüp hissettiğini anlayabilmek öyle pek de kolay bir iş değildir. ancak, çözebildiğim kadarıyla;
'türlü dogmalarla uyuşturulmuş insanlar arasında kendisini yabancı gören, sıkkın ve bunalmış bir insanın hissettikleri, kendi kişiliğini oluşturma ve koruma çabası' resmedilmeye çalışılmış.
özellikle ikinci bölümün 'oluş', 'sürünüş' ve 'çöküş' adlı bablarında ise kendisine çektirilen eziyetler ve kişiliğinin diğerlerine benzetilme çabası zekice kurgulanmış cümlelerle çok güzel dile getirilmiş;
"...kanadım. fazlası ile. tecrit edilmiş bir koyda, zihni iğdiş edilmiş, en büyük korkusu ile yıkanmış, duldasız pusatsız eylenmiş ve tümüyle metazori fikirler telakki edilmiş bir kulak orospusu edildim..."
ve
"...içindeki amok koşucusunun aklına tecavüzünden habersiz olabildiğine yang e tapınmakla meşgul iken, dünya sallanıyor, sallandıkça o yapay karlar üzerine düşüyor ve o sahteliği bulmuş filozofun gururuyla haykırıyordu: ben, benim!.."
hemen her cümlesi üzerinde tek tek durulmuş, her biri kanaviçe gibi işlenmiş cümlelerin okuyucunun beynine belli bir ahenkle yerleşip şekillendiği, profesyonelce tasvirleri, yazarın evren kadar geniş hayal dünyasını* yansıtan tanımlamaları ile bu sayının, açık ara en güzel hikayesi olmuş.
okuyucu, okuduğu hikayenin zaman dilimi anlamında ve kendisini yönlendirdiği noktalarda, doğal olarak onu tatmin edici bazı şeyler bulmak isteyecektir. hikayeler içerisindeki geçmiş-bugün-gelecek şeklindeki git-gel hareketler, tüm zaman dilimlerindeki olayların birbirleriyle korelasyonu sonucunda, okuyucuda, ciddi sonuçlar elde edilecekmiş şeklinde beklentiler oluşturur. bu üslup, özellikle polisiye romanlarda sıkça kullanılır ve okuyucuya suç/suçlu ilişkilerinde önemli detaylar verir.
yazar, bu git-gel hareketleri sonucunda, okuyucunun beklentilerini yeterince karşılayamaz, diğer bir deyimle, bölümler arasındaki bağlantıları olması gerektiği şekilde kuramaz ise o vakit, okuyucu boşa kürek çektiğini düşünmeye ya da daha kötüsü, yazarın onu ulaştırmak istediği noktadan çok farklı noktalara gitmeye başlar ki burada dağınıklığın boyutu daha da büyür.
zeynep ve tesadüfler ne yazık ki bu bağlamda olumsuz bir örnek olmuş. daha da önemlisi bu durum üst-üste birkaç kez tekrarlanmış.
bununla birlikte bazı yanlış bilgilendirmeleri de görmek mümkün;
"...Çukurlar, bazı arabalardan düşen jantlar... zaten sıkışık olan trafiği tahammül edilemeyecek hale getirmişti..."
arabalardan jantlar değil jant kapakları düşer. ufak bir detaydır ama bunu bilen okuyucuyu irite eder. aynı şekilde, kombi ısıtma sistemlerine yönelik bilimsel bir hata da mevcut;
"...Efendim kalorifer tesisatları sürekli sıcak su taşıyan borulardan oluşur. Kombiniz şebekeden gelen suyu alır ve içerisinde ısıttıktan sonra peteklere iletilmesi için tesisat borularına gönderir. işte bu suda yer alan ufak tefekte olsa çamur yahut yosun parçaları, ısıtılmanın etkisi ile bir süre sonra borular ve peteklerde bir yaşam alanı oluştururlar..."
