hâlâ kendisini ciddiye alanlar varsa söylediklerinin/yazdıklarının tartışılması normal. en son türkiye'ye ordu lazım mı, evrenkent vs. muhabbetleriyle gündeme gelmişti. evrenkent konusu ile ilgili çok net konuşmuş ama bu net konuşma feci bir şekilde yüzünde patlamıştı.
türklere türkçe'yi öğrettiği falan söylenmiş, türkçe'ye yunanca'dan geçmiş kelimeler gibi bir tartışma konusunda kendisi kaynak gösterilmişti, yunanca'dan geçtiğini iddia ettiği sözcükleri orta asya'nın bağrında yaşayan özbeklerin, kırgızların, türkmenlerin de lehçelerinde görüp "bu yunanca'dan geçen kelimeler baya bi geçmiş herhalde baksana orta asya'ya kadar gitmişler." diyerek gülmekten patlamıştık. bu şekilde türkçe öğretecekse ben almayayım. çok büyük türk dili hocalarımız var onlar kâfidir.
dil falan muhabbetlerinin altından girip üstünden çıkanların çok büyük çoğunluğunun ciddi bir saygı duyduğu adam.
dil adlarına gelen eklerin ayrı yazılıp yazılmaması konusunda bir fikir-birliği olduğu için daha tartışılır konulardan bahseder genelde.
statükoya çok da uygun olmayan politik görüşleri var adamın. bu görüşlerine duyulan saygı ile dil meselelerindeki yetkinliğine duyulan saygı birbirinden ayrı tutulduğunda işinde ne kadar iyi olduğu kabul edilecek, hakkı teslim edilecektir.
edit: evrenkent konusunda da yazdığı 2. yazı göz ardı edilmemelidir.
evrenkent kelimesinin kökeni üzerinden giden tartışmanın yüzünde patladığı söylenmiş. sadece görmek istediğini görmek denen şey bu oluyor sanırım. bütün tartışmayı takip eden birisi olarak iki tarafın da sağlam argümanları olduğunu ama konunun "evrenkent"ten uzaklaşıp "universe, universitas" tartışmasına dönüştüğünü söyleyebilirim.
evrenkent kelimesine dair sinanoğlu'na getirdiği eleştiride de haklı.
söylediklerinde haklı olsa bile üniversite kelimesinin kökeninin "evren" gibi bi anlamı olmadığını biraz fazla net bir şekilde ifade etmiştir. sonra âlâkası çıkınca ne yaptı ne etti bilmiyorum. ya zaten hiç önemli değil bunlar, önemli olan çok net yazmış olması, dalga geçer gibi yazmış olması. sakin bir üslupla yazsaydı beni bu kadar rahatsız etmezdi kendisi o ayrı konu. ulusalcı, ermeni düşmanı vs değilim. ama az biraz serde feministlik var, o yüzden sevan nişanyan benim sevemediğim bir insandır. ha ben de meraklı değilim evrenkent demeye o ayrı konu, eleştirisi haklı olsa bile bu evren konusunda çuvalladı.
Aşağıda bağlantı adresini verdiği Türkiye ye sahiden bir ordu lazım mı?" yazısının sahibi yazar. burnunu ucunu sorgulamayan halkımıza yardımcı olmaktadır.
Sözlük yazarları içinde bu kadar yorum alacak kadar tanındığına çok sevindiğim taraf gazetesi yazarı. Bu yazarımızın 29.03.2009 tarihli yazısını herkesin okumasını isterim.
Pek çok yazar arkadaş adam hakkında yorum yapmış ama bence bu tiplerin içerdiği tehdit oldukça ciddi.
