ölmek
bir sanattır, her şey gibi
eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi
öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
öyle ustaca ki insana gerçeklik duygusu veriyor.
bu konuda iddialıyım sanırım.
hollywood yapımı olan sylvia adlı filmde neredeyse aciz, hastalıklı ve kocasının gölgesinde yaşamaya çalışan bir kadın imajı çizilmiş 'şair kadın'. filme göre, zaten halet-i ruhiyesi bozuk olan sylvia kocasının onu aldatmasıyla ipleri koparır, ne de olsa kadındır. dalgalı ruhu değil de dalgalı özel hayatı önemlidir. aynını frida kahlo için de yapmışlardır.
Katı değilim, içim boş.
Gözlerimin ardında uyuşmuş, felç olmuş bir mağara, bir cehennem kuyusu, alaycı bir hiçlik duyumsuyorum.
Hiç düşünmedim, hiç yazmadım, hiç acı çekmedim.
Canıma kıymak istiyorum, sorumluluktan kaçmak, aşağılık bir yaratık gibi sürüne sürüne dölyatağına dönmek istiyorum.
Kim olduğumu, nereye gittiğimi bilmiyorum; bu korkunç soruları yanıtlayacak olan benim.
şiirlerini ilk defa dinleyen bir arkadaşın ' bu kadında cotard sendromu mu var?' demesinden sonra çok sevilen şiirlerine farklı bir açıdan da bakılmaya başlanan özel şair. hayatını ve eserlerini üniversitede tez konusu olarak inceleyen nilgün marmara'yı hem sanatı hem de hayata veda şekli konusunda oldukça etkilemiş şair.
"nefret ettiğim bir şey varsa o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup 'iyiyim' demenizi beklemeleridir."
bir kadının yastık altı tanrıçası, büyük tutkusu, intiharların en güzel tanımı, şair, şiir.
seninle intihar etmemiz gereken konular var.
hayatımdan biraz nefes çal, yatağımın sol boşluğuna yerleş, saçlarını sal, onları dağınık bırak. harfleri yüzüme sür, harfleri dudaklarıma, senin ağzından konuşmak istiyorum. kafanı fırına sokup gazı açtığında neler hissettiğini ve ölmeden birkaç saniye önce neler hissettiğini duymak istiyorum.
seni duyumsamalıyım. seni hissetmeliyim tüm kızıllıklarla, sanat iyi bir şey, sen sanatı kusursuz yapıyorsun, sen ölmeyi sanat görüyorsun. peki ben amatörce yaşamaktan ne kadar zevk alabilirim? peki ben su içtiğin bir bardağın üstünde dudak izlerini izleyememekten, o dudak izlerinden birkaç damla su içememekten ne kadar üzüldüğümü görmüyor olmadan mutsuzluk duyuyorum.
yazılarındaki karamsarlıkla hayran bırakan yazar. johnny panic ve rüyaların kutsal kitabını okuyorum ve diyecek bir şey bulamıyorum. 6.45 yayınlarına da teşekkür etmek düşüyor bana, bunu türkçe'ye en güzel şekilde çevirdikleri için.
"genellikle esaslı bir kusmadan hemen sonra kendini daha iyi hisseder insan. biz de kucaklaşıp vedalaştık ve odalarımıza gidip uzanmak için koridorun ters uçlarına doğru yürüdük. doğrusu ya, birlikte kusmak kadar insanları birbirine yaklaştıran şey yoktur."
Neden yazı yazdığımı mı soruyorsunuz bana?
Zevk mi alıyorum?
Değer mi? Peki para kazandırır mı? Öyleyse bir nedeni var mı?
Yazıyorum çünkü;
"içimde susturamadığım
Bir ses var."
Yeniden yatağa girip örtüyü tepeme kadar çektim. ama bu bile ışığı tam önlemeyince başımı yastığın altındaki karanlığa gömüp gece olduğunu farz ettim. Kalkacaktım da ne olacaktı sanki. Olmasını beklediğim hiçbir şey yoktu.
istediğim bütün kitapları okuyamam; olmak istediğim bütün insanlar olamam ve istediğim hayatları süremem...istediğim bütün becerileri edinemem.Öyleyse ne istiyorum? yaşamak ve hayatta olabilecek bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin bütün renklerini, tonlarını yaşamak ve duyumsamak istiyorum. Ve berbat bir şekilde kısıtlıyım.
biri bunu sikseydi intihar etmezdi. çok büyük yazardır. günlükleri falan var. bugün de xanax içtik sik sik yazıyoruz demiş 27. sayfada. duvara astım onu.