kombi kalorifer tesisatları, basınçlı suların yüksek sirkülasyon hızlarında dolaştığı ve sıcaklığın zaman zaman 80-90 santigrad derecelere ulaştığı kapalı-devre sistemlerdir. sistem içerisinde oksijen beslemesi olmadığından ki korozyon olayının gerçekleşmemesi için bu özellikle istenmez, aerobik mikroorganizmal bir yaşam ortamının oluşması mümkün değildir. oksijensiz solunum yapan anaerobik canlılar ise besin sentezlemesi için yeterli organik maddeyi bulamadıklarından zaten gelişip bir yaşam ortamı oluşturamazlar. bir cins mikroflora olan yosunlara gelince, fotosentez yapmadan yaşayamazlar. bunun için güneş ışığı gereklidir ama kapalı devre bir tesisatta bulabilmeleri mümkün olmaz. dolayısı ile bu sistem içerisinde, bildiğimiz anlamda biyolojik bir yaşam ortamı oluşmaz.
kurgulama ve detay hatalarına kurban gitmiş bir hikaye izlenimi verdi bana sonuç olarak. bu malzeme, diğer deyişle mevcut tema, çok daha güzel bir hikayenin çıkarılmasına müsaitmiş aslında.
tema deyip geçmemeli. profesyonel yazarların en büyük sıkıntısıdır bir tema yakalamak. bu nedenle, hoyratça harcamamak gerek.
her şeye rağmen gelecek için umutlar vadediyor zeynep ve tesadüfler. yapısal kurgulama konusunda edinilecek tecrübeler ve yapıcı eleştirilere kulak verdikçe, günden-güne daha başarılı örnekler göreceğimize inanıyorum.
çamur ile ilgili olabilecek hemen her şeyden bahsedilmiş. yazıda, güzel bilgilendirmeler de var ayrıca.
dolayısı ile konuya bağımlılıkta dördüncü sayının bir numaralı eseri olmasının yanında, okunması da tat veren bir yazı olmuş ama o'nu bir hikaye formatına sokacak tek olay olan müge'nin trajik ölümünün detaylandırılması ve o'nun için yapılan mezarlık ziyaretine okuyucunun hazırlanması da gerekiyordu.
okuyucu, sonuç bölümüne yeterince hazırlanamayınca, yaşaması istenilen duygusal boşalım da beklendiği oranda gerçekleşemiyor haliyle.
felsefe tarihinde hiç kadın filozof çıkmamasından hareketle bir sitemde de bulunmuş değerli yazar arkadaşımız;
"... her çamura bastığımda, lise yılları felsefe derslerinin efsanesi "varlık nedir? varlığın kaynağı nedir?" soruları aklıma gelir. Thales su, Heraklitos ateş, Pythagoras sayı, Anaximenes soluk, Anaximandros sınırı olmayan, Demokritos atom, eflatun idea, Aristoteles yetkin varlık, Descartes Tanrı, Hobbes madde, Spinoza Tanrı ya da doğa, Marx maddedeki değişme ve çelişki, Satre insan olarak yanıtlamıştı varlığın kaynağını. ve bizim nesil, içinde bu abilerin yer aldığı testlerde, hep felsefenin öznelliğiyle ilgili şıkkı işaretlemişti. ama nedense hiç kadın filozof çıkmamıştı karşımıza. neyse...."
kadınların, seçme ve seçilme hakkını henüz geçtiğimiz yüzyılın başlarında elde etmeye başladığını düşünür ve bunun nedenlerine yoğunlaşırsak, tarihte ünlü kadın filozof bulunmamasının nedenini de kolaylıkla tespit edebiliriz zannediyorum.
bu oluşumda aktif olarak bulunmamış olmasına rağmen takip edenlerin yorumları, yapıcı ve yıkıcı eleştirileri, Uludağ sözlük dışında olup tavsiye sonucu dergiyi takip edenlerin fikirleri ve hikayeler gösteriyor ki bu oluşum oldukça dikkat çekici.
yıkıcı Eleştiriler arasında bir şeye benzemeyen hikayeler tabirine denk geldim ki bu, söykü ekibinin değil Uludağ sözlükte daha iyisi olup da kendisini saklayanların suçudur- o zaman daha iyisini yazıp göndermelisiniz.