Söz konusu ettiğim yazı da aslında radikal gazetesi yazarı Türker Alkan'ın 22.03.2009 tarihli yazısına bir cevap niteliğinde. Okuyacakların iştahını kapatmamak için çok fazla ayrıntı vermek istemiyorum ama Kurtuluş Savaşımızın bir yalanlar manzumesi olduğunu, cumhuriyetimizin niteliği, Medeni kanunumuzun nasıl lozan'da diretilerek kabul edildiği, Mustafa Kemal'in bir darbeciden ve diktatörden öte bir şey olmadığı, eğitim reformlarımızın cumhuriyetten çok önce başladığı ve cumhuriyet sonrası yapılanların çok ta bir şey ifade etmediği, Nutuk'un ise baştan aşağı bir tehditname olduğu yazıyor bu yazıda. "Vatan mevzubahis ise gerisi teferruattır" a da ahlaksızlık ideoloji diyerek sonlandırıyor yazısını. sevan Nişanyan, benim gördüğüm en sıkı Atatürk ve cumhuriyet düşmanlarından biri bu yazısıyla. Öyle ki okudukça şakaklarıma ağrılar saplandı. Bu millet büyük bir özveriyle bir mücadele verdi. Bir varoluş mücadelesiydi kurtuluş savaşı ve sıradan bir savaş ta sayılmazdı. Bugün tüm dünyada emperyalizme karşı verilmiş ilk ve en önemli karşı duruşlardan biri olarak sayılan mücadelemizin bu topraklarda yaşayan,etnik kökeni ne olursa olsun fark etmez- bir türk vatandaşı tarafından böylesine küçük görülmesi, içinde bu ülkeye karşı birazcık sevgisi olanların bile canını acıtacak boyutta ne yazık ki. içimden gelenleri bir kavanoz içinde ben de Sayın Nişanyan'a göndermek isterdim doğrusu. Kaldı ki, Mustafa Kemal'i dikatör, darbeci, kendi düşüncelerinin karşısında yeralanları satılmış, ajan, vatanhaini gibi algılayan bir yazarın kendi özel yaşamında bile demokrasiden ne denli uzak olduğunu öğrendikten sonra içim rahatladı gerçekten. Yoksa çok daha fazla ciddiye alacaktım kendisini. Yine de Sevan Nişanyan'ı okumak gerek, bilmek gerek. Neyle karşı karşıya olduğumuzun farkında olabilmemiz için, karşı çıkabilmek için bilmemiz gerektiği için ve uygun bir benzetme olacak mı bilmiyorum ama düşmanımızı tanıyabilmek için. Çünkü bu tip düşünenler sadece bu yazarla sınırlı değil.
makatı fazla mesai yapan adam. kah kafası kızıyor, kazuratını biriktirip kavanozla karısının kafasından aşağı boca ediyor, kah hezeyana kapılıp beyinsel kazuratını yine yere yakın yerlerinden tarihi gerçek diye deşarj ediyor. son marifeti, kazuratı deyiniz, türkiye' nin kurtuluş savaşı vermediğini, medeni kanunun ise atatürk tarafından gönüllü olarak çıkarılmadığını, tersine türkiye' nin uygar bir ülke olmasını arzulayan ingilizler tarafından dayatıldığını iddia etmek. daha var başka herzeleri allı yeşilli de fazlasını yazmaya burnum dayanmadı. ha bir de kaynağı ne diye soracak olursanız, çok itimatı şayan bir merci. ifrazatı yaptığı yer yegane kaynağı. afp kadar sağlam.
resmi tanrı atatürk ve hayatı ile ilgili yalan dolan destanını bu kadar net ve açık anlatabilen bir yazar olmasına rağmen hâla fikirlerine eleştiri getirebilmek yerine "yüce ataya sadakat, düşmanı tanıyalım" sığlığı ile yaklaşım gösterilmesinin gerçekten üzücü olduğu kişi.