klasik ama doğru bir deyim vardır ne kadar ekmek o kadar köfte. anladığım kadarıyla söykünün amacı edebiyat alanında çığır açıp ülke genelinde ün salmak değil; insanları edebiyata yönlendirmek, varsa yetenekli insanların kendilerini keşfetmelerini sağlamak, ya da bazısı için zamanını daha anlamlı geçirmesini sağlamak içindir ya da ne için olduğunu boş verin bakın bir çamur konusundan ne hikayeler çıkmış, tadını çıkarın
çamur temasını en iyi işleyen yazılardan bir tanesidir. Öyle ki yazar tam 29 kere çamur kelimesini kullanmış. Böyle olunca çamur kokusunu bir an hissettiğinizi zannediyorsunuz. Kısa bir yazıda bir çok konuyu çamurla ilişkilendirerek anlatması gerçekten yetenek isteyen bir iştir. Çamurun( toprakla ilişkili olduğunu hatırlayarak) bir çok hikayesi vardır- en bilineni insaoğlunun topraktan geldiği düşüncesidir. Ve herkesçe evrensel bir şekilde kabul edilen insanoğlunun toprağa gideceğidir. yazar, Bu iki olgu arasında sevdiği insanla başlangıcını ve sonunu başarılı bir şekilde hikayeye yerleştirerek hikayeyi tutarlı hale getirmiştir. Bu şekilde verdiği spesifik felsefi bilgiler de amacına ulaşmış oldu. anlatıcı çamuru anlatmış; anlattığı çamursa her zerresinde bir hayatı anlatmış anlatıcı için. yazarın Ellerine sağlık, Güzel bir çalışma olmuş...
başlık konu hakkında az çok bilgi verir nitelikte olduğu için okuyucu baştan anlatıcının amaçladığı moda giriyor. Hikaye dili anlaşılır ölçüde sade ama okuyucunun dikkatini rica edecek kadar da entelektüel bir ifadeye sahip. Bu yazıda hoşuma giden kısım bir sonraki olayla ilgili sinyal veren küçük ayrıntılardı. Buna bir örnek; Ahmet adı için annesine keşke benim adım olsaymış şeklinde zerzenişte bulunmasıdır. "acaba bu isim neden bu kadar önemli" diye sorgulatmayı başarmış durumda.
Hikayelerde ufak meraklandırmalar her zaman dikkat toplar. Bunun farkında olan yazar okuyucunun merakını unutmasına mahal vermeden Ahmet ismine verdiği değerin nedenini anlatıyor.
--spoiler--
işte bu filmde zeynep vardı, ahmet'i seviyordu.
--spoiler--
Çünkü sevdiği kızın adı zeynepti. anlatıcının kahramanı, "Filmdeki Zeynep ve sevdiği adam"la özdeşleşmek istiyordu bu yüzden ismi Ahmet olsaydı çok sevinecekti. Aşkın masumluğunu en doğal en sade isteklerle anlatabiliriz ki yazar bunu hangi yoldan başaracağını iyi saptamış.
Baştan beri sonunu tahmin ettiren bir hikaye ama yazarın meraklandırmaları satır aralarındaydı.
iyi kurgulanmış Başarılı bir hikaye.
hikaye en baştan beri eğlenceli olacağının müjdesini veriyor. Ama öyle mutluluk, huzur veren, romantik, ya da karnınıza kramplar sokacak kadar komik bir hikaye olduğundan değil; hikaye "eğlenceli" oluşunu sıradışılığından kazanıyor. Okuyucuyu esir alan bir hikaye ki okuyucu esir olmaktan mutlu hatta oldukça heyecanlı .
daha en baştakanalizasyonda yuvarlanan harikulade bir bok parçası gibi benzetmesi, Lucifer-lord sembolleri, kasadaki adamın psikopat hareketleri hikayenin çok da alışıldık bir hikaye olmayacağını hissettirdiği için yeni bir şeyle karşılaşan okuyucunun merakını kazanmasıyla tam notu hak ediyor. Yazar bu ayrıntıları en başta vererek okuyuculara seçme şansını da veriyor; "ilgin varsa oku, yoksa sana yaramaz" gibi .
hikayedeki küfürler öyle ustaca serpiştirilmiş ki hikayenin hem karakteri hem de ana teması gibi durduğundan hikayeden asla atılmaması gereken ayrıntılar olarak okuyucuyu kendine bağlamaya devam ediyor.
--spoiler--
4 kişi beni izliyordu. 3 erkek ve 1 genç kız. erkeklerden 2 si afro-amerikandı ve hafif kıvırcık kısa saçları ile ağızlarında sürekli bir şey çeviriyorlar gibiydi. diğer erkek 50 li yaşlarda ve saçları yandan açılmış en azından 115 kiloluk iğrenç gerdanlı bir sıçana benziyordu. bunlarla tezat olacak şekilde kız 14 buçuk yaşında, saçlarının yarısı mor, ince bir çene ve yanaklarında çilleriyle küçük, sevimli bir azrail gibiydi
--spoiler--
Stephen king tarzı ağzı bozuk ve muhteşem benzetmelere rastlıyorsunuz.
bir solukta okudum. oldukça gizemli tutulmuş ifadeler ve insanın tüylerini ürperten ve dudağı istihza ile yukarı kıvrıldı diye bahsettiği bu alaycı gülüş ister istemez okurken benim de dudağımın hafif kıvrılmasına neden oldu.
mitosu logostan arındırarak varoluşunu tamamlıyordu., yang vb. içinde kültürün ve birikimin de izlerini taşıyor. Her yönüyle oldukça başarılı bir hikaye. herkesin zevki farklı olduğu için yorumcuların diğer hikayeler için kurduğu cümlelere benzer şekilde diğer yazarların affına sığınarak; benim de "en beğendiğim hikaye" bu hikaye olmuştur.
hikaye en baştan beri ıssız adam mantığıyla okuyucuyu sinir eden çizgide devam ediyor ki anlatıcının da sevimli olma gibi bir derdi yok anladığım kadarıyla. insanların sinir uçlarına dokunabilmeyi amaçlamış gibi- ve başardığını itiraf etmeliyim. Bunun yapabilmek için en uygun detayları kullanmış Sifonu çekmeyen adam-düz ve iğrenç adam, eğlenilecek kız evlenilecek kız ifadeleri -düz ve vicdansız adam gibi...
Hikayedeki üslup ve yönelim benim mutlu son-bahar hikayemdeki akışı hatırlattı bu yüzden hikayenin mantığına kendimi daha yakın hissederek akıcılığından ötürü hikayenin sonunda buluverdim kendimi. Ahlaki öğütler, aşk, ya da bir dram aramaya gerek yok. Küçük bir mesajı vardır namusun insan hayatından daha değerli olduğunu düşünen ve düşündüğünün başına fazlasıyla gelebileceğini unutmaması gereken ebeveynler.
Yazar klasik bir konuyu alışılmamış boyuta çekmeyi denemiş ki yer yer bunu başarmış. nefret duygusunu gerçekten başarılı bir şekilde uyandırmış ki bu iş göründüğü gibi kolay değildir. Cesaret ve dikkat ister. Yazarın elerine sağlık, oldukça başarılı buldum.
gönüllü bağımlılık ve kramponlar başlığındaki bu iki kelimenin yan yana gelmesi gerçekten ince bir mizahın eseridir. Yazar eminim ki bu alakasızlıktan oldukça hoşnut ve emin bir şekilde başlığını oluşturmuştur ki sevdiği güzel bir kadından ayrılan ve o kadar kararlı olmasına rağmen daha gün geçmeden düzenli periyotlarla sevgilisinin arayıp aramadığını kontrol etmek için telefonuna bakacak kadar barışmaya istekli bir adamın kalkıp 200 tl tutarındaki kramponlarını düşünmesinin alakasızlığıyla başlığın oluşturulmasındaki manayı kavramış bulunmaktayım. Hikaye oldukça akıcı ve meraklandırıcı, içinde öyle vurdular kırdılar ya da aldatma gibi şok etkisi yaratıp kendine bağlayan bir mevzu yok. kendine bağladığı kısım, sıradan, gündelik hepimizin arkadaşının ya da bir tanıdığın başından geçmiş merak konusu olan ilişkisidir. Yani dedikoduların konusu olan begümle mert ayrıldı hikayesine benzer hikayeleri anlatanlardan kaçınız merakla, üzüntüyle dinlemediniz?