Tüm dünyada emperyalizme ilk karşı duruş olarak kabul edilen Kurtuluş savaşımızı yalan destan olarak gören, her şeyin dayatmalarla ve zaten sonucu önceden belli olduğunu savunan görüşlerini belli bir kısma inandırmış kişi. Öyle ya, emperyalizm yaymaya ve sömürge kurmaya çalışan ülkeler, elde etmek istedikleri ülkelere karşı ilk olarak insan haklarını yaymaya çalışırlar, fabrikalar kurdururlar, eğitim seviyesini yükseltirler, kadınlara eşit haklar verilmesini sağlarlar, milli değerleri insanlarını bilinçlendirirler. O ülkenin liderine karşı bilim adamlarına ya da uzman kişilerine sayısız kitap yazdırırlar. Üniversitelerinde kürsüler kurdururlar. Kendi işlerine gelmeyen ne varsa onu yaparlar. Biz başka bir dünyada mı yaşıyoruz yoksa iletişim ve bilgi edinmenin bu kadar kolay olduğu bir çağda hala bu kadar sapkın düşüncelerin olmasına şaşmamak mümkün değil. Nişanyan ve batının asıl başardığı bir zamanlar bu ülkenin neyi başardığını insanımıza unutturmak ve kendi milli bilincimizin yitirilmesine çalışmak. Ne yazık ki bunu başarıyorlar da. "Yüce ataya sadakat" kavramı aslında vatan ve millet sevgisinden öte bir şey değil. Ama ülkesini sevmeyen, onu ülkesi olarak bile görmeyen ama o ülkenin sağladığı tüm imkanları lehine kullanarak ne kadar samimiyetsiz ve aşağılık bir davranış şekli oysa. Yine de ne mutlu ki Mustafa Kemal onlar ne kadar aksini ispat etse de asla sıradan bir lider olmayacak. Eleştirilecek kararları elbette ki olacaktır, o da bir insandı sonuçta ve bunu zaten kendi de dile getirmiştir. Ama farklı olmak için, marjinal olmak için ve sadece karşı çıkmak için karşı çıkan insanlar bunun aksini iddia etmeye devam edeceklerdir. Karşı çıkabilmek için de bilmek gerekir. Bu sebepten Nişanyan incelenecek ve kitapları okunulması gereken kişidir. Ama karşı çıkabilmek için dünya üzerinde kaç ülkenin bizden sonra bağımsızlıklarını elde ettiklerini ve bizi örnek aldıklarını içeren görüşlerini bilmek yeter.
--spoiler--
çağdaş yaşamı tabii ki de destekleriz. çağdaş yaşamı kim desteklemez? ben illa retro takılacağım, kafama fes giyeceğim diyen mi var?
bunların anlamadığı veya anlamazlıktan geldiği şu: çağdaş yaşamın simgesi, bayrağı ve peygamberi diye mussolini ile hitlerin çağdaşı bir eski asker-politikacıyı öne koymak olacak iş değildir. her şeyden önce o çağdaşlık iddiasına zarar verir, inandırıcılığını zedeler, sırtına taşıyamayacağı bir kambur yükler. illa peygamber lazımsa bizde hakikisi var diyen adamlara verecek cevabın kalmaz. daha önemlisi dünyanın dört bir yanında bugünkü çağdaşlığı temsil eden zümrelerle ortak bir dilin kalmaz. çağdaş yaşam kulvarında senin doğal müttefikin olması gereken brükseldeki, seattledaki, tiflisteki, mumbaideki genç, zeki, dünyadan haberdar insanlar bu türkler yetmiş sene önce ölmüş bir darbeci generali çağdaş yaşamın son merhalesi zannediyorlar, annee deyip seni arkandan tiye alırlar. zaten bütün dünyanın bildiği tarihî inkâra azmetmiş olmak gibi bir handikapın var, bu da eklenince büsbütün yalnız kalırsın. bölüğe mıntıka temizliği yaptırmakla devlet yönetmek arasındaki farkı anlamaktan aciz bir avuç cahil paşa ile çağdaşçılık oynarsın.
düşünsen absürd ötesi bir hadise var ortada. çağdaş yaşam denilen şey 1920 lerde 1930 larda durmadı ki, yürüdü gitti. golf pantalon giyip panama şapka takmak bu devirde çağdaşlık falan değildir, fes ve kavuk giymek kadar tapon bir antikalıktır. birtakım zattarazotti izci marşlarıyla orgazma gelip führer e başbuğ a selam durmak 1933 te belki moderndi ama bu çağda çağdaşlık sayılmıyor, psikopatlık sayılıyor.
bugünkü çağdaşlık nedir, bakın şöyle anlatayım. photoshop diye bir program var, bilirsiniz, onun başında çıkan künyeye bakın. bir hintli, beş tane çinli, bir bulgar, altı-yedi anglo amerikalı, birkaç yahudi, bir afrikalı, iki japonun adı çıkar. çağdaş yaşam işte odur. enternasyonalizmin hasıdır. insanlık tarihinin gördüğü en heyecanlı işlerden biridir. çağdaş olacağım, vatanıma milletime özümü armağan edeceğim diye varolmayan düşmanı çanakkale de denize dökme hayalleri kurarsan çağdaş mağdaş olmazsın, gülünç olursun. adam çanakkale yi çoktan geçmiş, masandaki ekrandan sana el sallıyor çünkü
agos gazetesi yazarı ve taraf gazetesi yazarı. taraf gazetesi'nde kelimabazı'na müptela olunabilecek yazar. içerde olduğu yıllarda günde 14 saatlik tempo ile dil üzerine çalışmış arıza bir tip. ayrıca nisanyansozluk.com adlı bir etimolojik sözlüğü var. otelleri de vardı sanırım .yanlış cumhuriyet'in yazarı. dinine filan takılıp önyargı ile davranılacak bir insan değil diye düşünüyorum. ermeni olması doğruları söylediği gerçeğini değiştirmez. velhasıl takip edilmesi gereken bir kişilik.