Başarıyı bu noktada yakalayabilen hikayedir ellerine sağlık
durum hikayesidir. Durum hikayelerinde muhteşem bir başlangıç ya da muhteşem bir son olmaz bu yüzden ifadeler kesinlikle canlı olmak zorundadır ki okuyucu bir şeyi merak etmeyecekse o zaman bir şeyi yaşamayı isteyecektir. Yazar bunu başarıyla gerçekleştirmiştir. Betimlemeler oldukça canlıdır. cebinden çıkardığı kırmızı ve üşümüş eliyle geriye itip atkıya iyice gömüldü. Ayrıca okuyucu durum hikayelerinde kişileştirme sanatını da bekler ki tek aksiyon kişileştirmelerdedir. çamurdan bir tokat yedi. Hem kişileştirmeye önem vermiş hem de zorunlu tutulan çamur kelimesinin hakkını başarıyla vermiştir. yazarın ellerine sağlık, hoş olmuş.
içinde sık sık aforizmaların bulunduğu anlatımı zengin bir hikaye ile karşı karşıyayız. Aforizmalar bir mesaj niteliğindedir ve hikaye sizi baştan sona doğru yeni fikirlerle uğurluyor.
--spoiler--
-dikkat etmelisin; çünkü yürümeye çalıştığın yolları bile ayaklarının altından çekiverirler!
--spoiler--
Hikayenin bölümlere ayrılması hikayeyi okunması açısından kolaylaştırmaya yardım etmiş.
Hikayede anne temasıyla hiç kimsenin reddetmeyeceği bir duygusallığı yaşatmayı amaçlamış ve bu fikirden kuvvet bularak aforizmaları anne ağzıyla okuyucuya iletmeyi görev edinen anlatıcı bu işi sevimli hale getirmenin en güzel yolunu anne imgesiyle başarmıştır.
Hikaye, ikinci kez, farklılığını şiirle biten bir sona sahip olmakla kazanıyor ki farklılık, orijinallik okuyucuyu kendine bağlayan önemli bir unsurdur. Başarılı ve emek verilmiş güzel bir hikaye
mektuplarla, güncel bir tarihten geçmiş bir tarihin içine sürükleyip o tarihte kaybolup gitmiş ama geriye anıları ve beraberinde duygularını bırakmış bir hayatın bahsedildiği ve okuyucuyu zaman tüneline sokan bir hikaye.
--spoiler--
doktor raporunun sonunda "merhumun, sekiz aylık hamile olması sebebiyle, bir operasyon yapılmış ve bebek prematüre olarak dünyaya getirilmiştir." yazıyordu. aklımda ki ilk soru cahide hanım neden hamile iken kendini öldürmek istemişti ki oldu. konu daha da ilginç bir hal almaya başlamıştı. bu kayıtları başlangıç olarak kabul edip araştırmayı cahide hanım üzerine yoğunlaştırdık.
--spoiler--
hikayenin en can alıcı kısmıdır. Her hikayenin bir climaxı yani merak uyandırıcı, doruk kısmı vardır. sanırım hikayenin climaxı bu kısım.
--spoiler--
artık onu kaybediyorum. her şeyden çok sevdiğim karım ellerimin arasından kayıp gidiyor. tutmaya çalışıyorum itiyor. bugün kusmalarının nedeni belli oldu. son bir kaç gündür iyiye giden durum tamamen tersine döndü. doktor "hamilesin kızım" dediğinde bana bakamadı. başkasının yaptığı şerefsizlikten benim güzel karım utandı. hemen koşup odasına gitti. kapıyı kilitledi. kapısını çaldığımda " sana bakamam artık" dedi.
deme öyle güzel gözlüm deme, ben sana aşığım diyemedim. çıkmadı ağzımdan, dökülmedi dudaklarımdan. kapıya sırtımı dönüp olduğum yere yığıldım, ağlamaya başladım. az önce yemek götürdüm ama yemiyor. içeride almıyor. babamı çağırmak zorunda kaldım. cahide onun sözünü hep dinlerdi. buna güvendim. umarım haksız çıkmam."
--spoiler--
Merak sonucunda gelişen tahminleri alt üst etmeyi amaçlayan yazar okuyucunun keşke bu kısım böyle olmasaydı itirazlarını da kabullenmek zorunda. Gerçekten insanın ruhunu daraltan bir gelişme, diğer birkaç hikayede olduğu gibi sinirlere dokunması hikayede sevilmeyen gibi gözükse de aslında etkilemesi ve bir iz bırakması bakımından en değerli kısım olma özelliğini taşıyor.
Kurgu güzel, bağlantılar mantığa uygun, etkileyici bir hikaye olmuş
--spoiler--
sanki bu adaletsizlik, dünyanın diğer az gelişmiş ülkelerinde ve hatta türkiye'de de yok muydu? vardı elbet! ama ekonomik olanak ya da olanaksızlıkların ötesinde, insanları bir de üst ve alt sınıflar olarak tabakalara ayıran, bununla da yetinmeyip kimilerine soyluluk türünde ünvanlar veren kast sistemi olunca, daha bir hüzün verici oluyordu mevcut tablo. insana seyirci kalmaması ve bir eylemde bulunması gerektiğini, adeta vicdani bir sorumluluk olarak yüklüyordu.
--spoiler--
içinde evrensel bir mesajı ya da evrensel bir gerçeği barındıran hikayelerde her zaman beklenti yüksek olur. O beklenti, okuyucunun yazarın bu duyarlı çıkışını baz alarak ondan öğüt ya da bir iyilik yapmasını istemesidir.
--spoiler--
bu sorumluluk duygusundan biraz olsun kurtulmak için ilk aklıma gelen şeyi yaptım. markete gidip bir büyük kutu bisküvi aldım ve yol-üstü köyünün yolunu tuttum. oraya ulaştığımda, öğle saatleriydi ve cuma namazı saati yaklaştığından köyde büyük bir hareketlilik yaşanıyordu. arabamı yol kenarına çekerek yolun karşı tarafındaki kanal boyunca oynayan çocukların yanına gittim. kutuyu yere koyup kapağını açtım ve etrafımı saran çocuklara paket paket ikram etmeye başladım.
--spoiler--
Bambaşka bir diyarın sefilliğini, ve bilgisizliğini anlatırken az ve öz cümleleriyle, "kemal paşa gayrimüslimleri yendi padişah oldu" örneğinde olduğu gibi, tasvir etmesi sabırsız okuyucuyu ayrıntılarla boğmayarak bilgilendirmeyi başarmıştır. ilginç ve okuyucuyu sıkmayan başarılı bir hikaye olmuş, yazarın ellerine sağlık
--spoiler--
çocuk parkının yanından koşar adımlarla geçen ayhan, paranın artanıyla aldığı çikolatayı kemiriyordu. burnu akıyordu ve sırıl sıklam olmuştu, üşüyordu. tek hayali, eve varır varmaz sobanın kenarına sinip kestane eşliğinde televizyon seyretmekti.
--spoiler--
Hikayelerde "canlılık" okuyucunun birinci beklentisidir. Bu canlılığı, ancak sıkmayan yeterince detayı veren tasvirlerle başarmak mümkündür. Tasvirdeki detayları düşündüğümde çocuk algısıyla o istekleri birer birer onun adına sabırsızlıkla ben de yapmak istedim. Okuyucu ve karakterler özdeşleşebildiği ölçüde hikaye önem kazanır. Ve yazar bu kısımda okuyucudan tam not alabilir.
Hikayede olaylar sıradan bir atmosferde seyrediyorken kızın etkili ve şaşırtan bir cümlesiyle,
--spoiler--
"neden ben de kayıp düşemiyorum? düşüp kendimi yaralayamayacak kadar acizim."
--spoiler--
Hikayenin ilginç ve etkileyen kısmıyla tanışmış oluyorsunuz.
--spoiler--
bir anda karar verdi her şeye. kollarının yardımıyla kendini yere itecekti. o zaman onun da üstü diğer çocuklarınki gibi çamur içinde kalacaktı, o da kirlenecekti. cam fanusundan kurtulup yaşıtları gibi toprağa bulanacaktı. sandalyesine tekrar nasıl oturacaktı, kime ne? annesinin tepkisi ne olacaktı, üzerindekilerin maddi ya da manevi değeri var mıydı, mühim değildi hiçbiri. biraz kirlense kime ne zarar gelirdi ki?
--spoiler--
çocuğa sempati duymaya başlayıp annesiyle girişeceği diyaloğu hayal ederken;
--spoiler--
kimin aklına gelirdi ki, yaşıtlarına özenip biraz kirlenmek isteyen yürüme engelli bir kızın kendini yere atıp başını taşa çarpacağı ve oracıkta can vereceği? bu saatten sonra kimi suçlamalıydı? kaderi mi, "kızınızı kaybettik, metin olun." diyen doktorları mı, hayatın kendisini mi?