ermeni olması yanlışları söyleyeceği anlamına gelmeyen ancak her nasılsa her daim yanlışları söyleyen ve bu yanlışları da başka gayri Türklerin desteklediği kişi. Dil konusunda bilgisi eh iştedir arada bir başvurulur ama Türk dilini Türkleri sevmediği gibi sevmediğinden idealist olmayan kişilik yapısıyla Türk dilini geliştirmek isteyen birçok adımla, kişiyle sorunludur.
4 eylül 2009 akşamı telefonla katıldığı ceviz kabuğu programında ettiği şu sözlerle türkiye'de yaşayan farklı etnik unsurların ülkemize karşı ne büyük bir nefret sergileyebileceğini göstermiştir;
''tsk 3500 gerilla ile başedememiştir''
''türkiye ahmakça bir yenilgi almıştır''
''genelkurmay bir suç şebekesidir''
''türkiye'nin içinde bulunduğu durumun tek sorumlusu omuzları kalabalık adamlar*dır.
''türkiye'de yönetimi elinde tutan askerdir''
görülüyor ki demokrasiyi savunan taraf gazetesi yazarları bu işi eleştiri yerine hakaret ederek yapmaktadır. düşman olarak gördükleri ulusal güçlere yönelik her türlü iftira ve karalama kampanyası serbesttir. bu yolda bilgi kirliliği yaratmak, suç, kabahat ya da en azından ahlak dışı bir hareket sayılamaz. kutsal amaca (türksüz bir türkiye) giden her yol mübahtır.
ben burada ayrı bir konuya daha değinmek istiyorum. türkiye cumhuriyeti'ne nefret kusan taraf gazetesi'nin kör fanatik bir yazarı, avrasya gibi ulusalcı bir kanalda, kemalist hulki cevizoğlu'nun programına bağlanıp görüşlerini, daha doğrusu hakaretlerini rahatlıkla savurabiliyor.
peki siz hiç samanyolu'nda, atv'de, trt'de, kanal 24'te özetle akp yardakçılığı yapan bütün görsel basında, kemalist, muhalif bir gazetecenin görüş beyan edebildiğine şahit oldunuz mu?
Peki o halde ergenkoncu, faşist ve darbeci diye nitelendirilenler mi daha demokrat yoksa bizim soros'un tosuncukları mı? karar aklı ve vicdanı olan insanların...
ermeni dil bilimci, yazar. soyadına kadar kendisine sorulsa söyler. enteresan bir kişilik, marx ın çevirilerini beğenmeyip almanca öğreniyor. kendisine sürekli küfür eden bir millete dilinin etminolojisini öğretiyor. garip adam valla.
resmi ideoloji eleştirileri ile türkiye' deki müslüman camianın baya bir ilgisini çekmişti, hele ki gavur hoca ünvanı ile hapishane maceralarıda takdire şayan; fakat şu bayram günü yazısı ile katranlı, şekerli atasözünü aklıma getirdi. yazısına cevaplar geliyor yavai yavaş, buyrun okuyun,
kendisinin inanç sistemi ve yaşam tarzı hakkında sınırsız özgürlükçü, reklamlardaki özgür kız misali. lakin kendisi az önce saydığımız yapılar dışında, sınırsız eleştiri sahibi, küfürbaz ve iftiracı.
takip ediyoruz, okudukça sahip olduklarımızın kıymetini anlıyoruz.
Otelci, lokantacı, çiftçi, gezi yazarı, kaçak inşaatçı, taş yontucu, dilbilimci, sözlük yazarı, köşe yazarı, Bilgi Üniversitesi'nde öğretim görevlisi, üç çocuklu, bekâr.