--spoiler--
cümleleriyle karşılaşırken ikince ve en uzun süreli şoka giriyorsunuz ki sempati hissi birden acıma hissine dönüşüyor. Oldukça dokunaklı ve başarılı bir hikaye
duru dupduru bir durum hikayesidir. Aksiyon beklemeyin- bu hikayede sizi ordan oraya savuracak kadar kuvvetli duygu yoğunluğu yok-yazar okuyucuyu sade kahvenin verdiği lezzetin bir benzeriyle bağlamayı hedeflemiş. arkadaşlarımızdan dinlediğimiz bir anının keyfi ve samimiyeti var bu hikayede.
3 kafadar onları izleyip yaptıkları kaçamağın keyfini konuşuyorlardı. özkan kaldırımın üzerine oturdu ve var mısınız çivileme oynamaya dedi. her iki arkadaşı da varız deyince oyun başladı. çivileme oyunu, hafif çamurlu toprakta çivi ile oynanan ve diğer oyuncuların hareket alanını daraltmak amacını güden bir oyundu.
--spoiler--
yazarın bu detayı vermesini sevdim. Bir anda çocukluk anılarına geçiş yapan yazarın bize anlık geçişini unutturan ve üç kafadarın yapması beklenen şeylerden bir tanesini sunarak okuyucuyu çocukluklarına inandıracak ispatıydı benim için.
Nüanslarıyla taktirimi kazanan duru bir hikayedir, yazarın ellerine sağlık...
hikayelerde okuyucunun dikkatini çekecek en önemli kısım başlıklarıdır. Bu başlık bünyesinde hem bir mesajı hem de bir imayı saklıyor. Ayşeler'de, Fatmalarda bol olan bu klasik ama yıkıcı konunun işlenmesini taktir ettim. insanlar bu olayları duyarken üzülür, acır, sayar, söver hatta hikayedeki boyalı bilmiş kadın olarak tabir edilen kadın gibi akıllar verir gücü yettiğince. Oysaki bunun gibi yüzlerce Ayşenin olaya baktığı açıyı gözden kaçırırlar. Ayşegiller dayak yer acı çeker ama en acısı bunun kaderi olduğu fikriyle yaşamaya alışması kısmıdır. Ve o fikir, hikayede de ima edildiği gibi anneden kıza geçer. Eğitim şart mesajını veren etkileyici, yürek burkan bir hikaye olmakla başarıyı yakaladığına inanıyorum
yazarın hikayede kafa karışıklığını önlemek adına aldığı tedbirleri taktir ettim;
birincisi kişilerin tanıtılmasıdır ki bir hikayede çok fazla insan varsa kafa karışıklığı da o oranda artar. ikincisi diğer hikayelerde de olduğu gibi hikayenin bölümlere ayrılmasıdır. Okuyucuya bu kolaylıkları sağlayan yazarın ilginç bir olay için tedarikli olduğu fikrine kapılmadan edemiyorsunuz.
Nitekim birinci bölümde sır bir cinayetle ikinci bölümde cinayet koşuşturmacasının başlayacağı sinyalini üçüncü bölümde ailenin olayla ilgili tutumunu ve katille ilgili tahmin maratonun başlaması gerektiği hissine kapılıyorsunuz. Hikaye o kadar akıcı ki 3. bölümden sonra hızla okumamak için başınızı kaldırmak zorunda kalıyorsunuz ve nihayet sonuca ulaşıyorsunuz ki yazar bu konuda erken uyarı sistemiyle katili kendimize saklamamızı istiyor- bu yüzden fazla detay vermek istemiyorum ama bölüm bölüm koştuğumu hissettim. Oldukça heyecan verici ve akıcı bir hikaye. Yazarın Ellerine sağlık
başlıktaki kelimeyi hemen araştırıp ne olduğunu aklımda tutarak okudum bu hikayeyi. Bunu nasıl bağlayacak diye merak ederken diğer hikayelerinde de olduğu gibi bu fantastik öğeyi de yumuşak bir şekilde öyküye bağlamayı başarmış durumda. Hikayede klasik bir konunun fantastik bir boyutta işlenmesiyle bir an heyecanlanıyorsunuz. Ailesinden daha ilgili olan, kendisine ailesinden daha fazla değer veren bir insanla o ergen gencin ilişkisini bu sıra dışı olaya böyle rahat bağlamasını bir yetenek işi olarak görüyorum. Sürükleyici ve ilginç bir hikaye. Yazarın ellerine sağlık